II. National Congress of Risale-i Nur – “Science and Religion” [Final Declarations]

Bilim ve din ilişkisi ile bağlantılı olarak bilimsel yöntem ele alınırken
çözümlenmesi gereken öncelikli problem bilim ve dinin nereye ve nasıl
konumlandırılacağıdır. Bu çerçevede varlığın algılanması ile ilgili olarak
bilimin ve dinin ortaya koyduğu verilerin insanlık tarihinin gelişimi içinde
modern dönemde ayrışmaya maruz kaldığı; Batının bilimle ilgili oryantasyonu
tamamen madde eksenli olduğu ve madde ötesini dışladığı için problemli bir
noktaya gelindiği görülmektedir. Varlığı anlama yönünde modern Batıda ortaya
konan çalışmalar, kendi sistemini tek doğru ve geçerli sistem olarak kabul eden
bir yapı arzettiği için problemli sonuçlar doğurmuştur. Bu madde eksenli varlık
algısı içinde bilim ve din ayrışımı keskinleşirken, bilimsel bilginin insanı
eşyanın hakikatine ulaştırabileceği düşüncesi bilimin yüceltilmesine yol
açmıştır. Rönesans sonrası dinden bağımsız mutlak hakikat arayışı ile gelinen
noktada tamamen maddi aleme dayalı ve vahyi göz ardı eden bir bakış açısı ortaya
çıkmıştır. Kartezyen yaklaşım, Kant’ın dini bilgiyi anlaşılabilir alanın dışına
iten arayışları ve Hegel’in "mutlak benle" bunu vurgulaması modern bilimin
buhran üreten yaklaşımlarının özünü oluşturmuştur. Bu süreç içerisinde bilim,
varlığı nedensellik içinde ele alan ve mekanik kurallarla işleyen bir yapıya
dönüştürmüştür. Aynı mekanik anlayış sosyal bilimlere de yansımış ve sosyal
yapıları biçimlendiren arayışlar içine girilmiştir. Bütün bu süreçlerden sonra
yirminci yüzyılda determinizme karşı Kuantum Fiziği, Heisenbeg Belirsizliği,
Einstein’in İzafiyet Teorisi gibi eleştirel yaklaşımlar gelişmiştir. Yirminci
yüzyılda batı epistemik bir bunalım ve bundan kurtuluş için arayış içine
girmiştir. Bilimin ve dinin farklı bakış açılarının oluşturduğu bu uçlardaki
algılanışlarında farklı çözüm arayışları ortaya konmuştur. Çatışma, bağımsızlık,
diyalog ve entegrasyon gibi yaklaşımlar içinde ele alınan bilim ve din bilimsel
bir dini söylem ile uzlaştırılmaya çalışılmıştır.

Modern bilimin geldiği bu dönüm noktasında, çözüm üretmekten aciz kaldığı ve
varlığın arka planını göz ardı eden yaklaşımlar ile anlamlar boyutunu körelttiği
noktada Kur’an eksenli yeni bir varlık algısına ihtiyaç netleşmiştir. Bu noktada
dünya problemlerinin çözümü için ve varlığı bir bütün olarak algılayabilmek için
yeni ve arka planı hesaba katan bir tarife ihtiyaç doğmuştur. Modernizmin
insanlık aleminde oluşturduğu depremle adeta yıkılmış olan İslami düşünce
geleneği sarayının Kur’an merkezli bir planla ve günün ihtiyaçları da dikkate
alınarak yeniden inşaasına büyük bir ihtiyaç vardır. Bu noktada Kur’an’ın
kuşatıcı bakışına ihtiyaç şiddetlenmiştir. Gelinen yol ayrımı, Kur’an medeniyeti
üzerine bina edilecek yeni bir varlık algısını, bilimin ve dinin alanlarını
kuşatacak bir varlık algısını insanlık açısından çok önemli hale getirmiştir.

Kur’an medeniyeti eksenli yeni yöntem inşaası için Risale-i Nur sağlam bir zemin
oluşturmaktadır. Bu anlamda her mesleğin içinde var olan hakikat
kırıntıcıklarını toplayan yaklaşımı ile Risale-i Nur, Kur’an’ın kuşatıcılığını
asra taşımaktadır. Temel mesleği Kur’an’ın yöntemlerini kullanmak olan ve Sahabe
mesleğini esas alan Risale-i Nur, gelinen ayrım noktasındaki varlığın
tanımlanması problemine mülk alemini ve varlığın yaratıcıya bakan boyutunu, yani
melekut alemini birlikte ele alan kalıcı ve anlamlandıran çözümlemeler ortaya
koyma istidadındadır. Modern bilimin uzun arayışlarının sonucunda Yaratıcıdan
irtibatı kopuk olan bir maddi alemle ve diyalektik süreçle varlığı
anlamlandıramayacağı görülmüştür. Klasik medrese eğitiminin dışına çıkmanın
avantajını hayatında gözlemleyebildiğimiz Bediüzzaman, taassuptan uzak ve Batı
medeniyeti karşısında kişilikli cesur duruşuyla Doğu ve Batı medeniyetlerinin
buluşturulması ve bunun Kur’an’ın kuşatıcılığı içinde gerçekleştirilmesi
noktasında önemli bir yere sahiptir. Sebep ve sonuç bağlantısı içerisinde
algılanan ve Yaratıcı’dan kopuk bir şekilde anlamlandırılmaya çalışılan varlığa
modern bilimin ürünü olan dil ve yaklaşımların ötesinde Kur’an eksenli ve
varlığın Sanatkarına vurgu yapan yeni bir varlık tarifi ve yeni bir dil Risale-i
Nur’la ortaya konmuştur. Bilimin gözleme dayalı bakış açısı ile sebep sonuç
ilişkisi içinde algıladığı determinist yapı sebep ile sonucun sadece yan yana
geliyor olduğunu ifade eden iktiran kavramı ile değiştirilmiş; böylece sebep ve
sonucun her ikisi de Alemlerin Rabb’i ile doğrudan irtibatlı olan bir bakış
açısı içerisinde ele alınmıştır. Risale-i Nur, determinist yaklaşıma karşılık
her an varlık alemini yeniden şekillendiren ve hep O’nunla irtibatlı olan bir
Yaratıcı anlayışını geliştirmiştir. Yine varlık alemi içerisinde Bediüzzaman’ın
insan tanımı marifetullah ve ubudiyet ekseninde şekillendirilmiştir.

Risale-i Nur, İslam düşünce geleneğinin günün ihtiyaçlarına uygun bir sentezi
ile seyyiatı hasenata galip gelen modern dünyanın çıkmazlarını aşacak çözüm
yollarını da içinde bulundurmaktadır. Bu noktada felsefeyi ve bilimin
ürettiklerini yok saymayan, ancak bunların Kur’an eksenli yorum ile hikmete
dönüştürülmelerini hedefleyen bir yaklaşımdır. Moderniteyi İslamlaştırmak ya da
İslamı modernleştirmek gibi bir arayış içerisine girmeksizin varlığı ve
yaşadığımız zamanı İslami zeminde anlamaya çalışan ve Kur’an eksenli çözümler
önümüze koyan bir yaklaşımdır. Bu çözümleri sunarken yeni bir terminoloji ve dil
üretmekte ve bu yaklaşımı ile modern bilimin dayattığı terminolojiye vahye
dayalı bir alternatif geliştirmektedir. Bu yeni bakış açısında varlığı direk
sanatkarı ile irtibatlandıran harfi yaklaşım ve varlık algısında niyet ve
nazarın mahiyeti değiştirdiği bir genişlik gözlenmektedir. Bu bakış açılarının
dikkate alındığı varlık anlayışı ve bu algıyla uyumlu bir dil oluşturma çabası
Risale-i Nur’un önemli farklılıklarından biri olarak göze çarpmaktadır. Bu
yaklaşımı dinin bilimi de içine alan varlık çözümlemeleri ile akıl ve kalbin
uyum içerisinde hayatı anlamlandırabileceğini ortaya koymaktadır. Teknolojinin
gelişimi ile varlığa atfedilen sabitlik ve kalıcılık şeklindeki güven yerine
varlığın ardında işgören Sonsuz Kudrete dayanmanın getirdiği ontolojik güven
tesis edilmektedir. Vahiy, insan ve kainat üçlüsü içerisinde kainatın ve insanın
anlamını vahiy ve fıtrat eksenli bir zeminde açıklamanın farklılığı Risale-i
Nur’da gözleniyor. Bu, var olan bilimsel birikimi ve var olacak bilimsel
birikimleri ilahi hakikatler bağlamında yeniden üretme imkanını sağlayan bir
enfüsi-afaki gerçeklik olarak önümüze çıkıyor.

İndirgemeci bir yaklaşım ile varlığı fiziksel gerçekliğe dayandıran bilimin
belirgin bir hakikat ortaya koymaması modern insanın kişiliğinde şizofrenik bir
yapı doğurmaktadır. Modern bilimin bu haline karşılık redçi, teslimiyetçi ve
aşmacı tutumlar içerisinde değerlendirilebileceği düşünülmektedir. Bunlardan en
makul olanı zihin ve aklın müteal olana yöneltilmesi şeklindeki aşmacı tutum
olabilir. Bunun yapılabileceği en sağlam zemin Risale-i Nur olmalıdır. Bu,
peygamberlerin kendi asırlarında ifa ettikleri vazifenin asrımıza taşınması,
yani veraset-i nübüvvet anlamına gelmektedir. Bu anlamda Bediüzzaman, Kur’an’dan
ve Hz. Muhammed’den aldığı dersle insanlık aleminin kozasını çatlatması ve
hakikate ulaşması noktasında önemli bir konumdadır. Yalnızca bir İslam alimi
değil, aynı zamanda büyük bir mütefekkir olan Bediüzzaman’ın varlıkla ilgili
çözümlemelerine bütün İslam alemi ve insanlığın ihtiyacı olduğu ortaya
çıkmaktadır. Kuvvete dayalı yapısı ile İslam alemi ve insanlığı ezen Batı ile
yüzleşme ve modern bilimin paradigmalarına antitez geliştirebilme cesaretini
gösterebilmesi onu İslam düşünce dünyasında çok farklı bir yere getiriyor.
Klasik düşüncenin dışına çıkabilen, öze dayalı çözümler üretebilen ve
modernitenin oluşturduğu dünyanın dışına çıkabilen cesur bir İslam mütefekkiri
olması dünyanın geleceğinde ona hayati bir misyon yüklüyor. Vahiy temelli ve
Batı ile yüzleşebilen bir zeminde komplekse kapılmadan, kendi kavramları
üzerinde bir kainat yorumu ortaya koyabilmesi ontolojik özgüven ve entelektüel
cesaret şeklinde açıklanabilir.

"Şarkın ulumundan ve Garbın fünunundan" gelmediği ifade edilen Risale-i Nur,
direk Kur’an’dan feyz almış olmanın farkını ortaya koymaktadır. Bu anlamda
bilimsel yöntemin bir ürünü değildir. Batı bilimi kaynaklı örgün eğitimin
yaygınlaştığı bir yapı içerisinde, aydınlanmacı felsefenin belirleyici olduğu
bir dünyada modern bilimle nasıl yüzleşileceği sorusu gözardı edilemezdi. Bu
noktada Kur’ani ölçülerle mücehhez bir ferdin bilimle ve onun üretimi ile
şekilleniyormuş gibi algılanan modern dünya ile, teknoloji ile daha rahat
yüzleşebileceği, kimliğini muhafaza edebileceği bir yapı ortaya konmaktadır.

Bediüzzaman’ın varlık tanımı "mana-i harfi", "mana-i ismi", "ene", "niyet" ve
"nazar" kavramları çerçevesinde şekillenmiştir. Bu kavram haritasına özellikle
varlık içinde insanın ve benliğin tanımlanması ile ilgili olarak ene
yerleştirilmiştir. Varlığın tanımlanmasında enenin kendini bir kul olarak
algılıyor ve yaratıcı ile tanımlıyor olması çok önemlidir. Kendini bir kul
olarak tanımlamayan enenin, varlığı ve kendini gerçek anlamı ile
tanımlayabilmesinin mümkün olmadığı ortaya konmuştur.

Peygamberlerin mucizelerinin bir boyutu ile insanlık aleminin maddi dünya içinde
ulaşacağı zirveyi gösterirken, diğer boyutu ile varlık dünyasından Sanatkar’a
ulaştıran harika sanatlardan onları Yaratan’a işaret eden bir boyutu olduğunu
ortaya koyuyor. Hz. Adem’e öğretilen eşya içinde bütün fenlerden ve ilimlerden
ortaya çıkacak harikalıklara işaretler olduğunu ortaya koyuyor. Bu anlamda
Kur’an’ın da talim-i esma hakikatine bir mazhariyetinin olduğu, hak ve hakikat
olan bütün ilim ve fenlerin doğru hedeflerini işaret ettiği, onlardan ortaya
çıkacak dünyevi ve uhrevi sonuçları gösterdiği ve insanlığı buna teşvik ettiği
ifade ediliyor. İnsanlığın temel gayesinin rububiyet karşısında ubudiyet
olduğunu anlamak olduğunu ifade ediliyor. İnsanlığın ahirzaman da bütün
kuvvetini ilimden alacağına işaretle hüküm ve kuvvetin ilmin eline geçeceği
ifade ediliyor. Bu ilimler içinde en parlağının belagat ve cezalet olacağı ifade
ediliyor.

Sonuç olarak, insanlık aleminin geldiği noktada varlığı Halık-ı Kainat’tan
bağımsız şekilde algılamaya ve anlamlandırmaya çalışan egemen bilimsel yaklaşım
bir tıkanma noktasına gelmiştir. Bilimlere ışık tutan ve her bilim dalının en
nihai hedeflerini ve maksatlarını gösteren Kur’an-ı Mu’cizülbeyan’a dayanan yeni
bir varlık tarifine ihtiyaç çok net bir şekilde ortaya çıkmıştır. Bu kendine has
bilimsel yöntemi, sanat anlayışı, terminolojisi ile yeni bir Kur’an medeniyeti
inşası anlamına gelmektedir. Önümüzdeki dönemde insanlığın çıkış noktası ve Batı
dünyasından kaynaklanan buhranların çözümü buradadır. Bu anlamda yeni
medeniyetin altyapısını oluşturacak bir zemin ve önümüzdeki asrın Kur’an
merkezli medeniyetinin terminolojisini oluşturma anlamında Risale-i Nur tüm
insanlığa ulaştırılması gereken bir kaynak konumundadır. Gelecek dönemin hakikat
eksenli şekilendirilmesi ve yeni bir varlık inşasında bir yol haritası
konumundadır. Bediüzzaman’ın vesile olduğu ontolojik inşa bütün insanlığa
ulaşabilmeli ve bu maksatla bugünün ifade şekillerine uygun bir yöntem ve tabi
olan değil, belirleyen bir yöntem geliştirilmelidir. Modern dünyanın
paradigmaları ile yüzleşebilecek donanım ve cesaret Risale-i Nur’da ve müellifin
onlara kattığı ruhta mevcuttur. Gelecek zaman içinde gücün sözcülerine karşılık
sözün gücünün kazanacağı umudundadır. Bu hakikatlerin insanlığa ulaştırılması
materyalist bilimin ürettiği buhranlara bir çözüm geliştireceği için anlatımın
alt yapısı tez elden kurulmalıdır. Risale-i Nur kendi entelektüelini
yetiştirmeli, buna zemin hazırlanabilmesi için istidatların önünde bir engel
teşkil edebilecek aşırı himayeci ve ilmi istibdat ile kapalı yapılar oluşturma
riskinden uzak durulmalıdır. Sözün gücü özgüven gerektirmektedir ve özgüven için
hür ortamalar lazımdır. İstidatların gelişme imkanı bulduğu bu münbit zeminde
Genç Said’lerin vücut bulması önündeki engeller de kalkmış olacaktır. Bu
zeminlerin verimli ve münbit hale gelmesi ile İslam aleminin ve insanlığın
geleceğinde yeryüzünü kuşatan yeni bir medeniyetin, Kur’an medeniyetinin doğuşu
fıtri bir süreç olarak gözükmektedir. Bu yeni medeniyetin oluşumunda gerek
terminolojisi gerekse asrın ihyaçlarına Kur’an’dan çıkarımlar şeklindeki
çözümleri ile Risale-i Nur önemli bir rol üstlenecektir.

Bilim ve din insanlığın geldiği yol ayrımında ilişkileri çok önem arzeden ve
geleceğin şekillendirilmesinde merkezi konumda olan iki kavramdır. Bilimsel
yöntemin ve modern bilimin insanlığın problemlerine çözüm sunamadığı, varlığı
anlamlandıramadığı bir durumda bilimin ve varlığı anlamlandırma yönteminin
yeniden şekillendirilmesi yeni medeniyetin de başlangıç noktalarından biri
olmalıdır. Varlığın ve benliğin gerçek anlamı ile tanımlandığı, görünen alem ve
görünmeyen alemler, Kur’an ve kainat, akıl ve vicdan, mülk ve melekut bütünlüğü
içinde bir varlık tasavvuru ve bunun ifade edileceği dilin Kur’an’a dayalı
olarak şekillenmesi, geleceğin müreffeh dünyasının temel şartı olarak önümüze
çıkmaktadır. Bu anlamda Risale-i Nur’un ortaya koyduğu kavramlar, üzerinde
çalışılmayı hak etmektedir.