The Restriction of the Government and Constitutional Democracy

“Bütün insanlarda bir tehlike mevcuttur. Özgür bir devlet
için tek kural şu olmalıdır: Güce sahip olan herkes halkın özgürlüğü için bir
tehlikedir.”1
John Adams

“Güç sözkonusu olduğunda, insanlara fazla güvenme ve onları
anayasanın zincirlerine bağla”2
Thomas Jefferson

Demokrasinin en klasik tanımını Abraham Lincoln yapmıştır:
“Halkın, halk için, halk tarafından yönetimi.” Ancak, Lincoln tarafından ifade
edilen “gerçek demokrasi” yüzyıllar boyunca insanlığın hep “ideali” olmuş,
gerçek yaşamda ise bir “fantasma” olmanın ötesine geçememiştir. Büyük Fransız
filozoflarından Jean-Jacques Rousseau’nun dediği gibi “gerçek demokrasi sadece
bir idealdir.” Demokrasi uygulamada halk için, halkı yönetenlerin despotizminden
başka bir şey olmamıştır.

Günümüzde “temsili demokrasi” olarak ifade ettiğimiz siyasal
sistemi “gerçek demokrasi” olarak görmek trajik bir yanılgıdır. Temsili
demokrasi anlayışında seçimden galip çıkan temsilciler kendilerini halkın hür
iradesi ile seçilmiş vekiller olarak görmektedirler. Siyasal iktidarın
meşruiyyeti, seçim ve oylama mekanizmasına bağlanmıştır. Bu meşruiyyet inancı,
siyasal iktidarların sahip oldukları güç ve yetkilerin de sınırlanmasının doğru
olmadığı düşüncesini yaygınlaştırmıştır. Öyle ki, bugün seçimi kazanan her parti
kendisini halkın “hür irade”sinin temsilcileri olarak görmektedir.

Asla unutulmaması gereken; hiç bir siyasal iktidarın halkın hür
iradesini yansıtamayacağıdır. Seçimi kazanmış olsa da hiç bir iktidara sınırsız
yetkileri içeren bir “yönetim vekaletnamesi” verilemez. Aşağıda sıralayacağımız
nedenlerden ötürü iktidarın sınırlandırılması demokrasi için vazgeçilmez bir
şarttır:

* Siyasal İlgisizlik: Seçim ve oylama mekanizmasının
varlığı demokrasi için gerekli, ama yeterli bir şart değildir. Gerçek demokrasi
için halkın tümüyle siyasete ilgili olması gerekir. Siyasal katılım eksikliği ya
da siyasal ilgisizlik halkın “tüm” iradesini sandığa yansıtmaz. Ayrıca
depolitizasyon politikası da seçmenleri siyasal katılımdan uzaklaştırabilir.

* Siyasal Bilgisizlik: Seçmenlerin bir kısmı siyasete
ilgisiz iken, bir kısmı da bilgisizdirler. Okuma yazma oranının düşük olduğu bir
“cahil” toplumda seçim sonuçlarını halkın “gerçek” iradesi olarak görmek ve
kabul etmek ne ölçüde doğrudur? Eksik enformasyona, taraflı enformasyona
(propaganda ve medyanın yönlendirmesi ile ) ve aşırı enformasyona sahip
seçmenler sonuçta gerçek tercihlerini ortaya koyamazlar. Özetle, siyasal
manipülasyon metotları kullanılarak seçmene gerçek enformasyon sunulmamakta, bu
da seçmenlerin bilgisizliğini artırmaktadır.

* Siyasal Miyopluk: Sadece kendi önünü gören seçmenlerin
var olduğu bir toplumda halkın doğru tercihlerde bulunduğunu söylemek gerçekçi
değildir.

* Siyasal Unutkanlık (Amnesia): Seçim ve oylama
mekanizması bir iktidarın gücünü kötüye kullanma eğilimini ortadan kaldırmak
için yeterli değildir. Politikacı, seçmenin miyop olduğu kadar unutkan olduğunu
da çok iyi bilir ve ona göre davranır. Seçim yaklaştıkça kendisi de miyoplaşan
politikacı para musluklarını açar ve böylece seçmen, daha önce kendisine
“kaşıkla verip, sapıyla çıkaran” politikacının yaptıklarını unutur (!). Özetle,
sadece siyasal unutkanlık bile tek başına iktidarın ekonomik alandaki güç ve
yetkilerini sınırlamak için yeterli bir gerekçedir.

* Çoğunluk Despotizmi: Seçim sonunda en fazla oy alarak
iktidar koltuğuna oturanlar halkın değil, olsa olsa çoğunluğun çıkarlarını
temsil eden kimselerdir. Çoğunluk kuralına dayalı bir yönetimi (Çoğunlukçu
Demokrasi/Majoritarianizm) gerçek demokrasi olarak değil “çoğunluk despotizmi”
olarak görmek gerekir. Çoğunlukçu demokrasi, köklerini Rousseau’nun “genel
irade” görüşünden almaktadır. Oysa, “genel irade”, halk iradesi demek değildir.

* Plütokrasi: Bugün adına demokrasi dediğimiz siyasal
sistemde gerçek yönetici sınıfın, hem ekonomiyi, hem de devleti denetim altında
tutan plütokratlar olduğu görüşü de iktidarın meşruiyyetine bir gölgedir.
Plütokrasi, (etimolojik kökeni eski Yunanca ploutos (zenginler) +cratos
(iktidar) kelimelerine dayalıdır.) bugün için parasal gücü elinde tutan çıkar ve
baskı gruplarının egemenliğini ifade etmektedir. Çıkar lobileri ile oluşturulmuş
bir parlamentonun kapısında yazılı; “egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir”
sözünün gerçeği ne kadar yansıttığının üzerinde düşünülmesi gerekir.

* Lider Diktası: Bugün adına demokrasi dediğimiz
yönetimde lider sultası ya da lider diktası egemenliğin gerçekten halkın elinde
olmadığının bir diğer açık kanıtıdır. Halk, vekillerini kendisi seçmemektedir;
parti başkanlarının önceden seçtikleri kimseler arasında halk seçim yapmak
hakkına sahiptir. Böylesine bir demokrasi anlayışı despotizmden başka nedir ki?

* Elitizm ve Oligarşinin Tunç Yasası: Pareto, Mosca ve
Michels gibi teorisyenlerin ifade ettikleri gibi çağdaş demokrasilerde parti
kadroları belirli “elit” kesimlerin elinde toplanmıştır. Michels Yasası’na göre
partilerde başta genel başkanlar olmak üzere sınırlı bir kesim parti üzerinde
hegemonyaya sahiptir. Tunç kadar katı ve sert olan bu oligarşik yapı,
demokrasinin parti içerisinde dahi var olmadığını göstermektedir.

* Bağımlı Yargı: Kuvvetler ayrılığı ilkesi de demokrasi
için gerekli, ancak yeterli bir koşul değildir. Bugün çağdaş demokrasilerde
gerçek anlamda bir kuvvetler ayrılığından söz etmek mümkün değildir. Yargı,
iktidara bağımlıdır ve “bağımsız yargı” işlerlikten yoksundur. Bu nedenle, hiç
bir iktidarın eylem ve davranışları sadece yargıya ve göstermelik denetimlere
teslim edilemez.

* Yozlaşmaya Eğilimli Siyasal Güç: Tüm yukarıda
saydığımız nedenler bugün temsili demokrasilerde iktidarların güç ve yetkilerini
niçin sınırlamamız gerektiğini yeterince ortaya koyuyor düşüncesindeyim.
Demokrasi cahillerinin yukarıda saydıklarımızın yanısıra tarihten öğrenmeleri
gereken en önemli ders şudur: Sınırsız iktidar, yozlaşmaya eğilimlidir. Sınırsız
demokrasi, despotizm demektir.

Tarih; otorite ve güç delisi zalim yöneticilerin, despot
kralların halka yaptığı baskı ve eziyetlerle dopdoludur. “Temsilsiz vergileme
olmaz” sözü despot kralların vergileme yetkilerinin sınırlandırılması için
verilen mücadeleler neticesinde kazanılabilmiştir. Vergileme yetkisi kralların
elinden alınabilmiştir, ama bu kez bugün olduğu gibi parlamentodaki sözümona
halkın vekillerinin keyfiyetine terk edilmiştir!… 18. yüzyılda halk “temsilsiz
vergileme olmaz” diye haykırıyordu. Bugün ise “temsilsiz ve sınırsız vergileme
olmaz” demeli ve bunun için mücadele etmeliyiz.

Ciddi bir dejenerasyon ve deformasyon içinde olan demokrasi
bugün için halk egemenliğini ifade etmekten çok uzaklaşmıştır. Demokrasiyi
yeniden inşaa etmek için mücadele etmeden önce demokrasiyi yeniden
tanımlamalıyız. Gerçek demokrasi idealine daha fazla ulaşabilmek için “anayasal
demokrasi” nin gerekli olduğuna inanmalıyız. Anayasal demokrasi, iktidarı
anayasa ve anayasacılığın teknikleri ile sınırlamayı amaçlamaktadır. Öncelikle,
“iktidarları niçin sınırlamamız gerekir?” sorusunu kendi kendimize soralım.
İktidarların güç ve yetkilerinin sınırsızca ve sorumsuzca kullanılmasının doğru
olmadığına inandıktan sonra, iktidarları sınırlayacak araçlar ya da yöntemleri
bulmak her zaman mümkündür.

Dipnotlar:

1. “There is danger from all men. The only maxim of a free
government ought to be to trust no man living with power to endanger the public
liberty.” Notes for an Oration in Braintree Massachussetts (Spring 1772) bkz:

http://johnadamsweb.com/adamsquotes.html

2. “In questions of power, then, let no more be said of
confidence in man, but bind him down with the chains of the Constitution.” Draft
of the Kentucky Resolutions : October – 1798 bkz:

http://www.yale.edu/lawweb/avalon/jeffken.htm

Öz

En basit bir biçimde “Halkın, halk için, halk tarafından
yönetimi” olarak tarif edilen demokrasi, yüzyıllar boyunca insanlığın ideali
olmasına rağmen gerçek yaşamda bir “fantasma” olmanın ötesine geçememiştir. Bu
yazıda, bu durumun nedenler üzerinde durulmakta, gerçek demokrasiyi yeniden inşa
etmek için demokrasinin yeniden tanımlanması gereğine işaret edilmekte ve çözüm
olarak “anayasal demokrasi”nin önemine değinilmektedir.

Anahtar Kelimeler: İktidar, halk, demokrasi, temsili
demokrasi, anayasal demokrasi

Abstract

The democracy which can be simply described as "the
administration of the public by the public and for the public", have been an
ideal of humanity for many centuries, however it has become nothing more than a
"fantasy"… In this article, we will emphasize on the reasons of this situation
and we will point to the neccesity of re-defining the democracy for
re-establishing the real democracy and we will also mention about the importance
of the "constitutional democracy" as a solution.

Keywords: Government, public, democracy, representative
democracy, constitutional democarcy