İslam is a Religion of Love

Peygamberimizin yolu, izi aşktır.
Biz aşk çocuklarıyız. Aşk bizim anamızdır.
(Mevlana, Rubailer, 49.)

İslam sevgiye en fazla önem veren dindir. Bundan dolayı İslam
medeniyeti sevgi medeniyetidir; Müslüman toplum da sevgi toplumudur. Çünkü
İslam, (1) sevgi olmadan imanı kabul etmez; (2) insanın varlıkla tüm
ilişkilerini sevgiye dayalı olarak yeniden kurar; (3) insanın bütün davranış ve
ilişkilerinde sevgiyi ve rahmeti yansıtmasını zorunlu kılar. Fert ve toplum
seviyesinde sevgi ve İslam ilişkisinin en güzel tezahürü Sahabe döneminde ortaya
çıkmıştır. Daha sonraki dönemler ise bu altın çağa yakınlıkları nispetinde
sevginin aynası olmuşlardır. Materyalizm ve bencilliğin hakim olduğu günümüz
dünyasında ise Müslümanlar, fert ve toplum olarak sevgiyi en mükemmel şekliyle
yeniden öğrenmek ve insanlığa öğretmek, böylece İslam’ın tüm insanlığa rahmet
olduğu göstermek gibi önemli bir yükümlülükle karşı karşıyadırlar.

Bir Müslüman Yaratan’ı da yaratılanı da sever. Yaratan’dan ötürü
yaratılanı sevdiği gibi yaratılandan ötürü de Yaratan’ı sever. Bu sevgiler
arasında bir tezat olmadığı gibi her iki sevgi de birbirini besler: Ehl-i
hakikat katında, Mevla’yı sevmek Leyla’yı sevmektir; Leyla’yı sevmek de Mevla’yı
sevmektir1. Çünkü Halık mahlukunun sevilmesinden memnun olur. Mahluku seven de
ister istemez Halık’ı da sever. Bunun neticesinde ortaya sevgi toplumu ve sevgi
medeniyeti çıkar.

İslam’da sevgi veya muhabbet yerine daha çok “rahmet” kelimesi
kullanılır; çünkü rahmet sevginin fiiliyata yansımış, lutuf ve ihsana dönüşmüş
halidir2. Allah’ın kullarına ve annenin çocuğuna olan sevgisi veya muhabbeti
soyut kalmayıp fiiliyata dönüştüğü, davranış ve ilişkileri şekillendirdiği için
rahmet adını alır. Başka bir ifadeyle, rahmet, sevgi ve hizmetin bileşimidir;
varlıklara sevginin somut alameti onlara hizmettir. Hizmet yoksa sevgi soyuttan
somuta geçememiş demektir.

İslam’ın Müslümanlara öğrettiği sevgi, bütün varlığı kuşatan
mutlak bir sevgidir. Mutlak rahmet, mutlak şefkat ve mutlak tevazu bu sevginin
meyvalarıdır. Varlık deyince önce Allah, Peygamberler, Müslüman ve Müslüman
olmayan diğer insanlar, melekler, hayvanlar ve bitkiler akla gelir. Bunların
dışında da varlıklar vardır ama özel vurgu bu gruplar üzerindedir; çünkü insanın
bunlarla yoğun ilişkisi vardır. Bu yazıda söz konusu ilişkilerin sevgiyle nasıl
kurulduğunu kısaca göstermeye çalışacağım.

İslam, insanın varlıkla veya onun bir kısmıyla ilişkisini
kesmesini asla tasvip etmez. Aksine İslam ilişkileri daha sıhhatli bir içerikle
sevgiyle yeniden tanımlamayı gerektirir. Hıristiyanlık ve Budizm gibi bazı
dinler, zühd adına, erkeklerin kadınlarla veya genel olarak insanların dünyayla
alakasını kesmesini emrettiği halde, İslam karşı cinsle veya dünya ile ilişkiyi
kesmek yerine, Yaratıcı’nın rızasına uygun, iyi niyet, sevgi, rahmet ve şefkate
dayalı bir ilişki emreder.

Durum böyle olduğu halde, günümüzde İslam karşıtı global medya
İslam imajını bir terör dini olarak yeniden kurgulamaya çalışmakta ve böylece
Batı tarafından İslam’a karşı uygulanacak şiddet meşrulaştırılmaya
çalışılmaktadır. Bu çabanın arkasındaki temel düşünce basit bir şekilde şöylece
ifade edilebilir: İslam terör dinidir; öyleyse bizim Müslümanlara karşı terör
uygulamamız veya onların en temel insan haklarını çiğnememiz meşrudur. Eğer
İslam’ın geleneksel otantik imajı devam ederse böyle bir tez öne sunulamaz ve
Müslümanlara karşı uygulanan şiddet ve haksızlıklar meşru gösterilemez.

Halbuki sevgi sadece İslam’ın değil bütün ilahi dinlerin
evrensel özüdür. İslam’ın sevgi dini olması, başka dinlerin nefret dini olmasını
gerektirmez. İlahi kaynaktan gelen bütün dinler İslam’dır ve mutlaka sevgiyi
özlerine sadık kaldıkları derecede yansıtırlar. Bazı dinlerde Tanrı’nın sonsuz
sevgisi, o dinin şeriatını devre dışı bırakma aracı gibi kullanılmıştır. Çağdaş
Hıristiyanlık buna en güzel örnektir; çünkü günümüzdeki Hristiyanların çoğu
Tanrı’nın “sevgi” olduğuna güvenerek O’na itaatsizlik etmekten ve günah
işlemekten çekinmiyorlar. Bunun bir sonucu olarak, Hıristiyan söyleminde artık
Cehennem azabından hiç bahsedilmemektedir. Halbuki Allah’a duyulan sevgi, iman
ve itaati beraberinde getirir; itaat olmadan Allah sevgisinden bahsetmenin
anlamı kalmaz.

Ancak, tahrife uğramış dinler çoğu zaman sevgiyi yanlış
tanımlama hatasına düşmektedirler. Mesela Hıristiyanlık, Tanrı’nın sevgi
olduğunu söyleyerek, insanların Tanrı’ya itaatin zorunlu olmadığı gibi bir
kanaat uyandırmış, Tanrı’nın insanları nasıl olsa afvetmek zorunda olduğu gibi
yanlış inançlara yol açmıştır. Halbuki sonsuz rahmet ve mağfiret sahibi Allah,
aynı zamanda adalet sahibidir, dilediğini mağfiretiyle afveder, dilediğini
adaletiyle cezalandırır. Allah’ın mazlumlara olan sevgisi zalimleri
cezalandırmayı gerektirir.

Diğer yandan, Hıristiyanlıkta “Tanrı sevgidir” inancı yanlış
yorumlanarak, Tanrı’nın sadece hayrın yaratıcısı olduğu, şerri ise Şeytan’ın
yarattığı çıkarsamasında bulunulmuştur. Dünyadaki hadiselere bakan sıradan bir
insan şerrin hayırdan daha fazla olduğunu görür ve bunun neticesinde haşa
Şeytan’ın Tanrı’dan daha güçlü olduğu zannına katılabilir. Nitekim Batı’da
ortaya çıkan Satanizm’in temel düşüncelerinden biri şudur: “Eğer Tanrı sadece
hayır yaratabilirse, yeryüzününe şerrin hakim olması Şeytan’ın Tanrı’dan daha
güçlü olduğunu, dolayısıyla ona tapılması gerektiğini gösterir.” Bu yaklaşım,
İslam akaidinin temel esaslarından biri olan hayır ve şerrin Allah’tan
geldiğinin inkarının, insanı nasıl yanlış yollara götürebileceğinin güzel bir
örneğidir.

Diğer yandan “Tanrı sevgidir” inancından hareketle O’nun sadece
hayrı yaratabileceği düşüncesi, yeryüzündeki hastalıkları, depremleri,
yangınları ve savaşları izah edemeyen birçok Hıristiyan’ı “Tanrı varsa bunlar
neden oluyor?” diye şüpheye düşürerek ateizme itmiştir. Bu felaketler karşısında
Hıristiyan Batılılar, Tanrı’nın ya yok olduğunu veya acze düştüğünü kabul etmek
gibi bir ikilem yaşamaktadırlar. Şunu unutmamak gerekir ki, Tanrı sevgidir ama
aynı zamanda adalettir.

Aşağıda, başta Kur’an ve Hadis olmak üzere temel kaynaklara
dayanarak, İslam’da doğru tanımlanmış gerçek sevginin insanın ilişkilerini
yeniden nasıl yapılandırdığını göstermeye çalışacağız.

1. Sevgiye dayalı Allah-insan ilişkisi

İslam’a göre sevgi Allah-insan ilişkisinin esasını teşkil eder.3
Allah insanı sevdiği için yaratmıştır. Allah’ın insanla ilişkisi sonsuz sevgi
ilişkisidir. Bu durum, kulun Allah’la olan ilişkisinin de sonsuz sevgi (mutlak
muhabbet) üzerine kurulmasını gerektirir. Eğer Allah bizi sonsuz bir sevgiyle
severek onurlandırmışsa bizim de O’nu sonsuz bir sevgiyle severek mukabele
etmemiz gerekir.

İslam akaidine göre, muhabbet olmadan iman olmaz. Daha açık bir
ifade ile Allah’ı her şeyden daha fazla sevmeyen kişi O’na hakkıyla inanmış
kabul edilmez. Bütün insanlar üzerine ilk farz olan şey, Allah’ı tanımaktır
(marifetullah). Allah’ı tanıyan insan, O’na iman eder, O’nu herşeyden daha fazla
severek rıza ve tazimle itaat eder. Eğer Allah’a itaat kerhen ise veya gönül
hoşluğu ile değilse imanda ciddi bir problem var demektir. Allah’ın emir ve
nehiylerine tazim göstermemek veya onları hafife alıp alay konusu yapmak insanı
İslam dairesinin dışına çıkartır.

Allah bütün insanları sever; ancak Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın
özellikle sevdiği insanlar bahsedilmiştir: sabredenler, tevbe edenler,
temizlenenler, muhsinler….

a. Onlar Allah’ı Severler

İman edenler Allah’ı herşeyden daha fazla severler. Onların
Allah’a olan sevgisi müşriklerin sahte tanrılara ve putlara olan sevgisiyle
mukayese bile edilemez. Müşriklerin bu dünyada sahte ilahlara olan sevgisi ne
kadar fazla olursa olsun, ahirette hesap günü hakikatin perdeleri aralanınca
hüsrana ve nefrete dönüşecektir. Aşağıdaki ayeti kerime bunu ortaya koymaktadır:

“İnsanlar içinde, Allah’tan başkasını ‘eş ve ortak’ tutanlar vardır ki, onlar
(bunları), Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah’a olan
sevgileri daha güçlüdür. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak
bütün kuvvetin tümüyle Allah’ın olduğunu ve Allah’ın vereceği azabın gerçekten
şiddetli olduğunu bir bilselerdi!”4

Müşriklerin en çok sevdikleri varlıklar
onların taptıkları tanrılarıdır. Ancak Müslümanların Allah’a olan sevgisi bu
sevgiden daha üstündür; çünkü o hem gerçek sevgidir, hem daha kuvvetlidir ve hem
de ebedidir. Buna karşılık, müşriklerin sahte ilahlarına olan sevgileri de
yalan, zayıf ve bu dünya hayatı ile sınırlıdır.

Allah’ın kulu sevmesi ona nimet
vermesi anlamına geldiği gibi, kulun Allah’ı sevmesi ona yakınlaşmayı istemesi
anlamına gelir. Allah sevdiği kullara daha fazla nimet verir ve onları doğru yol
üzre sabit ve daim kılar5. Eğer bir ümmet Allah’ı sevmeyi terkederse, Allah
Teala O’nu seven ve kendisinin sevdiği yeni bir grup ortaya çıkarır:

Ey iman
edenler, içinizden kim dininden geri döner (irtidat eder)se, Allah (yerine)
kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği mü’minlere karşı alçak
gönüllü, kafirlere karşı ise “güçlü ve onurlu”, Allah yolunda cihad eden ve
kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah’ın bir
fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahmeti) sonsuz olandır, her şeyi
bilendir.6

Ayet-i kerimede Allah’ı seven ve Allah tarafından sevilen insanların
aynı zamanda diğer mü’minleri de sevdiklerinin altının çizilmesi dikkat
çekicidir. Mü’minleri sevmek Allah sevgisinin ve Allah tarafından sevilmenin bir
sonucu ve alameti olarak görülebilir. Buna göre eğer bir insan başka müminleri
sevgiyle kucaklamıyorsa, onun Allah’a karşı olan sevgisi ve Allah tarafından
sevilen bir kul olması şüphelidir. Aynı şekilde Allah Teala günahkar kafirleri
(keffar esîm) ve böbürlenip kibirlenenleri (muhtâl fahûr) asla sevmez. Bu
kişiler Allah’ı seven insanlar tarafından da sevilmez. Buna göre bir insanın
günahkarları ve kibirli insanları sevmemesi Allah’ı sevdiğinin ve O’nun
tarafından sevildiğinin bir işareti olarak görülebilir. Ancak dikkat edilirse
burada sevilmeyen şey o kişinin kendisinden ziyade onun kötü vasfıdır. Nitekim o
kötü vasıf iyi bir vasıfla değişirse Allah Teala o kişiyi sever.

b. Allah Onları
Sever

Mü’minler Allah’ı sevdikleri gibi Allah da onları sever. Kur’an-ı Kerim ve
hadislerde Allah’ın sevgisini anlatmak için “hubb,” “rahmet,” “lutuf” ve
“re’fet” köklerinden gelen fiil ve sıfatlar kullanılmıştır.7

Aslında Allah’ın
kullarına olan sevgisi, kullarının Allah’a olan sevgisinden zaman açısından
öncesidir. Allah kullarına olan sevgisinin bir neticesi olarak onları yaratmış,
bu dünyaya göndermiş ve onları eşrefi mahlukat kılmıştır. Diğer varlıklardan
insanı üstün kılmak için Allahu Teala ona üç şey vermiştir: (1) ilahi sıfatlar
(sıfât-ı subûtiyye)8, (2) emanet veya teklif9, (3) hilafet. Ayrıca, Hz.
Peygamber (s.a.v) Allah’ın insanı kendi sûretinde yarattığını10 belitmiştir ki
burada suretten maksat sıfatlardır; çünkü maneviyat aleminde suret sıfatlardan
oluşur.

Aslında bütün cemal ve celal sıfatları Allah’ın insana olan sevgisinin
göstergeleridir. Cemal sıfatlarının O’nun sevgisini yansıttığını insanlar
kolayca anlayabilirler; ama celal sıfatlarının O’nun sevgisinin sonucu olduğunu
anlamak bazen zor olabilir.

Yaratılmak Allah’ın bize karşı olan sevgisinin bir
göstergesi olduğu gibi, güzel ahlaka sahip olmak da Allah’ın bir kişiyi
sevdiğinin işaretidir. Bunların başında adaletli olmak gelir. Aşağıdaki ayet-i
kerime Allah’ın adil insanları sevdiğini ifade etmektedir:

Allah, sizinle din
konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik
yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah,
adaletli davrananları sever.11

İhsan makamı adalet makamından daha üstündür.
İhsan, iyilik etmek, karşılıksız vermek ve bir işi ya da ibadeti en mükemmel
şekilde yapmak anlamına gelir. Hz. Peygamber (s.a.v) ihsanı “Allah’ı
görüyormuşcasına ona ibadet etmek” olarak tanımlamıştır. Adalet kısas ilkesi
üzerine kurulmuştur ve şeriat makamında veya hukuk düzleminde ortaya çıkar.
Ancak ihsan makamında kısas ilkesi yerine affetmek ve hatta kötülük yapana
iyilik yapmak gelir. Bu yüzden Allah muhsinleri yani ihsan makamında olanları
sever:

Allah yolunda infak edin ve kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye
atmayın. İyilik edin. Süphesiz Allah, iyilik edenleri (muhsinleri) sever.12

İnsan her ne kadar adalet ve ihsan ideallerine erişmek için gayret gösterse bile
bazen hata eder veya günah işler. Bu durumda onun kalbi manen kirlenir. Hata
eden veya günah işleyen kişinin önünde iki yol vardır: (1) Şeytan gibi
böbürlenip hatasını kabullenmemek ve meşrulaştırmaya çalışmak, (2) Adem (a.s.)
gibi hatasını kabul edip tevbe etmek. Hatasını ve günahını kabul edip tevbe
etmek, insanı günahın manevi kirinden temizleyen büyük bir fazilettir. Onun için
Allah-ü Teala tevbe edenleri ve manevi kirlerden temizlenenleri sever: “Şüphesiz
Allah, tevbe edenleri sever, temizlenenleri de sever.”13

Görüldüğü gibi Allah’ın
sevdiği kullar beşeri ilişkilerinde diğer insanlara karşı iyi davrananlardır;
çünkü güzel ahlak dinin özünü teşkil eder. Ahde vefa göstermek, verilen sözleri
tutmak ve beşeri ilişkilerde doğru mu yanlış mı olduğu belirsiz durumlarda
ihtiyatlı davranarak kesin doğruyu tercih etmek gibi özelliklere sahip olan
kulları sevdiğini Allah Teala şu ayetinde beyan etmiştir:

Hiç şüphesiz, kim
ahdine vefa eder ve sakınırsa süphesiz Allah da sakınanları (muttakileri)
sever.14

Allah’ın sevdiği muhsinlerin diğer bazı özellikleri şu ayeti kerimede
sıralanmıştır:

Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini
yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah,
iyilik yapanları sever15.

Allah’ın sevdiği kullar arasında sabredenler de
vardır; çünkü sabır mü’minin zorluklara ve ibtilalara karşı en önemli silahıdır.

Nice peygamberle birlikte birçok Rabbani (bilgin)ler savaşa girdiler de, Allah
yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik
gösterdiler, ne boyun eğdiler. Allah, sabredenleri sever16.

Allah’ın sevdiği
kullar bu dünyada O’nun lütuflarına mazhar oldukları gibi ahirette de sonsuz
lütuflara mazhar olurlar:

Böylece Allah, dünya ve ahiret sevabının güzelliğini
onlara verdi. Allah iyilikte bulunanları (muhsinleri) sever.17

Muhsinlerin
kalpleri yumuşaktır, kendilerine yapılan hatırlatmaları ciddiye alıp dinlerler,
verdikleri sözden dönmezler ve emanete ihanet etmezler. Buna karşılık kafir ve
münafıklar sözleşmelerini bozdukları için Allah’ın lanetine uğrarlar; onlar
kendilerine hataları söylendiğinde kulak asmazlar ve ihanet ederler. Ancak,
ihsan makamında olan insanlar onların bu davranışlarını bile affederler. Böylece
Allah’ın sevgisini kazanırlar:

Sözleşmelerini bozmaları nedeniyle, onları
lanetledik ve kalplerini kaskatı kıldık. Onlar, kelimeleri konuldukları
yerlerden saptırırlar. Kendilerine hatırlatılan şeyden (yararlanıp) pay almayı
unuttular. İçlerinden birazı dışında, onlardan sürekli ihanet görür durursun.
Yine de onları affet, aldırış etme. Şüphesiz Allah, iyilik yapanları
(muhsinleri) sever.18

Kafir ve münafıklar bununla da kalmayıp haram yerler ve
yalana kulak verirler.

Fakat ihsan makamındaki insanlara, bunlara karşı gene de
adaletli davranırlar. Onlar arasında hüküm verirken adaletten şaşmazlar. Allah
bu tür suçlu ve yanlış yolda olan insanlara karşı bile adaletli davrananları
sever:

Onlar, yalana kulak verenlerdir, haram yiyicilerdir. Sana gelirlerse
aralarında hükmet veya onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirecek olursan,
sana hiç bir şeyle kesin olarak zarar veremezler. Aralarında hükmedersen
adaletle hükmet. Şüphesiz, Allah, adaletle hüküm yürütenleri sever.19

Allah
muhsinlerin geçmiş günahlarını affederek onlara olan sonsuz sevgisini bir kere
daha gösterir:

İman edenler ve salih amellerde bulunanlar için
korkup-sakındıkları, iman ettikleri ve salih amellerde bulundukları, sonra
korkup-sakındıkları ve iman ettikleri ve sonra (yine) korkup-sakındıkları ve
iyilikte bulundukları takdirde (yasaklanmadan önce) yedikleri dolayısıyla bir
sorumluluk yoktur. Allah, iyilik yapanları sever.20

Allah Teala müşriklerle bile
yapılan antlaşmalara uyulmasını emreder. Bu tür antlaşmalara uymak takvanın
gereğidir. Aşağıdaki ayet-i kerime müşriklerle bile olsa yaptıkları antlaşmalara
uyanları Allah Teala’nın sevdiğini açıklamaktadır:

Ancak müşriklerden
kendileriyle antlaşma imzaladıklarınızdan (antlaşmadan) bir şeyi eksiltmeyenler
ve size karşı hiç kimseye yardım etmeyenler başka; artık antlaşmalarını, süresi
bitene kadar tamamlayın. Şüphesiz, Allah muttaki olanları sever.21

Müşriklerin
Allah’a karşı günahkar olmaları ve onların Allah katında hiçbir değerlerinin
olmaması, onlarla yapılan antlaşmalara uyulmaması sonucunu doğurmaz. Müşrikler
antlaşmalara uymaya devam ettiği müddetçe Müslümanlar da uymak zorundadırlar.
Takva göstererek böyle davranan Müslümanları sevdiğini Allah Teala bize şu ayeti
kerimede bildirmektedir:

Mescid-i Haram yanında kendileriyle antlaştıklarınız
dışında, müşriklerin Allah katında ve Resûlünün katında nasıl bir ahdi olabilir?
Şu halde o (antlaşmalı olanlar), size karşı (doğru) bir tutum takındıkça, siz de
onlara karşı doğru bir tutum takının. Şüphesiz Allah, muttaki olanlari sever22.

Zahiren kendilerini Müslümanlara benzeterek dünyevi bazı maksatlara ulaşmaya
çalışan münafıklar vardır. Bunlar görünüşte takva sahibi Müslümanlar gibi
hareket ederler; hatta mescit bile inşa ederler. Fakat niyetleri bozuk ve
kalpleri kirli olduğu için Allah onları sevmez. Nitekim bu yüzden Hz. Peygamber
(s.a.v.)in “mescid-i dırar”da ibadet etmesine bu yüzden müsaade etmemiştir.
Aşağıdaki ayet-i kerime, Allah’ın iyi niyetle hareket eden, zahiren ve batınen
temiz olan kullarını sevdiğini beyan etmektedir:

Sen bunun (böyle bir mescidin)
içinde hiç bir zaman durma. Daha ilk gününden takva temeli üzerine kurulan
mescid, senin bunda (namaza ve diğer işlere) durmana daha uygundur. Onda,
arınmayı içten-arzulayan adamlar vardır. Allah arınanlari sever.23

Allah Teala
yeryüzünde bozgunculuk çıkaranları sevmez. Buna karşılık insanlar arasında sulh
ve barış için çalışanları sever:

Mü’minlerden iki topluluk çarpışacak olursa,
aralarını bulup-düzeltin. Şayet biri diğerine saldırıda bulunacak olursa, artık
saldırıda bulunanla, Allah’ın emrine dönünceye kadar savaşın; eğer sonunda
(Allah’ın emrini kabul edip) dönerse, bu durumda adaletle aralarını bulun ve
(her konuda) adil davranın. Şüphesiz Allah, adil olanları sever.24

Bu ayet-i
kerimeler göstermektedir ki esas mesele, insanın Allah’ı sevmesi değil, Allah’ın
insanı sevmesidir. Allah-u Teala bunun yolunu da Kur’an-ı Kerim’de göstermiştir:
“De ki: Eğer siz Allah’ı seviyorsanız bana uyun; Allah da sizi sevsin ve
günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.25 "Buradaki
sevgiden maksat genel olarak bütün insanlar için geçerli olan ilahi sevgiden
ziyade, özel bir sevgidir.

Yukardaki ayetler Allah ve kul arasındaki sevginin
iki taraflı olduğunu ortaya koymaktadır: Allah onları sever, onlar da Allah’ı
severler. Bu nedenle İslam’da iman sadece akli ve mantıki bir çıkarsama olmayıp,
muhabbet ve itaatle tamamlanan kalbi bir fiildir.

İnsanı en çok seven varlık
Allah’tır, bu yüzden insanın en çok sevdiği varlık da Allah olmalıdır. Şair bunu
ne güzel ifade etmiştir:

Bir anne doğurduğu yavruyu delice sever,
Ya Allah
yarattığı kulu nice sever?

Allah güzeldir, güzeli sever, buyurmuştur Hz.
Peygamber (s.a.v.). İnsan yaratıkların en güzeli ise, o zaman Allah’ın en
sevgili mahlukudur.

2. Sevgiye Dayalı İnsan-Peygamber İlişkisi

İslam’ın sevgi
dini olması sadece Allah-u Teala ile sevgiye dayalı bir ilişki önermesinden
kaynaklanmaz. Aynı şekilde İslam, Hz. Peygamber (s.a.v.) ile mü’minler arasında
da sevgiye dayalı bir ilişki önerir: Mü’minler onu sever, o da müminleri sever.
Aşağıda göreceğimiz gibi Allah Teala Resülünü (s.a.v.) mü’minlere karşı
ilişkisinde kendi vasıflarıyla tanımlamıştır: Raûf ve Rahîm. Aynı şekilde Allah
Teala, Resulullah’ı (s.a.v.) herşeyden daha fazla sevmeyenlerin imanını kabul
etmemiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in mü’minleri sevmesi de, mü’minlerin
Allah’ın elçisini sevmesi de Allah içindir. Resulullah’ı (s.a.v.) sevmek insanı
Allah’a en fazla yaklaştıran ve maneviyat mertebelerini hızlı aşmasını sağlayan
bir vasıtadır. Allah kendi sevdiği elçisini sevmeyenlerin yakınlığını kabul
etmez.

a. Onlar Peygamberi Severler

Allah Teala Müslümanların Hz. Peygamber
(s.a.v) ile olan ilişkisini sevgi olarak tanımlamıştır. İslam akaidine göre, her
Müslüman, Allah’ı sevdiği, iman ve itaat ettiği gibi, O’nun elçisi olan
Peygamber’i de sevmek, iman, tazim ve rıza ile ona itaat etmek
mecburiyetindedir. Hz. Peygamberi sevmeyen veya ona itaati reddeden İslam’dan
çıkmış olur.

Said İbni Cübeyir’den (r.a.) rivayet edildiğine göre Ensardan bir
kişi Resulullah’a (s.a.v.) gelerek şöyle dedi: "Ya Resulallah, sizi canımdan,
ailemden ve malımdan daha çok seviyorum. Sizi hatırladığım zaman duramıyorum ve
sizi görmeye geliyorum. Ben sizin vefatınızı ve kendi vefatımı düşündüğümde şunu
görüyorum: Siz Cennete girdiğinizde Peygamberlerle birlikte yüksek makamlara
çıkarılıyorsunuz. Ben ise Cennete girdiğim zaman sizi göremeyeceğimden
korkuyorum." Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Sahabiyi cevapsız bıraktı. Bunun
üzerine şu ayet-i kerime nazil oldu: "Kim Allah’a ve Resul’e itaat ederse işte
onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar,
şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır"26. Bunun
üzerine Resulullah (s.a.v.) o Sahabiyi çağırdı ve bu ayeti kendisine okudu27.

Peygamber sevgisiyle ilgili bir örnek de Hz. Ömer (r.a.) ile alakalı şu olaydır:
Resulullah bir gün Hz. Ömer (r.a.) ile sohbet ediyordu. Hz. Ömer (r.a.)
Resulullah’a (s.a.v.): "Siz bana kendim hariç her şeyden daha sevgilisiniz"
dedi. Resulullah (s.a.v.) kendisine: "Ben bir kişiye kendisinden bile daha fazla
sevgili olmadıkça o kişi iman etmiş olmaz" buyurdular. Hz. Ömer (r.a.) bunun
üzerine biraz düşündü ve şu cevabı verdi: "Kur’an-ı Kerim’i sana indiren Allah’a
yemin ederim ki, (şimdi) sen bana kendimden de daha sevgilisin ya Resulallah!"
Resulullah bunun üzerine: "İşte şimdi oldu, ey Ömer!" buyurdular.28

Buna benzer
bir başka olay da şöyle cereyan etmiştir: Uhud savaşında Enes b. Malik’in amcası
Enes b. Nadr, Muhacir ve Ensardan bir grupla oturmakta olan Hz. Ömer (r.a.) ve
Talha’nın (r.a.) yanına gelerek şöyle dedi: Neden (böyle şaşkın şaşkın)
oturuyorsunuz? Allah Resulü öldürüldü, dediler. Ondan sonra yaşamayı ne
yapacaksınız? Allah Resulünün öldüğü dava uğrunda sizde ölün!” Böyle dedikten
sonra düşmana doğru ilerleyip şehid oluncaya kadar savaştı.29

Hz. Enes (r.a.)
naklediyor: "Bir kişi bir gün Resulullah’a gelerek şöyle sordu: "Kıyamet ne
zaman ya Resulullah?". Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Kıyamet için sen ne
hazırladın?" Bunu üzerine adam şöyle cevap verdi: "Kıyamet için ne çok namaz, ne
çok oruç, ne de çok sadaka hazırladım. Fakat ben Allah’ı ve Resulünü seviyorum."
Bunun üzerine Resulullah kendisine şöyle buyurdular: "Sen sevdiklerinle
berabersin!"30.

Resulullah (s.a.v.) başka bir defasında şöyle buyuruyor:
"Allah’ın Peygamberi, kişiye çocuğundan, ana babasından ve bütün insanlardan
daha çok sevimli olmadıkça (tam manasıyla) iman etmiş olmaz.”31 Yani bir insan
Resulullah’ın (s.a.v.) rızasını ve arzusunu annesinin, babasının, çocuklarının
ve diğer sevdiği insanların arzusuna tercih etmedikçe kamil manada iman etmiş
olmaz. Buhari’de de benzer bir hadis rivayet edilmektedir: “Nefsim kudret elinde
olan Allah Teala’ya yemin ederim ki hiç biriniz ben ona babasından da,
evladından da daha sevgili olmadıkça iman etmiş olmaz.”32 Buhari’deki diğer bir
rivayete göre ise Hz. Peygamber (s.a.v.) kamil bir iman için kendisinin bütün
insanlardan da sevgili olmasını şart koşmuştur: “Nefsim kudret elinde olan Allah
Teala’ya yemin ederim ki hiç biriniz ben ona babasından da, evladından da, bütün
insanlardan da daha sevgili olmadıkça iman etmiş olmaz.”33

Hz. Enesin (r.a.)
rivayet ettiğine göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Allah ve O’nun
Peygamberi bir kişiye her şeyden daha sevgili olmadıkça iman etmiş olmaz.”34 Ebu
Rezin el-Ukaylî: "Ey Allah’ın Resulü, iman nedir?" diye sorunca Resulullah
(s.a.v.): "Allah’ı ve O’nun Peygamberini her şeyden daha çok sevmendir. Kişiye
ateşe atılmanın, şirke düşmekten daha sevimli olmasıdır" buyurdular.35

Peygamberimizi sevmenin göstergesi onun sünnetine uymaktır. Allah’ı seven O’na
iman ve itaat ettiği gibi, Resulullah’ı seven de ona iman ve itaat eder.
Resullullah’a itaat etmek, onun sünnetine uymakla ve sünneti yaşatıp yaymakla
olur.

b. Peygamber Onları Sever

Ümmeti Resulullah’ı sevdiği gibi, o da ümmetini
destanlık bir sevgiyle sevmiştir. Ümmetine o her şeyden daha sevgili olduğu
gibi, ona da ümmeti her şeyden daha sevgili olmuştur. Aşağıdaki ayetler buna
şahittir:

Andolsun size, kendi içinizden, sıkıntıya düşmeniz onun gücüne giden,
size pek düşkün, mü’minlere pek şefkatli ve merhametli olan bir elçi
gelmiştir.36

Allah Teala onun kalbine ümmetine karşı sevgiyi bizzat kendisinin
koyduğunu şöyle açıklamaktadır:

Allah’tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak
davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi.
Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve işler konusunda onlarla
müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah’a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül
edenleri sever.37

Hz. Peygamber ümmetine olan sevgisinden dolayı onları sabırla
eğitmiş ve Cahiliyyeden kurtararak en üstün manevi mertebelere yükseltmiştir. Bu
sayede onlar hem dünyada hem de ahirette insanlığın efendisi olmuşlardır.

Peygamberler tarihine baktığımızda birçok peygamberin ümmeti ile anlaşmazlık
yaşadığı görülmektedir. Hatta Hz. Nuh gibi bazı peygamberler ümmetlerine kızarak
helak olmaları için beddua etmişlerdir. Ancak Hz. Muhammed (s.a.v.) ile Ashabı
arasında buna benzer bir problem asla yaşanmamıştır; Hz. Muhammad (s.a.v.)
ümmetine hiç bir zaman beddua etmemiştir. O ümmetini sevmiş, ümmeti de her zaman
ona sevgi ve saygıyla itaat etmiştir.

Ancak bu sevgi ve saygı hiç bir zaman
aşırıya kaçmamıştır. Geçmiş ümmetlerden bazıları Peygamberlerine aşırı
sevgilerinden dolayı, onları ilahlaştırmışlardır. Hıristiyanlar bunun en güzel
örneğidir. Onlar Hz. İsa’ya olan aşırı sevgilerinden dolayı onu ilahlaştırmış ve
Tanrı’nın oğlu ve Tanrı olduğu gibi iddialar ortaya atmışlardır. Bu tür bir
sevgi, sevgi olmaktan çıkar düşmanlık haline dönüşür. "İfrata giden her şey
tersine inkilab eder" yani aşırılık bir şeyi tersine dönüştürür. Nitekim Hz.
İsa’yı ilahlaştıranlar onun dinine ve öğretisine en fazla zarar vermiş
olanlardır.

İslam inancına göre ise kulluk veya ubudiyyet en üstün mertebedir.
Bu yüzden Hz. Muhammed (s.a.v.) Allah’ın kulu ve resulu olarak medh edilir,
kendisine tabiat üstü özellikler atfedilmez.

Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimizin en
baskın özelliği, sevgisiydi. Fakat bugün Peygember (s.a.v) Efendimizin bu
hasleti hem Müslümanlar hem de Müslüman olmayanlar tarafından Peygamberimizin en
az bilinen özelliği haline gelmiştir. O’nun misyonu insanlara Allah-u Teala’yı
ve O’nun yarattığı varlıkları sevmeyi öğretmekti. Peygamberimiz (s.a.v) bu
misyonu kısa sürede gerçekleştirmiştir. Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimizi
tanımanın ve tanıtmanın en etkili yolu O’nu, Yaratıcı’yı ve bütün yaratılmışları
herhangi bir ayrıma tabi tutmadan sevmeyi öğreten bir eğitici olarak kabul
etmekle olur.

Kısaca tarif etmek gerekirse Hz. Peygamber Efendimizi sevgi ve
şefkat peygamberi olarak tanımlayabiliriz. O kısaca sevgi öğretmeni olarak
tanımlanabilir. Allah-u Teala Hz. Peygamberi Kur’an-ı Kerim’de “alemlere rahmet”
(rahmeten lil âlemîn) olarak tanımlamıştır. Allah-u Teala’nın Peygamberine
gönderdiği kitap Kur’an-ı Kerim “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla”
başlamaktadır. Hz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz yaptığı her şeyi Rahman ve Rahim
olan Allah’ın adıyla yapmıştır. O’nun takipçileri de gündelik işlerini aynı
şekilde Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla yapmalıdırlar.

Peygamber Efendimiz
Allah-u Teala’yı ve O’nun yoktan var ettiği kainatı ve içindekileri ve özellikle
insanoğlunu -Müslüman olsun olmasın- sevmiştir ve insanoğlunun iyiliği için
çabalamıştır. Hz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz özellikle, İslam dini gelmeden
önce horlanmış olan kadın ve çocukların durumu ile ilgilenmiştir. Bununla
beraber insanoğlunun hayvanlara karşı belli başlı hakları olduğunu öğretmiş ve
doğal çevrenin de korunması gerektiğini bizlere bildirmiştir.

Peygamber
Efendimiz, Allah-u Teala ve O’nun bütün mahlukatı tarafından sevilmiştir. Onu
melekler, cinler, hayvanlar, bitkiler; hatta cansız varlıklar sevmiş ve
selamlamışlardır. Allah Teala O’nun ümmetini en üstün ümmet kılmıştır ki bu
ümmet iyiliği emredip kötülükten men eder.

Hz. Peygamber Efendimiz’in ümmeti
O’nu nesiller boyu sevmiş, saymış ve sünnetini yaşatmıştır. Yine bu ümmet daha
önceki dönemlerde bazı ümmetlerin yaptığı gibi peygamberlerini horlayıp,
ayıplayıp isyan etmemişlerdir. Hz. Peygamber (s.a.v) ile O’nun ümmeti arasında
karşılıklı sevgi vardı. Peygamber onları, onlar da peygamberi sevmişlerdir.
Zaten sevgi, sevginin tohumudur.

Peygamber Efendimiz ümmetine Allah-u Teala’yı
sevmelerini emretmiştir. Hadislere göre, Yaratıcı’sına sonsuz sevgi beslemeyen
bir insan, bir yaratıcının varolduğuna inansa bile iman etmiş sayılmaz. Bir
Müslüman hem Allah-u Teala’nın varlığına inanmalı hem de O’nu sevmeli ve
saymalıdır. Daha da ötesi bir Müslüman Allah-u Teala’nın bütün emir ve
yasaklarını severek kabul edip uygulamalıdır.

Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimiz
ümmetine başkalarını sevmeyi ve saymayı emretmiştir. Bir hadis-i şeriflerinde:
“Kendisi için istediğini bir kardeşi için de istemeyen gerçek anlamda iman etmiş
olmaz” buyurarak bu gerçeği ortaya koymuştur. Bunun için her Müslüman bütün
insanlığı kardeşi gibi kabul edip onlara sevgi ve saygıyla muamele etmelidir.
Buna “Allah rızası için sevmek” denir.

Bu, bencil olmayan karşılıksız bir
sevgidir; çünkü duyulan sevginin kaynağı sevilen kişi değil, bilakis Allahu
Teala’dır. Bu tür sevgi menfeatten kaynaklanan bir sevgi değildir. Bu sevginin
karşılığı sevilen kişiden değil de Yaratıcı’dan beklenir. Bundan dolayı, eğer
bir insan yapılan iyiliklere karşı nankörlük etse bile yine bu kişiye iyi
davranmak gerekir. Bir Müslüman kendisine iyi muamele eden birine bu güzel
muameleden dolayı ya da kendisine iyi muamele edilsin diye iyilik yapmaz. Sevgi
ve iyi muamele Müslüman’ın belleğine işlemiş güzel bir huy ve Allah’ın bir emri
olduğu için karşısındaki kişiye iyilikle muamelede bulunması gerekir. Müslüman
zaten aksi bir davranış sergileyemez. Eğer bir Müslüman bundan farklı bir
davranış sergiliyorsa artık o, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) sünnetini takip
etmiyor demektir; çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) her zaman herkese sevgi ve
saygıyla muamele etmiştir.

3. Sevgiye Dayalı İnsan-İnsan ilişkisi

Allah Teala mü’minlerin
birbirleriyle ilişkilerini kardeşlik (uhuvvet) ve sevgi ilişkisi olarak
tanımlamıştır. Mü’minler kardeştir ve aralarında kardeşliğin icaplarına riayet
etmeleri farzdır. Kardeşliğin kaynağı Allah’ın iradesidir. Onları kan bağıyla
kardeş yapan Allah, inanç bağıyla da kardeş yaptığını şöyle beyan etmektedir:
“Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve
Allah’tan korkun ki esirgenesiniz.”38

Kardeşlik veya uhuvvet sevginin
zirvesidir. Bir Müslüman bütün mahlukata ve insanlığa sevgiyle bağlıdır; ama
dindaşlarına olan sevgisi diğerlerine olan sevgisinden çok daha fazladır.
Kardeşlik sadece duygusal düzeyde kalmaz, somut davranışlar halinde neticeleri
vardır. Bu neticelerin neler olacağı da Allah Teala tarafından Kur’an-ı Kerim’de
açık bir şekilde beyan edilmiştir.

Nitekim yukardaki mü’minleri kardeş ilan eden
ayet-i kerimenin devamında, kardeşlerin kadın olsun erkek olsun birbirlerini
küçük görmemeleri, kötü lakap takmamaları, arkalarından konuşup gıybet
yapmamaları ve kötü zanda bulunmamaları gerektiği belirtilmektedir. Allah’ın
insanları cins, ırk ve dil bakımından farklı yarattığı ancak takvanın,
üstünlüğün tek kaynağı olduğu vurgulanmaktadır.39 Buradan çıkarılan sonuç bu tür
farklılıkların kardeşliğe engel olmadığı, tam tersine kardeşlik sayesinde
farlılıkların ayrımcılığa yol açmasının önlendiğidir.40

Kur’an-ı Kerime göre Hz.
Muhammed’in (s.a.v.) ümmetine mensup insanların özellikleri ve Peygamberlerine
ve birbirlerine karşı olan sevgisinden Tevrat ve İncil’de bile övgüyle
bahsedilmiştir:

Muhammed, Allah’ın elçisidir. Ve onunla birlikte olanlar da
kafirlere karşı zorlu, kendi aralarında ise merhametlidirler. Onları, rüku
edenler, secde edenler olarak görürsün; onlar, Allah’tan bir fazl (lütuf ve
ihsan) ve hoşnutluk arayıp-isterler. Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir.
İşte onların Tevrat’taki vasıfları budur: İncil’deki vasıfları ise: Sanki bir
ekin; filizini çıkarmış, derken onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış, sonra
sapları üzerinde doğrulup-boy atmış (ki bu,) ekicilerin hoşuna gider. (Bu
örnek,) Onunla kafirleri öfkelendirmek içindir. Allah, içlerinden iman edip
salih amellerde bulunanlara bir mağfiret ve büyük bir ecir va’detmistir.41

Hz.
Peygamber (s.a.v.) Peygamberlerin en üstünü olma özelliğini böylece kazandığı
gibi ümmeti de ümmetlerin en hayırlısı olma özelliğini böylece kazanmıştır. Bu
da Hz. Muhammed’e (s.a.v.) ve onun ümmetine Allahu Teala’nın sevgisinin en
önemli göstergesidir:

Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz;
maruf (iyi ve İslam’a uygun) olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah’a
iman edersiniz. Kitap Ehli de inanmış olsaydı, elbette kendileri için hayırlı
olurdu. İçlerinden iman edenler vardır, fakat çoğunluğu fıska sapanlardır.42

“İman etmedikçe Cennet’e giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş
olamazsınız” hadisi Müslümanların birbirini sevmesinin zorunlu olduğunu
göstermektedir.

Ancak bu sevgi o insanın hatalarını da sevmek anlamına gelmez.
Tam tersine İslam’a göre biz, insanları severiz ama onların kötü huylarını
sevmeyiz. Tebliğ ve emr-i bilmaruf yoluyla onların kötü huylarını değiştirmeye
gayret gösteririz. Kardeşlerinize mazlumken de, zalimken de yardımcı olunuz,
hadisi bu açıdan son derece önemli bir prensibi gündeme getirmiştir. Zalimlik
yapan kardeşe nasıl yardımcı olunacağı sorulduğunda Hz. Peygamber (s.a.v) onun
zulmüne engel olarak ve onu zulüm yapmaktan vazgeçirerek buyurmuştur.

Kur’an-ı
Kerim Müslümanları kardeş olarak tanımlamıştır. Din kardeşliği, soy
kardeşliğinden daha üstündür; çünkü insanların kendi tercihleri ile oluşmuştur;
halbuki soy kardeşliği insanın kendi tercihi ile oluşmaz.

İslam’da sevgiye
dayalı bir “uhuvvetin hukuku” vardır. Bu hukuk, uhuvvet mertebelerine göre
belirlenir. Üç uhuvvet mertebesi vardır:

a. İnsanlıkta kardeşlik: Çamurdan
yaratılmış olmaktan gelen kardeşlik (uhuvvet fi’t-tîn) de denilir. Bunun anlamı
âdemiyyet temelinde bütün insanların kardeş olmasıdır; çünkü hepsi Hz. Âdem
(as)’ın çocuklarıdır. Bu kardeşlik evrenseldir ve bütün insanları içine alır.

b.
Dinde kardeşlik (uhuvvet fi’d-dîn):
Bunun anlamı İslam kardeşliğidir. Bütün
Müslümanlar birbirinin kardeşidir. Kardeşler arasındaki hukuk, ayet ve
hadislerde belirlenmiştir.

c. Hususi kardeşlik: Bu kardeşlik ihsan makamında
olan Müslümanların kardeşliğidir. Başka bir ifadeyle, Mekke ve Medine döneminde
Müslümanlar arasındaki özel kardeşlik anlamına gelir. Müslümanların sayısının
artması ve güçlenmesi sonucu, bu sıkı ve kapsamlı kardeşlik resmen ilga edilmiş
olsa bile, ilk Müslümanlar ve daha sonra tarikatlar aracılığıyla Sufiler bu tür
özel kardeşliği devam ettirmeyi ilke olarak benimsemişlerdir.43 Hususi kardeşlik
hukuku tasavvuf kitaplarında anlatılmaktadır.

Görüldüğü gibi İslam’a göre
insanlar arası ilişkiler, uhuvvet ve sevgi üzerine kurulmuştur. Ancak uhuvvet ve
sevginin dereceleri vardır ve her derecede ilişki tarzını belirleyen ayrı bir
uhuvvet hukuku vardır.

Uhuvvet hukukunun gereklerinden biri kötü zan
beslememektir. Aşağıdaki ayet-i kerime bunu ortaya koymaktadır:

Ey iman edenler,
zandan çok kaçının; çünkü zannın büyük bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin
(birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın). Kiminiz kiminizin gıybetini
yapmasın (arkasından çekiştirmesin). Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi
sever mi? İşte, bundan tiksindiniz. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah,
tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir44.

Uhuvvet hukukunun bir başka kuralı
da ihtiyacın olduğu zamanlarda bile kardeşini kendine tercih etmektir:

Kendilerinden önce o yurdu (Medine’yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine)
yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı
içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir ihtiyaç olsa bile
(kardeşlerini) kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin “cimri ve bencil
tutkularından” korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır.45

Birbirini
Allah için sevmenin fazileti birçok hadiste ifade edilmiştir. Bunlardan bir kaç
tanesini örnek olarak zikretmekte yarar var:

Ebu Hureyre Radıyallahü Anh
Resulullah Aleyhisselâm’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Yüce Allah
kıyamet gününde: Benim rızam için birbirlerini sevenler nerededirler? Bugün
onları, Benim gölgemden başka gölgenin bulunmadığı günde, kendi gölgemde
gölgelendireceğim, diye buyur.46

Ebu Hureyre Radıyallahü Anh Resulullah
Aleyhisselâm’dan rivayet etmiştir ki, "Bir adam başka bir köyde bulunan bir
kardeşim ziyarete gitti. Yüce Allah onun geçeceği yola bir melek gönderdi. Melek
adama: “Nereye gidiyorsun?” diye sordu. Adam: “Şu köydeki kardeşimi ziyaret
etmek istiyorum?” dedi. Melek: “Onun sana yaptığı bir iyilikten dolayı kendisine
minnet borcunu mu yerine getirmek istiyorsun?” diye sordu. Adam: “Hayır, ama ben
onu Allah için sevdim,” diye cevap verdi. Bunun üzerine melek: “Ben, senin onu
Allah için sevdiğin gibi Allah’ın da seni sevdiğini bildirmek üzere Yüce Allah
tarafından sana gönderilmiş bir elçisiyim,” diye buyurdu.47

Bir hadis-i şerifte
Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuşlardır: "Allah bir kulunu sevince
Cebrail’e: "Şüphesiz ki Allah filanı seviyor sen de onu sev”, diye nida eder.
Cebrail de onu sever ve Cebrail gök sakinlerine: "Şüphesiz ki Allah filanı
seviyor, siz de onu sevin" diye nida eder. Gök sakinleri de onu severler. Sonra
o kişi yeryüzünde kabul görür ve itibar sahibi olur”48.

İmam Malik Muvatta’da
şöyle bir olayı aktarmaktadır. Ebu îdris el-Haulanî şöyle söylemiştir: "Şam
camiine girdim, baktım içerde parlak dişleri olan bir genç var, etrafında da
birtakım insanlar toplanmış (Bir rivayette beraberinde yirmi sahabî vardı, bir
başka rivayette de otuz sahabi vardı diye geçmektedir). Ona isnad ettikleri ve
onun sözünden çıkardıkları bir meselede ihtilafa düşmüşlerdi. Onun kim olduğunu
sordum. Bu Muaz b. Cebel’dir, dediler. Ertesi gün olunca erkenden gittim.
Baktım, o benden daha erken gelmiş. Gittiğimde kendisi namaz kılıyordu. Namazını
bitirinceye kadar bekledim. Sonra önüne vardım, selam verdim, ve: Allah’a yemin
olsun ki, ben seni Allah için seviyorum, dedim. "Allah’a yemin eder misin?"
dedi. "Allah’a yemin ederim" dedim. Tekrar "Allah’a yemin olsun mu?" dedi. "
dedim. Bunun üzerine eteğinden tutup beni kendine doğru çekti ve: "Müjdeler
olsun, ben Resulullah Aleyhisselâm’ın şöyle buyurduğunu duydum: Allah Tebareke
ve Teala buyurdu ki, Benim için birbirlerini ziyaret eden, Benim için
birbirlerine iyilik ve ihsanda bulunanlara sevgim vacib oldu, diye rivayette
bulundu"49.

Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Hiç biriniz kendiniz için
arzu ettiğinizi kardeşiniz için de arzu etmedikçe iman etmiş olmaz”50. Alimler
burada kastedilen şüphesiz imanın kemale ermesidir; yoksa imanın varlığı
değildir demişlerdir51.

4. Sevgi İmanın Tadına Ermenin Tek Yoludur

Sevgisiz iman
yavandır; çünkü imanın zevk ve tadına sevgi yoluyla varılır. Zaten imanın tadına
varmanın başka bir yolu da yoktur. Felsefi iman ile İslam’daki iman ayıran nokta
da buradadır: Felsefi imanda zevk ve tat (halavet) aranmaz; çünkü o akli bir
çıkarımdan ibarettir; ama İslam’ın öğrettiği imanda kalp için zevk ve tat
vardır. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:

Kimde üç şey bulunursa
imanın tadını tatmış olur: Allah ve Resulu kendisine başka her şeyden daha
sevgili olmak; başka insanları sadece Allah için sevmek; küfre dönmekten ateşe
atılacakmışcasına hoşlanmamak.52

Hz. Peygamber insanları bu tadı tadacak şekilde
yetiştirmiştir. Bunlar arasında en büyüklerinden birisi Hz. Ömer (r.a.)dir. Hz.
Ömer bir gün Hz. Peygamber (s.a.v.)’e şöyle der: “Ya Resulallah! Sen bana
kendimden başka herşeyden daha sevgilisin!” Buna karşılık Hz. Peygamber (s.a.v.)
şöyle cevap verir: ‘Yâ Ömer kendinden de sevgili olmalıyım!’ Bu cevaptan sonra
Hz. Ömer: ‘Kendimden de!’ deyince Hz. Peygamber: “Ya Ömer, şimdi oldu!” diyerek
onun imanının kemale erdiğini ifade eder.53 İşte bu mertebeye vasıl olan bir
mü’min imanın zevkine erer.

Kalbi Allah’a, Resûlüne ve onun mahlukatına karşı
sevgiyle dolu olan bir insan, bunu davranışlarına ve ilişkilerine yansıtır.
Nitekim bir Müslüman her fiilinden önce “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla”
der. Böyle söyleyen bir kişinin fiili mutlaka rahmeti yansıtmak durumundadır;
yoksa yalnızca sözle besmeleyi çekmenin bir hükmü ve önemi yoktur. Eğer bir
Müslüman bir davranışıyla başkalarına zarar vermişse, besmele çekmiş olsa bile,
o davranışı Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla yapmamış demektir. Böyle bir
davranış olsa olsa nefsin veya şeytanın adıyla yapılmıştır. Sözü ve fiili uyum
içinde olan bir Müslüman böyle bir çelişkiye asla düşmez.

İmanın zevkine varan
bir insan başka varlıklara iyilik etmekten ve onlar için fedakarlık yapmaktan
zevk alır. O insana, vermek almaktan daha zevkli gelir; başkalarına hizmet etmek
onun hoşuna kendisine hizmet olunmasında daha fazla gider.

Sevgisiz kalp harap
ve hastadır. Kalbin tek gıdası vardır: sevgi. Kalp hem sevilmekten hem de
sevmekten hoşlanır ve tatmin olur. Kalbi tatmin eden ve ona zevk veren birinci
sevgi ise onu yaratanın sevgisidir. Allah kalbi her şeyden önce kendisini sevsin
diye ve ancak O’nu sevdiği zaman tatmin olacak şekilde yaratmıştır.

Allah
korkusu, Allah sevgisinin bir meyvesidir. Allah korkusu, bir insanın
marifetullah (Allah’ı tanıma) derecesine göre farklı anlamlar ifade eder.
Marifetullahın ilk basamaklarında olanlar için Allah korkusu demek Cehennem
korkusudur. Ancak marifetullahta ileri seviyelerde olanlar için Allah korkusu
sevgiliyi incitmekten korkmaya benzer. Mesela güçlü kuvvetli insanlar yaşlı ve
kuvvetten düşmüş annelerinden korkarlar. Bunun sebebi, bir hata yaptıklarında
bedeni bir ceza göreceklerinden değil, annelerini üzme endişesindendir. Allah’ı
seven insanların korkusu da Cehennemden ziyade ters bir davranış yaparak her
şeyden çok sevdikleri Rabblerinin rızasını ve sevgisini kaybetmektendir. Bu
nedenle Allah’ı karşı muhabbeti artanların korkuları ve takvaları da artar.

Allah’a bu derece sevgi ile bağlı olan insanların kalplerinde yukarda
anlattığımız şekliyle Allah korkusundan başka hiç bir korku ve üzüntü kalmaz.
Allah sevgisi bütün korku ve üzüntülerin ilacı olur.

İnsanların en çok
korktukları ölüm, bu mertebedeki insanlar için Mevlana’nın dediği gibi şeb-i
arus; yani sevgiliye kavuşma gecesi olur. Allah Teala bir kudsi hadiste şöyle
buyurmaktadır: “Kim bana kavuşmayı severse, ben de ona kavuşmayı severim. Kim
bana kavuşmayı sevmezse ben de ona kavuşmayı sevmem”. Sevgili Rabb’e
kavuşmaktan, her daim O’nun huzurunda olmaktan ve vechini kesintisiz müşahede
etmekten daha zevkli ne olabilir? Ölümle insanı Allah’tan ayıran perdeler
yırtılır ve vuslat hasıl olur. Kalbin en büyük zevki o andadır.

Sonuç: Sevgi En
Büyük İbadettir

Buraya kadar anlattıklarımız göstermektedir ki Allah, sevginin
insanın varlıkla ilişkisini belirlemesini emretmektedir. Her Müslüman, Allah’la,
Peygamberiyle, diğer Müslüman ve insanlarla ilişkisini sevgi temeline oturtmak
zorundadır. Sevginin kendini nasıl izhar edeceği her ilişkide açık kurallara
bağlanmıştır.

Sevginin varlığı insanların davranışlarında ve sosyal
ilişkilerinde kendini gösterir. Aksi takdirde İslam fiiliyata yansımayan soyut
bir sevgiyi kabul etmez. Allah ve Resulüne muhabbet onlara itaatte kendini
gösterir. Diğer insanlara muhabbet ise uhuvvette kendini gösterir.

Müslüman’ın
sevgisi Allah içindir: o Allah’ı sever ve Allah için onun yarattıklarını sever.
Çünkü onları Allah yaratmış ve onları sevmeyi emretmiştir. Yunus Emre’nin dediği
gibi "Yaratılanı sevdik yaratandan ötürü!"

Burada kişiyi sevmekle onun kötü huy
ve fillerini sevmemek arasında ince bir ayrım yapıldığını bir kere daha
hatırlatmakta yarar var. Bir Müslüman bir kafiri de sever ama onun küfrünü
sevmez. Ancak küfür izale edilebilir bir özellik olduğundan kaldırılırsa yerine
iman sıfatı gelir. Bu maksatla o kişiye kendisinin kötü sıfatlarını değiştirmesi
için sevgiyle yardım edilmesi gerekir. Bu yüzden İslam daveti, kafirleri
aşağılamaya değil sevgiye dayanır. Yukarıda iktibas ettiğimiz hadiste
belirtildiği gibi bir Müslüman’ın zalim kardeşini de sevmesi gerekir; ama bu
sevgi onu zulümden vazgeçirmekle olur. Yoksa onun zulmüne ses çıkarmamak veya
destek olmakla değil; çünkü bu şekilde hareket etmek—sonunda Cehenneme gitmesine
ve azab çekmesine sebep olacağı için—ona en büyük düşmanlık olur.

Allah
sevgisinin ve Allah için sevginin en güzel şekli ibadettir. Aynı zamanda Allah
sevgisinin, ibadet eden insanların kalbinde olması zorunludur. Allah’a karşı
sevgi duymadan ibadet etmek mekanik bir uğraştan öteye geçmez.

Bu sebeplerden
dolayı, manevi terakkinin ve Allah’a yakınlaşmanın en etkin yolu sevgidir.
Allah, Peygamber, Kur’an ve mahlukat sevgisi, hem ibadeti hem de mahlukata ve
beşere hizmeti kolaylaştırır. Marifet olmadan iman, iman olmadan sevgi, sevgi
olmadan ibadet ve hizmet olmaz. Marifetullah’ın artması, muhabbetin artmasını
getirir; çünkü güzeli tanıyan onu sever, daha çok tanıyan daha çok sever.

Eğer
Hz. Muhammed (s.a.v) “alemlere rahmet” ise O’nun takipçisi olan Müslümanlar da
aynı şekilde alemlere rahmet olmaya gayret etmelidirler. Bunun içindir ki her
Müslüman, yaratanı ve bütün yaratılanları Allah rızası için, herhangi bir
menfaat beklemeden sevmeli ve sevgisini fiiliyatta göstermelidir.

Hz. Muhammed
(s.a.v) Efendimiz, insanoğlu ve Allah Teala arasında bir sevgi bağı
oluşturmuştur. Aynı zamanda Peygamberimiz Müslümanlar arasında da bir sevgi bağı
kurmuştur. Bunun da ötesinde yine Peygamber Efendimiz insanoğlu ile diğer
mahlukat arasında da bir sevgi bağı oluşturmuştur. Allah rızası için olan gerçek
sevgi, şehvetten, şeytanî duygulardan, milliyetçilikten, partizancılıktan,
grupçuluktan ve bencillikten kaynaklanan sahte ve batıl aşkla asla mukayese
edilmez. Bu tür batıl sevgiler, müşriklerin Kabe’ye koydukları putlara benzer ve
kalpten temizlenmesi gerekir; çünkü kalp Allah’ın evidir, sadece ve sadece
Allah’ın sevgisinin ve Allah için olan sevgilerin mekanıdır.

Bütün bunlardan
dolayı İslam sevgi dinidir ve onun kurduğu toplum sevgi toplumu, medeniyet sevgi
medeniyetidir. Hz. Peygamber Efendimiz’in alçakgönüllü bir takipçisi olan
Mevlana Celaleddin Rûmî şiirlerinde İslam’ı “aşk dini”, kendi mezhebini de “aşk
mezhebi” olarak tanımlar ve Müslümanların aşkın çocukları olduğunu söyler: “Bizi
anamız doğurmadı. Bizi o aşk doğurdu, yüzlerce esirgeme, yüzlerce aferin, takdir
bizi doğuran o anaya olsun.”54 Müslümanların bedeni doğumu annelerinden olsa
bile maneviyatlarının ve kişiliklerinin doğumu sevgi dini olan İslam’dandır.

Bugün insanoğlu kalp huzuru ve dünya barışı için böyle bir dine ihtiyaç
duymaktadır. Bugün bütün insanlığın—ister Müslüman ister gayri müslim olsun—Hz.
Peygamberden öğrenmesi gereken bu sevgi, rahmet, saygı ve şefkat anlayışıdır.
Fakat maalesef bu emanet bugün unutulmuş haldedir. Bırakın sıradan insanları,
ümmeti olan Müslümanların çoğunluğu bile gerçek sevgiden habersiz olarak
yaşamaktadır.

Peygamber Efendimizin (s.a.v) sünnetini takip etmek, Müslümanları
“alemlere rahmet” olma düşüncesiyle hareket etmeye sevketmelidir. Böylesine bir
anlayış Peygamberimizin sünnetinin bir özetidir. Bizler bu sünneti kabul edip,
yaşayıp ve yaşatmaya hazır mıyız? Bunu yapmanın en zorunlu ve en uygun zamanı da
içinde yaşadığımız andır; çünkü sevgi mazaret kabul etmez.

Öz

İslam sevgiye en
fazla önem veren dindir. Bundan dolayı İslam medeniyeti sevgi medeniyetidir;
Müslüman toplum da sevgi toplumudur. Çünkü İslam, sevgi olmadan imanı kabul
etmez; insanın varlıkla tüm ilişkilerini sevgiye dayalı olarak yeniden kurar.
İslam’ın Müslümanlara öğrettiği sevgi, bütün varlığı kuşatan mutlak bir
sevgidir. Mutlak rahmet, mutlak şefkat ve mutlak tevazu bu sevginin
meyvalarıdır. Varlık deyince önce Allah, Peygamberler, Müslüman ve Müslüman
olmayan diğer insanlar, melekler, hayvanlar ve bitkiler akla gelir. Bunların
dışında da varlıklar vardır ama özel vurgu bu gruplar üzerindedir; çünkü insanın
bunlarla yoğun ilişkisi vardır. Bu yazıda söz konusu ilişkilerin sevgiyle nasıl
kurulduğu gözler önüne serilmektedir.

Anahtar Kelimeler: Sevgi, iman, varlık,
insan, ibadet

Abstract

This article deals with the dilemma between the
phenomena of love and suicide. The human interactions are reduced to material
level in the contemporary "modern cities" in which the material peculiarities
are dominant and moral dimensions are losing gradually. The same circumstances
are also to be observed within the love relations. Sometimes, love is reduced
only to a tool for material pleasure; and some other times, it is sanctified as
a very sublime value. Both cases cause emotional pains which lead people to look
for other means to rescue from these painful conditions. One solution among
others is suicide. Due to his innate features, man wants to be recognized and
known and to display his existence to others which make him to desire the
possession of his love; thus, he wants to be known both by his love and by
others. Nevertheless, this brings about the alienation of people to this own
essence because of the fact that he compresses the endless love in his heart to
a narrow place and also his desire to be known by those who do not want to know
him. As a consequence, he encounters with the danger of losing his life.

Keywords: Love, Suicide, Life, Existence, Spirit

Dipnotlar:

1. İslam’da durum böyleyken,
Hıristiyanlıkta Tanrı sevgisi (agape) ve beşeri sevgi (eros) arasında zıtlık
vardır; bunlar bir arada olamazlar, ikisinden birisi tercih edilmelidir. Ancak
İslam’da ilahi ve beşeri sevgi birbirini gerektirir ve tamamlar; ilahi aşk
olmadan beşeri aşk, beşeri aşk olmadan ilahi aşk eksiktir.

2. Rahmet’in manaları hakkında bir tartışma için bkz. Ebu
el-Kâsım el-Hüseyn b. Muhammad Rağıb el-İsfahânî, El-Müfredât fî
Ðarîb’il-Kur’ân, (thk. Muhammed Seyyid Kiylânî) Beyrut: Daru’l-ma’rife, t.y., s.
191-192. Rahman ve Rahim sıfatları da rahmet kökünden türetilmiştir. Rahman
sadece Allah için kullanılır ve sonsuz sevgi sahibi anlamına gelirken Rahim
bütün varlıklara sıfat olarak kullanılabilir.

3. Raşit Küçük, Sevgi Medeniyeti: Allah’da Kul, Kulda Allah
Sevgisi, İstanbul: Rağbet Yayınları, 2002.

4. Bakara 2:165.

5. Rağıb, age., s. 105.

6. Maide 5: 54.

7. Rahman, Rahîm, Latîf
ve Raûf bunlara örnektir.

8. Bunun bir sonucu olarak insan akıl ve irade sahibi olmuştur.
Ancak Allah’ın sıfatları sonsuz ve başka bir şeye muhtaç olmadan var olduğu
halde, insanın sıfatları sınırlı ve vasıtalara muhtaçtır. Mesela Allah’ın ilmi
hiç bir vasıtaya ihtiyaç duymadan vardır, halbuki insan ilim elde etmek için
vasıtalara başvurmak mecburiyetindedir.

9. Bu yüzden Fukaha insanı “mükellef”
yani sorumluluk taşıyan varlık olarak kavramlaştırmışlardır.

10. Müslim, “Birr
ve Sıla”, 115.

11. Mümtehine 60:8.

12. Bakara, 2:195.

13. Bakara, 2:222.

14. Ali İmran, 3:76.

15. Ali İmran, 3:134.

16. Ali İmran, 3:146.

17. Ali İmran, 3:148.

18. Maide, 5:13.

19. Maide, 5:42.

20. Maide, 5:93.

21. Tevbe,
9:4.

22. Tevbe, 9:7.

23. Tevbe, 9:108.

24. Hucurat, 49:9.

25. Ali
İmran, 3:31.

26. Nisa 69: 88.

27. M. Yusuf Kandehlevî, Hayatû’s-Sahabe, c.2, s. 353; Kadı
İyaz, eş-Şifa, s. 18; Taberani, el-Mu’cemu’l-Evsat, İ, 152.

28. Kâdî İyâz,
eş-Şifâ, c.2, s.17.

29. M. Yusuf Kandehlevî, a.g.e., c.l, s. 452.

30. Kâdî İyâz,
eş-Şifâ, İİ, 18.

31. Nesaî, “İman”, 19.

32. Buhari, “İman”, 8.

33. Buhari, “İman”, 8.

34. Buhari, “İman”, 10.

35. Ahmet,
Müsned, İV, 111.

36. Tevbe, 9:128.

37. Âl-i İmran, 3:159.

38. Hucurat, 49:10.

39. Burada kısaca takvanın mertebelerinden
bahsedelim. Birinci mertebe: şirkten kaçınmak. İkinci mertebe: haramlardan
kaçınmak. Üçüncü mertebe: şüpheli şeylerden kaçınmak. Dördüncü mertebe: kalbin
masivadan (Allah’tan başka her şey) kaçınması.

40. Hucurat, 49:11-13.

41. Fetih, 48:29.

42. Âl-i İmran, 3:110.

43. Bkz. İmam Gazali, İhyau Ulumi’d-Din, (çev. Ahmed Serdaroğlu)
İstanbul: Bedir Yayınevi 1975, Cilt 2, 389-564.

44. Hucurat, 49:12.

45. Haşr,
59:9.

46. Müslim, “Birr ve’s-Sıla”, 37.

47. Müslim, “Birr ve’s-Sıla” 38.

48. Buhari, “Bed’u’l-halk” 6;
Muvatta, “Şa’r” 5. Diğer bir hadiste de şöyle buyurulmuştur: "Allah bir kula
gazab ettiği zaman Cebrail’e: “Ben filana gazab ettim, sen de ona buğz et”, diye
nida eder" (Müslim, “Birr” 157; Tirmizi, “Tefsir Sûre 19”, 7).

49 . Muvaatta,
“Şa’r” 5.

50. Buhari, “İman” 7.

51. Zeynülabidin Ahmed b. Ahmed b. Abdillatif
ez-Zebîdî, (mütercim: Ahmed Naim), Sahihi Buhari Mustasarı Tecridi Sarih
Tercemesi ve Şerhi, Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1979. c. 1, s. 30.

52. Buhari, Kitabu’l-imân, Bab 9: Halâvetü’l-imân.

53. Ahmet
Naim, Buhari Muhtasarı, c. 1, s. 32.

54. Mevlana Celaleddin-i Rumi, Hz. Mevlânâ’nın Rubaileri, (ed.
Şefik Can), Ankara: Kültür Bakanlığı 2001, no: 504.