Contribution of Worships to the Cultural Life: “The Case of Ramadan”

Genellikle ırmakların ilk kaynaklarından çıkan sular oldukça berrak
ve temizdir. Ama ırmağın geçtiği yatakların toprak türüne ve bu yataklara karışan
atık maddelerin cinsine göre suların vasfında, tadında, kokusunda ve renginde değişimler
yaşandığı bir vakıadır. İlk çıktığı kaynağında temiz ve berrak olan nehirlerin ve
ırmakların suyu, geçtiği toprak yataklarının rengine göre bazı değişimler yaşar.
Toprak çeşitlerinin farklı oluşundan dolayı bu suların farklı renk almalarında yadırganacak
bir durum yoktur. İşte bunun gibi yaşanan dindarlıklar da zamanla bazı aşınmalar
ve başkalaşımlar geçirebiliyor. Bunu belli bir sınıra kadar doğal karşılamak gerekir.
Örneğin, Kur’an ilk defa Mekke’de nâzil olmaya başladığı süreçte toplumun inanç
ve din anlayışında meydana gelen sapmaları düzeltti ve yeni hükümler koydu. Nasıl
ki, bir ırmağın suları geçtiği yerlerde değişik toprak çeşitleriyle teması esnasında
vasıflarında bir takım değişimlere uğramışsa, Müslümanlar da gerek fetihler ve gerekse
başka milletlerin örf, âdet, medeniyet ve kültürleriyle karşılaşması sonucu farklı
zenginlikler kazanmıştır. Biz bu farklı zenginliği, deseni, albeniyi, folklorik
yapıdan tutun da giyim, kuşamdan ev ve dinî yapıların mimarisine ve hatta mutfak
kültürüne kadar götürebiliriz. Bütün bu unsurlar ve anlayışlar İslam’ın tevhid ilkesini
ve naslarla açıkça tahkim edilerek belirlenmiş ibadet İslam’ını muhafaza ettiği
sürece bir zenginlik kaynağı olarak görülmelidir.

Bilindiği gibi toplumların; siyasî, sosyal, iktisadî, coğrafi, bedevî ve hadari
şartları dindarlıkların şekillenmesinde büyük pay sahibidir. Bu faktörlerden her
birisi kendine özgü dindarlığın oluşumunda etkili olmuştur. Sûfi, ahlâki ve kuralcı
eksenli dindarlıkların ortaya çıkması birçok unsurla yakın ilişkilidir. Demek ki
dinî hayat, belli bir tarihi süreçten sonra toplumların kültürel yaşam tarzlarıyla
örtüşerek folklorik bir din anlayışlarını da beraberinde getirebilmektedir. Elbette
ortaya çıkan bu yeni dinî yaşam biçimlerinin durması gereken sınırda durmadığı takdirde
müdahale edilmesi gereken yönleri olmalıdır ve olmuştur da.

İslam’da namaz, oruç, hac, zekât, kurban vb. gibi ibadetlerin yanında bu ibadetlerin
zaman içerisinde milletlerin örf ve adetlerine göre ortaya çıkardığı kültür farklılıkları
da var olmuştur. Aslında bir dinin, dindarın hayatında görünürlüğü şekil ve mana
ile birlikte onun sosyal ve kültür hayatına damgasını vurmasıyla daha çok varoluş
gerçeğini perçinler. Bir başka ifade ile dini hayata coşkusallık katma biraz da
o dinin kültürel boyutlarının ön plana çıkmasıyla ilişkilidir. İslam âleminde neo-selefi
din anlayışları "bid’at" kapsamına aldıkları bu durumla mücadele etmişlerse de (mevlid
okuma geleneğine ve türbe ziyaretlerine karşı olmak gibi) yaşanan dindarlıklar var
olduğu sürece dindarlığın kendisini kültürel anlamlarda da ifade etmesi, kaçınılmaz
olacaktır. Çünkü dini hayat, kültürel atmosferiyle ruhani bir boyut kazanır. İslam’da
namaz, hac, kurban vb. gibi her ibadetin ürettiği yan kültür boyutları vardır. İşte
biz bu makalemizde İslam’da önemli bir ibadet olan oruç, diğer bir ifadeyle Ramazan
ayının kültürel hayatla ilişkileri üzerinde duracağız.

Bütün İslam âleminde olduğu gibi ülkemizin her bir köşesinde bir ibadet türü olan
oruç mevsimi gelirken gönülden gelen iştiyakla hem maddi ve hem de manevi anlamda
bir hazırlık yapılır. Başta içinde barındığımız evlerimiz, ibadet mekânlarımız ve
Allah’ın nazargah-ı ilâhisi olan gönül kabemiz her türlü maddi ve manevi "kirden"
arındırılır. Anadolu’nun muhtelif yörelerinde bir temizlik ve nezaket dini olan
İslam’ın arınmayı teşvik edici hüküm ve tavsiyeleri sokak, çarşı, pazar, okul, cami,
kışla, kısaca sosyal hayatın her bir mekânında anlamlandırılır. “İyilik ve takvada
yarışınız” (el-Maide 5/2) emrinin bir gereği olarak da Müslüman halkımız ortak ibadet
mekânlarını temizlenmek suretiyle ramazan ayına hazırlarlar.

Her ibadetin oluşturduğu sektör yanı vardır. Ramazan ayının gelişiyle birlikte ekonomik
hayatta bir hareketlilik yaşanır. Bütün bir Anadolu esnafı, ticari hayatın kalbi
olan İstanbul’a akar. Gıda, giyim sektörü ve ulaşım oldukça canlanır. Bunun temel
sebebi, Ramazan ayına hazırlığın yapılmasıdır.

Öte yandan asıl Ramazan ayı kendisini kültürel boyutlarıyla ön plana çıkarır. Bunlar
arasında edebiyatın farklı çeşitleriyle ilgili yazılı ve görsel boyutları geldiği
gibi, göze hitabeden boyutları da gelir. Bunlardan birisi de "mahya" kültürüdür.
Camilerimizin minareleri "mahyalarla" süslenir. Özellikle mahyalarda ramazan ayı
ve oruçla ilgili âyet ve hadislere yer verilir. Bu gelenek tamamen bizim milletimize
özgüdür. Böyle bir şey dinde yoktur diye son mu vereceğiz? Bunun dine-imana zararı
değil, iletişim çağında bilakis faydası söz konusudur. Mahya geleneği, atalarımızın
geliştirdiği İslam’ın güzelliklerinin halka duyurulmasında bir yöntem biçimidir.
Özellikle Ramazan ayında camilerimizde mahyalar İstanbul siluetine ayrı bir güzellik
katmaktadır.

Ramazan ayı, aynı zamanda sınıfsal ayrımların bir süreliğine bile olsa ortadan kaldırıldığı
kutlu bir zaman dilimidir. Herkes oruç tutmakla fakir-zengin eşitlenir. Bu bağlamda
başta il yönetimleri ve belediyelerimiz olmak üzere, bir takım sivil toplum kuruluşlarının
öncülüğünde diğer Anadolu şehirlerinde olduğu gibi mega-kent İstanbul’un Sultanahmet
ve Üsküdar gibi en büyük semtlerinde Ramazan iftar çadırlarının kurulması ve bu
mekanlarda yoksullarımıza iftar ettirilmesi, sosyal dayanışma ve yardımlaşmanın
bir tezahürü olarak bir başka paylaşıma dayalı kültür zenginliğimizin en açık göstergesidir.
Tarihi dokusu yüksek olan bu mekânlarda kurulan iftar çadırlarında sadece iftar
yemekleri verilmemektedir. İnsanımızın midesine yönelik taleplerinin karşılanmasının
yanında gönlünün doyurulmasına yönelik kültürel taleplerine hizmet edecek faaliyetlere
de yer verilmektedir. Başta, sohbetler, dini musiki, yarışmalar, şiir geceleri,
tiyatro vs. gibi gösteriler olmak üzere, göze ve kulağa hitap eden meddah, Hacivat
ve Karagöz sahne oyunları bir kültür faaliyeti olarak Ramazan ayına ayrı bir değer
katmaktadır.

Yaşanan dindarlıkların, farklı karaktere sahip olan Müslüman toplumların yorumlamalarına
göre mutfak kültürlerinden tutun da folklorik yapılarına varıncaya kadar bir kültür
deseni çeşitlemesi oluşturduğundan söz edilebilir. İşte bu açıdan din ve dinin şekillendirdiği
kültür o kadar iç içe girmiştir ki, birini diğerine feda etmek mümkün değildir.
Çünkü din, kültür olaylarının tüm alanlarına yansımıştır. Coşkulu bir şekilde yaşandığı
bir toplumda din, kültür kimliğini ve toplumun benliğini yabancılaşmaktan korumada
çok önemli bir işlevselliğe sahiptir. Dinin fert ve toplum hayatından zayıflatıldığı
ya da uzaklaştırıldığı dönemlerde, sosyal hayatın değişimi ile birlikte kültürel
değişimi de kaçınılmaz olacaktır. Çünkü asimile olan bir insan, kendi kökenini,
milletinin sürekliliğini sağlamada kültür ve karakter dokusunu oluşturan özelliklerini
yitirir. Böylece kendi var oluşunu sağlayan epistemik kodlarından kopan ve yabancı
kültürlere açık olan şahsiyetler, milletinin öz değerlerinden nefret etmeye başlar.
Halkının tarihi, dini ve dinle yoğrulmuş kültürel değerleriyle barışık olmayan fertler
daima şahsiyet krizi yaşar, içinde başka bir kişinin olduğunu tahayyül eder.

Maalesef, yaklaşık bir asırdır, manevi değerlerimiz karşısında duyarsızlığı bir
yaşam biçimi haline getirdiğimiz andan itibaren nesillerimiz bir aidiyet sorunu
yaşamakla yüz yüze bırakılmıştır. “Hayat boşluk kabul etmez” fehvasınca, yabancı
kültürler, kendi değerlerimize yabancılaşmak suretiyle boşalttığımız alanları, doldurmaya
başlamıştır. Mutfak kültürümüz bile bundan etkilenmiştir. Mutfağımıza Amerikan kültürü
McDonaldslarıyla, hamburgerleriyle, Coca Colalarıyla, kısaca fasd-foodlarıyla girdi.
O halde işte Ramazan ayı kendi muhasebemizi yapma noktasında bizim için iyi bir
fırsat oluşturmaktadır. Yeniden bize özgü mutfak kültürümüzü ihya edebiliriz. Yabancılaşmaya
karşı kendimizi korumada Ramazan ayına özgü mutfak kültürümüzü yaşatma bizim millet
olarak tarihsel var oluşumuzun devamlılığına büyük katkı sağlayacaktır.

Son zamanlarda dinimizin bize kazandırdığı misafirperverlik, sosyal dayanışma türü
olan imece, zekat, infak, sadaka gibi dini ve sosyal hasletlerin kültürel kimliğimizde
meydana gelen yozlaşma neticesinde zayıflamaya yüz tuttuğu görülmektedir. Başkasını
kendisine tercih etme anlamına gelen fütüvvet ve i’sar ahlakı, yerini, “benim karnım
tok, başkaları bana ne, gerekirse açlıktan ölürse ölsün” gibi bir bencilliğe bırakmıştır.
Tekrar kaybolmaya yüz tutmuş değerlerimize kavuşmak için dinimizle topyekûn barışmaya
ve yeniden köklerimize dönmeye ihtiyaç vardır. Kaynağını dinimizden alan vakıf medeniyetimizi
yeniden kendi asli kökleri üzerinde yükseltebilecek imkânlara kavuşturucu gayret
içerisine girmekten başka çaremiz yoktur. Bu konuda Ramazan ayı bizim zayıf yanlarımızı
yeniden düzeltmeye ve tıkanan kültür damarlarımızı açmada yegâne yardımcı olabilecek
bir fırsatlar halkasıdır.

21. yüzyılı idrak ettiğimiz şu tarihi dönemeçte bütün çeşitleriyle dinlerin yeniden
dünyada yükselen bir değer olarak öne çıkmaya başladığını görüyoruz. Bu durum medeniyetler
tarihi üzerinde çalışan P. Sorokin’in; “toplumlar, maddi, pagan bir kültürden, aşkın,
kutsal ve ruhani bir kültüre doğru giden süreklilik çizgisi izler” tezini doğrulamaktadır.
Gözden ırak tutulmaması gereken bir husus, medeniyetler ve kültürler arasındaki
bu ayrışmada dinin yükselen belirleyiciliğine duyarsız kalmamaktır. Dine dönüş çabalarının
teolojik açıdan izahı, insanın gerçek tabiatının taleplerine göre hareket etmesi
değil midir? Çünkü maneviyattan uzaklaştırılmış insan yüreğinin uzun müddet dindışı
sâikleri önplana çıkarmış insan merkezli bir dayatmaya tahammülü yoktur. Bu yönüyle
halkımızın dini yoğunluğunun yaşandığı mekânlar arasında gelen camilerimizde kılınan
beş vakit namaz ve Cuma namazlarına ek olarak Ramazan ayına özgü kılınan teravih
namazlarına büyük teveccüh gösterilmesi, halkımızın dinine bağlılığının en büyük
kanıtıdır. Her akşam teravih öncesi camilerimizin minarelerinden yükselen salâtü
selamlar Peygamberimize (asm) bağlılığın bir alâmet-i fârikası olurken, teravih
namazı öncesi, arası ve sonlarında okunan ilahi ve kasideler dinle örülmüş kültürel
varlığımızın ana simgesidir. Buna Kadir Gecesi’nde okunan Mevlid-i Şerifleri de
eklemek mümkündür. Şüphesiz belli bir makamda icra edilen, ezanlar, mevlidler, salâlar,
ilahi ve kasideler, yaşayan kültürümüzün bir parçası olarak ibadet hayatımızın coşkusal
bir boyut kazanmasına hizmet etmektedir. Hele hele gerek camilerde ve gerekse evlerde
okunan mukabeleler dini yoğunluğu daha da artırmaktadır. Geçmişte belli bir tarihsel
dönemde manevi değerlere savaş açılan Balkan ve Kafkas coğrafyalarında, hâlâ Ramazan
coşkusu yaşanıyorsa bunu İslam dininin yaşatılan kültürel boyutuna borçluyuz. Yine
hâlâ yaşadığımız çağda evrensel manevi ve ahlaki değerler dünyada sömürgeciliğin
ve hele hele kültür sömürgeciliğinin her çeşidine karşı direniş ruhu aşılıyorsa,
bunun sebeplerini bireye irade hürriyeti veren İslam’ın temel dinamiklerinde ve
değiştirici davranış kalıbı olan kültürel dokusunda aramalıyız. Yaşadığımız dünyada
Türk Cumhuriyetleri ve Müslüman ülkeler arasında; ticaret, sanayi, sanat, edebiyat
ve kültür alanlarında bizi ortak işbirliğine sevk eden itici güç, işte aynı dine,
bu dinden beslenen ortak kültürel motiflerine ve tarihi değerlere sahip olmamızdan
kaynaklanmaktadır.

Sonuç olarak söylemek gerekirse, din, insanlık için vazgeçilmesi mümkün olmayan
bir kurumdur. O, insanlıkla birlikte doğmuş ve onunla birlikte devam edecektir.
Eğer bugün, sahur vakitlerinde büyük metropollerin merkez ve ilçe yerleşim alanlarında
ışıklar yanıyorsa, inananı-inanmayanı Ramazan coşkusuna kendisini kaptırmışsa, bu
din, sadece kapıcıların, yoksulların değil, varlıklı vatandaşlarımızın da sığınağı
olduğunu gösterir. Elbette zaman bakımından özellikle Ramazan ayında dolu dolu yaşanan
dini hayat, kültürel varlığımızın oluşmasında çok önemli bir rol oynamıştır. Bu
sebeple, zaman bakımından çevrimsel bir özellik taşıyan Ramazan ayı; işte sanat,
edebiyat, estetik, musiki, giyim tarzları, mutfak kültürü ve bir takım gösteri sanatları
gibi insan hayatının bütün evrelerine kültürel açıdan damgasını vurmuştur. Bizi
birleştiren ve bütünleştiren bu kültürel varlıklarımızı korumak ve muhafaza etmek,
hepimizin boynunun borcudur. Eğer toplumun vicdanı, sağlam kaynaklara dayalı ve
dini doğru anlayan eğiticiler tarafından doğru din eğitim ve öğretimi ile beslenirse,
din bütün zamanlar için insanlık tarihinde manevi ve ahlaki bir zabıta sistemi oluşturabilir.
O halde millet olarak, yeniden sosyal, siyasal, ekonomik, fikri, ilmi ve dini alanlarda
gelişmeci bir tavır sergilemek suretiyle çağdaş uygarlık düzeyine çıkmak istiyorsak,
yeniden kültürel kimliğimizin köklerine dönmekten başka çıkar yolun olmadığını bilmeliyiz.

Öz

İslam sadece kişinin aklına değil, gönlünün taleplerine de hitap eder. Çünkü kuru
dindarlık, gerçek dindarlık değildir. Bu sebeple İslam’da gerek zamana ve gerekse
bir mekâna bağlı olarak icra edilen ibadetlerin zaman içerisinde kültür boyutları
ortaya çıkar. Dinden beslenen bu boyut, ibadetlere de bir coşkusallık katar. Belli
bir zamana bağlı olan ibadetlerden birisi Ramazan ayında tutulan oruçtur. Zaman
bakımından çevrimsel bir özellik taşıyan Ramazan ayı; sanat, edebiyat, estetik,
musiki, giyim tarzları, mutfak kültürü ve bir takım gösteri sanatları gibi insan
hayatının bütün evrelerine kültürel açıdan damgasını vurmuştur. O halde bizi birleştirmede
çok önemli bir faktör olan ibadetlerin kültürel boyutları yaşatılmalıdır.

Anahtar Kelimeler: İbadet, kültür, oruç, Ramazan, mahya

Abstract

Islam not only addresses to the person’s mind’s needs, but also his/her heart’s.
Because dry devotedness is not real devotedness. Therefore, worships performed in
Islam depending on both the time and space reveal their cultural aspects within
time. This aspect fed by the religion adds enthusiasm to the worships. One of the
time-dependent worships is the fast performed during Ramadan. Bearing a circular
quality in terms of time, Ramadan month affixed its signature on all phases of human
life such as arts, literature, aesthetics, music, wearing styles, cuisine and some
performing arts. Therefore, cultural aspects of the worships, which are the important
factors to unite us should be sustained.

Keywords: Worship, culture, fasting, Ramadan, Mahya, religious music