The Conditions for the Interpretation
of Risale-i Nur

Kitap için kitap yazmak.

Kısaca bu şekilde tarif edilebilecek olan şerh; âlim, şair, edib sıfatı taşıyan kişilerin, eski asırlarda yazılan dinî, ilmî, edebî eserleri muasırlarına faydalı ola¬cak şekilde cümle cümle, beyit beyit, bölüm bölüm açıklayarak anlatmaları ne¬ticesinde meydana gelen bir türdür.

Ekseriyetle iyi niyet tezahürü olarak yapılan şerhin başarılı olması için şerh edilecek eserin muhtevasının, insanların çoğunun ilgisini çekecek umumî bir konuyu işlemesi, yazıldığı zamanın şaheserlerinden addedilmesi ve klâsik eser hususiyeti taşıması gerekir.

Şârihin, yani şerhi yapacak kişinin, kitabın yazıldığı zamanın şartlarını bil¬mesi, cemiyetin değerlerini, hassasiyetlerini öğrenmesi, kendi yaşadığı zamanın şartları ve cemiyetin hususiyetleri ile mukayese ederek isabetli yorumlar yap¬ması, şerhin tesirini arttırır.

Ayrıca müellifin diline üslûbuna âşinâ olmak, sanat telakkisini, hayat anla¬yışını, dünya görüşünü benimsemek, kitabı yazış maksadını bilmek ve şerhine, onun esere ayırdığı zaman kadar zaman ayırıp verdiği emek derecesinde emek vermek de icap eder.

Eserin aslını değiştirmeye kalkmamak, diline üslûbuna müdahale etmemek, sanat tercihlerine, teşbihlerine, misallerine sadık kalmak ve insanların merak hislerini harekete geçirerek eserin aslını okumalarını teşvik etmek de iyi bir şârihin behemehâl uyması gereken hususlardandır.

Bunların yanı sıra şerh yapan kişinin gerektiğinde benzer mevzularda yeni kitaplar yazabilecek kapasiteye ve kabiliyete sahip olması, şerhi yaparken hedef kitle olarak seçtiği insanların kültür seviyelerini göz önünde bulundurması, ça¬lışmanın tesir sahasını genişletecektir.

Bazı şârihler şerhi, okudukları kitabı daha iyi anlamak maksadıyla yapmak¬la birlikte başkalarının da istifade etmelerini sağlamak için yazarken; bazıları münhasıran muasırlarını hedef alırlar. Bazıları, asırları temsil eden kuşakları eser etrafında kaynaştırma gayesi güderken bazıları da eseri gelecek nesillere ulaştırma gayreti içine girerler.

Şerhin en çok bilinen türü, tefsirdir. “Tefsir iki kısımdır. Birisi, Kur’ân’ın ibaresini ve kelime ve cümlelerinin mânâlarını, nazil oluş sebeplerini beyan ve izah ve isbat eder. İkinci kısım tefsir ise Kur’ân’ın imanî olan hakikatlerini hüc¬cetlerle beyan ve isbat ve izah etmektir.” [1]
Arapça “f s r” kökünden gelen tefsir de, şerh kelimesi ile müterâdif olduğundan bir nevi şerh sayılmakla birlikte, [2]
münhasıran Kur’ân-ı Kerim’in âyetleri üzerine yapılması hasebiyle diğer şerh türlerinden ayrı tutulmuş ve müstakil bir tür olarak kabul edilmiştir.

Şerhi yapılan eserin muhtevasına, hacmine, ebatlarına, nazım nesir oluşuna, türüne ve şârihin tercih ettiği tarza göre izah, tafsil, dibace, derkenar, haşiye, teşrih gibi çeşitleri bilinse de, edebiyat tarihçileri tarafından itibar edilip hakiki şerh sayılan şekli, kitap hâlinde olanıdır.

Asırlar boyu, bu gibi şartlara riayet eden mahir şârihlerin, kitabiyât dünya¬sına birbirinden değerli kitaplar kazandırmalarına zemin hazırlayan bu edebî tür; zamanla ehil olmayan kişilerin farklı maksatlarla kitap şerh etmeye kalk¬maları neticesinde eski itibarını kaybetmiştir.

Acele ile ve acemice yapılarak eserin aslına gölge düşüren şerhlerin, yeni kuşaklar tarafından yeterli görülerek insanları fikren tembelleştirip ilim, fikir, sanat, edebiyat türlerinde yeni eserlerin vermelerine mani olması[3]
ve benzeri mülahazalar; zamanla şerhi yapılacak eserler ve şârihler kadar, şerh kitaplarını takip eden kişilerin de azalmasına sebep olmuştur.

Geçmişte bu türde Muallakât Şerhi, Mesnevî Şerhi, Şerh-i Şemsî, kelâm âlimi Saadeddin Taftazanî’nin Şerhü’l- Mekasıd’ı, Seyyid Şerif Cürcanî’nin Şerhü’l- Mevakıf’ı, İbn-i Rüşd’ün Aristo’nun bazı eserlerine yazdığı şerhler gibi çok başarılı kitaplar yazılmış olmasına rağmen zayıf, hatta kötü şerh ör¬nekleri çoğaldıkça şerh yapmak zararlı telakki edilmeye başlanmıştır.

Zaman geçtikçe şerh anlayışının farklılaşması, şerhi yapılabilecek derin, ge¬niş muhtevalı eserlerin pek yazılmaması ve işinin ehli şârihlerin yetişmemesi yüzünden o telakki iyice artmış olmalı ki günümüzde, eserlerin şerhinin yapıl¬ması tartışılır hâle gelmiştir.

Risale-i Nur külliyatı da onlardan biridir.

“Bu dürûs-u Kur’âniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müçtehitler de olsalar, vazifeleri ulûm-u imaniye cihetinde, yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir. Çünkü çok emarelerle anlamışız ki, bu ulûm-u imaniyedeki fetva vazifesi ile tavzif edilmişiz. Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enaniyet-i ilmiyeden aldığı bir his ile şerh ve izah haricinde bir şey yazsa, soğuk bir muaraza veya nakıs bir taklitçilik hükmüne geçer. Çünkü çok delillerle ve emarelerle tahakkuk etmiş ki, Risale-i Nur eczaları, Kur’ân’ın tereşşuhatıdır; bizler, taksimül-a’mal kaidesiyle her birimiz bir vazife deruhte edip o âb-ı hayat tereşşuhatını muhtaç olanlara yetiştiriyoruz.”[4]

Bediüzzaman Said Nursî’nin bu ifadeleri de gösteriyor ki, aslında Risale-i Nur külliyatı üzerinde yapılacak çalışmalar hususunda tartışmayı gerektirecek veya insanları tereddüde sevk edecek hiç bir sebep yoktur. Zîra eserin müellifi yukarıdaki paragrafta Risâle-i Nurların intişarı için kimlerin, hangi şartlarda neler yapabileceklerini açıkça ifade etmiştir.

O sözlerden anlaşıldığına göre Said Nursî, ileride zamanın değişen şart¬larını, cemiyetin gidişatını ve insanların zihninde doğabilecek olan şüpheleri, tereddütleri nazara alarak eserleri üzerinde bazı çalışmaların yapılması gerek¬tiğine işaret etmiştir. Fakat bu çalışmaları kişilerin ihtiyarına bırakmamış şerh, izah, tanzim türleri ile sınırlandırmıştır.

Mezkûr ifadelerin muhatabı münhasıran Nur Talebeleri olduğuna göre Said Nursî’nin, müstakbel talebelerini, Risale-i Nurların şerhlerini, izahlarını ve tanzimlerini yapmakta tavzif ettiği söylenebilir. Lâkin onlara bile ilimlerine, irfanlarına, Risale-i Nur’a vukûfiyetlerine veya benzer meziyetlerine, maharet¬lerine güvenerek istedikleri çalışmayı yapma hakkı vermemiştir.

***

“Bu dürûs-u Kur’âniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müçtehitler de olsalar, vazifeleri ulûm-u imaniye cihetinde, yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir.”

Bilhassa bu cümle, Risale-i Nur külliyatı üzerinde çalışma yapacak kişilerin ‘allâme ve müçtehit de olsalar’ bütün ilimlerini, bilgilerini, tecrübelerini, yo¬rumlama kabiliyetlerini ancak risalelerin şerhini, izahını, tanzimini yapmakta kullanabileceklerini göstermektedir.

Zaten bu türlerin haricindeki çalışmalara, kim hangi mülahaza ile yaparsa yapsın hiçbir şekilde müsaade edilmediğine göre; tercüme, sadeleştirme, bazı terkiplerin yanına Türkçe karşılıklarını yazma, kaynak göstermeden iktibas etme gibi fevrî teşebbüsler eserin aslına müdahale, müellifin üslûbuna saygısız¬lık mânâsı taşımaktadır.

Bediüzzaman’ın “Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enaniyet-i ilmiyeden al¬dığı bir his ile şerh ve izah haricinde bir şey yazsa, soğuk bir muaraza veya nakıs bir taklitçilik hükmüne geçer” sözleri, öyle çalışmaların iyi niyet mahsulü olamayacağını, yapanların bilerek veya farkında olmayarak Risale-i Nur’a zarar vereceğini ifade etmektedir.

Bu itibarla, Risale-i Nur külliyatı üzerinde yapılabilecek şerh, izah ve tan¬zim dışındaki hiç bir çalışmaya teşebbüs etmemek, zemin hazırlamamak, fırsat vermemek, buna rağmen yapmak isteyenlere karşı çıkıp mani olmak, Nur Ta¬lebeliğinin şiarıdır .

Bazı çevrelerde sâri bir hastalık hâline gelmişçesine sık sık nükseden, son zamanlarda tekrar hızlanan sadeleştirme cüretlerine, Said Nursî’nin varisi sı¬fatını taşıyan saf-ı evvel Nur Talebelerinin şiddetle karşı çıkmaları, müteşeb¬bisleri ikaz etmeleri, ikazları kale alınmayınca bir araya gelip ortak mektup neşrederek kanaatlerini efkâr-ı ammeye açıklamaları da bunu göstermektedir.

Bediüzzaman Said Nursî’nin mezkûr ifadelerinden, ‘dürûs-u Kur’âniyenin dairesi içinde olan’ veya Nur hareketine mensubiyet hisseden herkesin, her iste¬diği zaman Risale-i Nurları aklına estiği gibi şerh, izah veya tanzim edebileceği sonucunu çıkarmak mümkün değildir.

Bu itibarla, Risale-i Nurları şerh etmenin de bazı şartları olmalıdır.

***

Risale-i Nur külliyatını şerh etmenin şartları:

Bir eserin şerh edilebilmesi için yazılmasının üzerinden uzun zamanın geç¬mesi, o zaman içinde cemiyetin telakkilerini değiştirecek çeşitli içtimaî hadi¬selerin vuku bulması, değişen kuşakların eseri aslından okuyamaması, okuyan¬ların tam olarak anlayamaması ve yeni nesillerin o eserin muhtevasını bilme ihtiyacı hissetmesi gerekir.

Bu zaviyeden bakınca, Risale-i Nur külliyatının telifinin üzerinden henüz o kadar uzun zaman geçmediği, isteyenin okuyup anlayarak ilgisi nisbetinde istifade ettiği ve müellifi Said Nursî’yi gören, hizmetinde bulunan, risalelerin telifine intişarına yardım eden talebelerin bazıları hayatta olduğu için, Risale-i Nurların bazı bahisleri üzerinde şerh denemeleri yapılsa da henüz bütününün şerhini yazma zamanının gelmediği söylenebilir.

Bediüzzaman’ın şerh, izah, tasnif meselesini işlediği mezkûr paragrafta, ‘bu dürûs-u Kur’âniyenin dairesi içinde olanlar, dairemiz içinde, bizler’ gibi Nur Talebelerini tedai ettiren ifadeler kullanması insanda; şârihlerin, Nur hareketi¬nin içinde bulunan ve Risale-i Nur’un intişarına vakf-ı hayat eden Nurcuların arasından çıkacağı kanaati uyandırmaktadır.

Hatta Risale-i Nurların çeşitli yerlerinde geçen bu ve benzeri ifadelerden hareket ederek Said Nursî’nin talebelerini, zamanı gelip ihtiyaç hâsıl olduğunda pey der pey risalelerin şerhini, izahını, tanzimini yaparak ihtiyacı giderip naehil kişilerin teşebbüs etmelerine mani olma vazifesi verdiği sonucu da çıkarılabilir.

İzah ve tanzim, şerh gibi Risale-i Nurların muhtevasına müteallik çalışma¬lar değildir. İzah ekseriyetle şifahi olarak yapılır. Haftanın muayyen günlerinde değişik yerlerde yapılan Nur derslerinde okunan bahisler, risalelerdeki benzer mevzularla veya ilmî bilgilerle, yaşanan tecrübelerle, meydana gelen hadiselerle izah edilmektedir.

Tanzim ise daha ziyade şekilden ve esere yardımcı bilgiler eklemekten ibarettir. Risale-i Nurları neşreden bazı yayınevleri, Bediüzzaman’ın mezkûr ifadelerini me’haz olarak gösterip değişik sayfa düzeni içinde hazırladıkları ri¬saleleri; lügatçe, indeks, dipnot, kronolojik bilgili gibi okumayı kolaylaştırıcı unsurlar da ekleyip kitap şeklinde tanzim ederek yayınlamaktadırlar.

Fakat şerh bütün külliyatın, büyük kitapların veya mühim bahislerin asılla¬rını aynen alarak muhtevalarını açıcı, açıklayıcı mahiyette çeşitli kitaplar yaz¬mayı gerektirdiğinden Nur Talebeleri şimdiye kadar Risale-i Nurları şerh etme cihetine gitmemişlerdir. Bu mesafeli duruşta, yapılacak çalışmanın zorluğundan veya işin büyüklüğünden ziyade henüz ihtiyaç hissedilmemesi tesirli olmuştur.

Risalelerin şerhini yapmak, elbette yalnız Nurculara münhasır bir iş değil¬dir. Nur hareketine mensubiyet hissetmediği hâlde, Risale-i Nurlara ilgi duyan araştırmacılar ve fikir adamları da şerh yapabilirler. Ancak yazacakları şerhin isabetli, makul ve makbul olması; onların da Nur Talebeleri kadar risaleleri okuyup anlamaları, Said Nursî’nin hayat seyrini ve nurların telif ediliş macera¬larını iyi bilmeleri ile mümkündür.

Hayatının olgunluk yıllarına kadar din ve fen ilimlerini mezcedip dinî, siyasî, içtimaî eserler veren Bediüzzaman Said Nursî; yaşı kemale erdikten ve vehbî ilme mazhar olduktan sonra Risale-i Nurları telif etmeye başladığına göre, o eserleri şerh edecek şârihlerin de, din ve fen ilimlerini mezcetmenin yanı sıra, vehbi ilimden de biraz nasiplenmiş olmaları icabeder.

Risale-i Nurların her bahsinin, parçasının ve eserinin telif ediliş sebepleri ve hikmetleri vardır. Onları şerh etmenin de dinî, ilmî, içtimaî, siyasî sebepleri olmalıdır. Risalelerin şerhi ancak din, devlet, millet ve beşeriyet hayatında öyle hadiseler yaşandığı takdirde yapılabilir.

Risale-i Nur şârihlerinde aranacak temel vasıflardan biri de İslâm medeni¬yetini meydana getiren milletlerin dillerini iyi bilmeleridir. Said Nursî; Türkçe, Arapça, Farsça gibi İslâm medeniyetinin ana dilleri ile birlikte, değişik bölgeler¬de yaşayan etnik unsurlar tarafından konuşulan Kürtçe, Ermenice gibi mahallî dilleri de bildiğinden eserlerinde o dillerden da bazı kelimeler kullanmıştır.

Risâle-i Nur külliyatında yüz elli bin civarında kelime ve terkip olduğu; hatta bilhassa Esmaü’l- Hüsna, Kur’ân-ı Kerim ve Peygamber-i Zîşanla (asm) ilgili olarak, sadece risalelerde geçen çok unsurlu yüzlerce dinî, imanî tamlama teşekkül ettirildiği bilinmektedir.

Hâl böyle olunca, Nurları şerh edecek kişilerin de İslâm medeniyetinin te¬melini teşkil eden milletlerin dillerini, esas ve yardımcı unsurları ile birlikte bilmeleri, risalelerin mütekâmil mânâda şerhlerini yazmaları için zaruridir.

Merhum Halil İbrahim’in tesbiti ve Bediüzzaman’ın tasdiki ile ‘hâlis Türk¬çe olan Risale-i Nur, Türk lisanının sadmeler geçirdiği bir devirde yazılarak Türkçede lisan üzerine de imam olacağına’ göre; Nur şârihlerinin, Türkçenin son yüzyılda geçirdiği sadmeleri iyi bilmeleri, bu lisan üzerinde oynanan oyun¬lara vakıf olmaları Risâle-i Nurların Türkçe üzerindeki imamlık vasfını idrak etmeleri ve şerhlerini ‘Risale-i Nur Türkçesi’ ile yazmaları gerekir.

Şayet harf inkılâbı, dil teorisi, uydurukça illeti, Lâtin dillerine ait kelime kullanma zaafı gibi meşum icraatlarla Türk Dili üzerinde oynanmak istenen oyunları fark etmezler ve kitaplarını, aslî kelimelerinin dörtte üçünü kaybede¬rek kuş diline çevrilmiş olan günlük medya Türkçesi ile yazmaya kalkarlarsa, değil risalelerin bir bahsini şerh etmek, şerh hususundaki meramlarını anlat¬makta bile zorluk çekerler.

Risale-i Nurları telif ederken her hususta olduğu gibi üslûp cihetiyle de Kur’ân-ı Kerim’i rehber ittihaz eden Said Nursî; âyet hadis mealleriyle, temsil¬lerle, teşbihlerle mücehhez ve edebî sanatlarla, mazmunlarla müzeyyen, müessir bir üslûp kullanmıştır.

Müstakbel Nur şârihleri, bu müstesna üslûbun hususiyetlerini iyi bilmeli, sanat âhenk cihetine, telaffuz inceliklerine dikkat etmeli, işleyişine âşinâ olmalı ve şerhlerinde kullanmaya gayret etmelidirler.

Risâle-i Nurların telif edildiği coğrafi bölgeler, tabiat şartları, dağlar, kırlar, bahçeler, muayyen vakitler ve işkenceli hapishane koğuşları, sıkıntılı sürgün di¬yarları da o üslûbun teşekkülünde tesirli olduğundan o bahisleri şerh edecek kişilerin oralara gitmeleri, kısa bir zaman için de olsa sıkıntılara katlanmaları, zorluklar içinde yaşanan sükûnetin lezzetini tatmaları, Nur risalelerinin telifi esnasında defaatle tezahür eden İnayet-i İlâhiye tecellilerini hissetmelerine ve¬sile olacaktır.

Risale-i Nur’un şerhi için taşınması elzem olan şartlar elbette sadece bun¬lardan ibaret değildir. Bu hususta daha bunlar gibi dâhilî haricî pek çok şart sıralanabilir. Lâkin zamanları ve zihinleri yazılı, sesli, görüntülü malayani med¬ya teranelerinin istila ettiği günümüzde fertlerin, yalnız mezkûr şartları bile taşımaları fevkalbeşer bir hâldir.

Bu hâl de gösteriyor ki, Risale-i Nur külliyatını ferdî teşebbüslerle şerh et¬mek mümkün değildir.

Şahsî bir kanaatin ifadesidir bu cümle.

Bu kanaate bakıp Risale-i Nur külliyatının bütününün veya bazı kitapla¬rının şerhinin yapılamayacağı söylenemez. Elbette zamanı gelip ihtiyaç hâsıl olduğunda Risale-i Nur’un şerhi, hatta şerhleri yapılacaktır. Ama o şerhler münferit teşebbüsler neticesinde değil, teşekkül edecek ihtisas heyetlerinin müdakkik çalışmaları sayesinde olacaktır.

Bunun için önce yeteri kadar zaman geçecek, şartlar değişecek, imkânlar gelişecek, nesiller yenilenecektir. Bu zaman içinde pek çok kişi risaleleri şerhe teşebbüs edecektir. Bazıları ferdî gayretin de, üstün kabiliyetin de kifayet etme¬diğini anlayarak vazgeçecek, bazıları şahsî yorumlarını kitap hâline getirecek ama pek ilgi görmeyecektir.

Başarılı olamayan bu gibi ferdî çabalar çoğaldıkça, Risale-i Nurların şerhi için bir heyet teşekkül ettirme zarureti hâsıl olacaktır. Din ve fen ilimlerini muhtevi farklı sahalarda ihtisas yaparak şerhin bazı şartlarını taşıdığını bilen şârihler, birbirlerinin yardımına ihtiyaç hissederek bir araya geldiklerinde şerh heyeti teşekkül edecektir.

Onlara, Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsinin farklı uzuvlarına mensup ağa¬bey vasıflı, müdebbir sıfatlı müteşebbis Nur Talebeleri de kaynak, imkân, tecrü¬be ve müşahedeleri ile iştirak ederek güzel bir çalışma zemini hazırladıklarında, şerh çalışması fiilen başlanmış olacaktır.

Risale-i Nurların telifi sırasında olduğu gibi önce, içtimaî yönden aciliyet arzeden bahisler şerh edilecektir. Onlar kitap, dergi, gazete, radyo, televizyon, internet yoluyla intişar edip cemiyette makes bularak müsbet neticeler verdikçe yapılanları yeni bahislerin ve mevzuların şerhi takip edecektir.

Meselâ, memleketimizde siyasetin bir türlü istikrara kavuşamaması ve de¬mokrasinin hayata geçmemesi, insanlardaki siyasî kanaat kargaşasından ve her siyasi kadronun, yalnız kendisini hakiki demokrat olarak görmesinden ileri gel¬mektedir.

Hâlbuki Risale-i Nur külliyatında ve Said Nursî’nin hayatında bu hususun mukni izahı ve müessir tatbikatı vardır. Bazı Nur talebeleri, bilhassa seçim ari¬felerinde çeşitli vesilelerle bunları yazıp söyleseler de, ya münferit olduğu, ya da mesele sahanın mütehassısı insanlar tarafından yeteri kadar müzakere edileme¬diği için ortaya konan görüşler ekseriyet üzerinde müessir olamamaktadır. Bu yüzden de cemiyetteki siyasî kanaat kargaşası artarak devam etmektedir.

Yıllardır çözülemeyen, çözülmek istendikçe daha da karışan bu içtimaî tab¬lo, Risale-i Nur külliyatındaki siyasî bahislerin; Said Nursî’nin hayatının Eski Said ve Yeni Said safhalarında gösterdiği siyasî tavırlar, söylediği sözler, hassa¬ten Üçüncü Said safhasında siyaset adamlarına yaptığı tavsiyeler ışığında şerh edilmesinin vaktinin geldiğini göstermektedir.

Bu meselenin hâllinde ilk hamle Nur Talebelerinden gelmelidir. Nur hare¬keti içinde yer alan hizmet gruplarının siyasete ilgi duyan temsilcileri bir araya gelip külliyatın çeşitli kitaplarında yer alan siyasî bahisleri seçerek şerhi yapıla¬cak risale metnini tanzim etmelidirler.

İkinci hamle, camia içinde yetişen ve meselenin mütehassısı sayılan farklı gruplara mensup Nur Talebelerinden müteşekkil bir şerh heyeti kurmak ve o heyetin, tanzim edilen metni cümle cümle, paragraf paragraf, bahis bahis mü¬zakere edip yorumlamasını sağlamaktır.

Bu şekilde ortaya çıkan taslak, değişik murakabe heyetlerine inceletilerek verecekleri raporlara göre yeniden elden geçirilmeli, Nur camiasının ağabey va¬sıflı rehber şahsiyetleri ile müzakere edilmeli, onların da tecrübeleri dinlenip kanaatleri nazar-ı itibara alınmalı ve şerh taslağı metin hâline getirilmelidir.

Mesele yalnız Nur hareketini değil milleti, hatta İslâm âlemini ilgilendir¬diğinden memleketteki siyasi partiler, fikir grupları, akademisyenler ve İslâm âleminin siyasî sahada temayüz etmiş isimleri ile irtibat kurulmalı, risale metni ve şerh taslağı onlara da verilerek incelemeleri sağlanıp görüşleri alınmalıdır.

Bu çalışmalar neticesinde elde edilen materyallerin ve beşeriyette muteber demokratik teamüllerin ışığında, gelecekte olması muhtemel içtimaî, siyasî ge¬lişmeler de tahmin edilerek, heyet tarafından şerh metnine son şekli verilme¬lidir.

Şerhte temayüz eden siyasî fikir ve kanaatleri, meselenin muhataplarının sahiplenmelerini sağlamak ve ammeye maletmek maksadıyla, beynelmilel bir kongre tertip edilmeli, şerh çalışmasına katkıda bulunan Nur hareketine men¬sup grupların, İslâmî camiaların, siyasî kadroların temsilcilerine ve yerli yabancı akademisyenlere söz hakkı verilmeli, orada herkesin fikirlerini serbestçe söyle-mesi temin edilmelidir

Lüzumu hâlinde bazı büyük şehirlerde de tekrarlanan kongrelerde ortaya çıkan kanaatler; bildiri, deklarasyon ve benzeri vasıtalarla efkâr-ı ammeye ilân edilirken son bir defa daha gözden geçirilen şerh, risalelerden seçilen metinlerle birlikte kitap hâlinde neşredilmelidir.

Risâle-i Nur külliyatında yer alan siyasî muhtevalı bahislerin ve siyaset adamlarına yazılan mektupların, mütehassıslardan müteşekkil bir heyet tara¬fından meselenin bütün muhataplarının da fikirleri alınarak yapılacak şerhi, zihinlerdeki kanaat kargaşasının izale edilmesine, siyasetin beynelmilel demok¬ratik teamüller içinde işlemesine ve ülkenin istikrarlı bir idare tarzına kavuşma¬sına vesile olacaktır.

Hilâfetin kaldırılmasından sonra İslâm âlemi bir şahs-ı mânevî meydana getiremediği ve Bediüzzaman’ın vefatını müteakip yaşanan ihtilâl darbeleri yü¬zünden Nur camiası şahs-ı mânevî gücünü büyük ölçüde kaybettiği için Nur hareketi de, İslâm dünyası da bugün güçlü bir şahs-ı mânevî teşekkül ettirme sıkıntısı çekmektedir.

Müslümanların, ehl-i küfrün karşısına hakiki güçleri ile çıkmalarına mani olan bu hâl, Said Nursî tarafından bizzat temsil edilen ve Risâle-i Nur kül¬liyatında teferruatlı olarak işlenen şahs-ı mânevî ile ilgili bahislerin de şerh edilmesinin zamanının geldiğini göstermektedir.

Meselenin muhatabı olan Nur Talebelerinden, İslâmî cemaat mensupla¬rından ve sahanın uzmanlarından müteşekkil bir şerh heyetinin yapacağı şerh çalışması önce Nur hareketinin, ardından da İslâm âleminin şahs-ı mânevîsinin teşekkülüne zemin hazırlayacaktır.

Bunlara zamanla ihtiyaç zuhur ettikçe Risâle-i Nur’daki başka bahislerle, meselelerle, eserlerle ilgili şerhler de eklenecektir. Belki zamanla artacak me¬selelere acilen çözüm bulmak maksadıyla imanî ve içtimaî bahisleri şerh ede¬cek iki veya daha fazla heyet kurulacaktır. O heyetler, ihtisas alanlarına tekabül eden bahisler ve eserler üzerinde yapacakları şerhleri diğer heyetlerle müzakere ederek tamamladıktan sonra neşredeceklerdir.

Birlikte çalıştıkça tecrübe kazanan, tecrübe kazandıkça da kendisini geliş¬tirip çalışmalarını hızlandıran şerh heyetleri, müstakil olarak kitaplaştırdıkları bahis, hadise, mesele şerhlerini Risale-i Nur’un eser isimlerine şerh sıfatını ek¬leyerek birleştirdikçe külliyatın şerhi tamamlanacaktır.

Lâkin bütün bunların olabilmesi için cemiyette Nurcu kimliğiyle bilinen, Nur hizmetini varlığının sebebi, hayatının gayesi sayan, diğer grupların varlı¬ğını kabullenip tenkitlerine müsamaha ile bakan, umumî meselelerde onlarla irtibat kurup birlikte hareket edebilen bir hizmet ekolünün teşebbüs etmesi gerekir.

Onu da ancak medenî cesareti olan ihlâslı, samimi, gayretli, muttaki fert¬lerden müteşekkil, içtimaî refleksleri gelişen, siyasî misyon sahibi, gruplar cami¬alar arasında katalizör vazifesi görebilecek lokomotif gücüne sahip bir cemaat yapabilir.

Nur hareketi içinde böyle özelliklere sahip bir cemaat veya cemaatler var. Zuhuru zaman alacak olsa da bir gün mutlaka ortaya çıkıp vazifelerini yapacak¬lar ve şerhle, izahla, tanzimle Risâle-i Nurları cemiyete, millete, devlete, hatta beşeriyete mâlederek fecr-i sâdıkın doğmasına, cennetâsâ baharın gelmesine vesile olacaklar.

İnşallah, an-karîb iz-zamân.

Abstract

Interpretation is a genre and a method that has been used for centuries to enable the understanding of a work and it is almost equal to writing a new work. For an interpretation to be successful, the work to be interpreted must be considered a masterpiece and a classic work of its time and must have a content that have aroused popular interest.

In this study we deal with the elements that must not be present in an in¬terpretation and based on this we put forward the conditions for interpretation studies of Risale-i Nur.

Key Words

Interpretation, explanation, arrangement, interpreter, conditions of interp¬retation, language and style