II. National Congress of Risale-i Nur – “Science and Religion” [Final Declarations]

Bilindiği gibi, İnsanlar tarih boyunca varlığı anlamaya çalışırken, iki temel
yaklaşım dikkat çekmiştir. Bunlardan birisi, ilahi vahyin ışığında varlık aleminin
yorumlanması; diğeri ise, vahye ve fizik alemde vahyin paraleli olan gerçekliklere
göz ve kulakların kapatılarak yapılan değerlendirmelerdir.

Bediüzzaman Said Nursi, varlığı okumada bilimsel bilginin elde edilmesinde, ilahi
vahiy ve fizik aleme kulak verilerek, onların işaret ettiği hakikatlere her insanın
ulaşmasının, yaratılışından getirdiği "akıl" cihazının bir gereği olduğunu vurgulamıştır.
İnsan sahip olduğu bu özelliğinden dolayı, sorumluluk yüklenebilen ve diğer canlılar
arasında temayüz edebilen bir özellik göstermiştir.

İşte bu özelliğinden dolayıdır ki, Bediüzzaman Said Nursi, insanlık tarihinin
olumlu ve olumsuz dönemlerini belirlerken "aklı kullanma becerisini" temel kriter
olarak ele almıştır.

I.

Bediüzzaman, Kur'an-ı Kerim'de akıl ve düşünmeye sevkeden "Düşününüz!", "Hâlâ
düşünmez misiniz?", "Onlar hiç düşünmezler mi?", "Bakınız!", "Bakmazlar mı?", "Ey
akıl sahipleri ibret alınız!" gibi ikazları temel referans alarak insanlık tarihini
değerlendirmiştir. İnsanlık tarihini, "akıl" çerçevesinden bakarak belli dönemlere
ayırmıştır.

Aklın kullanıldığı, yeni fikirlerin üretildiği, insanın varlığı sorguladığı -Bediüzzaman'ın
ifadesiyle "medrese-i efkar" niteliğindeki dönemler- "müstakbel"; akılla değil hislerle
hareket edildiği, istibdat, taklit ve taassubun her alanda yaygınlaştığı ve kuvvetin
hakim olduğu dönemler ise "mazi" şeklinde ifade edilmiştir.

Bediüzzaman'ın tanımladığı "mazi" ve "müstakbel" dönemleri doğrusal bir çizgi
takip etmemiş, aklı kullanmaya bağlı olarak şekillenen dönemsel bir görünüm ortaya
çıkarmıştır.

Bediüzzaman, bu kavramlar çerçevesinde İslâm'ın ilk üç asrını, benzersiz gelişmelerin
görüldüğü dönemler olarak ifade ederken; İslam'ın dördüncü ve beşinci asırlarını
kemale mazhar olan devir olarak yorumlamıştır.

Bilindiği gibi bu dönemlerde, Peygamberimiz ve ondan sonra gelenler tarafından
ilahi vahyin saf ve dış etkiden korunmuş olmasından dolayı, dini duyarlılık çok
kuvvetli idi. İslâm doğrudan Peygamberden ve Sahabeden öğrenilebiliyor, hiçbir dış
etkiden çekinmeden hak ve hakikat aranabiliyordu. Hz. Peygamber dönemi, Dört Halife
Devri, Endülüs Emevileri ve Abbasilerin ilk dönemleri bu özelliği göstermiştir.

Sonraki dönemlerde israiliyat denilen dış etkiler İslâm toplumlarının içine girmeye
ve gündelik hayatlarını etkilemeye başlamıştır. İşte Bediüzzaman, tarihin bu dönemini
İslamların "mazi"si olarak ifade etmiştir. Hicri beşinci asırdan on ikinci asra
kadar, yani miladi on birinci asırdan on dokuzuncu ve yirminci asra kadar geçen
dönem "mazi" şeklinde ifade edilmiştir. Bir başka ifade ile taklit ve taassup dönemleri
Risale-i Nur'un neşredilmeye başladığı yıllara kadar uzanmıştır. Bahsedilen bu dönemde,
İslâm toplumları taklit ve taassup bataklığı içinde gerilemiş, İslâm'ın gerektirdiği
dinamizm ve gelişme sağlanamamıştır.

II.

Müslümanlar bu taklit ve taassup dönemlerinde ilahi vahyi bütün özellikleriyle
yaşama becerisini gösteremediklerinden kültür ve geleneğin etkisiyle, İslami olmayan
birçok şey İslâmî gibi algılanmış, bu durum da Müslümanların hem İslâm'dan hem de
insan tabiatına uygun hür ve gelişmiş yaşama biçimlerinden mahrum kalmasına neden
olmuştur.

Bu dönemde akıldan çok his, birlikten çok ihtilaf, kendi mesleğine muhabbetten
çok başkasının mesleğine nefret hayat bulduğundan, bilimsel gelişmelerin durmasına
neden olmuştur.

Bediüzzaman bu dönemleri, geleneğin tozlarıyla örtülmüş kılıca benzeterek, İslâm
toplumlarının Risale-i Nur'daki hakikatlere sahip çıkarak İslâm kılıcını parlatmalarını,
uzun asırlar boyunca vahiy dışı tesirlerin etkisiyle oluşmuş yanlış anlamaların
giderilerek, ilahi vahyin hakikatine ulaşılması gerektiğini vurgulamıştır.

III.

Bediüzzaman, İslâm toplumlarında bilimsel gelişmelerin önünü tıkayan önemli bir
faktör olarak da istibdadı göstermiştir. "Mazi" diye tanımlanan taassup ve taklit
dönemlerinin bir özelliği olan istibdat, İslâm'ın ilk emri olan "oku" emrinin bile
önüne geçerek, eğitim kurumlarının statikleşmesine, taklidin yaygınlaşmasına ve
bilimsel bilginin üretilmesine engel olmuştur.

Bediüzzaman, bahsedilen dönemlerdeki siyasi yönetimlerin de bilimsel gelişmelerin
önüne geçtiği tespitini yapmıştır. İlmi istibdadı, siyasi istibdadın çocuğu olarak
ifade ederek, otoriter siyasi rejimlerin özgün fikirler ortaya çıkarılmasına engel
olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca, istibdat-ı ilmiyi taklidin babası olarak ifade ederek,
ilimde istibdadın bulunmasıyla taklit çalışmalarının artacağını belirtmiştir.

IV.

Bediüzzaman, Batı toplumlarındaki gelişmelerle İslâm toplumlarındakini farklı
olarak değerlendirerek, Rönesans ve Reform hareketleriyle Avrupa'nın "aklı" ön plana
alıp, taassup ve taklidi terk ederek bilimsel yaklaşımlara önem vermelerini onlar
için önemli bir dönüm noktası olarak ifade etmiştir.

Bediüzzaman, Avrupa'da Katolik kilisesine karşı yapılan reform sonucunda, bilimsel
gelişmelerin önünün açıldığını, Türkiye'de de benzer bir reform yapılması gerektiğini
savunanlara karşı da, Katolik mezhebi ve İslamiyet arasında "akla" yaklaşım bakımından
zıtlık olduğunu, Katolikliğin "aklı" azlederken, İslâmiyet'in akla revaç verdiğini
belirtmiştir.

Bediüzzaman Hıristiyanları kastederek, "Ehl-i İslâm'ın temeddünü, hakikat-ı İslamiyet'e
ittibaları nispetindedir. Başkalarının temeddünü ise, dinleriyle makusen mütenasiptir."
demiştir. Yani Batı'da Katolik mezhebinin ilkelerinden ayrılmak suretiyle bilimsel
gelişme sağlanmışsa, İslâm toplumlarında tam tersine ancak, İslâm'a yaklaşmakla
bilimsel gelişmelerin ortaya çıkabileceği vurgulanmıştır. Bu gerçek bugüne kadar
yeterince anlaşılamadığından İslam toplumları gerektiği gibi yükselememiştir.

Bütün bunlardan şu sonuca ulaşabiliriz ki, İslâm toplumları bilimde gelişmek
istiyorlarsa, dinin temel niteliklerine sahip çıkmak zorundadırlar. Ya da Ehl-i
İslâm dinlerini yaşamak istiyorlarsa bilimsel gelişmelere sahip çıkmak zorundadırlar.
Din ve bilim birbirinden ayrılmaz iki gerçekliktir…