EDİTÖR

 

İnsanlığın yaradılışı ile birlikte inançları ile tıbbî uygulamalar arasında
hep yakın bir ilişki olmuştur. Bir çok toplumda, hatta en iptidaî kavimlerde
ya da inanç sistemlerinde dahi din adamları aynı zamanda bir şifacı ya da
hekim vazifesi üstlenmişlerdir. Hak dinlerde ise Peygamberler ilahî emirlerin
tebliğcisi olma vasıfları yanında, şahsi ve içtimai hayatın düsturları konusunda
insanlığa rehberlik etmişlerdir. İnsanın maddî ve manevî iyiliğini,
yani ruh ve beden sağlığını temin edecek, onu hem dünyada hem ahirette
mutluluğa kavuşturacak esasları, temsil ettikleri şeriatın prensipleri doğrultusunda
ve bizzat tatbik ederek gerçek anlamda numune-i imtisal olmuşlardır.
Bir anlamda Peygamberler, koruyucu hekimliğin temelini atmış, fıtrata
uygun yaşama hususunda, güncel tabirle rol-model olmuşlardır. Yeme,
içme, uyuma, çalışma, aile hayatı, içtimai münasebetler, yaşama alışkanlıkları
yanında, hastalık ve ölüm karşısındaki tutum, tedavi ve şifa gibi kavramlar
üzerinde inancın çok belirleyici etkisi olmuştur. Bugün bile bazı modern
tıp uygulamalarının toplum tarafından kabullenilmesinde dinî referanslara
ihtiyaç duyulması, din-tıp ilişkisinin her çağda varlığını sürdüren vazgeçilmez
bir etkileşim olduğunu ortaya koymaktadır.
İnananlar için bir şifa ve rahmet olduğu ayet-i kerime ile teyid edilen
Yüce Kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in tüm zamanları ve mekanları kuşatan
yüksek hakîkatlerini, her asrın müdakkik hakperestleri tespit etmişler
ve insanlığın faydasına sunmuşlardır. Bu anlamda, hadis-i sahih ile birer
peygamber varisi olan her asrın dâhi imamları, kendi asrının maddî ve
manevî yaralarına merhem olacak cihanşümul prensipleri ondan istihrâc
etmişlerdir. Bu cümleden olarak, asrımızın büyük müfessiri Bediüzzaman
Said Nursî de Kur’ân-ı Hakîm’in bir mu’cize-i maneviyesi ve bu asra bakan
yüksek hakikatlerinin tercümanı olan Risale-i Nur Külliyatı’nda tevhid,
nübüvvet, haşir ve adalet gibi ana esaslar yanında, bu asır insanının maddî
ve manevî hastalıklarının şifası olacak reçeteleri, kendi tabiri ile “Kur’ân
Eczâhanesi”nden terkip ederek istifademize sunmuştur. “Neciyim? Nereden geldim? Nereye gidiyorum? Bu dünyadaki vazifem
nedir? müşkil suallerine muhatap olan insanlık, fen ve din ilimleri ışığında
bu suallerine mukni, müberhen, mufassal cevaplar aramıştır. Ancak bu
kendini ve kainatı tanıma yolculuğunda, sadece akıl ve ilim yolunu tercih
edip, vahyi ve maneviyatı nazara almayan anlayışlar, insanlığı ilim ile aldatıp
zihnindeki şüpheleri ziyadeleştirerek küfrün koyu karanlıklarına mahkum
ederken; sadece din ilimleri ile yaratıcısını tanımaya çalışan taassubî
yaklaşım da âdetullah, sünnetullah ve şuunât, tasarrufât ve tecelliyât-ı ilahiyenin
keşşâfı olan fen ilimlerini nazara almayarak marifet-i ilahiye noktasında
insanlığı tatmin edememiş ve zaman zaman da istikameti kaybetmişlerdir.
Bu noktada “akıl ve ilim ve fennin hükmettiği istikbal” ifadesi ile
içinde bulunduğumuz çağı işaret eden Bediüzzaman Said Nursî, fen ve din
ilimlerini içtima ettiren yaklaşımıyla yukarıda zikredilen suallerin cevaplarını
en ikna edici ve tatmin edici şekilde izah ve ispat etmiştir.
Bu bağlamda tıp fenni açısından bakıldığında, Risale-i Nur Külliyatının;
yaradılışın sırları, insanın mâhiyet-i hakîkiyesi, insanda tecelli eden
esma-i ilahiye; tıp fen ve sanatının nihayeti ve hakikatı, tıp fenninden iman
ve tevhide açılan yollar; tıp fenni zaviyesinden kainata bakış, Kur’ânî bakış
açısıyla genetik ilmi; hekimlik mesleğinin esası, hastalıkların hikmetleri ve
neticesi; insanda hükmeden kuvveler ve onların ifrat, tefrit ve vasat mertebeleri;
çocuk, ergen, kadın, yaşlı ruh sağlığı; vehim, vesvese, korku, stres gibi
hissiyatla başa çıkma yolları; ölüm hakikatı karşısında insan; ibadetin ruh
ve beden sağlığı üzerine tesirleri; maddî ve manevî beslenme ve insan mizacı
üzerindeki tesirleri; peygamberlik mesleğinin tıbbi yönü, Sünnet-i Seniye
ve tıbbi hikmetleri gibi onlarca konuda, son derece orjinal tespitler ihtiva
ettiği görülmektedir.
Bu yüksek Kur’ânî ve nebevî hakikatların Risale-i Nur’daki yaklaşım çerçevesinde
ortaya konulabilmesi gayesiyle Konya’da düzenlenen Risale-i Nur
ve Tıp Kongresi’nin bazı tebliğlerine bir önceki sayımızda yer vermiştik.
Bu sayımızda da aynı kongrede sunulan tebliğlerin bir kısmını sizlerle
paylaşıyoruz. Ayrıca bu sayımızda Risale-i Nur Enstitü tarafından hazırlanan
“Sağlık Bilimleri ve Risale-i Nur” başlıklı çalışmayla kongrede sunulan
deklarasyonların İngilizcelerine de ulaşabilirsiniz. Sizleri dergimizle
baş başa bırakırken bir sonraki sayımızda farklı bir konuyla karşınızda olmayı
ümit ediyoruz.