Bediüzzaman and a Physicist in the Context of Reason and
Revelation

Bediüzzaman Said Nursi'nin eserleri yurt dışında birçok üniversitede
ders kitabı olarak okutuluyor, adına kürsüler açılıyor, bu bağlamda düzenlenen konferanslara
birçok bilim adamı katılıyor. Böyle bir ortamda talebelerinin dışında da şahsını
ve eserlerini takdir eden çok farklı kitleler onun etrafında sevgi çemberi oluşturuyorken,
iftira ve itirazlar da -büyük oranda azalsa bile- şekil ve içerik değiştirerek devam
ediyor. Ancak "dostun attığı gül dahi incitir" nev'inden olanlara cevap vermek hayli
zor. Yine de, Bediüzzaman'ın kullandığı yöntemle; yani yumuşak bir üslupla, sadece
doğruları izah ederek cevaplamaya çalışacağız.

Akıl ve kalp birlikteliğine dikkat çeken Bediüzzaman'a, aklın sınırlarını çok
farklı bir şekilde yorumlayan Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre'nin esîr maddesi konusunda
bazı itirazları var.1 Aynı konuda daha önce yapılan benzeri bir itiraza2 da cevap
mahiyeti taşıması ve konunun vuzuha kavuşması için bu yazıda muhatap dairesi biraz
genişçe tutulacak. Ancak ilk plandaki muhatabımız; kalbiyle inandığı şeye aklının
tasdiğini de ekleme, yani hikmetini anlama muradında olanlar, yani sıddıklardır.

Dost bilim adamlarından gelen itirazların altında yatan nedenlerden biri eksik
bilgi ise diğeri daha çok bildiğini vehmetmektir, enaniyettir. Enaniyet de kıskançlığı
doğurur, başkasının birşey bilmediğini veya daha az bildiğini zu'm eder, zanneder.
Bunun sonucunda, anlayamadığı yâda hikmetini bilmediği her şeye karşı çıkar. Bütün
bunlar;

a) Âlim ile bilim adamı tanımlarının farklarını,

b) Vehbî ile kesbî ilim sahiplerini ayırt edebilmeyi,

c) Akrebiyet ile kurbiyet arasındaki fark ve ilişkiyi, Kur'ânî perspektif altında
yeterince kavrayamamaktan kaynaklanmaktadır.

Esîr maddesi konusunu fizik diliyle açıklamadan önce bu konulara bir miktar değineceğiz.

Kelimeler

Özemre yazısının giriş kısmında ince bir üslûpla Risale-i Nur'un diline sataşarak
-maalesef- din sevmezlere bu konuda destek olmuştur. Öyleyse biz de öncelikle dille
başlarız.

Kelimeler düşünceleri anlatmak için kullanılan bir alettir ve onu kullananın
biçtiği anlamla sınırlıdır. Büyük düşünürlere bakıldığında, onların kelimelere yüklediği
anlamın halkın yüklediği anlamla bazen uyuşmadığı görülür. Bilim dilinde de her
yeni buluş yeni kelimeler türetmeyi veya eski bir kelimeye yeni anlamlar yüklemeyi
gerektirir. Birinciye örnek olarak 'televizyon' kelimesi, ikinciye örnek olarak
da 'belirsizlik ilkesi' verilebilir. Belirsizlik ilkesindeki 'belirsizlik' bilinmeyen
anlamında olmayıp, Heisenberg'in tanımladığı şekilde sınırları belirli bir bilinmezliktir.
Öyleyse kelime, kimin hangi maksatla kullandığına göre mana kazanır, meselâ; halk
dilindeki yıldız (gece vakti gökte parlayan her gök cismi demektir) ile astronomideki
yıldız gibi.

Özemre; "Nur Talebelerinin Bediüzzaman'a mu'cize isnat ettiğini" iddia etmiş;
oysa çok rahatlıkla ulaşabileceği Risale-i Nurlardan keramet ile mu'cizenin farklarını
öğrenebilirdi. Onun talebelerinden herhangi birine sorsaydı veya hatıralarla ilgili
kitapları okusaydı mu'cize isnadından vazgeçerdi. Doğrusu neden araştırma yapmadan
yazdığı anlaşılamadı. Eğer mu'cizeyi keramet anlamında kullanıyorsa, Bediüzzaman'a
keramet isnad etmek anlamına gelir ki; bunda ne gibi bir yanlışlık olabilir?

Gramer Sınırları

Kelimelerin düzenleniş tarzını gramer belirler. Cümleler de kullanıcısına göre
şekil alır. Çocuklar tek özne, tek yüklem ve tek nesneden müteşekkil cümle kurarlar.
Kavrayışları da yine buna göredir. Ancak yüksek hakikatler, ince duygular anlatılırken
bu basit cümle yapısı ve kelimelerin basit sıralanışı yetmez. Devrik cümledeki kelimelerin
sıralanışı belirli bir gayeye mâtuftur, düz cümle bunu karşılayamaz. Ayrıca, gramerin
öğelerinden olan noktalama işaretleri ve bağlaçlar cümlenin kuruluş sistematiğine
göre yerlerini alırlar.

Ne var ki bu sistematik dilden dile değişkenlik gösterir. Meselâ; İngilizcede
'virgül' işaretiyle birlikte 've' bağlacı art arda kullanılabilirken Türkçede böyle
bir durum söz konusu değildir. Yine, Almancadaki devrik cümle çeşitliliği Türkçede
bulunmamaktadır. Malûm, devrik cümlede esas olan şey vurgulanmak istenen şeyin cümle
başına yerleştirilmesidir. Dolayısıyla kendisini Türkçe, İngilizce veya Almanca
gramere mahkûm eden birisi diğer gramerlerdeki anlatım zenginliğini, daha doğrusu
anlatma hürriyetini kaybedecektir.

Elbette, günlük hayatın insicamı, ortak kültürün paylaşılması ve birbirini daha
iyi anlama adına, gündelik işlerde, haberleşmede, yaşanılan memleketin gramerini
kullanmak gerekir. Fakat yüksek eserler için gramer boyunduruğu şart koşulamaz.

Bu noktada Kur'ân-ı Kerim'in de kendisini Arapça grameriyle sınırlamayıp, gramerin
yanında eksikliklerini de nasıl ustaca kullandığını görmek isteyenler, İşârat-ül
İ'câz ve Mu'cizât-ül Kur'ân eserleriyle birlikte hoş bir misal olarak İhlâs Risalesi'ndeki
'kale, kalet' nüansına bakabilirler. Bu şekilde Kur'ân-ı Kerim'in büyük bir i'câzını
gösteren zât elbette kendi yazdığı eserlerde de kendisini herhangi bir gramere hapsetmeyecektir.
"Hafiyeyi kafiyeye feda etmeden" güzel söz söyleme sanatının yer aldığı Muhâkemat
adlı eseri dikkatle okuyanlar, bunların Risale-i Nur Külliyatı'nda tatbik edildiğini
göreceklerdir.

Büyük şairimiz, edebiyatımızın medar-ı iftiharı merhum Mehmed Akif, bir üdeba
meclisinde, "Victor Hugo'lar, Shakespeare'ler, Descartes'lar, edebiyatta ve felsefede
Bediüzzaman'ın bir talebesi olabilirler" demiştir.3 Böyle yüksek edebî eserleri
sadeleştirme adı altında katlettiğini fark edemeyenlerin kulakları çınlasın.

Âlim, İlim ve Marifetullah

Hz. Muhammed'in (asm) hadislerine dikkat ettiğimizde ilmi; yer yer bilim ve teknoloji,
yer yer de marifetullah ilmi anlamında kullandığını görülür. "Çin'de de olsa ilmi
arayınız"4 hadisi bunun en çarpıcı ifadesidir. Tıp, fizik, siyaset ve tarih de dâhil
zamanlar üstü birçok hadis mevcuttur; burada ise Bediüzzaman'dan öğrenilen, fizikle
ilgili birkaç örnek birazdan ele alınacak.

Diğer grubu ise "Şüphesiz ilim din ilmidir, öyleyse dininizi kimden öğrendiğinize
iyi bakın",5 "Âlimler peygamberlerin varisleridir"6 tarzındaki hadisler oluşturur.
İmansız ahiret mutluluğunun olmayacağını hem Kur'ân-ı Kerim, hem de onun en büyük
müfessiri olan Hz. Muhammed (asm) net bir şekilde açıklamıştır. Cehennemdeki bir
âlim din adına tebrik edilemeyeceğine, övülemeyeceğine göre; methedilen âlimlerin
marifetullah ilminin âlimleri olduğu kesindir.

Dünyevi ilimler ise marifetullaha kapı açtığı ölçüde önem kazanırlar. Onlara
kendileri namına değil de yaratıcıları namına bakıldığında Esmâ-i Hüsnâ'yı öğrenmede
birer ayna vazifesi görürler, nurlanırlar. Fakat fen bilimlerine mana-i harfi nazarıyla
bakıldığında bir nur değil karanlık kapısıdır, tabiatperestliğe, firavunluğa, şirk
mesleklerine yol açar. Bunu, "bazı ilimler cehalettir"7 hadisi şüpheye yer bırakmayacak
şekilde açıklamaktadır.

Her iki ilmi de Muhammed (asm) şöyle karşılaştırıyor: "Az bir ilâhi tevfike mazhar
olan, aklı çok olandan daha hayırlıdır. Dünyanın gayr-ı meşru işlerinde akıl zarar
kaynağı, din işlerinde ise akıl sevinç kaynağıdır."8

Demek ki; dünyada ismi âlim olarak geçip hayatını ateist bir teori (!) bulmaya
adayan Hawking9 gibileri iman ilimlerinde söz sahibi olmayı iddia etse ne kadar
komik ve anlamsız olur, anlaşılır. O halde birinin sadece bu sıfatın arkasına sığınıp
"ben de âlimim, benim de Kur'âni konularda söyleyeceklerim var" demesi bir mana
ifade etmez.

Profesörler ve Vehbî İlim

Profesör titri herhangi bir bilim kollarından birinde üst düzey ihtisas sahibine
verilir. Bunu verenler de kendinden önce profesör olan diğerleridir. Bu üst ihtisas
düzeyinin alt limitini dolduran herkes profesör olabilir. Dolayısıyla profesör olmak
her şeyi bilmek anlamına gelmediği gibi bunu hiçbir aklı başında bilim adamı da
iddia etmez. Aksine, konusu dışındaki sorulara "bilmiyorum" diyebilmek bir olgunluk
işaretidir.

Bu tarz ilim kesbîdir, çalışarak elde edilir, sınırları bellidir. Bilgi bilgi
üstüne konularak gelişme sağlanır. Zamanla mukayyettir, zaman içinde gelişir, ezeli
değildir. Bununla beraber Profesörlerin hepsi de birbirine eşit değildir. Dünya
yüzünde kaç tane İbn-i Sina, Newton, Bohr, Maxwell, Lorentz veya Einstein seviyesinde
insan vardır veya var mıdır? Üstelik Heisenberg ve Einstein ünlü çalışmalarını yaptıklarında
bırakın profesör olmayı daha akademisyen bile değillerdi. İşin gerçek yüzü buyken,
elbette bir kimse "Ben profesör olduğum için her konuda konuşurum, beni dinlemek
durumundasınız" deme hakkı bulamaz, profesörlüğünü ilmî istibdat aracı olarak kullanamaz.

Ehl-i Sünnetin temel prensipleriyle, Sahabelerle, mezhep imamlarıyla ve muhaddislerle
ilgili sıkıntıları olan birinin,10 Bediüzzaman gibi hayatını bu temel prensipler
çerçevesinde yaşamaya adamış ve hiçbir dünyevi hatta uhrevi makam ve mevkiye alet
etmemiş bir insanı eleştirmesi, kendi içinde tutarlı olmakla beraber, şu gelen hitabı
hak etmiyor mu? "Evet, gururla, insan maddî ve mânevî kemâlât ve mehasinden mahrum
kalır. Eğer gurur saikasıyla başkaların kemâlâtına tenezzül etmeyip kendi kemâlâtını
kâfi ve yüksek görürse, o insan nâkıstır. Böyle insanlar, malûmat ve keşfiyatlarını
daha yüksek görmekle, eslâf-ı izâmın irşadat ve keşfiyatlarından mahrum kalırlar.
Ve evhama mâruz kalarak, bütün bütün çizgiden çıkarlar. Hâlbuki eslâf-ı izâmın kırk
günde yaptıkları bir keşfiyatı, bunlar kırk senede bulamazlar."11

Kendi kesbî ilmini vehbî ilim, diğerinin vehbî ilmini de kesbî ilim zannedip,
vehbî ilim sahiplerine sataşanlara ancak utanma düşer. Tarih bunun sayısız misalleriyle
doludur. Said Nursi 1908'de İstanbul'a gittiğinde "Burada her suale cevap verilir,
fakat sual sorulmaz" diye ilân ederek bütün ilim ve fikir dünyasına meydan okur.
Din ilimleri yanında matematik, fizik, kimya, tıp ve astronomi gibi müsbet bilimlerden
gelen soruları da tamamıyla cevaplar. Bu harika vaziyet ancak vehbî ilimle -Allah'ın
hususi vermesiyle- açıklanabilir. Yoksa bir insan kesbî ilmiyle, kendi gayret ve
çalışmasıyla bir bilim dalının kollarından ancak birinde binbir güçlükle uzman olabilir.
Nerede kaldı bütün bilim dallarını bilebilmek!

Molla Said-i Meşhur olarak girdiği otelden, Bediüzzaman yani "çağın eşsiz güzelliği"
unvanıyla çıkar. Her ne kadar bu unvan kendisine on beş yıl öncesinde verildiyse
de, İstanbul ulemasının böyle bir dehayı fark etmesi ve onun Bediüzzaman unvanını
tasdik etmesi 1908 yılında gerçekleşmiştir. Dönemin bilindik bir Osmanlı aydını,
gönüllü albay, askeri onur madalyası sahibi ve Kurtuluş Savaşı destekçisi Bediüzzaman
Said Nursi eğer bir tek soruya bile cevap veremeseydi, bazı kıskanç hocalar ve din
düşmanları çokça gürültü koparacak, duymayan kalmayacaktı. Demek ki, cevapsız soru
kalmamış! O halde Bediüzzaman'ın ilminden şüphe etmek kuru bir arzu veya kıskançlık
tezahüründen başka bir şey olamaz.

Son asrın Kur'ân sözcüsü bakalım ne diyor:

"Risale-i Nur'u anlamıyorlar yahut anlamak istemiyorlar. Beni skolâstik düşünce
bataklığı içinde saplanmış bir medrese hocası zannediyorlar. Ben, bütün müspet ilimlerle,
asr-ı hâzır fen ve felsefesiyle meşgul oldum. Bu hususta en derin meseleleri hallettim.
Hatta bu hususta da bazı eserler telif eyledim. Fakat ben öyle mantık oyunları bilmiyorum,
felsefe düzenbazlıklarına da kulak vermem."12

Akıl ve Vahiy

Akıl-vahiy dengesinin çok güzel bir örneği İbrahim Aleyhisselam'a indirilen suhuftaki
misali kullanan Bediüzzaman'ın Sekizinci Söz'ünde bulunmaktadır. İyi huylu ve kanunlara
uymakta tembellik etmeyen bir adam etrafındaki bütün eşyaya, her şeye dikkat ederek,
ister-istemez getirildiği mekânı ve bulunduğu sıkıntılı, acâip durumu sorgular.
Bulunduğu ortamı hazırlayan, çevresindeki mahlûkları kontrol eden ve edebilen bir
Hâkim olması gerektiğini aklıyla anlar. Sonra şöyle nidâ eder: 'Ey bu yerlerin Hâkimi!
Senin bahtına düştüm bana kendini tanıttır.' Bu tavır kendini, kendi sınırlarını,
aklın haddini bilmesi tavrıdır. Burası akıl ve vahyi ayıran sınırdır. Bu çizginin
ötesi vahiydir. Akıl ise vahiydeki hikmetleri, manaları anlamakla mükelleftir.

Yaratıcısını bütün kâinattan soran yolcunun hatıralarının anlatıldığı Âyet-ül
Kübra risalesinde de aklın sınırlarını bulmak mümkün. Seyyah sorduğu her mahlûktan
kendisinin ilâh olamayacağını; çünkü şu şu sebeple kendisinin âciz olduğunu, ilâhta
olması gereken özellikleri taşımadığını ona anlatırlar. Atomdan yıldızlara kadar
bütün mahlûklardan ret cevabı alan yolcu, varlıklardan hiçbirinin ilâh olamayacağını
nihayet anlar. Çünkü her bir varlık mahlûkiyet noktasında eşit olduğu gibi, ilâhlık
noktasında Yaratıcı olmaktan da aynı derecede uzaktırlar. Evet, aklın yolu biter.
Bu noktada Muhammed (asm)'ı iş başında halka nutuk verirken görür. Seyyah aradığını
bulmuştur; çünkü Hatîb-i Ekber (asm) aradığı İlâh'ından haber vermektedir. Akıl
yolculuğundayken öğrendiği bütün hasiyetlere sahip Bir İlâhtan, Vâhid-i Ehad'den
bahsetmektedir. Hatib'in kendi üzerinde taşıdığı, Yaratıcı'dan gelme mühürleri de
görünce artık hem aklı hem de kalbi kanaat getirir. Aradığını bulmuştur. Akıl gelip
vahye tâbi olur.

Sokrat ise soru sorarak doğruya ulaşma yolunu takip eder. Ne var ki, soru sorduğu
kişiler de kendisi gibi kesbî ilimli insanlardır. Dolayısıyla ulaşılan nokta olsa
olsa o devirdeki mantık çerçevesinde mükemmel bir cevaptır, zamanın çerçevesinin
dışına çıkamaz. Öyleyse, alınan cevabın insanda var olduğu zannedilen Ezelî ilimle13
uzaktan-yakından ilgisi yoktur. Biraz düşünseler belki Sokrat'ı izleyenler de anlayacak
ki; eğer insanın ilmi ezelî olsaydı, Newton, Maxwell ve diğer bilim adamları deneme-yanılma
yoluyla ilerlemez, insanlığın ilmi sabit kalır, şu anda bile olmayan ileri teknoloji
ve bilim ilk insan Hz. Âdem’den beri değişmeden varolurdu.

Sokrat vahiyden habersiz olduğu için aklının ifratından -aşırı gitmesinden- belki
mazur görülebilir. Peki, Kur'ân indikten sonra akıl-vahiy dengesini kurmayıp halen
aklın ifratının peşinden gitmek mazur görülebilir mi? İşte bunu bazı ehl-i hak mâzur
görmedikleri için Farabi ve İbn-i Sina gibilerine kâfir demişler. Bediüzzaman ise,
bu Yunan felsefesiyle kafası karışmışlara, iyi niyetlerine istinaden, 'basit Müslüman'
derecesini vermiştir.14

Said Nursi'nin Farabi gibi felsefecilerin vartaya düşme noktalarını, akıl-vahiy-felsefe
farklarını detaylarıyla açıkladığı bir zamanda, onun eserlerini ciddi olarak incelemeden
halen 2400 yıl öncesinin mantığıyla son din açıklanmaya kalkışılırsa hatadan uzak
olunabilir mi? Nitekim dört mezhep imamlarına, Sahabelere, mûteber hadis kitaplarına
ve mücedditlere ilim noktasında bühtan, saygıda kusur etmekten kaçınamayıp, bunu
da iyi bir kulluğun gereği zannediyorlar.15 İçine düştükleri durumu açıklayamamaktan
kaynaklanan bir sıkıntıyla "bazı şeyleri saklamak için takiyye yapmaya mecbur olduklarını"
itiraf ediyorlar.16 Hâlbuki Özemre, 1994'te Cemal Uşşak'la yaptığı seri mülâkatlardan
sonra, bilim adamında bulunması zarûri olan merak hasletini kullanıp Bediüzzaman'ın
Muhyiddîn-i Arabî Hazretleriyle ilgili eserini17 okusaydı, sıkıntısından kurtulabilecekti.

Ruh, Madde ve Elektromanyetik Spektrum

Özemre Bediüzzaman'ı Halûk Nur Baki, Hans von Aiberg müstear ismini kullanan
kimse ve Ahmet Hulûsi ile karıştırmaktadır. Kendisi bu kişilerin Nurculuk akımıyla
bağlantısı olmadığını kabul etmekle beraber, Bediüzzaman'ı bu şahısların eserlerinde
var olan veya var olduğu addedilen vehimlerin öncüsü kabul etmektedir.18 Bu noktada
Nur talebelerinin Risale-i Nur hesabına bahsedilen şahısları kabul ettiğine dair
bir beyanat yoktur. Aksine, Yeni Asya Gazetesi Hans von Aiberg isimli şahsın kimliğinin
sahte olduğunu 1985'te örnek bir muhabirlik gayretiyle ispatlamış, nihayet yirmi
sene sonra bu kişi, Haziran 2006’da sahtekârlıktan tutuklanmıştır.19

İfrat ve tefrit kelimelerini anlamak önemlidir. Yemeği tuzla tatlandırmak farklıdır,
tencereyi ağzına kadar tuzla doldurmak veya hiç tuz atmamak farklıdır. En baştaki
vasatken, ikincisi ifrat ve sonuncusu tefrittir. Birileri aşırı tuz zehirlenmesine
sebep oluyorsa, bunun suçu yemeğe bir miktar tuz atılmasını tavsiye eden aşçıbaşında
aranmaz.

Bediüzzaman'ın eserlerinde bahsedilen madde ve ruh uyumu ile her türlü ruhani
mahlûku fiziksel maddi bir kılığa sokmak farklı farklı şeylerdir. Aslan ruhuna koyun
vücudu, koyun ruhuna arslan vücudu elbette uygun değildir. Aslan vücudu içindeki
kükreyen bir arslan -Hz. Mevlâna'nın "ya olduğun gibi görün, yâda göründüğün gibi
ol", şeklinde belirttiği- namuslu, dürüst, dengeli ve âdil bir yaratılış fıtratın
gereğidir. Bunun çapraşık hali olan, arslan ruhu koyun vücuduna yerleştirilse, yani
aslana koyun vücudu giydirilse; dişleri sadece ot kesebilen, tırnakları, bacakları,
cüssesi hatta midesi hiçbir şekilde avlanmaya ve ava müsait olmayan bir arslan,
açlıktan ölmeye mahkûm bir hilkat garîbesi olurdu. Ki, Hâkim-i Hakîm-i Âdil şanına
yakışmayan böyle bir eksiklik ve noksanlıktan berîdir, uzaktır, fesübhane men tehayyere
fi sun'ihil ukûl.**

Mademki, ruh ve ruhun bir nevi evi olan beden birbiriyle uyumludur, o halde bu
kural elbette melekleri, ruhani mahlûkları ve cin taifesini de kapsayacaktır. Bunu
Bediüzzaman şu şekilde beyan eder: "Belki, madde-i nurdan, hatta zulmetten, hatta
esîr maddesinden, hatta manalardan, hatta havadan, hatta kelimelerden zîhayat, zîşuuru
kesretle halk eder ki, hayvanatın pek çok muhtelif ecnasları gibi pek çok muhtelif
ruhanî mahlûkları, o seyyalât-ı latife maddelerinden halk eder."20 Aynı şekilde,
her bir melek taifesi melek olmakla beraber vazifeli oldukları mekâna uygun, farklı
bir vücuda sahip olacaktır. Meselâ, yağmur damlasına nezaret eden bir meleğin vücudu
elbette, yıldızdaki nükleer reaksiyonlara nezaret eden meleklerden farklı olacaktır.

Bediüzzaman "maddi nurâni" ve "yarı nurâni" olarak tanımladığı ışığı,21 "nurâni
ruhlar" olan meleklerden ayrı olarak ele alıyor.22 Zamansız olarak Allah'tan emir
alıp bir lahzada belki bir anda Peygamber'e (asm) ulaştıran Cebrail (as) ve aynı
anda birçok yerde birçok ruhu kabzeden Azrail'in (as) hızı hiçbir şekilde ışık hızıyla
karşılaştırılamaz. Demek ki, meleklere bizim anladığımız anlamda fiziksel bir hız
ve mekân atfetmek imkânsızdır.

Hem, elektromanyetik spektrum içinde bir yerlerde bu mahlûklar dâhil olsaydılar
elbette bir cihazla tespit edilebilirlerdi. Tespit edilememişler ve edilemezler;
çünkü imtihan sırrına aykırıdır. Eğer Sayın Özemre'nin kaygısı bu ve benzeri şeylerse,
kendisine din adına iştirak edilebilir. Böyle olduğu bilimciliğe karşı eleştirel
yaklaşımından anlaşılıyor.23 Ancak başka birilerinin hatalı yaklaşımlarını Bediüzzaman'a
dayandırmasının anlaşılır ve haklı bir gerekçesi bulunmamaktadır.

Risaleler ve Fizik

Mi'rac bahsinden anladığımıza göre; Muhammed (asm) urûc esnasında Esmâ-ül Hüsna'yı
azam derecelerine kadar talim etmiş, bütün isimlerin inceliklerine vâkıf olmuş,
öğrenmiştir. Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan bütün asırları ve bütün insanları kuşatır,
her asrın fikrine, ilmine, insanına taptaze görünür. Kur'an-ı Kerim yaşanan çağın
kitabıdır, çağdaştır.24 Onun bu özellikleri ise; en başta Hz. Peygamber (asm) olmak
üzere, Kur'ân ve din uzmanı olan çağların mücedditlerince de gösterilmek icap eder,
gösterilir. Nitekim son asrın (ahir zaman sürecinin) müceddidi olan Risale-i Nur'un
hakikatleri gayet makuldür, akla hitap etmektedir. "Vicdanın ziyası, ulûm-u dîniyedir.
Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder"25 diyen
Bediüzzaman'ın eserlerinde akıl ile naklin muvafakati söz konusudur.

Nasıl ki Hz. Muhammed (asm) bilim adamı değil, peygamberdir ve Kur'an fen kitabı
değil din kitabıdır. Onun son asırda varisi olan Bediüzzaman da İslam âlimidir ve
onun eseri olan Risale-i Nur Külliyatı da bir Kur'an tefsiridir. Bu sebeple bilimlerden
bahsi bilim kitapları gibi değildir, formül sunmaz. İfade tarzı, Hâkim-i Hakîm-i
Zülcelâl'in kudretinin, kemalinin, cemalinin tecellilerine örnek gösterme kabilindendir.
Bununla beraber yüksek bilimsel hakikatlere de işaret ederek bilim adamlarının dikkatini
kendine celp eder.

Risalelerde günün fiziği kullanıldığı gibi, henüz keşfedilmemiş bilimsel gerçeklere
de işaretler var. Meselâ, çağdaş fiziğin temel elemanlarından ışığın dalga-parçacık
ikiliği (wave-particle duality) 1900'de Planck'la başlayıp 1922'de Compton'un kesin
delilini bulmasıyla tamamlandı.26 Bu gelişme risalelerde 'maddi nurani' ve 'yarı
nurani' tabirleriyle 1933 yılında yer alır.27

Gelecekteki bilimsel gelişmelerden verdiği bazı haberlerin fizikle ilgili olanlarından
tespit edebildiklerimiz ise şunlardır:

» Ay'a çıkış tarihi olan 1969'dan tam 40 yıl önce 1929'da telif edilen risalede
"Ay'a gideceksiniz; fakat kendi zatında karanlık, hayatsız olduğunu göreceksiniz"28
yazılıyken; bilim adamları yaklaşık 10 yıl öncesine kadar hâlâ hayat arıyorlardı
Ay'da.

» "Essemâu mevcun mekfûfun" Hadis-i Şerif'inden Risale-i Nur'da defalarca bahsedilir.
Bu hadis kozmik mikrodalga fon ışımasını (cosmic microwave background radiation,
CMBR, 1964) haber vermektedir.29 Risalenin yazılış tarihi CMBR'ın bulunuşundan yaklaşık
60 yıl öncedir.

» Samanyolu Galaksisi, Şems-üs Şümus adlı çok büyük bir yıldıza doğru hızla ilerliyor.30
Bediüzzaman'ın 1928-1930 yıllarında verdiği bu haberi, astrofizikçiler büyük teknolojik
imkânları kullanarak ancak 60 sene sonra 1986-1988 yıllarında keşfedebildiler. Buna
göre; Güneş Sistemi galaksimizle beraber Büyük Çekici (Great Attractor) adı verilen
150 milyon ışık yılı mesafedeki bir bölgeye doğru saniyede 600 kilometre hızla yol
almaktadır.31

» Görüldüğü gibi; Bediüzzaman Said Nursi, bütün bilimsel keşifleri güncel olarak
takip etmiş ve bundan fazlasını dahi Kur'an ayetlerinden aldığı ilham ve sünuhatla
haber vermiştir.

Maxwell'in Esîr Maddesi

Esîr maddesi şu şu özelliktedir denilip, birilerince tanımlanmış. Bu özelliklere
uygun bir şeyleri aramışlar ve bulamamışlar, bulamayınca da "esîr maddesi yoktur"
demişler. Teşbihte hata aranmaz. Bundan yaklaşık 200 sene önceki 'taşıt' tanımı;
iki tekerlekli, çoğunluğu ahşap aksamdan müteşekkil, at, eşek veya katırların çektiği,
kırbaçla harekete geçen araçtır. Bu tanım altında bugünün İstanbul'una bakarsanız;
"İstanbul'da taşıt yoktur" diyebilirsiniz. "İstanbul'da taşıt yoktur" derseniz,
her akl-ı selim size itibar etmeyecektir. Ya sizin kör, sağır olduğunuza, yâda 'taşıt'
kelimesinin manasını bilmediğinize ve medeniyetten uzak bir dağ başında oturduğunuza
hükmedilecektir. Her halükârda "İstanbul'da taşıt yoktur" sözünüz reddedilecektir.

Esîr maddesinin tarifi büyük fizikçi J.C. Maxwell'den çok önce ve sonra da yapılmış.
Meşhur Michelson ve Morley, deneyleriyle 1887 yılında Maxwell'in esîrini aramış
ama bulamamışlar. Dolayısıyla Özemre, bazı fizikçiler ve popüler fizik kitapları
okuyup da bu konuda kitap bile yazanlar "esîr yoktur" derken, esasında "Maxwell'in
tanımladığı esîr yoktur" demek istiyorlar. Oysa, Said Nursi Maxwell'den sonra yeni
ve farklı bir esîr tanımı yapmıştır.

Başka Esîr Tarifleri

Modern fizikte Bediüzzaman'ın esîr tanımına tam olarak uyan bir kavram yok. Ancak
bazı bilim adamları; boş uzay, uzay köpüğü, Planck parçacığı, kuantum dalga durumu,
sıfır noktası enerjisi, kuantum köpüğü ve vakum enerjisini esîr maddesi olarak da
adlandırmaktadır.32 Bunlardan vakum enerjisi Lorentz'in Esîri olarak da bilinir.

Özemre ve Merdin Maxwell'in 1887 tarihli esîrinde takıla dursunlar, bugünün astrofizikçileri
zorunlu olarak değişik adlar altında esîr maddesinin farklı formlarını araştırıyorlar.
Ancak esîr maddesi Maxwell'in tarifiyle özdeşleşleştirildiği ve yok sayıldığı için
esîr maddesinin diğer bir ismi olan "beşinci öz" anlamındaki quintessence ismi kullanılıyor.
Katıhal Fiziğindeki muhtemel faydaları bir yana, astrofizikte quintessence'e ciddi
bir ihtiyaç var. Einstein'ın Esîri, quintom, phantom, chameleon ve chaplygin gaz
vb.33 esîrle alakalı çeşitli bilimsel araştırma makalelerini görmek isteyenler yakın
zaman literatürüne bakabilirler.

Evrenin sadece yüzde beşi (% 5) bilindik maddeden meydana gelmiş, kalan maddenin
ise; % 25’i kara madde, % 70’i kara enerjiden oluşmaktadır.34 Kara madde adaylarından
k-essenc35 de başka bir problemin çözümü olmak üzere 1999'da ortaya atılmıştı.36
Coma kümesindeki galaksilerin ağırlık ve hızları arasındaki uyumsuzluktan dolayı
1933'te Fritz Zwicky tarafından ortaya atılan karanlık madde fikri ancak 1970'lerden
sonra ciddiye alınmaya başlandı.37 Astrofizikçiler bu uyumsuzluğa neden olabilecek
eksik kütleyi bulmak için bahsettiğimiz adayları araştırmaya başladılar. Çözüm olarak
düşünülen karadeliklerin sayısı ve çok çok hafif olan 0.05 eV38 nötrinonun tüm evrendeki
toplam kütlesi de yetersizdir. Karanlık madde adayları, soğuk ve sıcak karanlık
madde adayları olarak iki ana grupta incelenir.39 Çalışmalar sadece kuramsal olmayıp,
gözlemsel ve deneysel araştırmalar da büyük bir hızla devam etmektedir. Karanlık
madde adayları hakkında önemli projeler üzerinde çalışan birçok kişi ve kuruluşun
içinde NASA, ESA, FERMILAB ve Max-Planck Enstitüsü gibi dev araştırma kuruluşlarının
da yer alması konunun güncelliğini ispatlamaya fazlasıyla yeter.40

Bediüzzaman'a Göre Esîr Maddesi

Esasen Bediüzzaman Said Nursi, yeni bir esîr tarifi getirmiştir. Bu onun yeni
bir hipotezidir. Bu hipoteze inanıp-inanmamakta insanlar serbesttir. Bir hipotezi
ortaya atan elbette ona inanarak ortaya atar. Diğerleri ise başlangıçta ya aklen,
ya hissen veya kalben teoriyi kabul veya reddeder. Kalben ve hissen kelimeleri ilginç
gelebilir, ama öyle. Bunun böyle olduğunu Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü'ndeki
bir seminerde hayretle öğrendim. Deney imkânı olmayan ve sadece teorik olarak çözümlenebilen
problemlerde doğru yolda olup-olmadıklarını anlamak için Amerika'daki bilim adamlarının
İncil, Kur'ân-ı Kerim ve Tevrat'a baktıkları söylendi.41 Teori ancak deneylerle
ispatlandıktan sonra genel kabul görür ve direniş kırılır. Bütün köklü fizik kuramlarının
tarihçesi buna şahittir.

Teori sahibi şahıs da önemlidir. Einstein "benim laboratuarım beynimdir" der.
Dolayısıyla, Einstein'ı hüsn-ü kabul eden bilim adamları, uygun laboratuar koşulları
ve teknoloji oluşmazdan evvel onun teorilerini kabullenerek meslektaşlarının önüne
geçmişlerdir. Hatta öylesine ki, Einstein'ın önce ortaya attığı fakat sonradan "hata
ettim" dediği 'kozmoloji sabiti', bugün en fazla kullanılan parametrelerden biri
olmuştur.

Buraya kadar esîr maddesinin ne olduğundan çok ne olmadığının netleşmesi hedeflendi.
Yazının ilerleyen bölümlerindeyse, Bediüzzaman'ın esir tanımını benimseyen ve bu
fikri bilimsel bir çerçevede inceleme meyli taşıyan fizikçilere küçük de olsa bir
katkı olması amacıyla, Özemre başta olmak üzere reddiyecilerin bakış açıları sorgulanacaktır.

Allegori

Bazı insanlar kendi düşüncelerini kabul ettirebilmek için büyük şahsiyetlerden
destek almak isterler ve olmamış bir şeyi olmuş gibi ilân ederler, Nasreddin Hoca'nın
"ya tutarsa" mantığını kullanarak. Bu oyun ehl-i dikkat ehl-i ilme rast gelinceye
kadar devam eder. Özemre de esir maddesinin yokluğuna delil olarak Einstein'ın Özel
Rölativite Teorisi'ni göstermiş. Hâlbuki bu makalesinde Einstein: "Maxwell'in teorisindeki
esir maddesine gerek yoktur" der, esir maddesi yoktur demez.42 Bu tema Einstein
yılı kapsamında Nature dergisindeki makalelerden birinde detayıyla incelenmiştir.43
Burada iki temel özellik göze çarpıyor:

1. Esîr maddesi, kütleli maddenin olmadığı yerde ışık dalgalarının içerisinde
yayıldığı ortam, olarak tarif ediliyor.

2. Sorun olarak da;

a) Hareket eden cisimlerin esîri beraberinde az yâ da çok sürükleyip-sürüklemediği
veya

b) Esîrin durağan olup-olmadığının bilinmezliği, sunulmuş.

H. A. Lorentz ise J. C. Maxwell'in elektromanyetik denklemlerini sağlaması için
esîr maddesinin tamamıyla durağan olduğunu ileri sürer ve bu kabul altında Lorentz
Dönüşümlerini tanımlar.

Bunlara karşılık Bediüzzaman'ın esîr tanımı şunları içerir;

1. Esîr maddesi sadece kütleli maddenin olmadığı yere değil, her şeyin içine
işlemiştir.

2. a) Beraberinde sürükleme tarzında bir şeyden tek başına bahsedilmemiştir,

b) Haddi zatında çok cevval ve hareketlidir.44

İlaveten, Nursi'nin tanımındaki esîrin 7 değişik fazda bulunmasını da göz önüne
alırsak her iki tanımın birbirinden ne denli farklı olduğu ortaya çıkar.

Özemre, önce Nursi'nin bahsettiği esîr Maxwell'inki ile aynı derken, iki paragraf
sonra da Aristo'nun ve kadim felsefenin Heyulasına benzediğini iddia ederek kendi
kendisiyle tutarsız hale düşmüş. Bununla beraber zımnen de olsa bir şeyi akıl edebilmiş:
Bediüzzaman'ın tarif ettiği esîr, bir yönüyle Maxwell'inkine bir yönüyle Aristo'nunkine
benzeyebilir. Ancak bundan sonraki adımı atlamış olmalı ki o da şudur: Benzemek
farklıdır, aynı olmak farklıdır. Meselâ, tekeri olan her vasıtanın ille de otomobil
olması gerekmez, uçak yâda bisiklet de olabilir. Vasıta olarak sadece bisikleti
tanıyan biri uçağı gördüğünde, "yahu hem tekeri hem de kanadı var, bu vasıta olamaz"
derse doğru olur mu? Ya, bir de üstüne üstlük "uçak da vasıtadır" diyenleri bilgisizlikle
suçlarsa?

Bediüzzaman'ın fikirlerini Maxwell'in esîr tanımına hapsetmek ve üstelik bunda
da modern fizikle hiç bir alâkası bulunmayan İbn-i Rüşd, El-Kindî ve Farabi gibi
eskilerden medet ummak hem aklî olmaktan uzak bir tavırdır hem de günümüz fiziğindeki
son gelişmeleri görmezlikten gelmektir.

Esîri Anlama Gayretleri

Elbette bütün bilim adamları 1970'lerin bilgisi ve 2400 yıl öncesinin mantığıyla
hareket etmiyor. Bediüzzaman'ın esîr maddesi hakkındaki açıklamalarına hak ettiği
değeri verip anlamak isteyenler de var. Fakat bu konuda henüz yeterince ciddi ilmi
araştırmalar yapılmış değil. Her ne kadar Özemre, tanımın bazı yönlerini alıp esîr
maddesini reddetse bile, iyi niyetli bir kısım bilim adamları da tanımın bazı kısımlarını
alıp günümüzdeki bazı fizik kavramlarıyla bağdaştırmaya çalışmaktadırlar. Henüz
tam anlamıyla isabet kaydedememişlerse de araştırmalarında çağdaş fizik ölçütlerini
kullanmaktalar, yıllar ve asırlar öncesinin değil.

Öz

Bu makalede, Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre'nin, Bediüzzaman'ın esîr maddesiyle
ilgili tespitlerine yaptığı itirazlara cevap verilmekte ve Bediüzzaman'ın "esîr"le
ilgili görüşlerine çağdaş Fizik kuramları ışığında dikkat çekilmektedir.

Anahtar Kelimeler: Esir, Fizik, akıl, vahiy, ruh, madde, Elektromanyetik Spektrum

Abstract

This article responds to the critics by Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre on the
Bediüzzaman's view of ether, which has been appraised under the light of temporary
physical theories.

Key Words: Ether, physics, reason, revelation, soul, material, electromagnetic
spectrum

Dipnotlar

Bu yazı, Ahmet Yüksel Özemre’nin www.ozemre.com’da yayımladığı “Said Nursî'nin
Eserinde ‘Esîr’ Kavramı” başlıklı yazısına cevap olarak kaleme alınmıştır. Özetle
bu yazıda, 1866'da J. Clark Maxwell tarafından ortaya atılan elektromagnetik dalgaların
yayılmaları için gerekli görülen farazî bir elâstik ortam olarak kullandığı "Esîr"
kavramını, Said Nursî’nin gerçek bir ortam olarak telâkki ettiği ve bunu Kâinâtın
yaradılışı ile ilgili bazı Kur'ân âyetlerinin yorumunda kullandığı, onun yorumunda
Maxwell'in "Esîr" kavramının daha çok Aristo-vârî bir "Heyulâ" rolü oynadığı, bilim
adamlarının Fiziksel Realite açısından tutarsız ve çelişkili olması nedeniyle Esir
varsayımını terk ettikleri, bu nedenle de Said Nursi’nin "Esîr" kavramı üzerindeki
spekülâsyonlarının tümünün geçersiz olduğu ifade edilmektedir.

1. Özemre A. Y, Said Nursi ve Esîr Kavramı, http://www.ozemre.com, 2005.

2. Merdin S., Tanrıya Koşan Fizik, Timaş Yayınları, İstanbul, 1996.

3. Nursi B. S., Risale v.1.0, CD-ROM, Risale-i Nur Enstitüsü, 1998, Sözler, s.
717.

4. Mutlu İ., Döğen Ş. ve Hatip A., Câmiü's-Sağir Muhtasarı, Tercüme ve Şerhi,
1-4 Cilt, 640 [1:543, Hadis No: 1111], Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, Mart 2002.

5. a.g.e., 1398 [2:545, Hadis No: 2411].

6. a.g.e., 2753 [4:384, Hadis No: 5705].

7. a.g.e., 1365 [2:525, Hadis No: 2458].

8. a.g.e., 2933 [4:526, Hadis No: 6151].

9. Ziyaoğlu R., Bohr-Einstein Kavgasında Bediüzzaman'ın Yeri, Köprü, 90 Bahar
2005.

10. Özemre A. Y., Vehmini Kesin Bilgi Zannetmek, http://www.ozemre.com, 2005.

11. a.g.CD-ROM, Mesnevî-i Nûriye, s. 58.

12. Nursi B. S., Tarihçe-i Hayat, s. 543, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, Mart
2002.

13. Özemre A. Y., Beden Nefs ve Ruh, http://www.ozemre.com, 2005.

14. a.g.CD-ROM, Sözler, s. 500.

15. Özemre A. Y., Hadislerin Sıhhati Meselesi, http://www.ozemre.com, 2005.

16. Özemre A. Y., Vehmini Kesin Bilgi Zannetmek, http://www.ozemre.com, 2005.

17. Nursi B. S., Lâtif Nükteler, Sözler Yayınevi, İstanbul, 1988.

18. Özemre A. Y, Said Nursi ve Esîr Kavramı, http://www.ozemre.com, 2005.

19. Milliyet Gazetesi, 10.06.2006.

** Sanatında akılların hayrete düştüğü Allah, her türlü kusur ve noksandan uzaktır.

20. Nursi B. S., Sözler, 29. Söz, s. 824, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, Şubat
2005.

21. Benzer şekilde, fizikte ışığın yapısı dalga-parçacık ikiliğiyle (wave-particle
duality) açıklanır.

22. a.g.CD-ROM, Sözler, s. 178.

23. Özemre A. Y., İlimde Demokrasi Olmaz, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 1991.

24. a.g.CD-ROM, Lem'alar, s. 72.

25. Nursi B. S., Münazarat, s. 127.

26. Beiser A., Concepts of Modern Physics, McGraw-Hill, New York, 1987, chap.
2.

27. a.g.CD-ROM, Sözler, s. 178-179.

28. a.g.CD-ROM, Sözler, s. 306.

29. Hz. Muhammed ve Kozmik Mikrodalga Fon Işıması, Yeni Asya Gazetesi, 16.01.2004.

30. a.g.CD-ROM, Sözler, s. 615.

31. Seven Samurai, 1986-1988, s. 356.

32. www.wikipedia.com.

33. Wang W., Gui Y.-X. and Shao Y., Chin. Phys. Lett., 23 No.3 762, 2006; Wei
H., Cai R.-G., and Zeng D.-F., Class. Quantum Grav. 22 3189-3202, 2005.

34. Scherrer R. J., Phys. Rev. Lett. 93 011301, 2004.

35. Kinetic-energy-driven quintessence'in kısaltılmışı.

36. Armendariz-Picon C., Damour T. and Mukhanov V., Phys. Lett. B 458 209, 1999.

37. Khalil S. and Munoz C., arXiv:hep-ph/0110122v1, 2001.

38. Elektronun kütlesi ise 0.51 MeV, yani yaklaşık yarım milyon eV.

39. Liddle A. R. and Lyth D. H., Cosmological Inflation and Large-Scale Structure,
Cambridge University Press, New York, 2000.

40. http://ppd.fnal.gov/experiments/cdms, 2006. Pröbst F, http://wwwvms.mppmu.mpg.de/cresst/, 2006 and Turner K, http://www.nsf.gov/attachments/103146/public/turner_doe_program_
update.ppt, 2005.

41. Kutsal kitaplardan çıkarımda bulunmak elbette kolay olmasa gerek; çünkü onlar
fizik kitabı değiller, amaçları farklı. Birtakım işaretler varsa da ayetlerin zahiri
manasında değil daha derinlerde olsa gerektir. Benzer bazı işaretler 20. Söz'de
bulunduğu gibi, Risale-i Nur'un değişik yerlerine yayılmış durumdadır. Burada ayrıca
hakkını vermek gerekir ki; Büyük Patlama Teorisi'nin esin kaynağı Georges LeMaitre
(1894-1966) adında -astrofizikle de meşgul olan- bir din adamının keşif-leridir.

42. Einstein A, Annalen der Physik 17:891, 1905.

43. Stachel J., Nature 433 215-217, 2005.

44. a.g.CD-ROM, Lem’alar, s. 336.