The Necessity of Praying According to Imam Al-Maturidi and its Rational basis
Giriş
Ehl-i Sünnet kelâmının kurucu isimleri arasında bulunan İmam Mâtürîdî (ö. 333/944),
her konuda olduğu gibi ibadetler hakkında yaptığı açıklamalarda da sadece vahyî
beyanları zikretmekle yetinmemiş, konuyu rasyonel açıdan ele alarak tartışmıştır.
Hatta onun ibadetin gerekliliği fikrini öncelikle rasyonel temeller üzerine bina
ettiği söylenebilir. Özellikle “niçin insan Allah’a ibadet etmeli?”, İbadetler neden
gereklidir?” gibi sorulara verdiği cevaplarda aklî izahlara yer vermektedir. Zaten
ona göre aşağıda görüleceği gibi ibadetler kişinin Allah’a olan şükrünün ifadesi
olup vahiy bulunmasa dahi aklın gerekli gördüğü bir husustur. Bu makalede başlangıçta
Mâtürîdî’nin ibadetleri şükür olarak değerlendirmesi üzerinde durulacak, devamında
Allah’a şükrün gerekli kılınmasının nedenleri ortaya konulacak, daha sonra da İslâm’ın
esaslarından sayılan belirli ibadetlerin hikmetleri irdelenerek makale sonlandırılacaktır.
1. İbadet: Allah’a Şükrün İfadesi
İmam Mâtürîdî’nin düşünce sistemi içinde ibadet hakkında fikir beyan edebilmek
için öncelikle şükür kavramı üzerinde durmak gerekir. Çünkü Mâtürîdî, ibadeti şükürle
ilişkili bir biçimde ele alarak değerlendirmektedir. Mâtürîdî’ye göre söz, amel
ve inançta bütün varlığın Allah’a has kılınması”1 şeklinde tanımlanabilecek ibadetlerin
hepsinin temel gayesi, Allah’a olan şükrü ifade etmektir. Dolayısıyla Allah’a yönelerek
yerine getirilen ibadetlerin tamamı, insanın Rabbine karşı duyduğu şükrü dile getirmektedir.
Bu sebeple ibadetler, şükrün anlam alanı içine girmektedir. Zira çeşitli şekillerde
açıklanan şükrün anlamlarından biri de “insanın, kendisine verilen nimeti, sadece
Rabbine taatta bulunmak için kullanmasıdır.”2 Buna göre insanın yerine getirmekle
yükümlü tutulduğu her bir ibadetin, aynı zamanda O’na olan şükre karşılık geldiği
açıktır. Nitekim Hz. Peygamber aleyhisselâm bütün taat fiillerinin şükrün kapsamı
içinde olduğunu belirtmiştir. Hz. Peygamber’in, geçmiş ve gelecek günahlarını Allah
bağışladığı halde, neden ayakları şişinceye kadar namaz kıldığını soranlara “Şükreden
bir kul olmayayım mı?”3 şeklinde cevap vermesi bunun delilidir.4 O halde “Allah’a
ibadet eden herkes aynı zamanda O’na şükretmiş olur” hükmüne varmak yanlış değildir.
Diğer taraftan bütün taat fiilleri şükür altında yer aldığına ve hepsinin gayesi
de Allah’a duyulan şükrü göstermek olduğuna göre ibadetin gerekliliğine yönelik
bir incelemenin ulaşacağı sonuçlar, temelde şükrün neden gerekli görüldüğü sorusuna
verilen cevapta bulunacaktır. Böyle bir düşünce ile aşağıda şükrün gerekliliği üzerinde
durularak aslında ibadetin gerekliliği ortaya konulmaya çalışılmıştır.
2. Allah’a Şükrün Gerekliliği
Mâtürîdî, insanın Allah’a şükretmesinin gerekli olduğu hükmüne salt vahyî bildirimlerden
hareketle değil, öncelikle akıl yoluyla ulaşmaktadır. Tabii Mâtürîdî böyle bir hükme,
âlemi yaratan bir Tanrı’nın varlığı ile aklın iyi ve kötünün bilgisine ulaşma imkânına
sahip olduğu gerçeğine dayanarak varmaktadır. Ancak Mâtürîdî, bu gerçekleri delile
dayanmaksızın bir ön kabul olarak benimsememektedir. Tam aksine kullandığı aklî
istidlâl metodu, onu bu gerçeklere götürmektedir. Yani en başında bunları da aklî
istidlâl yolunu kullanarak temellendirmektedir. Onun düşünce aşamalarının bütününü
bir makalenin sınırları içinde anlatmak mümkün olamayacağından elinizdeki çalışmada
sadece Allah’a şükrün gerekliliği üzerinde durulmuştur.5
Bu noktada Mâtürîdî’ye göre aklın, adalete meyleden zulümden de kaçınan bir tabiatı
bulunduğunu belirtmek gerekir. Zaten Allah’a şükretmenin gerekliliği fikri, aklın
bu yapısından kaynaklanmaktadır. Zira böyle bir akıl “nimet verene şükretmenin”
iyi ve gerekli bir davranış olduğunu insana bildirmektedir.6 Açıkçası Mâtürîdî’ye
göre insan, kendisine nimet verip lutufta bulunanı tanıyıp teşekkür etmenin yerinde
bir davranış, aksinin ise çirkin ve zulüm olduğunu aklıyla kabul eder.7 Üstelik
Mâtürîdî açısından nimet verene teşekkür etmenin iyi ve güzelliği, tıpkı Mu‘tezile’nin
de ifade ettiği gibi duruma ve şartlara göre değişmeyen, kendinde iyi olan hususlardandır.8
İnsan aklı, kendisine nimet lutfedene teşekkür etmeyi, nimet gerçeğini tanımayı
gerekli gördüğü gibi, bu durumların karşıtı olan nankörlük ve cehâletten kaçınmayı
da gerekli görür.9 Bu durumda insanoğlunu mükemmel bir şekilde yaratmakla kalmayıp
yeryüzünde varolan her şeyi insanın hizmetine veren bir Tanrı’ya şükredilmesinin
gerekliliği, zorunlu olarak açığa çıkar. Üstelik Mâtürîdî’nin de belirttiği gibi
insanın, Allah’ın lutfunu kazanmasını hak ettirecek herhangi bir davranışı olduğu
söylenemez. Dolayısıyla Allah’ın insanlara olan lutfu, ne mukabelede bulunma ne
de kul tarafından kazanılmış bir hakkın Allah tarafından ödenmesi anlamına gelmemektedir.
Zira insanda böyle bir durumu doğuracak hiçbir davranış vuku bulmamıştır.10 İnsanoğlu
yaptığı bir iyiliğin veya davranışın karşılığı olarak verilen bir şeye dahi teşekkür
etme zorunluluğu duyarken, herhangi bir iyiliği ve davranışı bulunmadığı halde kendine
sunulan sonsuz ilâhi lutuflara karşı nasıl kayıtsız kalabilir? Nimet verene şükretmek
iyi ve gerekli olarak görüldüğüne göre bunun Allah’a karşı yapılması elbette daha
iyi ve gereklidir.
Bu genel değerlendirmelerle birlikte Mâtürîdî, insanın vücut yapısından hareketle
bazı açıklamalar yapmaktadır. Ona göre Allah, insan türünü diğer canlılardan farklı
bir yapıda yaratmış, onun her bir organına sonuna kadar kullanılabilecek bir esneklik
vermiştir. Bu sayede insan avuçlarını açıp kapatabilmekte, bir şeyi alıp verebilmekte,
eklemlerini büküp doğrultabilmekte ve çeşitli eylemleri gerçekleştirebilmektedir.
Öyle görünüyor ki Mâtürîdî bu ifadeleriyle insanın diğer canlılardan farklı olarak
elini kullanabilme yeteneğini imâ etmektedir. İnsanoğlunun gelişimini sağlayan bütün
eylemlerinin elini kullanmasına bağlı olduğu hatırlanırsa, bu farklılığın önemi
daha iyi anlaşılır. Mâtürîdî insan uzuvlarındaki bu ayrıcalığın onun kulluk için
yaratıldığına işaret ettiğini düşünmektedir.11 Hatta insanın bütün organlarının
ibadet etmeye elverişli yaratıldığı da söylenebilir.12
Ortaya konulan tüm bu hususlarla, akıl açısından yaradana şükrün gerekliliği
temellendirilmiş olmaktadır. Peki insanın Allah’a şükretmesi ne demektir? İnsanların
birbirine teşekkür etmesinden farkı nedir? Mâtürîdî, insanlar arasındaki şükrün
“bir şeyin karşılığını verme ve ödüllendirme” şeklinde gerçekleştiğini ifade etmekte
ve “insanlara şükretmeyen Allah’a şükretmez”13 hadisinin bu anlama delil olduğunu
belirtmektedir. Ancak insanların Rablerine şükürleri kuşkusuz karşılığını verme
ve ödüllendirmeyle izah edilemez. Çünkü insanın, Allah’ın kendisine verdiği en küçük
bir nimetin dahi şükrünü eda etmeye gücü yetmeyeceği açıktır.
Diğer taraftan Allah’ın insanların şükrüne ihtiyacı olduğu da söylenemez. Zira
Mâtürîdî’nin ifade ettiği gibi, “O, mahlûkatının kendisine tapınmasından müstağnidir.
Şu halde Allah, kullarını kendi yararları için kulluğa tâbi tutarak nimetlerine
şükretmelerini istemiştir ki teklife muhatap kıldıklarını dilediği gibi imtihan
etmek O’nun şânına lâyıktır.”14
Bu bağlamda Mâtürîdî, Kur’ân-ı Kerim’de İsrâiloğulları’nın kendilerine verilen
nimeti hatırlamalarını emreden âyetin15 şükür olarak da yorumlanabileceğini belirtmektedir.
Yani nimetlerin hatırlanması emriyle, lutfedilen nimetin şükrünün başkasına değil
sadece Allah’a yöneltilmesi kastedilmiş olmaktadır. Tabii âyet bu şekilde anlaşıldığı
zaman artık muhatap sadece İsrâiloğulları değil bütün insanlardır. Çünkü nimetlere
mazhar kılınan herkes Rabbine şükretmekle görevlidir. Yine Mâtürîdî, nimetin şükürle
karşılanması emrinin, onun dil ile ifade edilmesi değil, Allah’tan geldiğinin kalp
ile bilinmesi anlamına geldiğini vurgulamaktadır. Yani insanın böyle bir bilince
sahip olması gerekir. Zira insan bütün ömrünü bu yolda harcasa da, Allah’ın lutfettiği
nimetlerin hepsinin şükrünü eda edemez; bu durumda onun yapacağı şey bunlardan birine
dahi ömrü boyunca şükürle mukabele etmekten âciz olduğunu itiraf etmesinden ibarettir.16
Bu hakikati ifade eden Mâtürîdî’ye göre insanların şükretmelerini emreden ilâhî
beyânlarla kastedilen anlam, birkaç şekilde yorumlanabilir. Birincisi, Allah’a şükretmek,
nimetlerin O’ndan geldiğini bilmektir. İkincisi, insanın verilen nimetlere şükrü
yerine getirmekten âciz olduğunu itiraf etmesi ve bu noktadaki eksikliğini bilmesidir.
Üçüncüsü insanın verilen nimeti sadece Rabbine taatta bulunmak için kullanmasıdır.17
Mâtürîdî’nin bu tasnifinde birinci ve ikinci kısma giren şükrü yerine getirmekte
akıl tek başına yeterli görülebilir. Ancak akıl taatın nasıl yapılacağını, vahyin
yönlendirmesi olmaksızın tek başına bilemez. Dolayısıyla üçüncü kısma yönelik şükrü
yerine getirebilmek için vahyin öğretisine ihtiyaç duyar. Vahiy, insanoğluna Allah’a
şükrünü nasıl yerine getireceğini beyân etmekle bu konuda akla yardımcı olmaktadır.
Aslında bu da Allah’ın insanlara verdiği ayrı bir lutfudur. Diğer taraftan bütün
insanlara bu noktada aynı nimetler verildiği gibi, birbirinden farklı değerde nimetler
de verilmiştir. Bunların değerini ise insan bilgisinin kuşatması mümkün değildir.
Dolayısıyla insanın değerini dahi kuşatamayacağı nimetlerin, şükrünün ne şekilde
olacağını bilememesi tabiidir.18
Yukarıda belirtildiği gibi şükrün anlam açılımlarından üçüncüsü her bir ibadetin
aynı zamanda O’na şükür manasına geldiğini gösterir.19 İşte bu ibadetlerin neler
olduğu vahiy tarafından belirlenir. Ancak Mâtürîdî’ye göre, akılda nimet verene
şükretme ve ona karşı nankör davranmaktan sakınma yetisinin olması, insanın emir
ve yasakları ibtidâen benimsemesinde etkin bir rol oynamaktadır.20 Dolayısıyla Mâtürîdî
genel olarak ibadetlerin gerekliliğini açıklarken akla dayanmaktadır. Bu genel kural
yanında Mâtürîdî İslâm’ın temel esasları arasında yer alan ibadetlerin her birinin
anlamı ve hikmetine dair de yorumlar yaparak bir anlamda onları da aklî açıdan temellendirmektedir.
Devam eden kısımda belirli ibadetler bu açıdan ele alınacaktır.
3. İslâm’ın Esasları Olan İbadetlerin Hikmetleri
İbadetlerin hikmetleri üzerinde Mâtürîdî’nin yaptığı açıklamalara geçmeden önce
temel bir prensip olarak Allah tarafından yerine getirilmesi emredilen her bir ibadette,
insan aklının bilmeye güç yetiremeyeceği bazı hikmetler bulunabileceğini belirtmek
gerekir. Dolayısıyla bu konuda yapılan yorumlar hiçbir zaman nihaî bilgiler olarak
görülmemelidir. Nitekim Mâtürîdî bu ve benzeri konularda çeşitli izahlara yer verdikten
sonra “nihaî gerçeği bilen Allah’tır”21 şeklinde bir ifade kullanmakla bu gerçeğe
işaret ediyor olmalıdır. Yaratıcı hakîm, dolayısıyla fiilleri de hikmetli olduğuna
göre O’nun tarafından yapılması emredilen ibadetlerde de çeşitli hikmetler bulunmalıdır.
Bu prensiplerle birlikte farz kılınan her bir ibadetten faydalanacak olanın, insanın
kendisi olduğunu tekrar hatırlatmak gerekir. İbadetleri yerine getirdiğinde ondan
fayda görecek insan olduğu gibi yerine getirmediğinde zarar görecek olan da insandır.
İbadetlerin insana yönelik faydası hem dünya hem de âhiret hayatı için geçerlidir.
Mâtürîdî’ye göre her şeyden önce ibadetler insana hem âhirette yüce varlığın huzuruna
çıkacakları zaman şahit olunacak dehşet verici halleri hatırlatır, hem de öte dünyada
kendilerine vaad edilen mutluluğun hazlarını hissettirir. Bu iki hal, insanı kötülükten
sakındırırken iyiliğe de yöneltir. İslâm filozofu İbn Sînâ’nın (ö. 428/1037) ibadetlerin
gerekliliği ve faydasına yönelik yaptığı açıklamaların bir kısmı da bu meyandadır.
İbn Sînâ’ya göre ibadetler, insanlarda Allah ve âhiret hayatına yönelik duyguların
canlılığını kaybetmemesi işlevini görmektedir.22
İbadetler hakkındaki bu genel bakış açısı yanında Mâtürîdî ayrıca her bir ibadetin,
verilen bir nimet türüne karşılık geldiğini düşünmektedir. “Allah, kullarına beşer
türünün yaşadığı her hal ve tavır yahut onlara mahsus her bir zevk için bir ibadet
farz kılmıştır. Böylece onların ifa edeceği her türlü ibadet, bunu ifa edenin yaşadığı
ve istifade ettiği imkân ve nimetlere mukabil bir şükür olur. Çünkü her lezzet ve
hayatta faydalanılan her imkân, Allah’ın, bu lezzet ve imkânın sahibine tahsis ettiği
bir nimettir.”23 Açıkçası her nimetin şükrü de kendi cinsinden yapılmalıdır. Zira
şükrün edası verilen nimetin dışındaki bir şeyle gerçekleştiği takdirde o zaman
burada şükürden değil bir alış-veriş ya da değiş tokuştan bahsedilir.24
Bütün ibadetleri bu bakış açısından hareketle yorumlamak mümkündür. Meselâ insan,
hayatının farklı merhalelerinde ayakta durmak, oturmak veya yaslanmak gibi yaygın
şekillerin bulunduğunu görmekteyiz. Bu ilâhî nimetlere şükretme amacıyla ifa edilecek
ibadetlerin de namazda olduğu gibi aynı merhaleleri içermesi tabiidir. Benzer şekilde
toplum hayatında ast-üst, âmir-memur sistemi değişmeyen bir uygulamadır. Aynı çizgide
Allah’ın yüceliğini benimseyip daima O’na gönül bağlamak dinî açıdan da her zaman
gereklidir. Buna göre İslâm’da yer alan ibadetler, kulların ibadet dışındaki hayatlarında
bulundukları hal ve tavırlara paralel olarak şekillendirilmiş denilebilir.25
Mâtürîdî bu konuda detaylı açıklamalara yer verir. Ona göre Allah insan türüne
bedeni ayakta tutacak gıdalar, arzularını tatmin edecek çeşitli lezzetler lutfetmiştir.
Ayrıca kendileri için halk nazarında bir üstünlük ve itibar vesilesi olan servetler
de vermiştir. Buna bağlı olarak da, insan tabiatınca sevilip tercih edilen nimetlerden,
bir kısmının elden çıkmasını gerektiren ibadetler koymuştur.26 O halde namaz, bedeni
ayakta tutacak kadar nimete, zekât servete; oruç ise lezzetlere karşılık olarak
farz kılınmıştır.
Mâtürîdî bu düşüncesini başka açıklamalarla da ortaya koyar. Ona göre namaz,
üzerinde Allah’a şükür borcu bulunan bedenin bütün organlarını çalıştırmayı içeren
bir ibadettir. “Şunu da ilâve etmek gerekir ki namaz ibadetinde, insan bedeninde
yaratılış gereği bulunan bütün yetenekler, son noktasına kadar iradî olarak kullanılmaktadır.
Meselâ namazda kalbi niyet yoluyla Allah’a hasretmek; azabından endişe edip rahmetini
ummak (havf ve recâ), hem zihni hem de aklı tâzim ve saygı ile diri tutmak gibi
davranışlar bulunmaktadır. Dolayısıyla namaz kılanın her hareketi, Allah’ın o noktadaki
sınırsız nimetine mukabil bir şükür konumunda bulunur.”27
Mâtürîdî namazın kul ile Allah arasındaki yakınlığı sağladığını ve bütün iyi
davranışları bünyesinde topladığını ayrıca vurgular. Zira kulun Allah’a olan boyun
eğiş ve itaat fiilinin doruk noktası namaz içinde yer alır. Çünkü namazda Allah’ın
huzurunda durmak, niyaz konumunda O’nunla konuşmak, Allah için eğilerek rükûa gitmek,
secdeye kapanarak yüzü toprağa sürmek gibi hareketler mevcuttur.28
Zekât ise kalpler arasında ülfet ve birliğin sağlanması amacına yardım eden,
veren kimse ile diğer insanlar arasında etkili bir ibadettir. Zekâtta başkalarına
yönelik olarak şefkat ve merhamet unsurları bulunmaktadır.
Üstelik servet sahipleri dünya hayatında mali açıdan üstün bir konumdadır ve
onlar hayatın tadını farklı açılardan almaktadır. Bu sebepledir ki mallarının bir
kısmını Allah için vermeleri emredilmiştir. Ayrıca içindeki her şeyle birlikte yeryüzü,
sadece zengin bir kesim insanın değil, bütün insanların hizmetine sunulmuştur. Dolayısıyla
verilen nimetlerden faydalanmak sadece zenginin hakkı değildir. O halde herkesin
bu nimetlerden belirli bir ölçüde istifade etmesi için zengin, kendinde olandan
fakirlere de vermelidir.29
Bununla birlikte zekâtta malın bütününün verilmesi emredilmemektedir. Zekâtın
zarurî ihtiyaçların dışında kalanlar üzerinden farz kılınmasının da çeşitli sebepleri
vardır. Öncelikle insanoğlu hayatını sürdürmek zorundadır. Yani sahip olunan servetin
bir kısmı bedenin aslî ihtiyacıdır ve insan başkasına yardım yaparken kendini ve
ailesini de ihmal etmemelidir. Hatta kendi bedeni için gerekli olanı başkalarına
harcamak suretiyle Allah’a yakınlık kazanmak söz konusu değildir. Aksine insanın
bedeninin sağlığı için gerekli olanı kendisine harcaması da Allah katında bir derece
kazanmaya yol açar. Çünkü kişinin hayatını ve sağlığını koruması da farzdır. Ancak
malî imkânların aslî ihtiyaçtan fazla olan kısmının belirli bir miktarını başkaları
için harcamak Allah rızasına vesile kılınmıştır, çünkü bu kısım, beden için zaruri
olmayıp zevk almaya yöneliktir.
Diğer taraftan zekât sadece senede bir farz kılınmıştır ki bu da iki temel sebeple
açıklanabilir. Birincisi, zengin, muhtelif harcamalara bağlı olarak peş peşe gelen
çeşitli görevlerle yükümlüdür. Burada kişiye kolaylık sağlamak amacıyla zekât ödemesi
sene sonuna ertelenmiştir. İkincisi, zekât ihtiyaçtan fazla olan servet için farz
kılınmıştır. Fazlalık ihtiyaçtan sonra kalan şeydir. İhtiyaçlar ise aynı seviyede
devam etmeyip zaman içinde yeni harcama alanları doğabilir. Ancak bu durum, azamisi
bir yıl olan belli bir müddet içinde belirginlik kazanabilir.
Diğer bir husus zekât ihtiyaçtan fazla servet için farz kılınmıştır. Ancak servet
hayatın çeşitli safhaları içinde biriktirilir. Burada insan ömrü değil, bir yıl
ölçü olarak belirlenmiştir. Eğer ödeme süresi ömür olarak belirlenseydi servet başkasına
intikal edebilir, bu durumda da önceki durum gibi bir gereklilik ortaya çıkar ve
sonuçta zekât ortadan kalkmış olurdu. Halbuki fazla servetin bir kısmının fakirlerin
ihtiyaçlarını gidermek için kullanılması gerekir. Şüphe yok ki bu etkinliğin yürütülebilmesi
için hem zengin hem de fakir için elverişli bir süre belirlenmelidir.30
Bu açıklamalara yer veren Mâtürîdî’ye göre Allah namaz ile zekâtın dindeki konumlarını
yüceltmiş, durumlarını şerefli kılmış ve derecelerini üstün mertebeye çıkarmıştır.
Azîz ve celîl olan Allah namaz ve zekâtla ilgili emirlerini Kur’ân’da muhtelif yerlerde
tekrar etmiştir. Hemen hemen bütün sûrelerde bu iki husus tekrar tekrar vurgulanmıştır.
Bu olgu namaz ile zekâtın durum ve konumlarının önemine, Allah nezdindeki derece
ve değerlerinin üstün bulunmasına bağlı olmalıdır. Bunun için olmalı ki Yüce Allah
namaz ile zekâtı geçmiş peygamberlerin şeriatlarında da farz kılmıştır. Üstelik
namaz ile zekât, Kur’ân’da yer aldıkları hemen her yerde imanla paralel bir şekilde
zikredilmiştir.
Bütün bu yorumların yanında Mâtürîdî, insanlar arasındaki kardeşliğin namaz ve
zekâtla meydana geleceğine ayrıca işaret etmekte31 ve bu düşüncesini “Müşrikler
tövbe edip namaz kılar ve zekât verirlerse din kardeşlerinizdir.”32 âyeti ile delillendirmektedir.
Dahası Mâtürîdî’ye göre namaz ile zekât, aklen de gerekli görülen iki ibadettir.
Çünkü namaz bütün iyi davranışları bünyesinde toplamakta, Allah’a boyun eğiş ve
ürperişin zirve noktasını oluşturmaktadır. Böyle bir hal, nakil gelmemiş olsa da
aklın gerekli bulduğu bir husustur. Benzer bir şekilde zekâtta da beşerî duygu ve
arzuların arınmaya tâbi tutulması ve ayıklanması söz konusudur. Bu da akıl açısından
gerekli olan hususlardan biridir.33
İslâm’ın temel ibadetleri arasında yer alan oruç hakkında da Mâtürîdî aklî izahlar
yapmaktadır. Şöyle ki, “yiyecek, içecek ve benzeri beşerî arzu ve ihtiyaçların yerine
getirilmesi, hayatın halden hale değişmesi sebebiyle bütün zaman dilimlerinde tekdüze
değildir. Bu realiteye paralel olarak oruç ibadeti belli zamanlara tahsis edilmiştir.
Hayatın maddî zevkleri kesintisiz olarak devam etmediği için oruç ibadetinin de
lutf-i ilâhî ile kesintisiz olması hikmete uygun görülmemiş ve oruç yıl boyu değil
senede bir ay ile sınırlandırılmıştır. Yine de kefâretler, adaklar ve nafileler
gibi başka sebeplerle hayatın çeşitli safhalarında oruç tutulmaktadır.”34
Mâtürîdî bedenî ibadetler olmaları açısında namaz ve orucu ayrı bir değerlendirmeye
tabi tutar. Ona göre namaz ve orucun yerine getirilmesi için gerekli olan bedenî
güç farklılık arzettiği için bu ibadetlerin eda edilmesi, terk edilmesi veya bazı
ruhsat ve kolaylıklara tâbi tutulması noktasında da farklılıklar vardır. İnsana
her an değil gün içinde belirli zaman aralıklarıyla namaz kılması emredilmiştir.
Çünkü namaz ardı ardına devam edecek olsa, lezzet eleme, beşerî arzu da acıya dönüşür.
Bu sebeple sürekli namaz kılmak söz konusu değildir. Farz kılınan namazlar ise insanı
yapacağı normal işlerden alıkoymaz. Ancak oruç böyle değildir, bedene zarar getirir.
Bu sebeple namaz ibadeti her gün, oruç ibadeti ise uzun aralıklarla farz kılınmıştır.35
Benzer bir durum hac için de söz konusudur. Nitekim hac ibadeti mükellefe ömürde
bir defa farz kılınmıştır, çünkü bu ibadet -istisnalar dışında- normal halde tercih
edilemeyecek uzun yolculukları gerektirir. Bu sebeple de özel bir statüde tutularak
ifası hayatta bir defaya münhasır kılınmıştır.
Mâtürîdî İslâm’ın beş temel ibadetine dair böyle yorumlar yaptığı gibi ibadetlerin
hikmetlerinden bahsederken cihad üzerinde de durmayı ihmal etmez. Ona göre cihad
bir toplum için bedenin hayatiyetini sağlayan yiyecekler gibi önemlidir. Zira cihad
terk edildiğinde Müslümanlar üzerinde düşmanın hâkimiyet kurma tehlikesi zuhur eder.
Bu da bedenlerin, dinlerin ve servetlerin yok olmasına sebebiyet verir. Bu tehlikelerden
korunmak için bedenin gıdasını sağlamak farz olduğu gibi cihad da farzdır.36 O halde
cihadın saldırı amacıyla değil, savunma ve adaleti koruma amacıyla gerekli kılındığı
söylenebilir.
Sonuç
Bütün bu değerlendirmelerinin sonucunda ibadetlerin farz kılınmasının sebebi
şu cümlelerle özetlenebilir: “Allah Teâlâ bütün insanlara çeşitli nimetler lutfetmiştir,
meselâ insanı tür olarak üstün konumda yaratmış, yeryüzündeki her şeyi onun emrine
vermiş ve sayısız nimetleri ayaklarının altına sermiştir. İşte bundan dolayı insanın
kendisine lutfedilen nimetlere mukabil Allah’a şükretmesi gereklidir.”37
Öz
Bu makalede öncelikle Ehl-i Sünnet kelâmının kurucularından biri olan ve akla
yaptığı vurgu ile temayüz eden İmam Mâtürîdî’nin “ibadetler niçin gereklidir?” sorusuna
verdiği cevaplar araştırılacaktır. Daha sonra, Mâtürîdî ibadetleri “şükür” ile anlamlandırdığı
için, konu şükür merkezinde incelenecektir. Bu bağlamda Allah’a şükrün gerekli kılınmasının
nedenleri irdelenecek ve İslâm’ın esasları arasında kabul edilen belirli ibadetlerin
hikmetleri üzerinde durularak makale sonlandırılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Mâtürîdî, ibadet, şükür, nimet, lutuf
Abstract
In this article I will analyze how Imam Abu Mansur al-Maturidi replied that of
the question “why people must worship God?” Then I will focus on the term of gratitude
so al-Maturidi thought that gratitude is the real meaning of worship. In this context
I will examine reasons of gratitude for God. In the end, I will explain the purpose
of prays which accepted the pillar of Islam according to al- Maturidi.
Key Words: al-Maturidi, worship, pray, gratitude (shukr), blessing, gracious
Dipnotlar
1- Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân (İlmî Kontrol Bekir Topaloğlu),
I-XIV, İstanbul: Mizan Yayınevi 200 5-2009, I, 56.
2- Mâtürîdî, a.g.e., IV, 90.
3- Buhârî, “Rikâk”, 20, “et-Teheccüd”, 6; Müslim, “Sıfâtü’l-münâfikîn”, 79-81.
4- Mâtürîdî, a.g.e., I, 13; a.g.e., VIII, 67.
5- Bu kısım büyük ölçüde İmam Mâtürîdî’de Akıl-Vahiy İlişkisi (İstanbul: İz Yayıncılık,
2009) adlı eserime dayanılarak hazırlanmıştır. Bk. s. 198-204.
6- Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, s. 156, 274; Kitâbü’t-Tevhîd Tercümesi
(çev. Bekir Topaloğlu), Ankara: TDV Yayınları 2002, s. 127, 224 (Müteakip dipnotlarda
tercümedeki sayfa numaraları parantez içinde verilecektir).
7- Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, II, 325; Nesefî Tebsıratü’l-edille fî usûli’d-dîn
(nşr. Claude Salamé), I-II, Dımaşk: Institut Français de Damas 1990-93, I, 458.
8- Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, s. 310 (251).
9- Mâtürîdî, a.g.e., s. 411 (328).
10- Mâtürîdî, a.g.e., s. 274 (224).
11- Mâtürîdî, a.g.e., s. 278 (227).
12- Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, XIV, 157.
13- Tirmizî, “Birr ve Sıla”, 35; krş. Ebû Dâvûd, “Edeb”, 11.
14- Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, s. 117 (96).
15- el-Bakara 2 /40.
16- Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, I, 109-110.
17- Mâtürîdî, a.g.e., IV, 90.
18- Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, s. 278 (227).
19- Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, I, 56.
20- Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, s. 411 (328).
21- Msl. bk. Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, I, 207, 208.
22- İbn Sînâ ayrıca ibadetlerin peygamberlerin insanlara öğrettiği prensiplerin
zihinlerde yer etmesi, bir meleke haline gelmesi, kendileri vefat ettikten sonra
öğretilerinin unutulmaması gibi faydalarından da bahseder. bk. Ömer Mahir Alper,
İbn Sînâ, İstanbul: İSAM Yayınları 2008, s. 108-109.
23- Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, I, 239.
24- Mâtürîdî, a.g.e., I, 208.
25- Mâtürîdî, a.g.e., I, 242.
26- Mâtürîdî, a.g.e., I, 245.
27- Mâtürîdî, a.g.e., I, 209.
28- Mâtürîdî, a.g.e., I, 207.
29- Mâtürîdî, a.g.e., I, 207.
30- Mâtürîdî, a.g.e., I, 243-244.
31- Mâtürîdî, a.g.e., I, 207-208.
32- et-Tevbe 9/11.
33- Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, I, 208.
34- Mâtürîdî, a.g.e, I, 240.
35- Mâtürîdî, a.g.e., I, 244.
36- Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, I, 242.
37- Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, I, 208.