The Dimension of Invention (Ibda’)
and of Construction (Insha) in Creation
Giriş
Yaratılışı iki ana başlık altında toplayan Bediüzzaman, "ibda ve ihtira"yı
"hiçten icat" şeklinde, "inşa ve terkip"i ise "mevcut olan anasır [unsurlar] ve
eşyadan toplamak sureti ile ona vücut vermek" olarak tanımlamaktadır. (Lem’alar,
315-316) Bu yaratma faaliyetlerinin sahibi olarak "Zat-ı Ferd-i Zülcelâl olan
Allah"ın adını zikretmektedir. Yani yaratılışın sahibi Allah’tır, tabiat ve
tesadüf değil!
Bu tanımlamaları bugünkü uzay bilgileri ve biyolojinin ortaya koyduğu tespitler
çerçevesinde ele alıp incelediğimizde, Kur’an’la tabiat (doğa) bilimlerinin
birbirini yorumladıklarını görmekteyiz. Onun için "ibda ve inşa" tarzındaki
yaratılışların, doğa bilimlerinin tespiti ile nasıl inceleneceğini kısaca ele
alalım:
"İbda ve ihtira" alanı hiçten yaratma, benzeri olmayan bir şeyi yaratmadır.
Bunun en tipik birinci alanı maddenin atomlarını oluşturan partiküllerin
yaratılışıdır. Daha sonra bu maddeler ile yıldızlar ve galaksiler sisteminin
vücuda getirilmesidir ki, inşa ve terkip türü yürütülmektedir. Başka bir ifade
ile kainatın oluşumuna "ibda" denilen hiçten yaratma ile başlanmış, "inşa"
denilen ikinci tip yaratma ile atom altı partikülleri "ibda" şeklinde yaratan
Allah, "inşa" şeklinde yaratma ile kainatı vücuda getirmiştir. Bu ikinci tip
yaratma bugünkü bilgilerimize göre ilk teşekkülde yoğun, sonraki geniş zaman
dilimlerinde azalan fakat hiç kesilmeyen bir şekilde devam etmektedir.
Kur’an’da ilk insan ve ilk canlıların yaratılışına temas eden ayetler
incelendiğinde iki önemli noktada yaratılışın üzerinde durulduğu görülmektedir.
Bunlardan birincisi topraktan ilk canlı hücrenin yaratılışı, diğeri de onun
tesviye edilerek ergin formuna getirilmesidir. Bu şekilde her türün ilk cet
formları veya ataları "embriyo" anlamında ibda tarzında yaratılmış ve ondan
sonrası ise inşa ve terkip tarzında tıpkı bugünkü bitki, hayvan ve insan
embriyolojilerinin açıklamaları çerçevesinde oluşmuş ve devam etmektedir.
İstisnailik ilk canlı hücrelerinin yaratılışına hakimdir. Adeta bu o dönemlerin
olağan faaliyetleridir. İbda, yaratılışın mucizevi boyutudur, çünkü "mucize
vasıtasız, direkt Allah’ın fiilidir." Bu istisnailik durumu sonraları yerini
inşa ve terkip boyutlarında düzenli kurallara bırakmıştır, yaratma ve yürütme
biçimi bunlara göre düşünülmelidir.
Yaratanın Yaratıcı Fiilleri ve İsimleri
Kur’an’da Yaratma ile İlgili Fiil ve İsimler
1) Haleka: En geniş anlamlı yaratma fiillerinden biridir. Üç ayrı yaratma
alanını ilgilendiren tanımlar yapılmıştır;
a) Bir şeyi güzelce ölçüp, biçip takdir etmek.
b) Yoktan var etmek.
c) Var olan bir şeyden başka bir şey ortaya koymak.
"Allah her şeyin halıkıdır" [Enam 6/102]
Bu fiil özellikle birinci tanımında sunulan "takdir etmek" anlamıyla
yaratıcılığın plan ve program boyutu nedeniyle diğer yaratma fiillerinden
ayrıcalıklı hale gelmiştir. Bu, kâinatın yaratılışındaki takdir ve planla kaosa
imkân vermeyen, tesadüfîliğe fırsat bırakmayan bir yaratıcılık faaliyetini
anlatırken, canlılar içinde DNA ile kodlanan tüm canlıların hücre seviyesindeki
yaratılış program ve kayıtlarını görme imkânı vermektedir. Bu fiil alanında "El
Halık" temel esma olarak bulunmaktadır.
2) Bede’e: Yaratmada öne alınan, öncelikle aktivitelerin yapılmasını içine alan
bir yaratma faaliyetidir. "Yaratmaya başlamak" ve "ilk defa yaratmak" anlamında,
yani özel bir yaratma alanını temsil etmektedir. Esma-i Hüsna’dan el Mubdi, ibda
türü yaratma alanıdır.
3) Bedi: Bedi ismi de ibda türü bir yaratma alanıdır. Her türün ilk cetlerinin
yaratılması, kâinatın ilk yaratılış alanlarını içine alan yaratıcı bir isimdir.
Bediussemavatı ve’l ard.
4) Fatara: Fatara fiili yaratma alanında "yarmak" gibi spesifik bir özelliğiyle
dikkat çeker. Bu faaliyet boyutu ile batmalar, kopmalar, ayrılmalar, yarılmalar,
şekillenmeler gibi önemli jeolojik alanları içerisine almaktadır ki, bu sadece
dünya için değil, bütün yıldızlar ve galaksiler için geçerlidir.
"Fâtıru’s semavatı ve’l ard" ayeti, yaratılışın en genel ve hususi boyutunun
bulunacağı bir anlam zenginliğiyle, görüş ufkumuza geniş açılımlar sunmaktadır.
Kâinatın ilk maddelerinden yaratılarak açılması gibi tipik bir yaratma alanıdır.
5) Bera’e: Bu fiil yaratmak manası esas olmakla beraber, daha çok canlılar için
kullanılmıştır. Esas faaliyet alanı canlılarda, özellikle embriyonal hayatta
mitoz bölünmelerle ortaya çıkan birbirinin aynı olan hücrelerin değişik aktivite
kazandırılarak (mesela, insanlarda en az 200 çeşit) doku hücresinin
oluşturulmasıdır.
Esma-i Hüsna’dan El Bâri bu alanlarda tecellisini göstermektedir. Bütün çok
hücreli canlılarda hücre değişikliği alanında tecelli göstermektedir.
Embriyolojinin araştırma alanında bilhassa "hücre değişikliği" ile ilgili olarak
görmekteyiz. Bu değişiklik olmasaydı ne doku ve ne de farklı organlar oluşamazdı
ve canlı fert yaratılamazdı.
6) Felake: Felake fiili bir şeyi yarmak ve birbirinden ayırmak anlamındadır.
Kur’an’da kullanılış alanında "Falik’ul habbi ven neva", yani taneleri ve
çekirdekleri yaran olarak görmekteyiz. Bu, esasında bütün bitki ve hayvan
embriyolojisinin temelini oluşturan tohum ve yumurtalardan bir sürgünün ve
hayvan yavrusunun gelişmesi için nelerin yapıldığı ve nasıl yapıldığı gibi
önemli bir alanda görülen yaratıcı faaliyettir. Bitki, hayvan ve insan
embriyolojilerinin araştırma alanıdır.
7) Zera’e: Yaymak anlamındaki yaratıcı faaliyettir. Özel alanı "Allah mahlûkatı
zer’ etti." ayetinde olduğu gibi özellikle canlıların yeryüzünde yayılması
üzerine dikkat çekmektedir. Tohumların, polenlerin yayılmaya müsait şekil ve
formlarda yapılması ve birbirini bulmaları kadar, canlıların yeryüzünde
özelliklerine göre yerlerini almaları, dağılmaları ve yerleşmeleri gibi önemli
faaliyet alanıdır. Bitki ve hayvan coğrafyasının ilgi kapsamındadır.
8) Enşe’e: Enşe’e fiili inşa etmek anlamındaki inşa ve terkip türü yaratıcılığın
en önemli alanıdır. En çok canlılar hakkında kullanılmaktadır. Canlılar
hücrelerden, hücreler atomlardan, moleküllerden inşa edilir. Hücrelerden
dokular, organlar ve çeşitli sistemler yaratılır. Sonuçta bir canlı inşa
edilmiş, yani yaratılmış olur. Her bir hücrede ortalama on bin kimyasal
reaksiyonun bulunması inşa ve terkip tarzındaki yaratıcılığın tipik alanlarından
biridir. Bu olmazsa, hücre çoğalması olamaz.
9) Ce’ale: Bu fiil yaratmak, yapmak anlamında olduğu gibi vermek, saymak gibi
anlamları da vardır.
10) Savvara: Bu fiil tasvir etmek, suretlendirmek, şekillendirmek, şekil vermek
demektir.
11) Sevvâ: Sevvâ fiili tesviye etmek, düzeltmek demektir.
12) Ehyâ: Bu fiil hayat vermek, cansızlardan canlıları yaratmak anlamındadır. El
Muhyi ismi ve El Muhyi’l-mevta isimleri bu fiil alanında mevcuttur. Canlılar
âlemini inceleyen biyolojinin en önemli alanlarından biridir.
13) Kûn: Allah’ın bu emri, "OL" emri olarak Cenab-ı Hakk’ın yaratma, sevk ve
idare etme, dilediğini yapmayla ilgili çok geniş kapsamlıdır.
Darwin ve Evolusyon Teorisi
Darwin (1809-1882), 1870 yılında düşüncelerini açıkladığı "Canlıların Menşei"
adlı kitabında "Evrim Teorisi" olarak bilinen yaklaşımı ile canlıların nasıl
birbirinden türediklerini anlatmaya çalışmıştır. Darwin "türlerin sabit
olmadığını, her nesilde oluşan küçük farklılıkların ilerleyen nesillerde artarak
ilk cetlerinden ayrı karakterler kazandıklarını ve böylece onlardan ayrılıp yeni
bir tür olduklarını esas almıştır. Evolusyon Teorisinin esası budur. Değişik
karakterlerden tabiat şartlarına uyanların sürekli geliştiği ve uyamayanların
ölüp gitmesi anlamına gelen "tabii seleksiyon" mekanizmasının esas rolü oynadığı
üzerinde düşünce sistematiğini oturtmuştur.
1924 yılında bir Rus bilgin olan A.I.Oparin yeryüzünde organik kimyasal
sentezlerin karbon ile birlikte kendiliğinden oluştuğu görüşünü ortaya attı.
"Ursubbe" ilk çorbavari sulu ortamlarda hücreleri oluşturabileceğini ifade etti.
1929 yılında bir İngiliz araştırmacı aynı düşünceler doğrultusunda görüşlere
katıldı. H.C.Urey tarafından da benimsenerek "Biyogenez Araştırmaları" adıyla
ilmi literatürde yer aldı.
1952-1953 yıllarında Stanley Miller ve Harold C. Urey cansız kimyasal
maddelerden hayatın oluşabileceği düşüncesini geliştirdiklerini bir deney aparat
sonuçları ile açıklamaya çalıştılar. İlk canlının oluşabileceği eski
devirlerdeki ortam şartlarını düşünüp onların benzerlerini laboratuar
şartlarından oluşturmayı esas aldılar. Tüpün içerisine metan, amonyak, karbon
monoksit, karbon dioksit ve azot koydular. 60 bin voltluk elektrik akımı ile pek
çok gün uyguladılar. Tüpte aminoasitler, DNA yapısında bulunan azotlu bileşik
olan bazların oluştuğunu tespit ettiler. Bu deney Darwinizm’in doğmasında tespit
edilen sonuçlardan daha çok amacını aşarak kullanılmıştır. Esas hedef hücreydi
fakat bu çalışmalar başladığı gibi bitmiştir. Çünkü sonuç almaya yaramamıştır.
Darwin’in insanın ceddi konusundaki görüşlerinden örnekler:
Her evrimci (evolutionist), beş büyük omurgalı sınıfının, yani memelilerin,
kuşların, sürüngenlerin, iki yaşayışlıların (amphibians) ve balıkların, bir tek
ilk örnekten (prototyp) türediğini kabul eder; çünkü hepsinin, özellikle
embriyonal dönem boyunca, ortak yanları pek çoktur. Balıklar sınıfı organlaşma
bakımından en aşağı durumda bulunduğu ve yeryüzünde öbürlerinden önce belirdiği
için, omurgalılar aleminin (kingdom) bütün üyelerinin balığa benzer bir
hayvandan türediği sonucuna varabiliriz. Maymun, fil, kolibri, yılan, kurbağa,
balık vb. gibi birbirinden pek başka hayvanların hepsinin aynı ana-babadan
türeyebildiği inancı; doğa tarihindeki son ilerlemeyi izlememiş kimselere pek
garip görünecektir. Çünkü bu inanç, bugün birbirine hiç benzemeyen bu biçimlerin
(forms) hepsini birbirine sıkıca bağlayan canlıların eskiden yaşamış olduğunu
üstü kapalı olarak söylemek demektir. (The Descent of Man, s. 205)
İnsanımsımaymungillerde iki büyük dala, Yeni Dünya ve Eski Dünya Maymunlarına
ayrılmıştır; ve sonunculardan çok uzak bir dönemde, evrenin mucizesi ve övüncesi
olan insan türemiştir. (The Descent of Man, s. 213)
İnsanın ilk ataları bir zamanlar kıllarla kaplı, her iki eşey (sex) de sakallı
olmak gerekir. Onların kulakları herhalde sivriydi ve hareket edebiliyordu; ve
vücutlarında, özel kasları olan bir kuyruk vardı. Kolları ve bacakları da, şimdi
ancak arada bir yeniden ortaya çıkan, ama dört-ellilerde (Quandrumana) normal
olarak bulunan kaslarla hareket ediyordu. Bu dönemde ya da daha erken bir
dönemde, büyük ön kol (ön bacaklar) atardamarı ve siniri, supra-condyloid bir
delikten geçiyordu. Barsakta, bugün olduğundan çok daha uzun bir kör barsak
(diverticulum, caecum) vardı. Dölütteki ayak başparmağının durumundan
anlaşıldığına göre, ayak o zamanlar kavrayıcı (prehensile) idi; ve atalarımız
şüphesiz, ağaçlarda, sıcak ve ormanlarla kaplı bir ülkede yaşıyordu. Erkeklerin
korkunç silahlar olarak yararlandıkları büyük köpekdişleri vardı. (The Descent
of Man, s. 208)
Bana en olabilir görünen görüş, erkeğin ve özellikle kadının, kıllarından yoksun
kalması, sexual selection’da (eşeysel seçme) göreceğimiz gibi, daha çok
beğenilmek içindir; ve bu inanca göre, kıllılık bakımından insanın öbür
maymunlardan (primates) böylesine farklı olması hiç de şaşırtıcı değildir, çünkü
doğal bir seçme ile kazanılan ıralar (characters), birbirinin yakın hısımı olan
biçimlerde (forms) çoğu zaman olağanüstü farklıdır. (The Descent of Man, s.
72-73)
İki ayrı amaç gütmüş olduğumu, bir özür olarak söylememe izin verebilir;
birincisi, türünün ayrı ayrı yaratılmamış olduğunu ve ikincisi, alışkanlığın
kalıtsal etkileri ile ve az da olsa çevre koşullarının dolaysız etkisi ile
desteklenmekle birlikte, değişmenin başlıca etkeninin doğal seçme olduğunu
göstermekti. (The Descent of Man, s. 77)
Türlerin ayrı ayrı yaratıldığı dogmasının yıkılmasına yardım ederek, hiç değilse
iyi iş yaptığımı umuyorum (The Descent of Man, s. 77, 78)
Vücut büyüklüğüne yada kuvvetine gelince, insanın şempanze gibi küçük bir türden
mi, yoksa goril kadar kuvvetli bir türden mi türediğini bilmiyoruz; ve bundan
dolayı, atalarından daha büyük ve daha kuvvetli mi, yoksa daha küçük ve zayıf mı
olduğunu söyleyemiyoruz. Bununla birlikte şunu göz önünde bulundurmalıyız; goril
gibi iri yarı, kuvvetli ve azgın bir hayvan, kendini bütün düşmanlarına karşı
savunabilir, ama toplumsal bir hayvan olmayabilirdi. Ve bu, duygudaşlık ve
soydaşlarını sevmek gibi yüksek zihni niteliklerin kazanılmasını etkili olarak
engellerdi. Bundan ötürü insanın belirli bir ölçüde zayıf bir yaratıktan
türemesi, onun için pek büyük bir üstünlük olabilirdi. (The Descent of Man, s.
80, 81)
İnsan, kıl örtüsünü yitirdiği sırada, dönem ve yer ne zaman ve neresi olursa
olsun, herhalde sıcak bir ülkede yaşamıştır; bu, örneksemeye (analogy) göre, o
çağda yemişlerle beslenen insanın geçimi için elverişli bir koşuldur. İnsanın
dar-burunlu-maymun kökeninden ilk defa ne zaman ayıldığını bilmiyoruz; ama bu,
EOSEN dönemi kadar uzak bir çağda olabilir; çünkü yukarı maymunların aşağı
maymunlardan Üst Miyosen kadar erken bir çağda ayrıldıkları, Dryopithecus’un
varlığından anlaşılmaktadır. İster aşağı, ister yukarı aşamada bulunsunlar,
organizmaların elverişli koşullarda hangi hızla değişikliğe uğrayabildikleri
konusunda kesinlikle bilgisiziz; bununla birlikte, bazılarının pek uzun bir
zaman aynı biçimde kaldıklarını biliyoruz. (The Descent of Man, s. 201-202)
Kainatın İlk Maddesinin Yaratılması (Big Bang)
Big Bang’e göre kainatın yaratılışında ortaya konan değerlendirmelerin kısa bir
özeti aşağıda verilmiştir.
Bu dev patlamada neyin kullanıldığı bilinmemekle beraber hesaplamalar (10 üzeri
eksi 43) saniyelik bir zaman diliminde kainatı netice verecek bir patlama ile
maddi varlık sahnesine geçilmiştir. Bu sırada oluşan sıcaklık (10 üzeri 32)
dereceydi. (10 üzeri 29)’a düştüğü sırada protonları oluşturacak quarkların
yaratılışı ilk sırayı almış görünmektedir. Bir yandan uzaya yayılan bu maddeler
soğumaya başlarken, patlamadan sonraki (10 üzeri eksi 11 ve 10 üzeri eksi 5)
saniyeleri arasında nötron ve protonlar şekillenmeye başlamış ve sıcaklık 10
trilyon dereceye düşmüştür. (10 üzeri eksi 2) saniyeye gelindiğinde artık
elektron, pozitron ve nötronlar maddenin alt temel partikülleri meydana
gelmiştir. Patlamadan sonra ilk bir saniye tamamlandığında oluşan kütlelerin
sıcaklığı 10 milyar dereceye inmiştir. 100 saniye geride kaldığında nötron ve
protonlar oluşmuştur. Bundan sonra oluşan temel atom önce hidrojen ve sonra
helyum olmak üzere temel 104 element o zamanlar, yani 15 milyar yıl önce
yaratıldığı gibi bugün de yıldızların enerjileri ve kütleleri çerçevesinde
yaratılmaya devam etmektedir.
Kainatın, evrenin oluşumunu inceleyen ve araştıran ilim adamlarının ortaya
koyduğu bu mucizevi faaliyetlere Kur’an’ın şu ayetleri çok anlamlı düşmektedir:
"Göklerin ve dünyanın yaratıcısıdır. Bir işin olmasını istese ona yalnız ‘ol’
der, o da oluverir." [Bakara 2/117]
"İyi bilin ki, yaratmak da ona aittir, yarattıklarının tedbir ve idaresi de…"
[Araf 7/54]
"Allah’ın şanı, bir şeyin olmasını dilediği zaman ona sadece ‘ol’ demektir, o
oluverir." [Yasin 36/82]
Atomların yaratılışına kadar olan tüm faaliyetleri ibda alanı olarak
değerlendirmemiz durumunda şöyle bir ibda tanımı ortaya koyabiliriz. İbda
kainatın yaratılışında Big Bang’de başlayıp atomların yaratılışına kadar devam
eden yaratılış faaliyetidir. Kainatın 15 milyar sene sonraki şimdiki durumunda
bazı yıldızlarda yeni atomların oluşması halinde de "ibda" türü yaratma devam
etmektedir. Şüphesiz ilk zamanlarda ibda hakimdi.
İnşa ve terkip türü yaratma ise eser miktarda oluşuyordu. İbdanın bittiği yerde
inşa ve terkip türü yaratma başlamakta ve atomlardan yeni moleküllere, yeni
kristallere, maden cevherlerine, taşlara ve kayalara kadar cansızlar aleminde
kararlı yapılar vücuda getiriliyor.
Yıldızlar aleminde statik bir yapı genelde sönmüş yıldızlar için söz konusudur.
Çok küçük bir örnek olarak Ay’ı verebiliriz. Onda değişimler yok. Ancak kırmızı
devler olarak tanımlanan yıldızlarda ibda ve inşanın bütün özellikleri oluşur;
ta ki, süper cüceye ve oradan süpernova denen yıldız patlamasından olağanüstü
ışıklar saçarak yeni yıldızların doğmasına kaynak olması gibi.
Hz. Adem’in Yaratılışı
A. Atomlardan İlk İnsan Embriyosuna
1- Toprak (Turab)
Dünya şartlarında yaşayacak, beslenecek, büyüyüp gelişecek ve nesiller verecek
olan ilk insanın yapısında bulunan hammaddelerin kullanılabilir olması
gerekirdi. Bu akli ve ilmi bir zarurettir. Bu itibarla ilk insanın yaratılışında
toprağın seçilmiş olması tesadüfi değildi. Çünkü bugün bilinmektedir ki, insan
da dahil olmak üzere canlıların vücudunda genel bir ifadeyle 30 çeşit element
bulunmaktadır. Bunların hemen hemen hepsi toprakta mevcuttur.
1 | Karbon | 7 | Sodyum | 12 | Mangan | 19 | Vanadyum |
2 | Oksijen | 8 | Potasyum | 13 | Demir | 20 | Molibden |
3 | Azot | 9 | Magnezyum | 14 | Kobalt | 21 | İyot |
4 | Hidrojen | 10 | Kalsiyum | 15 | Bakır | 22 | Silisyum |
5 | Fosfor | 11 | Klorür | 16 | Çinko | 23 | Kalay |
6 | Kükürt | 17 | Bor | 24 | Nikel | ||
18 | Alüminyum | 25 | Flor | ||||
26 | Krom | ||||||
27 | Selenyum |
Tablo-1 Canlıların yapısında bulunan elementler.
Bu atomlar 100 elementten seçilmiştir. Buradaki seçim işinin yapılması ilim
işidir. Bunların tek başına çok fazla bir önemi yoktur. Değer kazanmaları
yapılan kimyasal sentezlerle ortaya çıkan yeni ve çok değişik özellikleridir.
Basit bir mikroorganizmada on bin civarında kimyasal organik moleküller
bulunmaktadır. Bunlar arasındaki ilişkilerin planlanması gerekir. Onun için
atomlardan canlı bir hücrenin yaratılmasının bir yaratıcının eseri olmaksızın
izahı, yapılan bütün gayretlere rağmen ortaya konamamıştır. Bu atomların yüz
çeşit elementten seçilme ihtimali 8,5×10 üzeri 57’de biridir. Eğer bir saniyede
30’lu gruplar halinde bu ihtimalleri yazmayı denesek 10 üzeri 17 saniyede 10
üzeri 17 ihtimale ulaşmış olurduk. Bu ise dünyanın ömrüdür.
Demek oluyor ki, kağıt üzerinde bile 100 elementten hücre yapısında
çalışabilecek 30 elementin seçimi bile sonsuz ilim sahibinin işidir. O diyor ki,
"Allah, Ademi topraktan yarattı sonra ona ‘ol’ dedi. O da hemen oluverdi." [Al-i
İmran 3/59]
Yukarıda bahsedilen 8,5×10 üzeri 57’lik ihtimal gösteriyor ki, yaratma işi bizim
laboratuar şartlarındaki deneme yanılma ile yapılan bir iş değildir. Yaratmak
fiili "emir" işidir. İnsan olacak şekilde atomlar Yüce Yaratandan "emir"
almıştır. Kur’an bu hususta "Haberiniz olsun ki, yaratmak da, emir de O’na
(Allah’a ) mahsustur." [A’raf 754] diyerek yaratmayı insanların yapamayacağı ve
sadece Allah’a ait olduğu, iş yapmanın en hızlı şekli olan "emir"le
yaratıcılığını sürdürdüğünü bildirmektedir.
2) Çamur (Tıyn)
Toprağın sulanmış haline çamur denmektedir. Böylece toprakta karışık vaziyette
bir süspansiyon oluştururlar. Toprakta başlatılan yaratılış faaliyetinde çamura
geçiş bir merhaledir ve suyun önemini de vurgulamaktadır. Kur’an bu konuya "O
(Allah) insanı yaratmaya çamurdan (tıyn) başladı" [Secde 327] ayetiyle temas
etmektedir. Çamurdan başlanılmış olması başka işlemlerin de yapıldığına işaret
etmektedir. Bunun ilk işaretini çamurdan maharetle seçip çıkarmada görmekteyiz.
3) Çamurdan Seçip Çıkarma (Sülalet-ü min tıyn)
Topraktaki elementlerin suyla karışımından oluşan süspansiyon yeterli değildir.
Onun için çamurdan ilerde insan olacak esas maddelerin seçip çıkarıldığını
Kur’an "Şanım hakkı için biz insanı çamurdan seçip çıkardık" [Muminun 2312]
ayetiyle bildirmektedir. Bu ayette geçen "sülale" kelimesi "sell" fiilinden
türemiş bir isim olup "bir şeyi bir şeyden maharetle seçip çıkarmak" demektir.
(E.Hamdi Yazır, Kur’an Dili, Cilt-5, s. 3431-4) Bir baba ve bir anneden gelen
yeni nesillere de "sülale" denilmektedir. Buna göre bir çift insandan cinsiyet
hücrelerinin yaratılıp çıkarılışı sayesinde yeni nesiller verilmektedir. O halde
"Çamurdan seçip çıkarma" işlemi geniş kapsamlı plan, program ve kimyevi
reaksiyonlar dizisini içine alan faaliyetlerin bütününü temsil eden önemli bir
kavramdır.
4) Yapışkan Çamur (Tıynın lazib)
Kur’an’da "Biz onları (Adem) yapışkan çamurdan yarattık" [Saffat 3711] ayeti
geçmektedir. "Yapışkan çamur" ifadesi "toprak", "çamur", "çamurdan seçip
çıkarma" gibi Kur’ani terimlere bir başka açıklık ve yorum getirme imkânı
sunmaktadır. Yapışkan çamur, atomlar arası kimyasal reaksiyonlar ve yeni
sentezlerin oluşması yanında, bir yere yapışıp tutunma anlamında da
düşünülebilir.
5) Kiremit Gibi Kupkuru Çamur (Min salsalın kel fehhar)
Kur’an’da bir de "O (Allah) insanı yanmış kerpiç gibi kupkuru bir çamurdan
yarattı" [Rahman 5514] ayeti geçmektedir. Buraya kadar geçen çamur ağırlıklı
terimlere tümüyle ters düşecek "kiremit gibi kupkuru çamur" ifadesi ilk insanın
yaratılışına önemli boyutlar kazandırmaktadır. Bunlardan birincisi insanın
yaratılışında seçilen elementlerin cansız ve hayatsız maddeler olduğudur. Bunlar
suyla muamele görse de hayatın oluşamayacağının kesin ifade edilmesidir. Diğeri
ise bu ilk insanın yaratılışındaki kimyasal sentezlerde belli bir sıcaklığın
kullanılmış olmasıdır. Üçüncü husus ise yaratılışın seçildiği yerde dünyanın
fiziki, kimyasal ve biyolojik etkilerine karşı koruyucu bir tabaka
oluşturulmasıdır. Bu bakımdan pişmiş çamurun tıpkı bir tavuk yumurtasının veya
tohumların kabuğu gibi bir fonksiyon üstlenmiş olacağı düşünülebilir.
6) Karar-ı Mekin
Karar-ı Mekin Kur’an’da iki ayette geçmektedir. Önce bunları görelim:
"Şanım hakkı için biz insanı sulât-un mintinden (çamurun özünden) yarattık.
Sonra onu karar-ı mekin’de bir nutfe yaptık" [Mü’minun 23/12-13]
"Sizi mâ-i mekinden (zayıf sudan, zigot) yaratmadık mı? Onu karar-ı mekinde
(sağlam karargah, rahim) malum bir vakte kadar (doğum zamanına kadar) tuttuk"
[El Mûrselat 77/20-22]
Bu ayetlerdeki Karar-ı Mekin terimi ilk insanın topraktan yaratılışının
istisnailiğine ışık tutarken, neslinin yaratılışında da bir kere kullanılması,
ortak özellikleri, fonksiyonları olduklarını dikkate sunmaktadır. Kur’an’da
rahim organı pek çok ayetlerde geçmektedir.
İşte birkaç örnek:
"Rahimlerde size dilediği gibi suret veren O’dur." [Al-i İmran 3/6]
"Rahimlerde ne varsa O bilir" [Lokman 31/34]
"Rahimlerin neyi eksik neyi ziyade edeceğini de bilir" [Er Rad 13/8]
Kur’an’da rahim (placenta) gebeliğin geçtiği organ olarak kullanılmasına
karşılık "Karar-ı Mekin" diye farklı bir yapıdan bahsedilmesi bu "güvenilir yer"
anlamıyla da ilk insan ve ilk canlıların yaratılışındaki istisnailiğin
özelliklerinin dikkate verildiği anlaşılmaktadır.
"… biz insanı sülalet-ûn mintinden (çamurun özünden) yarattık. Sonra onu karar-ı
mekinde bir nutfe (embriyo) yaptık" [Mü’minun 23/12-13]
Karar-ı mekin terimi ile canlı türlerin ilk cetlerinin annesiz babasız topraktan
yaratılmasının çamurun insan veya hayvan şekline çömlekçi gibi yaratıldıklarını
değil, tam aksi rahim fonksiyonlarını yerine getirecek bir güvenilir ortama
işaret edilmektedir. İlk yaratılan canlı veya hücrelerin embriyoların
gelişmesini tamamlayarak (sevva, tesviye edilmede anlatıldığı gibi)
yaratıldıklarını dikkate sunmaktadır. Burada "ibda" ile ilk canlı hücreler veya
embriyolar yaratılmakta, onların diğer gelişim safhaları olan alaka, mudga,
kemik ve et oluşumları "inşa ve terkip" şeklinde tamamlanmaktadır. O halde ilk
canlıların yaratılmasının tamamı ibda değildir. İlk embriyoların yaratılışı
"ibda", ondan sonra "inşa ve terkip" türü yaratma ile tamamlanmaktadır. "Karar-ı
mekin’de bir ‘nutfe’ yaptık" ayetinden karar-ı mekin’in bir yer, bir mekân, bir
ortam olduğu anlaşılmaktadır. "Nasıl bir ortamdır?" sorusuna tabii ki, bir cevap
veremeyiz, ancak canlılar âleminden bazı örnekler çerçevesinde fikir
yürütebiliriz:
Bilindiği gibi kuşlar ve sürüngenler yumurta ile; bitkilerin önemli bir kısmı
tohumla üremelerini sürdürürler. İçinde embriyosu, yani döllenmiş yumurta
hücresi olan yumurta ve tohumlardan yavrular ve fideler (sürgün) çıkar.
Yumurtaların ve tohumların kabukları, içindeki embriyo ve besinlerin koruyucu ve
yeterli güvenliği sağlayacak şekilde yapılmışlardır. Öyle ki, yumurtaların
içindeki yavrular o kabuklardan dışarı çıkacak şekilde ne çok sert ve ne de çok
yumuşak yapılmışlardır. Karar-ı mekin’i de "rahimlerin" üstlendiği fonksiyonları
arattırmayacağı şekilde ve aynı zamanda yumurtanın içinde yaratılan canlılara
yumurtanın sunduğu yeterli imkânların olduğu bir özel yapı olarak düşünebiliriz.
İlk insanın karar-ı mekin’de kalış zamanı hakkında tabiî ki, fazla bir şey
söylenemez. Ancak bütün insanların o ilk yaratılan insan embriyosunun genetik
materyalinin kopyaları olduğuna göre, benzeri bir hücre aktivitesi çerçevesinde
onunda normal gebelik süresince esas yaratılışını tamamladığını söyleyebiliriz.
"Bir bebek büyüklüğünde mi, yoksa yetişmiş çağda mı "karar-ı mekin" dönemi
sürmüştür?" gibi bir soruya da "biyolojik gelişmesini tamamlamış olarak"
cevabını vermek hikmete daha yakın gözükmektedir
7) Kur’an Terminolojisinde "Mâ"nın Anlamları
"Mâ" kelimesi Kur’an’da 63 kere geçmektedir. Hepsinin geçtiği ayetler
incelenince dört ayrı anlamda kullanıldığı görülmektedir.
Birincisi: tamamen H2O’dan ibaret su anlamında kullanılmaktadır. Gökten yağmur
yağdırıldı, nehirler, ırmaklar şeklinde çoğunluğu almaktadır.
İkincisi: Arşın "mâ-i” üzerinde olduğunun ifadesidir.
Üçüncüsü: Nesil vermenin esasını teşkil eden erkek ve dişi cinsiyet hücreleri
anlamında kullanılmasıdır. Bunlar da "mâ-i mehin" ve "mâ-i dâfık" şeklindedir.
Mâ-i mehinin lügat anlamı, zayıf su; mâ-i dâfık’ın ise atılan sudur. Ancak "Biz
sizi mâ-i mehinden yarattık" [El Mürselat 77/20] ayetinden cinsiyet hücreleri
anlaşılsa da manaca ağırlık daha çok döllenmiş yumurta hücresi olan zigottur.
Diğer Kur’an terimi mâ-i dâfıktır. Bunun geçtiği ayet de nerede ve nasıl
yaratıldığına dikkat çekmektedir. "İnsan düşünsün neden yaratıldı? Bir mâ-i
dâfıktan ki, bel (sulb) ile göğüsten (teraib) çıkar." [Tarık 86/5-7]
Mâ-i dâfıktan insanın yaratıldığı ifade edildiğine göre, tıpkı mâ-i mehin gibi
döllenmiş dişi hücre olan zigot anlamı esastır. Ancak bel ve göğüs bölgelerinin
ayette geçmesi iki önemli konu üzerine dikkatleri çekmektedir. Bunlardan
birincisi hem erkek ve hem de dişi fertlerde üreme organlarının bel bölgesinde
bulunması ve buralarda gelişen, olgunlaşan cinsiyet hücrelerinin testis ve
yumurtalıklardan atılmalarıdır. Diğeri ise göğüs bölgesinde bulunan kalbin hem
cinsiyet hücrelerinin gelişmesinde ve hem de bebeğin anne rahminde yaratılması
sırasında besin maddeleri, oksijen ve hormonların gönderilmesi ile yaptığı
hayati görevlerdir.
Bu nedenle Kur’an tercümelerinde alışkanlık haline gelmiş olarak "erkeğin beli
kadının göğsü" gibi anlamların yeni Kur’an tercümelerinde yer almaması daha
doğru olacaktır.
Dördüncüsü: Yer yüzünde ilk defa yaratılan canlıların tek hücre veya tek canlı
embriyosunun yaratılışında kullanılmasıdır. Kur’an’da geçen ayetler yoruma
ihtiyaç bırakmayacak bir açıklıkla ilk embriyo mahiyetindeki hücreleri ifade
etmektedir.
"Hayatı olan her şeyi sudan (mâ) yarattık hâlâ inanmıyorlar mı?" [Enbiya 21/30]
ayetiyle suyun öneminden önce büyüyen, çoğalan, gelişen değişik hücreler
verebilecek olan ilk canlıların yaratılışındaki embriyolardan bahsetmektedir.
Çünkü tek başına H2O’dan ibaret olan sudan canlı yaratılamaz. Canlılar için
karbonun, hidrojenin, oksijenin, azotun ve fosforun üzerine bir hücre
iskeletinin kurulması gerekmektedir.
"O’dur o ki, suda bir beşer yarattı da onu bir neseb ve sıhır kıldı. Rabbin
Kadir bulunuyor." [Furkan 2554] ayetinde ilk insan olan Hz. Adem’in "topraktan"
yaratılışını ifade eden ayetler yanında burada "sudan", yani "ilk insan
embriyosundan" anlamı açıkça anlaşılıyor.
8) Nutfe
Kur’an’da 12 ayette geçmekte ve kelime olarak su anlamına gelen "mâ" kelimesine
karşılık "saf su" anlamına gelmektedir. Ancak ne "saf su" ne de H2O’dan ibaret
su anlamında Kur’an’da kullanılmadığı ayetlerden açıkça anlaşılmaktadır.
Kur’an’daki kullanım ve yüklendiği anlam tamamen yaratılışta cinsiyet
hücrelerinin ve zigotun üstlendiği temel fonksiyonları üzerine kuruludur.
Üç ayrı anlamda kullanılmıştır.
Birincisi, eşeyli üremenin birinci kilometre taşı olan erkek ve dişi cinsiyet
hücreleri (erkek ve dişi gametler) anlamında kullanılmaktadır. Bunun en açıkça
görüldüğü ayet "Dökülen meniden bir nutfe değil miydi?" [El Kıyame 7537]
ayetidir. Burada birazcık embriyolojinin girişindeki konulardan bahsetmemiz
faydalı olacaktır:
Meninin ilim dilindeki karşılığı "ejekulat"tır. Bunun hepsi 3.5 ml kadar olup
yüzde 10’u sperm hücrelerinden (erkek gametler) ibarettir. Bu tespit ayetteki
"meniden bir nutfe" tabirine tamamen denk düşmektedir.
Sadece sperm veya yumurta hücresinden canlı oluşmaz. Onun için yumurta
hücresinin de bulunması gerekir. Yumurtalıklardan 2-4 ml’lik bir folikül
sıvısıyla karın boşluğuna atılan yumurta düşünülürse "meniden bir nutfe" tabiri
"folikül sıvısından bir nutfe" anlamını da taşımaktadır. Bu tesbit "ma-i
dafıkte" olduğu gibi "atılan su" erkekler kadar kadınlar içinde geçerlidir. Bu
iki Kur’an terimi birbirini doğrulamakta ve güçlendirmektedir.
Demek ki, Kur’an’da "hücre", "nutfe" ve "mâ" kelimeleriyle de ifade
edilmektedir. Hücre (zelle, celle) kelime olarak odacık anlamına gelmektedir.
Gerçek anlamda bu tabir ancak dış zar görüntüsünü ifade eder.
İkinci farklı kullanım alanı, sperm ve yumurta hücrelerinin birleşmesi anlamına
gelen "nutfe-i emsaç" terkibinin kullanılmasıdır. Kur’an’da sadece bir kere
kullanılan bu terim, esasında eşeyli üremenin (erkekli dişili) ikinci kilometre
taşı olan döllenmeyi ifade etmektedir ki, zigot böyle oluşmaktadır. Rahimde
büyüme ve gelişme zigotla başlar. Kuş ve sürüngen yumurtaları da bir zigottur
esasında, ancak bu tabir yerine "embriyo" demek daha çok kullanılmaktadır. Aynı
şekilde bütün tohumlu bitkilerin "tohumları" çiçeklerin döllenmesiyle oluşur ve
içlerinde ait oldukları bitkinin bütün özelliklerini taşıyan "embriyolar"
bulunmaktadır.
Üçüncü farklı kullanım alanı olarak ilk insanın yaradılışında da "nutfe"
tabirinin kullanılmasıdır ki, bu ayetler incelendiğinde tamamen "embriyo"
anlamında karşılığını bulmaktayız. Burada dikkat çeken en önemli hususlardan
birinin hem ilk insanın yaratılışındaki "ilk oluşumla" onun neslini verirken
ortak bir terimde buluşmalarıdır. O da nutfedir. Şimdi gelecek ayetleri bu
boyutuyla inceleyelim:
"Biz insanı muhakkak ki, çamurun özünden yarattık. Sonra onu karar-ı mekinde bir
nutfe yaptık" [El Mü’min 23/12]
"Allah sizi bir topraktan, sonra bir nutfeden yarattı. Sonra sizi çiftler kıldı…
[Fatır 35/11]
"O insan görmedi mi? Biz onu bir nutfeden yarattık. Şimdi aşikar bir mücadeleci
kesiliverdi" [Yasin 36/77]
"Biz insanı nutfe-i emsaçdan yarattık" [İnsan 76/2]
Bu ayetlerde "nutfe"nin hem ilk insanın yaratılışında ve hem de neslinin
yaratılışında ortak bileşen, ortak özellik olduğu açıkça görülmektedir.
9) Hame-i Mesnun; İlk İnsan Embriyosu
Kur’an’da buraya kadar zikredilen terimlerin yanında bir de "hame-i mesnun"
kullanılmaktadır. Ayetin bütünü şöyledir: "Gerçekte biz insanı, bir ‘salsal’den,
‘hame-i mesnun’dan yarattık" [Hicr 1526] Bu ayette geçen hame-i mesnun, bazı
Kur’an tercümelerinde kısaca "karabalçık" olarak ifade edilmektedir. (Kur’an-ı
Kerim ve Açıklamalı Meali, Türkiye Diyanet Vakfı)
Burada canlıların kimyasal yapısında birinci derecede önemi olan karbona dikkat
çekildiğini söylemek mümkün ise de çağdaş ve büyük bir müfessir olan E. Hamdi
Yazır’ın sunduğu görüş ve yorumların büyük öneme haiz olduğundan üzerinde
detaylıca durmak yerinde olacaktır:
"Hame, uzun süre su ile yumuşayıp değişmiş kokar çamura denmektedir. Mesnun ise
dört anlamda yorumlanmıştır. Bunlar: 1) Mütegayyır; yani değişen, başkalaşan
demektir. 2) Mahkük; yani sürtülmüş, kazınmış veya bilenmiş demektir. 3) Masbub;
yani dökülmüş demektir. 4) Bir suret ve misal üzere musavver (tasvir edilmiş)
demektir. (E. H. Yazır, Kur’an Dili, Cilt: 5, s. 3057.)
Kur’an müfessirlerinin görüşlerini zikreden Yazır, kendi görüşünü ve yorumunu
"Adem dahi nutfe mahiyetini almış bir balçıktan yaratılmıştır. Binaenaleyh
diyebiliriz ki, hame-i mesnun insan tohumu olan nutfedir." yorumunu yapmıştır.
Biyolojik bilgilerimiz açısından yukarıdaki görüşleri embriyonun özellikleri
yönünden ele almakta fayda görmekteyiz: "Mesnun" sürtülmüş (2), dökülmüş (3)
anlamıyla bitmiş bir süreci ifade etmektedir.
Ancak rastgele bir iş olmayıp "tasarlanmış" (3) planlanmış bir işin bitişi
anlamını taşımaktadır. Bunların yanında en önemlisi birinci sırada yer alan
mütegayyir, yani değişen ve başkalaşan tarafıdır ki, bu embriyoların en tipik
özelliğidir. Çünkü embriyolardaki hücre çoğalmaları devam ederken hücre
değişikliği (cell difference) denen mucizevi olaylar meydana gelerek, bu sayede
çeşitli hücreler ve dokular oluşmaktadır.
10) Tesviye Etme
Tesviye etmeyle ilgili olarak Cenab-ı Hakk’ın yaratma faaliyetleri içerisinde
iki fiil ve bir isim bulunmaktadır. Birincisi "Sevva" fiili olup, tesviye etmek
anlamındadır. Diğeri ise "Savvara" fiili olup "tasvir etmek, şekillendirmek"
anlamına gelmektedir. Bu fiilden de ayrıca Cenab-ı Hakk’ın el Musavvır ismi
bulunmaktadır.
Bu iki fiilin yaratılış alanındaki kullanılışı incelendiğinde yaratılmış,
yaratılışı tamamlanmış ve esas şeklini almış olan durumlarda özellikle "Savvara"
fiili kullanılmaktadır. Birkaç örnek verelim:
"Rahimlerde sizi dilediği gibi şekillendiren (yusavviriküm) O’dur." [Al-i İmran
36]
"Sizi yarattık sonra size şekil verdik (savvarnaküm)." [A’raf 711]
Sevva (tesviye etmek) fiilinin ise daha çok yaratılışın devam ettiği zaman
dilimlerinde dokular, organlar ve sistemlerin oluşması sırasındaki
şekillendirmeler için (anatomi) kullanıldığı, yaratılış ayetlerinde daha öne
çıkmaktadır.
Örnekler:
"Onu (Adem) tesviye ettim de (sevveytuhu) ruhumdan ona nefh eyledim mi derhal
O’na secdeye kapanın." [Sa’d 3871]
"O Rabbin ki, yarattı da tesviye etti (sevva)." [A’la 872]
"Dökülen meniden bir nutfe değil miydi? Sonra o bir alaka (asılıp tutunan) oldu,
derken onu yaratıp biçime koydu (sevva)." [Kıyame 7537-39]
Sonuç olarak bu iki "tesviye etme" ve "tasvir etme" fiilleri birbirine yakın
olduğu için yaratılış ayetlerinde yer almaktadırlar. Biri öncelikli olarak
yaratılış sırasında hücre, doku ve organların şekillenmeleri için kullanılmakta
(sevva), diğeri ise yavru, gelişmiş ve ergin şeklin verilmesiyle ilgili
durumları dikkate vermektedir (savvara).
Bu ayetlerde dikkat çeken hususlardan biri; önce bir yaratmanın olduğu sonra
tesviye ile tamamlandığıdır. Ayetleri bu açıdan inceleyelim.
"Biz sizi yarattık, sonra şekil verdik"
"Yarattı, tesviye etti."
"Adem’si tesviye ettim de…"
Şimdi tesviye edilişin açılımını görelim:
"Rabbin meleklere şöyle dediğini hatırla: Ben ‘salsaldan’, ‘hame-i mesnundan’
bir beşer yaratacağım. Ben onun yaratılışını tamamladığım (sevveytu, tesviye
edilme) ve ona ruh verdiğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın" [Hicr
1528-29]
Bu ayette "tesviye edilme" ifadesi kullanılırken anlıyoruz ki, ilk insanın
yaratılışı bir anda olup bitmiş değil, onda da bir yaratılış süreci takip
edilmiştir. İşte bu süreç "inşa ve terkip tarzı" yaratma sürecidir. "Kün (ol)"
emri olan yaratılış ilk insan hücresi veya embriyosuyla "ibda" sürecini
tamamlamıştır.
Varlıkların Yüce Yaratıcısının ilk insanı yaratırken özel emrini kullandığını
Kur’an şöyle bildirmektedir. "Allah onu (Adem’i) topraktan yarattı. Sonra ona
‘ol’ dedi ve o da oluverdi" [Al-i İmran 359]
Şimdi tesviye edilmenin nasıl bir yaratma işi olduğunu, yani açılımında
Kur’an’ın ne sunduğunu görmeye çalışalım. Genel olarak insanlar anlamadığı bir
şeye hayalleriyle yaklaşır. İlk insanın tesviye edilmesi de sanki çanak çömlek
ustalarının "çamuru vazo yapması" gibi bir şey düşünülebilmektedir. Esasında
Kur’an’ın mesajı böyle bir yaratılış tarzının tamamen karşısındadır. Nitekim
gelecek ayette tesviye edilmenin nutfe, alaka, mudga, azm (kemik, kıkırdak),
lahm (et) gibi yaratılışın önemli gelişim süreçleri bizzat Yüce Yaratan
tarafından isimlendirilmiştir. Özellikle Hz. Muhammed’in (asm) bu tabirlerle
ilgili olarak aşağıda geleceği üzere yaptığı açıklamadaki zaman ilişkisi bu
terimlere netlik kazandırmıştır.
"Şanım hakkı için sülaletü’n mın tınden (çamurun özünden) yarattık. Sonra onu
karar-ı mekinde bir nutfe yaptık. Sonra o nutfeyi bir alaka yarattık, derken o
alakayı bir mudga yarattık, derken o mudgayı bir takım kemik yarattık, derken o
kemiklere bir et giydirdik, sonra ona diğer bir hılkat neş’eti verdik. Bak ne
şanlı o Allah, yaratanların en güzeli." [Mu’minun 2312-16]
Bu ayetlerde ilk başta "sulalet-ün min tının", yani çamurun özünden başlanan
yaratma ilk insan için birinci dereceli olarak kastedilmektedir. Geniş anlamda
onun nesilleri olan biz insanlar da çamurda bulunan atomlardan, onlardan bitki
ve hayvan kaynaklı besinlerin oluşması ve beslenme ile insan vücuduna
geçmelerini ifade edebiliriz.
Ayetin birinci muhatabı olan ilk insanın "çamurun özünden" yaratılması tamamen
bitmiş bir iş değildir. Sadece yaratılışta ilk oluşumdur. Bu çalışmanın bütünü
içerisinde bu ilk yaratılanın, ilk insan hücresi veya embriyosu olduğu ifade
edilmiş ve bunun gelişeceği ortamın "karar-ı mekin" olduğu belirtilmiştir. Bu
ister ilk insanın hücresinin tesviye döneminin geçtiği yer olsun, ister
fonksiyonel olarak anne rahmi anlamında bir embriyonun gelişme sürecinin olduğu
yer, her ikisinin ortak noktası bu ayetlerde geçen nutfe, alaka, mudga, azm
(kemik), lahm (et, kas) olmak üzere beş önemli dönemin "tesviyenin" açılımı,
yani içini dolduran çok önemli Kur’an terimleri olduğudur. Bu Kur’an
terimlerinin anlamlarında Hz. Muhammed’in sunduğu açıklama fevkalade önemlidir.
Çünkü bu kelimelerin sadece Arapça lügat anlamlarına bir de zaman süresini ilave
etmiştir ki, bu terimleri böylece normal bir embriyoloji kitabında anlatılan
embriyonal ve fetal dönemleri incelemek mümkün olmuştur.
"Her birinizin maye-i hilkati ana rahminde nutfe olarak kırk gün toplanır. Sonra
o maddeler, o kadar zaman içinde alaka olur (kan pıhtısı). Sonra yine o kadar
zaman içinde mudga (et parçası) olur…." (Riyazüs-Salihin Tercemesi, Diyanet
İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1976, 1. Cilt, 399. hadis)
Bu hadisteki terimleri şöyle özetleyebiliriz;
Maye-i Hilkat: Yaratılışın gerekli maddesi olan döllenmiş dişi hücre olan
zigottur.
Nutfe: Embriyonal hayatta geçen ilk kırk günlük yaratılış dönemi.
Alaka: Embriyonal hayatta kırk-seksen günler arası insan görünümünün olduğu
yaratılış dönemi.
Mudga: Seksen-yüz yirmi günler arası insan prototipinin oluştuğu dönem.
Azm: Kemiklerin (kıkırdakların) oluşması.
Lahm: Et veya vücut kaslarının gelişmesi.
Sonuç olarak ilk insan veya neslinin yaratılışında tesviye dönemi, ortak
terminolojilerle tanımlanmıştır. Bir çömlekçinin vazo yapması, bir heykeltıraşın
mermeri yontması gibi bir tesviye değil, tamamen embriyolojinin tespit ettiği
bir hücrenin insan oluşu kademelerinden geçen bir yaratılış sürecidir.
Öz
Yaratılış İbda ve İnşa olmak üzere iki bölüm altında toplanmaktadır. Bunlardan
ibda başlangıcı olmayan ilk yaratılış olarak tanımlanmaktadır. İnşa ise
birleşmeler ve terkipler şeklinde yaratılış olarak ifade edilmektedir. İbda ve
inşanın temel kurallarında farklılıklar vardır.
Kur’an’da kainatın yaratılışından, ilk canlılar ve özellikle Hz. Adem’in ve
eşinin yaratılışından bahsedilmektedir. Genel bir ifadeyle bin civarında ayet
tabiattan, yer küreden, canlılardan, döllenme, nesil verme, sular, denizler,
atmosfer, uzay, kainat ve yıldızlardan bahsetmektedir.
Bu ayetlere ilaveten esma-i İlahiyeden 14 kadar isim, yaratılışı bütün
çeşitliliği içerisinde ele almaktadır.
İnsanlığın ilgi alanını çeken en büyük konulardan biri olan canlıların
yaratılışında Evolusyon teorisi ile İbda ve İnşa tarzındaki yaratılışın
mukayeseli değerlendirmesi aşağıdaki konularda ele alınacaktır:
– Darwin’e göre ilk insan
– Bediüzzaman’a göre ilk insan
– Darwin’e göre türler
– Bediüzzaman’a göre türler
– Yeni Darwincilere göre ilk canlının oluşumu
– Bediüzzaman’a göre ilk canlıların yaratılması
Anahtar Kelimeler: Yaratılış, ibda, inşa, evrim
Abstract
Creation can be analysed under two subtitles as Invention (Ibda’) and
Construction (Insha). Invention is described as the first creation which does
not have a beginning. Construction is described as a kind of creation with
merges and compositions. There are differences in the basic principles of
Invention and Construction.
It is mentioned in Qur’an about the creation of the universe, first creatures,
and especially about the creation of Adam and Eve. Approximately 1000 verses of
Qur’an mentions the nature, the planet earth, creatures, insemination, giving
offspring, waters, seas, atmosphere, space, universe and stars.
Besides these verses, about 14 of Asma al-Husna (The Most Beautiful Names of
God) are related to the creation with all its varieties.
The comparative analysis of the Theory of Evolution and The Creation as
Invention and Construction in the creation of beings, a subject which has
attracted many, will include the subjects below:
– The first man according to Darwin
– The first man according to Bediuzzaman
– Species according to Darwin
– Species according to Bediuzzaman
– Formation of the first creature according to Neo-Darwinians
– Creation of the first creatures according to Bediuzzaman
Key Words: Creation, Invention, Construction, evolution