Studying Ways and Methods in the Service of
Risale-i Nur

Giriş

İman, peygamberlerin vahiyle Allah tarafından kendilerine öğretilen bil¬gilere dayanır. Allah’a iman eden elbette ona itaat edecektir. İtaat ise emirleri yapmak ve yasaklarından kaçmaktır. Yasaklarından kaçmanın belli bir sistemi ve metodu yoktur; ancak itaat etmek, verilen emirleri yerine getirmek için bir usule ihtiyaç vardır ki İslâm bilginleri bunun usullerini ve metotlarını belirle¬yerek sistemli hale getirmişler ve buna da “Mezhep” demişlerdir. Bu sebeple mezhep Allah rızasına giden yol ve rızasını kazandıracak sistemli ameller an¬lamına gelmektedir.

Yüce Allah imanı bir sistem dâhilinde öğretmiştir. Önce Allah’ın birliği, sonra peygamber olarak gönderdiği elçisine itaati istemiştir. İmanın ifadesi olan “Kelime-i Tevhid ve Şahadet’te imanın bu iki rüknü vardır. Üçüncü sırada ölümün mahiyeti, kıyametin ve öldükten sonra dirilmenin keyfiyeti ve ahirete iman gelmektedir. Kur’an-ı Kerim’in üçte ikisi bu üç iman esasının izahı, ispatı ve zihinlerde tespiti için inzal edilmiş olduğu her Kur’an’ı okuyan tarafından bilinen bir gerçektir. Daha sonra vahyi getiren melek ile beraber diğer melek¬ler, daha önce kendilerine vahiy ve kitap verilen peygamberler ile beraber, bu peygamberlerin iman ve tevhid mücadelesi içinde peygamberlere ve kitaplara iman anlatılmıştır. Bütün bu iman esasları birbirini tamamlayan bir bütünlük içinde ifade edilmiştir. Son olarak “Kadere iman” bu bütünlüğü tamamladığı için Peygamberimiz (a.s.m.) “Kadere iman imanın zirvesidir” [1]1 buyurmuşlardır.

İman esaslarının öğretilmesinde dahi Kur’an-ı Kerim bir metot takip etmiştir. Şayet Kur’an Allah’a imanı isim ve sıfatları ile ders verip “Tevhit” haki¬katini zihinlere nakşetmemiş olsaydı ahirete imanı ve kadere imanı öğretmesi, akıllara ve zihinlere kabul ettirmesi mümkün olmazdı. ¬

Kur’an-ı Kerim’in dörtte üçü Peygamberimizin (a.s.m.) Mekke’de bulun¬duğu on üç yıl içinde nazil olmuştur. İlk on sene namaz dâhil hiçbir ibadet istenmemiştir. Allah’ın emir ve yasakları, sosyal ve siyasi hayata ait, cihat ve muamelat ile ilgili bütün emir ve yasaklar vahyin son on yılı olan Medine dö¬neminde inzal edilmiştir. Bu durumda Mekke’de inzal edilen ayetler bize ne anlatmakta ve öğretmektedir? Elbette yukarıda belirttiğimiz metot dâhilinde iman dersi vermiştir. Bu metot dâhilinde “Sani’in azameti zihinlerde tespit edildikten” [2] sonra ibadete ait hükümler yine bir metot dâhilinde inzal edilmiş ve yine metot dâhilinde öğretilmiştir.

Bu sebeple peygamberimiz (a.s.m.) Hz. Ali’yi (ra) Yemen’e muallim ve kadı olarak gönderdiği zaman kendisine “Sen teslise inanan bir kavme gidiyorsun. İlk olarak onları tevhide davete et; kabul ederlerse onlara namazı emret. Şayet namaz kılarlarsa onlardan zekât al” [3] ferman ederek görevinin bir usul dâhilinde yapmasını istemiştir.

Son olarak Medine döneminde Hz. Cebrail (as) bir insan suretinde saha¬belerin de bulunduğu bir zaman Mescid-i Nebevi’ye gelerek peygamberimize (a.s.m.) “İman nedir?” “İslam nedir?” ve “İhsan nedir?” gibi sorular sormuştur. Peygamberimiz (a.s.m.) de imanın altı şartını, İslam’ın beş şartını sayarak” bu sorulara cevap vermiştir. Sonunda da “Bu gelen Cebrail idi. Sizlere dininizi öğ¬retmek istedi” [4] buyurarak dinin bu temel esaslar üzerine bina edildiğini öğretti. O güne kadar imana ve İslam’a ait temel konular Kur’an-ı Kerim’de dağınık bir halde bulunuyordu. Sonra İslam bilginleri peygamberimizin (a.s.m.) bu hadisi¬ni esas alarak imanı altı şartı ve islamı da beş temel ibadeti üzerine temellendi¬rerek sistemli ve metotlu hale getirmişlerdir.

Tabiin ve Tebe-i Tabiin döneminde oldukça geniş fikir ve ilim hürriyeti vardı ve bu hürriyet dinî ve ilmî tartışmaların geniş bir kitle tarafından tartışıl¬masını netice verdi. İslam bilginleri metotsuz ve disiplinsiz olan bu tartışmala¬rın faydalı değil, zararlı sonuçlar doğurduğunu ve gerçeği ortaya çıkarmadığını görerek Kur’an-ı Kerimi doğru anlamak, Kitap ve Sünnetten doğru hüküm çıkarmak için “Metot ve Usul” belirlemek gerektiği üzerinde kafa yordular ve ortaya “Usul” ilmi çıktı. Bu ilmi ilk olarak sistemli bir hale getiren İmam Mu¬hammed b. İdris eş-Şafii (H.150-M.767 /H.204-M.820) olmuştur.

İmam-ı Şafii’den sonra İslam bilginleri Tefsir, Hadis ve Fıkıh konularında ortaya konan Usul” kaide ve kurallarını daha da geliştirmişlerdir. Kur’an ve Sün¬netin doğru anlaşılması için doğru hükümler çıkarılarak Allah rızasına uygun olmayan inanç ve ibadetleri dinden kabul etmemişlerdir. Zamanla “Ehl-i Sün-net ve’l-Cemaat” ekolünü/mezhebini sağlam temeller üzerine kurarak İslam’ın bin üç yüz sene doğru anlaşılmasına ve uygulanmasına hizmet etmişlerdir.

Aradan geçen bin sene gibi bir süre içinde Kur’an’ın ibadet ve muamelata bakan yönü olan “Amelî Şeriat” daha da gelişmiş olmakla beraber “İtikadi Şeri¬at” olan İmanî hükümlerde Kur’an’ı ve Sahih Sünneti yeterli görerek Kur’an’ın dörtte üç ve yaklaşık 6 bin ayetten 4 bin ayetini ihtiva eden İman ve İtikat konusunda fazla bir araştırma ve açılım yapma ihtiyacı duymamışlardır. Ancak Batı’da gelişen felsefî düşünce ekolleri pek çok felsefi fikir ve düşüncelerin oluş¬masına katkı sağlamışlar, “İdeolojiler Asrı” da diyebileceğimiz XIX. Asır pek çok felsefî düşünce ve akımları ortaya çıkarmıştır.

XIX. Asırda inançtan yoksun aklın öne çıkarılması ve inancın da aklın önünde bir engel olarak görülmesi neticesinde, fenni ilimlerin gelişimiyle bir¬likte teknolojik gelişmelerden cesaret alınarak dini ret ve inkâr cihetine gidil¬miştir. Dini dünyevi gelişmenin engeli gören felsefî akımlar bu defa hücum oklarını dine yöneltmişlerdir. Öncelikle dinin inanç esaslarına saldırmışlardır. İslam bilginleri bu konuda fazla bir gelişme kaydetmediği ve bin sene önce ya¬pılan itikadi tartışmaları sonuca bağlayan “Ehl-i Sünnetin” kelamî çalışmalarını yeterli gördükleri için bu yeni aklî ve felsefî akıma cevap vermekte zorlanmış¬lardır. Bundan cesaret alan Batı’nın inançsız felsefesi bu defa dinin ibadet ve hukuk prensiplerine hücum etmişlerdir. Dini de inançta “Vicdani kanaate” ve “Ahlakî Meziyetlere” has göstererek aklın sahası olan ilim sahasından uzaklaş¬tırıp “dinden bağımsız bir ilim felsefesi” oluşturdukları gibi, sosyal ve siyasi ha¬yattan da uzaklaştırarak sadece ahlak sahasına hitap eden bir konumda olması gerektiğini savunmuşlardır.

İşte böyle bir ortamda Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri ortaya çıkmış ve dinsiz felsefenin bu iddialarını yine Kur’an ve Hadise dayanarak çürüten “Risale-i Nur Külliyatı” isimli tefsirini insanlığın ve ilim dünyasının önüne ko¬yarak dine büyük bir hizmet yapmıştır. Bunu yaparken kendi fikir ve düşün¬cesini, bin yıllık İslam dünyasının fikir altyapısını eserlerine katmayarak doğ¬rudan “Asr-ı Saadeti” ve “Vahy-i Mahz” olan “Kur’ân-ı Kerim’i” esas almıştır. Yani ilhamını doğrudan Kur’an’dan almış ve kendi düşüncesini de katmamış¬tır. Bu nedenle Risale-i Nurlara “Doğrudan Kur’ân’ın malı” ve “Bir mu’cize-i Kur’âniye” demiştir.

Bediüzzaman bu tefsirin metodunu da doğrudan “Kur’an Metodu” ola¬rak belirlemiştir. Herhangi bir kelam metodunu veya fıkıhçılar gibi “Fıkıh Usulü”nü takip etmemiştir. Zira o bu zamanda Kur’an’a ve imana hücumun doğrudan ilim ve akıl yolu ile imana olduğunu tespit etmiştir. İmanî meselele¬rin ispatı yapılarak “Sani’in azameti zihinlerde tespit edilmeden” hiçbir hukûkî ve ibadete ait meselenin çözülemeyeceğini görmüştür. Sıkıntı şeriatın hakkani¬yeti ve ibadetin yanlışlığından kaynaklanmamaktadır. Ahlak gibi dinin hukuk ve ibadet yönü yanlış denmemektedir. Ancak iman zaafından ve Allah’ın varlık ve azametinin zihinlerde yer etmemesinden kaynaklanan tembellikten ve se¬küler bir hayatın insanı dünyaya çekmesinden ve nefisperestlikten kaynaklan¬dığını görmüştür. Ehl-i dalaletin de ehl-i imanı bu noktalardan aldattığı zaten bir gerçektir.

Bu gerçekten yola çıkan Bediüzzaman Hazretleri Kur’an yeni nazil oluyor ve insanlık Mekke dönemini yaşıyor gibi Kur’ân’ın Mekke’de nazil olan ayetle¬rine baktı. “Allah’ın varlığını, birliğini ve azametini zihinlerde tespit eden” ayet¬lerini ele alarak yeniden asrın idrakine uygun bir şekilde aklî ve ilmî metotlarla izah etti. Kur’an’ın takip ettiği “Usulü” esas alarak tefsirini buna göre yazmaya başladı. Öncelikle “Tevhid ve Haşir,” sonra “Nübüvvet ve Adalet” son olarak da “Kader” konusunu izah ve ispat etti.

Bediüzzaman sadece yazmakta kalmadı. Bu yazılanları okuyacak, imana ve Kur’an’a hücum eden ehl-i dalalet ve küfür ile mücadele edecek bir de hizmet metodu başlatarak “İman ve İhlas” vadisinde bir çığır açtı. Bir misyon ve aksi¬yon oluşturacak hizmet grubu ve metodu meydana getirdi. Böylece başlattığı “İmana Hizmet” çığırına sahip çıkacak ve bu hizmeti kıyamete kadar devam ettirecek “cemaat” oluşturdu.

Risale-i Nur Külliyatı Kur’ân’ın hakiki manada bir tefsiri olup bu asrı ve ge¬lecek asırları tenvir edecek bir özelliğe sahip olduğu için dilinin de “Vahiy Dili” ve “Kur’an Dili” “Din Dili” olması kaçınılmaz olacaktı. Zira Kur’an insanların sadece dünyevi ve bedensel ihtiyaçlarına cevap veren bir kitap değildi. İnsanın imanî, ruhî, manevi, ilahiyata ve ahirete ait ihtiyaçlarına cevap verdiği için bu âlemlere ait ulvî, yüksek ve ilahiyata ait kelime ve terimleri ihtiva ettiği için elbette ihtiyaç dili olmayacaktı. Risale-i Nurlar da imana ve ilahiyata, manevi ve uhrevi âlemlere ait hususları izah ettiği için elbette bu âlemlere ait kelime ve terimlerle anlatılacak ve bu terimlerin izahına ait kelime ve kelamlar olacaktır. Bu kelime ve terimlerin hiçbir dilde karşılığı olmadığı için tercümesi ve sade¬leştirmesi de mümkün olmayacak ancak izahları olacaktır.

Bu özelliklere sahip bir külliyatın mesajlarının doğru anlaşılması elbette önemlidir ve bu da disiplinli, düzenli ve metotlu bir çalışmayı gerekli kılacak¬tır. Bu metodun belirlenmesinde ne gibi prensiplere ihtiyaç olduğu hususu el¬bette araştırılacak ve üzerinde durulacak hususlardır. Bunlardan önemli bazı temel hususlar bizzat müellif-i muhterem Bediüzzaman Said Nursi hazretleri tarafından belirlenmiştir. Biz bunlardan tespit ettiğimiz bazı terimler üzerinde duracağız.

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri bu konudaki temel yaklaşımı talebele¬rine ve ulema sınıfına tavsiyesini şöyle özetlemiştir: “Bu durûs-u Kur’âniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müçtehidler de olsalar, vazifeleri, ulûm-u ima¬niye cihetinde, yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleri¬dir. Çünkü, çok emârelerle anlamışız ki, bu ulûm-u imaniyedeki fetvâ vazifesiy¬le tavzif edilmişiz. Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enâniyet-i ilmiyeden aldığı bir hisle, şerh ve izah haricinde bir şey yazsa, soğuk bir muaraza veya nâkıs bir taklitçilik hükmüne geçer. Çünkü, çok delillerle ve emârelerle tahakkuk etmiş ki, Risale-i Nur eczaları Kur’ân’ın tereşşuhâtıdır; bizler, taksimü’l-a’mâl kai¬desiyle, her birimiz bir vazife deruhte edip o âb-ı hayat tereşşuhâtını muhtaç olanlara yetiştiriyoruz.” [5]

Risale-i Nur Hizmetinde Usul ve Metot Çalışmaları

Önce Bediüzzaman’dan Bir Mektup:

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Onuncu Şuâ namında yazdığınız Fihriste’nin ikinci kısmı bana şöyle kuv¬vetli bir ümit verdi ki: Risale-i Nur, benim gibi âciz ve ihtiyar ve zaif bir biça¬reye bedel, genç, kuvvetli çok Said’leri içinizde bulmuş ve bulacak. Onun için bundan sonra Risale-i Nur’un tekmil-i izahı ve haşiyelerle beyanı ve ispatı size tevdi edilmiş, tahmin ediyorum. Bir emaresi de şudur ki:

Bu sene çok defa ihtar edilen hakikatleri kaydetmek için teşebbüs ettimse de çalıştırılamadım. Evet, Risale-i Nur size mükemmel bir mehaz olabilir. Ve ondan erkân-ı imaniyenin her birisine, mesela Kur’ân kelâmullah olduğuna ve i’câzî nüktelerine dair müteferrik risalelerdeki parçalar toplansa veya haş¬re dair ayrı ayrı burhanlar cem edilse ve hâkezâ, mükemmel bir izah ve bir hâşiye ve bir şerh olabilir. Zannederim ki, hakaik-i âliye-i imaniyeyi tamamıyla Risale-i Nur ihata etmiş; başka yerlerde aramaya lüzum yok. Yalnız bazan izah ve tafsile muhtaç kalmış. Onun için vazifem bitmiş gibi bana geliyor. Sizin vazifeniz devam ediyor. Ve inşallah vazifeniz şerh ve izahla ve tekmil ve tahşiye ile ve neşir ve tâlimle, belki Yirmi Beşinci ve Otuz İkinci Mektupları telif ile ve Dokuzuncu Şuânın Dokuz Makamını tekmille ve Risale-i Nur’u tanzim ve tertip ve tefsir ve tashihle devam edecek.

Risale-i Nur’un samimî, hâlis şakirtlerinin heyet-i mecmuasının kuvvet-i ihlâsından ve tesanüdünden süzülen ve tezahür eden bir şahs-ı mânevî, size bâki ve muktedir bir kuvvet-i zahrdır, bir rehberdir.” [6]

1. Mektubun Tahlili ve Nur Talebelerinin Vazifeleri:

Bediüzzaman’ın vefatından sonra Risale-i Nur ile ilgili Nur Talebelerinin yapması gereken çalışmaları yine Bediüzzaman şöyle sıralamıştır:

1.1 Telif: Telif, risalelerin yazılmasıdır ki zaten Bediüzzaman müellif olarak bu asrın ihtiyacı olan meseleleri ve hakikatleri doğrudan Kur’an-ı Kerim’den alarak “Risale-i Nur Külliyatı” adı altında telif vazifesini tamamlamıştır. Ancak talebelerini telif vazifesine katmak ve “Risale-i Nurları kendi te’lifi gibi sa¬hip çıkmalarını sağlamak için” bazı vazifeleri onlar tevdi ettiği anlaşılmaktadır. Kastamonu Lahikası’nda belirttiği gibi Nurun halis talebeleri “Yirmi Beşinci ve Otuz İkinci Mektupları telif ile” vazifelidir.

Bediüzzaman Risale-i Nur’un “Fihristesini talebelerine yazdırmış ve te’lif olarak 15. Lem’a ve 10. Şua olarak Risale-i Nur Külliyatı içine almıştır. Yani te’lif vazifesinin bir kısmını hayatında yaptırmıştır. Fihrist’in Birinci Kısmında 25. Mektup ile ilgili olarak “Sure-i Yâsin’in yirmi beş âyetine dair “Yirmi beş Nükte” olmak üzere rahmet-i İlahiyeden istenilmiş; fakat daha zamanı gelme¬diğinden yazılmamıştır” ifadesini koydurmuş. Daha sonra da bu görevi Nur Talebelerine ileride te’lif etmek üzere tevdi etmiştir.

32. Mektup ise şimdilik 32. Lem’a olan ve Sözler’in sonuna konan “Le¬maat” Risalesi’dir. Üstadın burada “Otuz ikinci Mektup te’lif edilecek” demesi ileride Lemaat’ın şerh ve izahının yapılması şeklinde anlamak mümkündür.

Bediüzzaman “Müfessir-i azîm olan zamanın taht-ı riyasetinde, her biri bir fende mütehassıs, “muhakkikin-i ulemadan müntehap bir meclis-i meb’usan-ı ilmiye teşkiliyle, meşveretle bir tefsiri telif etmelidirler” [7] buyurarak telif saha-sında yapılması gerekeni talebelerine hatırlatmaktadır.

Bu telif vazifesi yapılırken Kur’an, Hadis ve Risale-i Nurlar esas alınmakla beraber çeşitli ilim dallarında ihtisas sahibi olan Nur Talebeleri “Kelam” “Ha¬dis” “Tefsir” ve “Hukuk” alanında yeni eserler de te’lif edebilirler. Ancak şurası unutulmamalıdır ki inancı sağlam ve itikadı sahih olmayan bir kişi veya cema¬atten sağlıklı ve istikameti gösteren fikirler ve eserlerin çıkması beklenemez. Zira bilhassa Risale-i Nur’un üzerinde durduğu “İman, İstikamet ve İhlas” sahasında yapılacak çalışmalar ancak bu üç vasfı “sadakatle” üzerinde taşıyan kişi ve cemaat tarafından yapılabilir. Bu nedenle akılların şaştığı, fikirlerin isti¬kametten saptığı bir zamanda telif vazifesi zor olacağından ortalığın durulması ve zihinlerin hazır hale gelmesi için “Talim, Tanzim, Tashih, Tertip, Cem ve Neşir” gibi vazifelerin ikmal edilerek Risalelerin “Tekmiline” ihtiyaç vardır.

1.2 Talim: Öğretmek için yapılan çalışmaların tümünü kapsar. Risale-i Nur’un klasik ifadelerine dokunmadan onları talim etmeye, öğrenmeye, genç¬lere öğretmeye ve Risale-i Nur’un ortaya koyduğu ispat metotlarını bir araya getirerek iman hakikatlerini ispat etmeye yetkili kılınmışlardır.

Talim sadece okuma ve okutmaktan ibaret değildir. Eğitimin bütün unsur¬larını içine alır. Okuma, yazma, araştırma, seminer ve müzakereli ve müdavele-i efkâr tarzında açıklamalı dersler yapma, sohbetler gerçekleştirmenin tümünü kapsar. Risalelerin her meselesini herkes okumakla anlamayabilir. Çünkü her¬kesin iştigal ettiği sanat, meslek, iş ve çalışma hayatı buna engeldir. Bu nedenle her konuda olduğu gibi bu da ihtisas gerektirir ve kendisini talim ile vazifeli gören gönüllü veya ücretli Nur Talebeleri olmalıdır. Onlar vazifeleri gereği iş bölümü yaparak eğitim ortamı, araçları ve talebeleri organize etmekle başarılı bir eğitim gerçekleşir. İşin ehli olup daha iyi anlayanlar katkı yaparak diğerleri¬nin de anlaması ve istifade etmesi için çalışmalıdır. Her görevliye istidadı nis¬petinde vazife derecesinde, hizmet miktarında ücret vermek lazımdır.” [8]
Bunun da sistemi ve altyapısı kurulmalıdır.

Bediüzzaman hazretleri Risale-i Nurlarda bununla ilgili genel prensipleri de koymuştur. “İlim ilme kuvvet verir. Tahakküm etmemek şarttır.” [9]
“Âlim-i mürşit koyun olmalı, kuş olmamalı.” [10]
Bu prensipler talim görevini yapacakla¬rın takip etmesi gereken metodu gösterirken muhataplarının ilgi ve kabiliyet¬lerini de gözetmelerini “Aslana et, ata ot vermelidir” [11]
cümlesi ile ifade eder.

1.3 Tanzim: Düzenleme anlamına gelmektedir. Risale-i Nurlar Kur’ân’ın tam bir tefsiri ve ayinesi olduğu için konular içinde dağınık şekildedir. Bunun böyle olması bütün külliyata vakıf olmayı gerektirir. Çünkü Risale-i Nurların neşrettiği hakikatleri anlamak için bütün külliyatı okumak ve tüm meselele¬re hâkim olmak gerekir. Sonra Bediüzzaman’ın işaret ettiği gibi “Risâle-i Nûr size mükemmel bir me’haz olabilir. Ve ondan erkân-ı îmâniyenin her birisi¬ne, meselâ Kur’ân kelâmullah olduğuna ve i’câzî nüktelerine dair müteferrik risâlelerdeki parçalar toplansa veya haşre dair ayrı ayrı burhanlar cem edilse ve hâkezâ, mükemmel bir îzâh ve bir hâşiye ve bir şerh olabilir.” [12]
Böylece mükemmel eserler ortaya çıkar ve bu konular bir araya getirilmiş olur. Risale-i Nurlarda bulunan aynı konu ile ilgili bahisleri bir araya getirerek yeni eser¬ler oluşturmak da tanzimdir. “Nur Çeşmesi”, “Asa-yı Musa”, “İman ve Küfür Muvazeneleri”, “Siracun’-Nur”, “Tılsımlar Mecmuası” Üstad Bediüzzaman’ın kendi tanzimleridir. “Hizmet Rehberi”, “Beyanat ve Tenvirler”, “Risale-i Nur’da Hz. Muhammed” (asm), “Küçük Sözler” ve “Mu’cizat-ı Kur’âniye Risalesi” gibi risaleler de talebelerinin tanzim ettiği eserlerdir. Bu neviden yeni tanzimler oluşturulabilir.

1.4 Tashih: Matbaa ve yazı hatalarını düzeltmektir. Risale-i Nurlar Vehbî ilim ve ilham eseri olduğu için kelimeleri değiştirmek ve sadeleştirmek hem imkânsızdır, hem de kast edilen manaların değişmesini ve hakikatlerin gizlen¬mesini netice verdiği için caiz değildir. Tashih ancak kelime ve matbaa hataları¬nı düzeltme şeklinde olabilir. Müellif-i muhterem Bediüzzaman Hazretleri On Birinci Mektubun fihristesinde “Hâlbuki tanzimsiz, müşevveş bir sûrette idiler. Onlar ne hal ile yazılmış ise, öyle kalması lâzım geliyordu. Sonradan tashih ve tanzim etmeye mezun değiliz! İşte bu On Birinci Mektub, perişan bir sûrette, birbirinden çok uzak dört meseleden ibârettir. Hem müşevveş, hem perişan¬dır.” Ama öyle kalması lazımdır diyerek yazılanlara dokundurmaz. Risale-i Nurların tashihi, sadece yanlış kelime ve kelamların düzeltilmesi şeklinde olup önemli bir vazife ve hizmettir. Bediüzzaman da “Hakikaten tashih meselesi ehemmiyetlidir. Bazen bir harfin ve bir noktanın yanlışı, kıymetli bir manayı zayi eder” [14]
buyurarak bunun önemine dikkat çekmiştir.

1.5 Tertip: Risale-i Nur Külliyatını “Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şualar, Lahikalar, İlk Dönem Eserleri” gibi düzene ve sıraya koymaktır. Baskının ka¬litesi, kapak görselliğine önem vermek ve ilk bakışta dikkatleri çekmek husus¬lar da tertip sayılabilir. Bediüzzaman’ın kırmızı rengi tercih etmesi buna misal olabilir.

1.6 Cem: Toplamak, bir araya getirmek. Sağlıklı bir çalışma yapılması için “her biri bir fende mütehassıs, muhakkikin-i ulemadan müntehap bir meclis-i meb’usan-ı ilmiye teşkiliyle, meşveretle bir tefsiri telif etmekle sair tefasirdeki münkasım olan mehasin ve kemâlâtı mühezzebe ve müzehhebe olarak cem etmelidirler” [15]
ifadesi bu hususu aydınlatmaya yeterlidir sanırım. Diğer tef¬sirlerde bulunan önemli hususları da risalelerin şerh ve tanziminde bir araya getirmenin güzel olacağını ifade etmektedir. Böylece “Konulu Tefsir” nevinden her konuya ait çeşitli çalışmalar yapılabilir. “Tevhid, Haşir, Nübüvvet, Kader, Ölüm, Meşrutiyet, Hürriyet” gibi temel kavramlar ve konular çeşitli kaynak¬lardan ve risalelerin muhtelif yerlerinden cem edilip toplanarak ayrı kitaplar halinde neşredilebilir.

1.7 Tekmil: Tamamlama anlamına gelmektedir. Eksik kalanları tamam-lamaktır. 25. Mektup Yasin Suresi Tefsiri ve bazı yerlerde Nur Talebeleri¬nin Rahman Suresini tefsir edecekleri ifade edilmiştir. Yine Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayatı’nın tamamlanması ve Bediüzzaman’ın vefatında sonra Nur Talebelerinin hizmetleri ve Ağabeylerin hayatları da yazılarak tekmil edilebilir. “Son Şahitler” bu konuda bir örnek sayılır.

1.8 Neşir: Yayınlamak ve matbaada basmak, tebliğ ve duyurmaktır. Bedi-üzzaman “Ben kasemle temin ederim ki, Risale-i Nur’u senadan maksadım, Kur’ân’ın hakikatlerini ve imanın rükünlerini teyid ve ispat ve neşirdir” [16]
de¬mektedir. Risaleleri teksir makinesi ile ve matbaada basanlara “Nâşirler” denil¬mesi bundandır. Risale-i Nurlar Kur’an’ın ve imanın hakikatleri olduğu için bunları duyurmak, ilan etmek ve yayınlamak gerekir. “Nur talebeleri Risale-i Nurlara kendi malı ve te’lifi gibi sahip çıkarak en mühim vazife-i hayatiyesini onun neşir ve hizmeti bilmelidir.” Bu Nur Talebesi olmanın da özelliklerin¬dendir. [17]
Mehdinin de en mühim görevi ve üç vazifesinden en birinci vazifesi iman-ı tahkikiyi neşir ve ehl-i imanı dalaletten kurtarmaktır. [18]
Bu nedenle ge¬rek orijinal risalelerin basımı ve yayımı, gerekse dünya dillerine tercüme ederek neşir ve ilanı bu vazifenin gereğidir.

1.9 Şerh:

Açıklama demektir. Bu lügat anlamlarını ve konunun yine “Risale-i Nur” içinde başka yerdeki izahı ve açıklaması alınarak yapılır. Misal olarak “Ehadiyet ve Vahidiyet” kelime anlamları ile açıkladıktan sonra üstadın Barla Lahikası’ndaki konu ile ilgili sorulan suale verdiği cevabı da bu açıklama¬ya ilave edersek bu şerh olur.

Bediüzzaman “İşaratu’l-İ’câz baştan aşağıya kadar cezalet-i nazmiyeyi şerh etmiştir” [19]
derken şerhe işaret etmiştir. Nasıl ki Kur’an’ın i’cazı ve ayetlerin es¬rarı şerhe muhtaç ise Risalelerin de Kur’an’ın i’cazına ve esrarına ait hakikatleri de daha amilere ve muhtaçlara şerh edip açıklamaya ihtiyaç vardır. Bu nedenle Risalelerin açıklamaya ihtiyaç vardır. Bu sözlü açıklama şeklinde olabileceği gibi yazılı makale, tebliğ, seminer ve konferans şeklinde olabilir.

1.10 İzah: Açıklama ile beraber başka yönlerden de ele alarak konuyu genişçe ele alıp sonuçlar çıkarmak demektir. Meselâ, “Ehadiyet ve Vahidi¬yet” konusunu Risale-i Nur dışında ayet ve hadislerle destekleyerek genişçe izah etmek ve bundan yeni sonuçlar çıkarmaktır. Ayrıca Taftazani, Bakıllani ve Muhiddin-i Arabî gibi allamelerin bu konudaki görüşlerini de ele alıp kı¬yaslamalar yaparak meseleyi daha da derinleştirmek yine izaha girer. Yine bir konuyu ele alarak o konu ile ilgili Bediüzzaman’ın bütün eserlerini tarayarak makaleler yazmak da bir nevi izaha girer.

İzah, akla ve mantığa, usul ve ilim kurallarına uygun ispat etmek, aklı ikna ve kalbi tatmin etmek anlamına da gelmektedir. Bediüzzaman “Vakta ki, hâl sahrasında istikbal dağlarına daima yağmur veren hakaik-i hikmetin maden-i tebahhuratı efkâr ve akıl ve hak ve hikmet olduklarından ve yeni tevellüde baş¬layan meyl-i taharrii-i hakikat ve aşk-ı hak ve menfaat-i umumiyeyi menfaat-i şahsiyeye tercih ve meyl-i insaniyetkârâneyi intaç eyleyen berahin-i katıadan başka isbat-ı müddea birşeyle olmaz. Biz ehl-i haliz, namzed-i istikbaliz. Tasvir ve tezyin-i müddeâ, zihnimizi işbâ’ etmiyor. Burhan isteriz” [20]
derken izaha işa¬ret etmektedir. Gerek vaizlerin gerekse yazarların anlattıkları konuları sözlerini parlatarak değil, iddiasını izah ve ispat ederek ifade etmeleri gerektiğini ders vermektedir. Vaizlerin ve konuşmacıların da “Tesir ettirmek için ispat-ı müddeâve müteharrî-i hakikati iknâ lâzım iken, ihmal ediyorlar. Hâsıl-ı kelâm: Büyük vaizlerimiz hem âlim-i muhakkik olmalı, ta ispat ve iknâ etsin. Hem hakîm-i müdakkik olmalı, ta muvazene-i şeriatı bozmasın. Hem beliğ-i muknî olmalı, ta muktezâ-yı hâl ve ilcaat-ı zamana muvafık söz söylesin. Ve mizan-ı şeriatle tartsın. Ve böyle olmaları da şarttır” [21]
diyerek bu konudaki temel ölçüleri ve kriterleri koymuştur

1.11 Beyan: Güzel ifadelerle açıklama ve izah etmek demektir. Bu husus sohbet şeklinde olduğu gibi yazılı ve görsel de olabilir. Sohbet ve ders yapma tarzında güzel şekilde Risaleleri açıklama beyana girdiği gibi Risale-i Nurlar ve Bediüzzaman’ın hayatı ile ilgili röportajlar ve açıkoturumlar beyan olabi¬lir. Fihriste’nin talebeler tarafından yazılması bir nevi beyan olabileceği gibi Bediüzzaman’ın hayatı ile ilgili yapılacak çalışmalar da beyan maddesine girer.

1.12 Tefsir: Risalelerin tafsilatlı ve izahlı açıklamasıdır. Bediüzzaman “Şe¬riat kitapları Kur’ân’a tefsir olmak lazım iken başlı başına tasnifat hükmüne geçmişler” [22]
ve bir kısmı Kur’an’a gölge olmuşlardır. Bu nedenle Risale-i Nur¬ları tefsir edenler kendi fikirlerini öne çıkarmak yerine Risale-i Nurları ve Be¬diüzzaman hazretlerini öne çıkararak “İman ve Kur’an hakikatlerini” birinci sıraya alarak ve nazara vererek kitapların yazılması tefsir anlamına gelir.

1.13 İspat: Aklı kabule ve kalbi ikna etmeye yönelik yapılan delillendir¬me, aklî ve maktıkî deliller ile yapılan çalışmalarına ispat denir. Bediüzzaman bu hususta “Risale-i Nur, erkân-ı imaniyeyi ve ayat-ı Kur’aniyeyi tefsir ederek öyle bir tarzda beyan eder ki; hiç bir münkir, hiç bir dinsiz, o hakikatları inkâr edemez. Hem riyazî bir katiyetle ispat eder, göze gösterir, aklı doyurur, letaifi kandırır; artık hiç bir imani ve Kur’ani hakikatı inkâra mecal kalmaz” [23]
de¬mektedir.

1.14 Tafsil: Geniş açıklama şeklinde yapılacak çalışmalardır ki Risale-i Nur kaynaklı Nur Talebelerinin ihtiyaç duyarak yazdıkları eserler bu vazifeyi yapa¬bilir. Risale-i Nurlardan istifade ile yazılan bütün kitapları, çalışmaları, panel ve konferansları Risale-i Nurların tafsilatı şeklinde değerlendirmek mümkündür.

1.15 Tahşiye: Dip not eklemektir. Hâşiye kitabın kenarına veya altına ko¬nan açıklayıcı notlar veya kaynak belirtmektir. Bunlar sonradan açıklamak için ilave edilebilir. Bediüzzaman da daha sonra kitabına bu ve benzeri haşiyeler ilave etmişlerdir. Risalelere lügat koymak bir nevi tahşiye olabilir. Nitekim üs¬tadımız Muhakemat’ın sonuna lügatçe koydurarak bu konuda örnek olmuş¬tur. Daha sonra Nur Talebeleri Risale-i Nurların basımında ayet ve hadislerin kaynaklarını ve açıklamalı meallerini dipnotlu olarak basmışlardır. Ayrıca sayfa kenarına ve altına kelimelerin lügatçe koyarak haşiye çalışması yapmışlardır. Bunun dışında geniş açıklamalar da konabilir. Bütün bunlar tahşiye çalışmaları olarak görülmelidir.

2. Sadeleştirme Çalışması Risale-i Nurları Tahrif Etmektir.

Nur talebelerine tevdi edilen on beş vazife içinde sadeleştirme yoktur. Başka dile çevirmek ile sadeleştirmeyi karıştırmamak gerekir. Bir kitap başka dile çev¬rilebilir; ancak aynı dilde sadeleştirilemez ve orijinalliği bozulamaz. Yukarıda ifade edilmeye çalışıldığı gibi şerh, izah ve tanzim gibi çalışmalarla anlamayan¬lara anlatılabilir. Risale-i Nurlar vahy-i mahz olan Kur’an’ın ifade etmek iste¬diği yüksek ders-i iman ve esrarı Kur’aniye olduğu için ders verdiği hakikatler ancak kendi dili ile ifade edilebilir. Zira ruhanî, ilâhi, uhrevi ve dini hakikatler insanların ihtiyaç ve konuşma dili ile ifade edilemezler. Her ilmin kendisini kendi dili ile ifade ettiği gibi din de kendisini ancak “vahiy dili” ile ifade edebi¬lir. Bediüzzaman da eserlerini ilham-ı İlâhiye ve esrar-ı Kur’aniye ve imaniyeye istinaden yazdığı ve yazdırdığı için bu eserlere “Risale-i Nur” ismini vermiştir. [24]
Bu sebepledir ki ibadet dili “vahiy” dilidir. Vahiy dili ayrıca inananların ortak dilidir. Bu nedenle ibadet başka dilde ve tercüme kelimelerle yapılamaz. Ezan başka dilde okunamaz. Şeâirden olan “Selam” ve “Besmelenin” tercümesi selam ve besmele yerine ikame edilemez.

Bu ve benzeri nedenlerden dolayı Risale-i Nuru okumak ve içindeki haki¬katleri anlamak için “talim ve taallüm” şarttır. Talim ve taallüm ise sürekli oku¬ma, sabır isteyen ve mütalaa ve müzakere gerektiren bir husustur. Hikâye gibi bir çırpıda anlaşılmaz. Bunun için Bediüzzaman hazretleri “Risale-i Nur’un gıda ve taam hükmündeki hakikatlerinden hem akıl, hem kalb, hem ruh, hem nefis, hem his, hisselerini alabilir. Yoksa yalnız akıl cüz’i bir hisse alır, öteki¬ler gıdasız kalabilirler. Risale-i Nur, sair ilimler ve kitaplar gibi okunmamalı. Çünkü ondaki iman-ı tahkiki ilimleri, başka ilimlere ve maariflere benzemez. Akıldan başka çok letaif-i insaniyenin kut ve nurlarıdır” [25]
demekte ve “Gazete gibi okumayınız” [26]
diye okuyanları da ikaz etmektedir. Zira ilim, müzakere, tefekkür ve anlama gerektiren ilmî değeri yüksek eserler gazete gibi okunmakla anlaşılamaz. Risale-i Nurların anlaşılmaması düşünmeden, mütalaasız ve mü¬zakeresiz okunmasından kaynaklanmaktadır.

Bediüzzaman Hazretleri Afyon hapishanesinde Kastamonulu Ahmet Feyzi Pamukçu’nun Risale-i Nurları gençlerin anlamaları için sadeleştirme konusun¬da izin istemesine mukabil şöyle cevap vermiştir. “Nur’un metni, izaha ihtiyaç olsa, ya satırın üstünde, ya da kenarında haşiyecikler yazılsa daha münasiptir. Çünkü metnin içine girse teksir edilen nüshaları ayrı ayrı olur, tashih lazım gelir. Hem su-i istimale kapı açılır. Muarızlar istifade ederler. Hem herkes se¬nin gibi müdakkik, mühakkik olamaz. Yanlış mana verir, bir kelime ilave eder, ehemmiyetli bir hakikatı kaybetmeye sebep olur. Ben tashihatımda böyle za¬rarlı ilaveleri çok gördüm. Hem benim tarz-ı ifadem bu zamanın Türkçesine uygun gelmiyor. Bir parça dikkat ve teenni ister. Belki bunun da bir faydası, bir hikmeti vardır” [27]
demiş ve müsaade etmemiş “talim” şeklinde müzakere ve mü¬talaa şeklinde okunmasını tavsiye etmiştir. Bu nedenle Nur Talebeleri okuma salonları, dershaneler ve sohbetler tertip ederek “talim ve taallüm” metodunu takip etmekte ve müzakere ve mütalaa suretiyle iman hakikatlerini beraberce okuyarak öğrenmektedirler.

Bediüzzaman yine “Risale-i Nur eczaları Kur’ân’ın tereşşuhâtıdır; bizler, taksimü’l-a’mâl kaidesiyle, her birimiz bir vazife deruhte edip o âb-ı hayat tereşşuhâtını muhtaç olanlara yetiştiriyoruz” [28]
demektedir. Bu nedenle orji¬naline sahip çıkarak okumak gerekir. “Bu durûs-u Kur’âniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müctehidler de olsalar, vazifeleri, ulûm-u imaniye cihetinde, yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir” [29]
diye yapı¬lacak çalışmanın ancak şerh, izah ve tanzimden ibaret olduğunu belirtir.

Bediüzzaman “Büyük Doğu” mecmuasını çıkaranlar Risaleleri gençlerin anlaması için sadeleştirerek mecmuada yayınlamaya başlamaları üzerine Be¬diüzzaman hemen talebelerine müdahale ettirir. Zeki talebesi Ceylan Çalışkan “Büyük Doğu” mecmuasına bir mektup gönderir ve derhal kaldırılmasını ister ve durumu ayrı bir mektupla Bediüzzaman’a rapor eder ve gönderdiği mektubu da ilave eder. Mektup Şöyledir:

Büyük Doğu Mecmuası Neşriyat Müdürlüğüne!

Memleket muvacehesindeki kudsî cihadınızı tebrik eder, hürmetlerimizi arz ederiz. Hakikaten asrımızdaki bütün fenalıklar hususen hayat-ı içtimaiyyeyi kö¬künden sarsan fuhuş aleyhindeki hüsn-ü niyete makrûn neşriyatınızdan dolayı şâyân-ı takdirsiniz.

Hasseten şunu tebarüz ettirmek isteriz ki; intişar eden son nüshalarınızdan birisinde, bir sütun açıp dercetmek vazifeperverliğini gösterdiğiniz Bediüzzaman Hazretlerinin müdafaatından ve Risale-i Nur’dan parçalar neşretmek meselesine gelince: Çok memnun olmakla beraber, memleket çapında satışını tezayüd ettirece¬ğinize şüphe etmediğimiz kıymetli mecmuanız için medar-ı şeref olan bu mukad¬des vazifeyi yaparken, onun yarım milyonu mütecaviz hakiki varislerini tahattur edip, çok muhterem müellifine mahsus üslub-u belagat, fesahat ve tarz-ı beyanın aynen hıfzıyla, hakikatlerin -fehme takrib hüsn-ü niyetine müstenid- tahrifini kaldırmanızı çok rica ederiz.

Bu hususta göstereceğiniz titizlik ve muhafazakârlık manevi mevkiinize bir o kadar daha ilave edilmesine inşaallah vesile olacaktır. Bilvesile selam ve hürmetler…

Nur talebelerinden Ceylan

Çok mübarek, çok muazzez, çok kıymettar, çok müşfik Üstadım Efendim Haz¬retleri,

İstifsar-ı hâtırla mübarek el ve ayaklarınızı öper, makbul dualarınıza el açarız

Evvela: Büyük Doğu Mecmuası’nın birkaç nüshadır neşretmekte olduğu Risale-i Nur parçalarını yeni hurufa tercüme ederek Risale-i Nur ve kudsî Üstadım sayesin¬de verdiğim cevapla birlikte takdim ediyorum. Verdiğim cevaba mukabil önünde “Nur Talebelerine” başlığı altında bir cevabı da beraberdir. Şayet ikinci bir cevaba lüzum varsa, işaret buyurunuz ki muktedir ve âlim kardeşlerimiz cevap versinler. Çünkü tahrife yol açılmak ihtimali mevcuttur.

El-Bâki Hüve’l-Bâkî

Biçâre günahkâr talebeniz Ceylan[30]

3. Şerh ve İzah Çalışmalarının Altyapısı:

Şerh ve izah çalışmalarına başlamadan önce altyapıyı iyi oluşturmak gere¬kir. Altyapıyı şerh ve izah çalışmalarının mukaddimesi olarak görmek gerekir. Altyapı nedir? Her şeyden önce şu husus unutulmamalıdır ki inancı sağlam ve itikadı sahih olmayan bir kişi veya cemaatten sağlıklı ve istikameti gösteren fikirler ve eserlerin çıkması beklenemez. Zira bilhassa Risale-i Nur’un üzerinde durduğu “iman, istikamet ve ihlas” sahasında yapılacak çalışmalar ancak bu üç vasfı “sadakatle” üzerinde taşıyan kişi ve cemaat tarafından yapılabilir. Bu temel kriterle beraber;

3.1 Risalelerin tümünün neşri ve standart bir hale getirilmesi gerekir. Bunu kısmen Yeni Asya Neşriyat yaptı. Ama çok eksiği var. Henüz daha neşredilme¬yen risaleler var. “Rumuzât-ı Semaniye” “Talikât” ve “Kızılı İ’câz” gibi… Bunla¬rın da tamamlanması gerekir.

3.2 Bediüzzaman’ın hayatı ilmî ve akademik olarak ele alınıp yazılmalıdır. Tarihçe-i Hayat Otobiyografik bir eser olup bunda üstadın son günleri yoktur. İslam Yaşar’ın yazdıkları ise roman tarzındadır. Necmeddin Şahiner’in çalışması olan “Bilinmeyen Yönleriyle Said Nursi” ve “Son Şahitler” bu çalışmanın alt ya¬pısı olabilir. Abdulkadir Badıllı’nın “Bediüzzaman Said Nursi” isimli üç ciltlik çalışması derleme bir çalışma olup yer yer kendi yorumlarını katılması ile objek¬tif olmaktan uzaklaşmıştır. Bütün bunların dışında herkesin bir kaynak olarak görüp istifade edeceği temel bir “Bediüzzaman’ın Hayatı”na ihtiyaç vardır.

3.3 Akademik zihnî bir altyapıya da ihtiyaç vardır. Her türlü taassup ve sap¬lantıdan uzak tam objektif ve salt gerçeği ortaya koyan, yorumlara kaçmayan, bulunduğu siyasi ve sosyolojik şartlar da göz önüne alınarak güzel bir çalışma yapılması elzemdir. Meşrutiyet, savaş yılları ve Cumhuriyet dönemi ile De¬mokrasiye geçiş dönemi ayrı ayrı ele alınmalı ve tahlilleri çok iyi yapılmalıdır.

3.4 Bütün bunlar metodolojik disiplinli bir çalışma ile sistematik olmalıdır. Sağlam sonuçlara ulaşmak ve itirazlara ve tenkide konu olmamak için bu şart¬tır. Sistemli ve disipline edilmiş çalışmalar ile metotlu bir faaliyet çok harika sonuçları doğuracağı gibi tüm ilim dünyasının ve kamuoyunun da dikkatini çekecektir.

3.5 “Taksimu’l-a’mal ve teşrik-i mesai” şartı da sistemli çalışma için şarttır. İşler ehline taksim edilerek iyi bir teşrik-i mesai ve yardımlaşma ile planlanarak yapılmalıdır. Bütün bunlar Allah’ın rızasını ve yardımını sağlayacaktır. Tevfik refik olmazsa sonuç alınamaz. Tevfik ve inayet-i İlâhî ise ancak bu temel şart¬lara bağlıdır.

4. Risale-i Nur Hizmetinde Çalışacak Olanların Özellikleri:

Bir araya gelerek kudsi bir amacı takip ederek hizmet amaçlı çalışmalar yapacak olanların belli özellikleri taşıması gerekir. Bunun en öne çıkacak olan vasıflarını Bediüzzaman şöyle açıklar: “Bu heyetimizin şahs-ı mânevîsinde, her biriniz bir duygu, bir âzâ hükmündesiniz. Birbirinize karşı rekâbet değil, bilâkis birbirinizin meziyetiyle iftihâr etmek, mütelezziz olmak bir vazîfe-i vicdâniyenizdir.” [31]
Bediüzzaman’ın bu tavsiyelerinde Nur Hizmetinde çalışa¬cak olanların vasıflarını görmek mümkündür. İzah etmek gerekirse;

4.1 Rekabet etmemek: Bir nevi yarışmadır. Rekabeti hizmette yarışma ile makam, mevki ve menfaat mücadelesinden ayırmak gerekir. Burada kast edilen hizmet yarışıdır. Her hizmet elemanı ve çalışan işini daha iyi yapmak için yarışmalı ve mücadele etmelidir. Nitekim peygamberimiz (a.s.m.) “Allah Teâla sizden birinizin yaptığı işi, ameli ve görevi en güzel ve sağlam bir şekilde yapmanızdan razı olur” [32]
buyurarak Allah’ın rızasının işi ve görevi güzel yap¬mada olduğunu haber vermiştir. Hizmet sektöründe ve işinde çalışanların iş yapmadaki rekabeti müspet rekabet olup iyi sonuç doğurarak hizmete yardım ederken, birbirinin işine sekte vurmak ve yerine geçmek için rekabet etmeleri hizmete zarar verir. Burada Bediüzzaman hizmete zarar verecek olan bu nevi rekabeti yasakladığı görülmektedir.

4.2 Birbirinin güzel meziyetleri ile iftihar etmek: Hizmet elemanlarının hizmetlerindeki samimiyeti ve ihlası çalışanlara yardımcı olmak, eksiklerini tamamlamak ve hizmete katkıda bulunmasındadır. Bu da çalışan, üreten ve hizmet edenlerin hizmetleri ile memnun olmak, sevinmek ve övünmek şeklin¬de kendisini gösterir. Birinin meziyeti söylenince diğerinin hoşuna gitmesi ve kendisi yapmış gibi memnun olması gerekir. Bu konuda Bediüzzaman Hafız Ali’yi (rahmetullahi aleyhi) misal verir. Bediüzzaman Hafız Ali’ye “Filanın ya¬zısı daha güzeldir ve daha güzel hizmet eder” deyince Hafız Ali’nin gerçekten samimi şekilde ondan memnun olduğunu görür. [33]
Bunu talebelerine örnek verir ve böyle olmalarını ister.

4.3 Birbirini tenkit etmemek: Tenkidin çalışma usulü ve iş ve hizmet konu¬sunda olması ile şahsın haysiyet ve şerefine ait olması arasında büyük fark vardır. Bu nedenle birbirinden ayırmak ve buna göre değerlendirmek icap eder. Tenkit çalışanın şahsiyetine ve şerefine ait olursa şevk kırıcıdır, yıkıcıdır ve faaliyeti sek¬teye uğratır. Hizmetin kendisine ve işe ait ise bu da istişare ortamında olduğu takdirde hizmetin kalitesinin artmasına ve daha iyi olmasına yardım eder. Be¬diüzzaman ihlası her nevi faaliyetin ruhu olarak görürken, tenkidi de faaliyet¬teki şevki ve ihlası kıran bir unsur olarak görür. Bu nedenle “En büyük kuvvet ihlastır” [34]
derken “Birbirini tenkit etmeyiniz” [35]
diye hizmet erlerinin manevi şahsiyetini korumaya önem vermiş ve tenkiti kesin bir dille reddetmiştir.

5. Beraber Çalışma Prensipleri:

Bediüzzaman’ın talebeleri Risale-i Nurların “Fihriste”sini yazmak için bir araya gelmişler. Bediüzzaman onlara şöyle bir mektup gönderir: “Aziz kıymet¬tar, sadık ve sebatkâr kardeşlerim, Fihristeyi, taksimü’l-â’mâl tarzında müte¬sanid heyetinizin şahs-ı mânevîsine tevdiiniz çok güzeldir. Tam ve daimî bir üstad buldunuz. O mânevî üstad, bu âciz kardeşinizden çok yüksektir; daha bana ihtiyaç bırakmıyor.” [36]

5.1 Taksimu’l-a’mâl: İş bölümü yapmak. Bunun da şartları olmalıdır ve vardır. Hiçbir şey plansız, programsız ve prensipsiz düzgün olmaz. Taksimu’l-a’mâlin de kendisine münasip ve hayırlı neticeleri kazanmak için belli prensip¬lere istinat etmesi gerekir.

5.2 Tesanüt: Birbirine yardımcı olmak, bireysel amaçlara yönlendirmemek. Aynı amaca hizmet etmek. Şayet kurumsal bir yapı içinde bir araya gelmişlerse öncelikli olarak kurumun amacına hizmet etmeleri gerekir. Kurumu ve şahsı-ı maneviyi şahsi amaçlarına alet etmeye çalışmak tesanütü bozar ve hizmeti akamete uğratır. Bu nedenle hizmette birbirine yardımcı olmak temel amaç olmalıdır.

5.3 Şahs-ı manevi oluşturmak: Bir hizmet için bir araya gelenler bir şahs-ı manevi oluştururlar. Bu durumda ortak bir amaca hizmet etmeleri gerekir. Yap¬tıkları çalışmalarını da bireylere değil, cemaate ve heyetin tamamına mal etme¬leri ve şahsileştirmemeleri gerekir.

5.4 Tarz ve metot belirlemek: Çalışanların daha önce belirlenen bir me-toda göre hareket etmeleri, farklı metot ve usullerle amacı sabote etmemeleri gerekir.

5.5 Yardımcı güce dayanmak: Yapılan çalışmanın hatalardan korunması için bir mürşide ve şaşmaz bir rehbere ihtiyaç vardır. Bunu da Bediüzzaman şöyle ifade eder: “Risâle-i Nûr’un samimî, hâlis şakirtlerinin heyet-i mecmua¬sının kuvvet-i ihlâsından ve tesanüdünden süzülen ve tezahür eden bir şahs-ı mânevî, size bâki ve muktedir bir kuvvet-i zahrdır, bir rehberdir.” [37]
Bu nedenle kurumun amacına ve hizmetin şahs-ı manevisine hizmet etmeyi şahsi meziyet ve gayretleri ile bireyler kendilerini değil kurumu ve hizmeti öne çıkarmaya çalışmalıdır. Bir buz parçası nevinden olan şahsiyetlerini kurum içinde erite¬rek yok etmeli ve kurumun ve hizmetin bütününe sahip çıkmalıdır. Kurum ile övünmeli ve kurumun gelişmesi için çalışmalıdır.

5.6 Risaleleri, Risale-i Nurlarla şerh etmek:Bediüzzaman Risale-i Nur-ların muğlak olan ve anlaşılması zor olan kısımlarını bir başka risalesinde, bir başka konuyu anlatırken açıklamıştır. Misal olarak Arapça risaleleri dahi başka konuları ele alırken veya hemen akabinde izah ederek açıklayarak meal-tef¬sir şeklinde tercüme etmiştir. Ayetü’l-Kübra örneğinde olduğu gibi. Bediüz¬zaman “Arabî bilmeyenler, Âyetü’l-Kübrâ’nın mertebelerini güzelce anlasalar, bu Arabî parça tam anlaşılır. Arabî bilmeyen, birkaç defa ikisine baksa, tam anlayacak” [38]
buyurarak Arapça bilmeyenlerin dahi Arapça metnini okudukları zaman anlayacakları şekilde izahlarını yapmıştır. Bu yüzden Risale-i Nurların şerh ve izahını yapanlar şahsi düşünceleri ile değil, Risale-i Nur hakikatlerini yine Risale-i Nurlarla izah etmelidirler. Ancak bu durumda kendileri yanlıştan kurtulmuş olurlar. Fazla izah ve kendi malumatını öne çıkarmak da muhatap¬ları davaya ve Risalelere bağlamaz şahsa bağlanmayı netice verir. Bu da Risale-i Nur hizmetine perde olmak anlamını taşır. Amaç davayı ve hizmeti öne çıkar¬maktır. Bu amaç zarar görür.

6. Genel Prensipler:

6.1 İhlas: Kalben samimi olmak, içten herhangi bir beklenti içine girme-den Allah rızası için çalışmak. İnsanların ve bilhassa Müslümanların faydasını düşünerek böyle bir çalışma içinde olmaktır. İman ve Kur’an’a hizmeti amaç edinmek ve kalbinde başka bir amaç taşımamaktır.

6.2 Sadâkat: Risale-i Nurların Kur’an’ın bir tefsiri olduğuna kalben inan-maktır. Allah için bu zamanda dine ve imana hizmetin Risale-i Nurlar ile ya¬pılacağına olan inanca bağlı kalmaktır. Risalelere sadakat, aynında müellif-i muhtereme sadakatle bağlanmayı da içerir. Zira Bediüzzaman’ın hayatı ile davasını ifade eden Risaleleri birbirinden ayırmamak gerekir. Risaleleri ayrı, Bediüzzaman’ın hayatını ayrı değerlendirmek Risale-i Nurlara ve davaya sada¬kati ortadan kaldırır. Zira Bediüzzaman dünyada hiçbir şeyle bağlı değil, sadece davası ile bağlıdır ve davasını yaşayarak da ifade etmiştir. Evlenmediği için de kendisini davadan koparacak hiçbir dünyevi meşguliyeti ve meselesi yoktur. Bu husus çok önemlidir.

6.3 Meşveret: Kendi başına hareket etmemek, bu kudsi hizmette çalışan-larla beraber ortak hareket etmektir. Bunun için de zaman zaman bir araya gelerek yapılan çalışmaları değerlendirerek ortak akıldan istifade etmek gerekir. Buna meşveret denir. Meşveret, eksikleri tamamlamak, tamam olanları daha da geliştirmek ve çevre şartlarını da dikkate almak amacına hizmet etmektir. Meşveret yine asıl ve esası değiştirmek için değil, asıl ve esasa bağlı kalmak, uygulamada ve hizmetteki iş bölümünü ve çevre şartlarını değerlendirmek için yapılmalıdır.

6.4 Tesanüt: Bir amaca hizmet edenlerin amaç dışına çıkmamaları için da¬yanışma ve kaynaşma içinde olmasıdır. Farklı düşünce ve amaçları işin içine sokmamaktır. Kemerli binalardaki taşların birbirine dayanarak düşmeden kur¬tulması gibi birbirine dayanmaktır.

6.5 Tevhid-i efkâr: Fikir birliği içinde olmaktır. Bediüzzaman “İttihat imtizaç-ı efkardır” buyurarak fikir birliği olmadan birlik ve beraberliğin olma¬yacağını açıkça ifade etmiştir. Bu da ilim gerektirir. “İttihat cehl ile olmaz” ifa¬desi ile bunu anlatır. Ayrıca “Cemaatte vahid-i sahih olmazsa cem ve zam kesir darbı gibi küçültür” buyurarak hizmette fikir birliğinin sayı çokluğundan ne derece daha önemli olduğuna vurgu yapar. Bu nedenle Risale-i Nur hizmetinde çalışanların bu temel ölçüleri hayata geçirmeleri şarttır.

6.6 Teşrik-i mesai: Zamanlama yapmak ve bunun için mesai uygulamaktır. Hedef belirlerken bu hedefin gerçekleşeceği zamanı da hesaba katmak gerekir. Bunun için gereken planlamayı yapmak lazımdır. Bütün bunların belli bir plan ve program içinde gerçekleşmesi mesailerin tanzimi tanımı içine girmektedir.

6.7 Taksimu’l-a’mâl: İş bölümü yapmaktır. Yapılacak işi küçük parçalara bölmek ve her bir parçasını liyakatli olanlara taksim ederek belli zaman peri¬yotları içinde geri almak gerekir. Sonra bu çalışmaların ilgili gruplar içinde de¬ğerlendirilerek yazılı metin haline getirerek edite edilmesi için gerekli mercilere teslim edilmesi de lazımdır. Bu çalışmalar çeşitli ihtisas gruplarını da kademe kademe gerektirir.

6.8 Fazilet ve Rıza-ı İlahiyi esas almak: Yapılacak çalışmalar bir fazilet yarışını andırmalı ve Allah rızası için yapılmalıdır ki kalp ve akıllar tarafından kabul edilip vicdan-ı umumi tarafından itirazsız benimsenebilsin. Başarı çok şey yapmakta değil, doğru ve ihlas dairesinde hareket etmekle elde edilir. İhlas ve samimiyet Allah’ın rızasını ve kabulünü netice verir. O da hizmetin devamı¬nı ve gelecek nesiller tarafından benimsenmesini sağlar.

Nitekim Harun Reşit İmam Malik’e “Görüşler farklılaştı ve ihtilaflar ço¬ğaldı. Bu sebeple sizin hadis kitabınız olan “Muvatta”yı resmi olarak neşrede¬lim, diğerlerini de yasaklayalım ki Müslümanların ihtilafları ortadan kalksın” deyince İmam Malik karşı çıkmıştır. Sonra Harun Reşid’e “İnsanlar hürriyet içinde ilmî müzakereler yaparak ilmi yaymakta ve çoğaltmaktadır. Ben buna engel olmak istemem. Hem ilimde ihlas ve samimiyet Allah’ın kabulünü netice verir. Zaman içinde ihlaslı olanlar Allah’ın inayeti ile kabul görür ve yaygınlaşır, samimi ve ihlaslı olmayalar kaybolur” demiştir. Aynen böyle olmuştur. Yüzlerce ilim adamının hadis çalışmaları ve onlarca cilt kitapları tarihte kaybolmuş ama İmam Malik’in “Muvatta” isimli tek ciltlik hadis kitabı alimler ve fakihlere hak ve hakikat dersi vererek zamanımıza kadar hak ve hakikat rehberi olmaya de¬vam etmiş ve etmektedir. p>

7. Şerh ve İzah İçin Neler Yapılabilir:

7.1 Kavramlar Ansiklopedisi: Risale-i Nurların kavram haritası çıkartı-larak bunları açıklayan bir “Kavramlar Ansiklopedisi” hazırlanmalıdır. Bunun için mütesanit bir ilmî heyete belli kavramlar verilerek belli bir süre içinde is¬tenir. Toplanan kavramlar ayrı bir ihtisas heyeti tarafından tartışmalı olarak gözden geçirilerek gereken düzeltmeler yapılır. Sonra editöre verilerek yeniden yazılıp Ansiklopedi haline getirilir. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’in “Kavram Tef¬siri” çalışmaları örnek alınabilir.

7.2 Risale araştırmaları: Risale-i Nurların temellerini oluşturan hususlar-da özel kitap çalışmaları yapılabilir. Misal olarak “Tevhid” “Nübüvvet” “Haşir” “Adalet ve İbadet” “Şahs-ı Manevi” “Sahabe Mesleği” “Hürriyet ve İstibdad” “Kelam ve Felsefe” gibi konular Risale-i Nur Külliyatı taranarak bir araya ge¬tirilip kitaplaştırılabilir. Çok büyük hacimli olmaması, cep kitabı şeklinde olup 100 sayfayı geçmemesi; alınması, taşınması ve her mekânda okunması bakı¬mından uygun olacaktır.

Ayrıca Bediüzzaman’ın dikkatleri çektiği ve keşfettiği yeni “Usul” (Meto¬doloji) kurallarını da içine alan “Hadis Usulü” “Tefsir Usulü” “Fıkıh Usulü” “Ke¬lam ve Mantık” gibi yeni usul/metodoloji çalışmaları yapılabilir.

7.3 Tarih ve mekân çalışmaları: Risale-i Nurların yazıldığı ve yaşandığı mekânlar ve tarihler üzerinde çalışmalar yapılmalıdır. Bilhassa Bediüzzaman’ın yaşadığı dönemlere ait Tarihi, Sosyolojik ve Siyasi çalışmaların yapılması Risale-i Nurların ifade etmek istediği hususları doğru olarak anlamak ve yo¬rumlamak için şarttır.

7.4 Müellif-i muhteremin Tarihçe-i Hayatının yazılması: Risale-i Nur müellifinin hayatı ve hizmeti, Risale-i Nurların telifinde gösterdiği fevkala¬de fedakârlık ve gayretleri külliyattan ayrı değerlendirilemez. İman ve Kur’an hizmetinde geçirdiği ve bizzat yaşayarak ve uygulayarak yaptığı hizmetleri ile Risale-i nurların telifi ve verdiği mesajlar bir bütündür. Bu yaklaşım içinde ha¬zırlanacak bir “Tarihçe-i Hayat” tüm araştırmacılar için de temel bir kaynak oluşturacaktır.

7.5 Temel Dini Kitaplar: Risale-i Nur ölçüleri dâhilinde “Akaid ve Kelam Kitabı”, “Peygamberimizin (a.s.m.) Hayatı” ve “Peygamberler ve Sahabeler Ta¬rihi” yazılabilir. Böylece asrın idrakine uygun tefsir yapıldığı gibi asrın idrakine uygun peygamberimizin hayatı ve peygamberlerin davaları ve Tevhid mücade¬leleri daha anlamlı hale getirilebilir. Aksi takdirde anlamsız bir tarih kitabından ve hikayeden öte mana ifade etmez. Peygamberlerin hayatı bilinir ama davaları anlaşılmaz. Önemli olan davayı anlamaktır.

Sonuç

Risale-i Nur hizmeti akıl ve felsefenin hâkim olduğu ahir zaman insanla¬rına Kur’ân’ın İman ve İslam dersidir. Kur’an’ın çağımız insanlarına ve gelecek çağlara mesajının anlatılmasıdır. Böyle cihanşümul bir davanın ve Kur’an Ke¬rim gibi ilâhi kitabın mesajını günümüz insanını hayran bırakacak şekilde ders verilmesi gerekir. Risale-i Nur hizmeti budur. Böyle bir hizmet için “ihlas, sada¬kat ve tesanüt” vasıflarını üzerinde taşıyan Risale-i Nur sahasında uzmanlaşmış heyetlere ihtiyaç vardır. Onların da kendi aralarında istişare ve iş bölümü yapa¬rak mütesanit bir şekilde yine Risale-i Nur müellifinin ortaya koyduğu pren¬sipler çerçevesinde çalışmalar yapmaları gerekir. Bunu yaparken sadeleştirmeye gitmeden, vahiy dili ve din dilini koruyarak Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu temel ölçüler çerçevesinde hareket edilmelidir. Bediüzzaman talebelerine tevdi ettiği vazifeler “şerh ve izah, tekmil, tahşiye, neşir, tâlimle, telif, tanzim, tertip, tefsir ve tashihle” devam edecektir. Nur Talebeleri bu hizmetlerin altyapısını oluşturmak, çalışma prensiplerini belirlemekle genel hizmetler çerçevesinde yapacaklardır. Sağlıklı ve istikameti gösteren fikirler elbette inancı ve itikadı sa¬hih olan “tavizsiz istikamet çizgisini” takip eden talebelerin oluşturduğu cemaat fertlerinin çalışmaları ile sağlıklı bir mecrada yürüyecektir.

Özet

Risale-i Nur hizmeti akıl ve felsefenin, teknik ve teknolojinin hâkim oldu¬ğu ahir zamanda o asır insanlarına Kur’ân’ın iman ve İslâm dersidir. Kur’an’ın çağımıza ve gelecek çağlara hitabı ve mesajının anlatılmasıdır. Aklen, fikren ve insaniyeten terakki eden, ilim ve teknolojik olarak gelişen, kurumlar ve devlet¬ler şeklinde sistemleşen insanlığa Kur’an’ın yüksek ve ebedi hakikatlerini ders vermektir. Böyle cihanşümul bir dâvânın ve Kur’an Kerim gibi ilâhi kitabın dersini vermek elbette çok büyük gayret ister. Çağlar üstü bir akıl, metot ve yöntemle günümüz insanını hayran bırakacak şekilde ders verilmesi gerekir. Risale-i Nur hizmeti budur. Böyle bir hizmetin yapılması için “İhlas, Sadakat ve Tesanüt” vasıflarını üzerinde taşıyan sahasında ve Risale-i Nur sahasında uzmanlaşmış heyetlere ihtiyaç vardır. Onlar da kendi aralarında istişare ederek mütesanit bir şekilde çalışarak yine Risale-i Nur müellifinin ortaya koyduğu prensipler dâhilinde çalışmalar yapmaları gerekir. İşte bu çalışmaların neler ol¬duğu bu makalede özetlenmiştir.

Anahtar Kelimeler:

Risale-i Nur, Din Dili, Vahiy, Metot, Usul, Asr-ı Saadet, Şerh, İzah ve Tan¬zim

Serving with Risale-i Nur is a lesson on belief and Quran for the people living in this century when logic and philosophy, science and technology pre¬vail. It is conveying the message and address of Quran to this century and the following centuries. It is teaching the high and everlasting truths of Quran to the mankind which has developed in terms of reason, thinking, humanity, science and technology and which has organized in the form of institutions and states. Teaching the lessons of Quran and this world-wide task naturally requires great efforts. An ultramodern reasoning, method, and system that will strike people with admiration must be used in teaching. This is the service of Risale-i Nur.

To carry out such a service there is need for committees specialized in their fields and Risale-i Nur and possessing the properties of “sincerity, faithfulness, and solidarity.” Members of these committees must work among themselves in cooperation and consultation and within the principles laid down by the author of Risale-i Nur. In this article we have summarized what these studies are.

Key Words

Risale-i Nur, Religious Language, Revelation, Method, Ways, Age of Hap¬piness (Golden Age), Interpretation, Explanation and Arrangement

Tirmizi, Kader, 10; Hayatu’s-Sahabe, 4:221

İşaratu’l-İ’caz, 2006, s. 228

Buhârî, Zekât, 1, 41, Sadaka, 1, 63, Mezâlim, 9, Megâzî 60, Tevhid, 1; Müslim, Îmân, 31; Tirmizî, Zekât, 6; Ebû Dâvud, Zekât, 4; Nesâî, Zekât, 46

Buhârî, İman 1; Müslim, İman 1

Mektubat, 2004, s. 725

Barla Lahikası, 2006, s.588–589

Muhakemat, 2006, s.40–41

Muhakemat, 138

Muhakemat, 48

Mektubat, 2004, (Hakikat Çekirdekleri), 798

Kastamonu Lahikası, 2006, s.370

Barla Lâhikası, 2006, s.588

Mektubat, 825

Emirdağ Lâhikası, 2006, s. 260

Muhakemat, 41

Emirdağ Lahikası, 62

Mektubat, 576

Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 2006, s.18

Sözler, 2004, s.595

Muhakemat, 58

Divan-ı Harb-i Örfi, 1993, s.88

Sünuhat, 1996, s.45

İşaratu’l-İ’caz, 2006, s.453

Şualar, 2005, s. 773

Emirdağ Lahikası, 2006, s.126

Mektubat, 69

Emirdağ Lahikası, El Yazma Nüsha, 661

Mektubat, 725

Mektubat, 725

Bediüzzaman Külliyatı, Hazırlayan: Muhammed Serkan, (Bilgisayar Programı, 2011-Son Versiyon) Gayr-i Münteşir, Müteferrik Mektuplar. (Sadeleştirme hakkında Ceylan’ın Büyük Doğu’ya Mektubu)

Mektubat, 2004, s. 724

Taberani, Mu’cemu’l-Evsat, 1:275

Barla Lahikası, 2006, s. 210

Lem’alar, 2005, s.393

Lem’alar, 391

Kastamonu Lâhikası, 35

Barla Lahikası, 589

Emirdağ Lahikası, 2006, s. 174