Evvela İslâmı; mümkün olan en iyi şekilde yaşamak kendi
şahsınız açısından, müsaade edildiği ölçüde yaşamak ve o ölçüleri de
zorlamak, o zorlamada cihad olur.

Genel olarak cıhadın tanımını yapar mısınız?

Cihad kelimesi arapça cehd, kökünden türetilmiştir. Cehd
türkçemizdede kullanılan bir kelimedir, gayret göstermek anlamındadır, çalışmak
manasınadır Cihat da işteşlik kipidir. Arapça anlamıyla müşarekedir. Yani siz
bir gayret gösteriyorsunuz, sizin karşınızdakininde bir gayreti var. Karşılıklı
gayretlerin ortaya konmuş olduğu bir manayı ifade ediyor. Yani cihad câhede
fiilinin masdarı oluyor. Siz bir konuda direniyorsunuz, sizin karşınızdaki de
direniyor. Mesela bulunduğumuz odanın kapısını birisi açmak için zorluyor,
biriside onu içeri sokmamak için kapıyı bastırıyor, işte buna kelime manasıyla
cihad denir. İyi manadada cihad Allah’ın emrine aykırı olan her türlü olumsuz
şeylerle mücadele etmek onlara karşı direnç göstermektir. Tabi bu olumsuzluklar
kişinin kendi özel hayatındada olur, toplumsal hayattada olur ve müslüman
toplumlarla diğer toplumlar arasındaki ilişkilerde de olur. Kendi özel
hayatınızdaki baskılar nefsin baskısıdır, çevre şartlarının baskısıdır, mesela
sabahleyin ezan okunduğunu duyuyorsunuz namaz kılmanızın farz olduğunu
biliyorsunuz, müslüman olarak fakat o anda uyku bastırmış, yani uyku sizi
namazdan engellemek için bastırıyor tabi öbür taraftanda siz büyük bir gayretle
namaza kalkmak isterseniz buda nefsinizle, kendi kendinizle yapmış olduğunuz
cihat olur.

Cihadı yer, zaman ve şartlara göre sınıflandırma yapabilir
misiniz?

Cihad olumsuzluklarla mücadele olduğu için onun yeri zamanı
almazda, türlerinde yani onun yapılış şekilleri farklı olur. Biraz önce
söylediğim gibi sizin sabahleyin namaza kalkmanız bakımından bir şahsi
gayretiniz cihad olur. Öbür taraftan canınızın çok arzu ettiği bir harama
direnirsiniz Allahu teala yasakladığı için bu o şekilde bir cihad olur, birde
toplumda mesela etrafınızdaki insanlara karşı, o etrafınızdaki insanların
olumsuzluklarına karşı bir mücadele verirsiniz, mesela önce evinizde sonra
mahallenizde günah işlenmesine mani olmaya gayret edersiniz. Bir yerde sizin
müslüman kimliğinize karşı mücadele açılırsa, savaş anlamına bu defa karşı
tarafa bir direnç göstereceksiniz, kendinizi savunacaksınız, çatışmada olabilir
ölürsünüz, öldürülebilirsinizde çünkü savaş şartları içersinde bunların hepsi
olur, o da o manada bir cihad olur. Demekki cihad topyekün olumsuzluklara karşı
direnç göstermektir. Bu direnç olumsuzluğun durumuna ve şartına göre değişir.

Darü’l-harp ve darü’lİslâmda cihad mefhumlarını açıklar
mısınız?

Cihad mefhumunu bütün olumsuzluklara karşı direnç göstermektir
diye açıkladıktan sonra, darü’l-harp, darü’l-islam farketmiyor, ama her yerde
şarta uymak icap ediyor. Darü’l-harp ve darü’l-İslamın kendine göre şartları
değişik olur. Darü’l-harpte yönetim sizin elinizde değil, siz orada bazı
şartlarla yaşıyorsunuzdur, karşılıklı bir takım mutabakatlar vardır. Oranın
yerli yönetimiyle sizin aranızda bir mutabakak vardır. O mutabakata aykırı
davranışlarda bulunamazsınız. Her şeyden önce sizin can güvenliğiniz esastır,
sizin kendi canınızı tehlikeye atacak herhangi bir davranışa giremezsiniz,
İslâmiyet bunu kabul etmiyor. Fakat bu hiçbir zaman eli kolu bağlı olmak
anlamına gelmez. Tabiki oradada sizden fikrinizi, imkânlar ölçüsünde
yayabilecek, evvela İslâmı, mümkün olan en iyi şekilde yaşamak kendi şahsınız
açısından, müsade edildiği ölçüde yaşamak ve o ölçüleride zorlamak, o zorlamada
cihad olur. Sonrada imkânlar el verdiği ölçüde her türlü imkânı kullanarak
İslâmı anlatmak şeklinde vazifeler vardır. Yani darü’l-İslâmda hakimiyeti kurma
yönünde çalışmalar olur ve mevcut hakimiyetinize engel iç ve dış baskılara karşı
ciddi tavır koymanız söz konusu olur ama darü’l-harpte öyle bir şey yok evvela
can güvenliğiniz, sonra müslüman kimliğinizi devam ettirme, daha sonrada üçüncü
aşamada kendinize, İslâmı etrafa imkânlar ölçüsünde anlatma şeklinde görevler
olur. Gene şartlar işi bir şekle zorlar.

Peygamber efendimizce[sav] en büyük cihadın nefisle olduğu
belirtiliyor. Bunu açıklar mısınız?

Şimdi nefisle cihad hakikaten çok zor bir iştir. Yani herkes
başkasına çok rahat laf söyler ama kendine laf anlatamaz. Hepimiz hayatımızla
ilgili o kadar çok karar alarız ki bundan sonra şöyle şöyle yapacağım, şu işleri
yapmıyacağım diye sonra kendimize hakim olamayız, bu zor bir iştir. Onun için
İslâmın topluca yaşanmasında büyük faydalar var, kendimize karşı üstünlüğümüzü
topluca yaşamanın vermiş olduğu kuvvetle yenmiş oluruz. Mesela kendi başına
sabah namaza kalkamayan kişi bir başka arkadaşıyla sabah namazıyla falanca
camide buluşmak üzere sözleşirse bu defa kalkması kolaylaşır. Kendi başına bazı
olumsuzluklara direnç gösteremeyen bir insan birkaç arkadaşıyla birleştiği zaman
direnç gösterebilir. Böyle topluca yapılan işler kolay ama, ferdi işlerde kendi
kendinize karşı, tamamen kendinizi yönlendirmeniz gereken işlerde başarılı
olmanız çok zordur. Tekrar ediyorum insanın başkalarına laf anlatması kolay,
kendine laf anlatması gerçekten zordur. Bunu herkes kendi nefsinde yaşar, bilir.

Günümüzde cihad vasıtaları nelerdir?

Cihadın vasıtalarının sınırı yoktur. Mesala sizi yapmış
olduğunuz ropörtajda bir cihad vasıtasıdır. Radyosu, televizyonu, dergisi,
camisi, mektebi herşey yani hayatın her safhasında, her yerde İslâmın olumsuz
kabul ettiği şeylere karşı, her imkân kullanılarak cihad yapılır. Dolayısıyla
zamana ve zemine göre tabi değişir. Mesela eskiden gazete, radyo, televizyon
diye bir şey yoktu bunları cihad vasıtası olarak sayabiliriz ama burada esas
mesele fikri anlatmaktır. Fikri anlatmanın vasıtası değişmiştir. Önemli değil
vasıtalar her zaman değişebilir.

İslam fıkhına göre günümüzde cihadın hükmü nedir?

Cihadın hükmü her zaman farzdır. Yani kendi nefsinize karşı olan
cihadda farzdır, biraz önce söylediğim gibi sabah namazına kalkmak farzdır.
Toplumdaki olumsuzluklarında engelleyici davranışlarda bulunmak farzdır.
İmkânlar ölçüsünde tabi. Kendinizi tehlikeye sokmayacak noktalarda hareket etmek
şartıyla farzdır. Cihadın hükmü budur. Allahu teala farz kılmıştır.

Dünyada müslümanların başına gelen zulüm karşısında
Türkiye’deki bir müslümanın cihad açısından üzerine düşen vecibeleri nelerdir?

Cihad açısından üzerine düşen vecibeler, şartlar dahilinde
uyarmaktır. Türkiye’de müslümanların yapacakları çok şey var. Büyük
olumsuzluklar yaşanıyor. Türkiye hem içten hem dıştan sıkıştırılmaktadır.
Yıllardır Avrupanın bir üyesi olma gayretinde bulunan Türkiye’yi Avrupa kabul
etmiyor. Türkiye’deki rejim kendisini Avrupa’ya göre uyarlamıştır ve Avrupa’da
kabul etmeyince ortada kalıyor. Müslümanlar kabul etmiyor bir taraftan Avrupa
kabul etmiyor bir taraftan. Dolayısıyla ortada kalmıştır. Büyük bir şaşkınlık
içindedir bugünkü rejim. Bu ortamda işin gerçeğini anlatmak lâzım. Yani bizi
hıristiyanların ya da yahudilerin kabul etmeyeceğini açık delillerle ortaya
koyup kararsız halde bulunan bu insanlara bizim sahip çıkmamız icap eder ve
doğru yolu göstermemiz lâzım. Hakkı, doğruyu göstermemiz lâzım. Fakat hakkı ve
doğruyu doğru biçimde göstermek icap eder. Yani insanları tedirgin edecek
şekilde değil, onları korkutacak şekilde değil, zaten büyük bir telaş
içerisindeler, telaşlarını artırıcı yönde değil azaltıcı yönde bir takım
çalışmalar yapmamız icap eder.

İslâmın diğer vecibeleriyle cihad vecibesi arasında bir
mukayese yapar mısınız?

Dikkat ederseniz bizim baştan beri yaptığımız tanımlarda
Allah’ın bütün emirlerini yerine getirmek başlı başına bir cihaddır. Namaz
kılmak, oruç tutmak, zekat vermek, hacca gitmek. Mesela zekat vermek istiyorsun
mal tatlı, vermek zor geliyor ama zorlayıp veriyorsun buda bir cihaddır. Fakat
siz tabi cihadı alışılmış anlamda sıcak savaş şeklinde değerlendiriyorsanız
durum ve şartlara bağlı olan bir şeydir. Şartlar gerektirdiği zaman, yani sıcak
savaşa girmek icap ettiği zaman, bir grubun bu savaşa mutlaka girmesi lâzım.
Yani bir grup asker bulundurmak mecburiyeti vardır ki buna farz-ı kifaye denir.
Eğer böyle bir askerimiz olmazsa Cenab-ı Hakk hepimizi sorumlu tutar. Askerimiz
olduğu takdirde karşıdaki düşmanın durumuna göre hareket edilir, düşman topyekün
savaşa katılmamızı gerektirecek bir baskı ile üzerimize gelirse her birimizin,
çoluk çocukta dahil olmak üzere yapabileceği şeyleri ortaya koyup savaşa
katılması farz olur. Yani şartlar hükümleri belirler.

Cihad ve şehitlik kavramları arasındaki bağdan söz eder
misiniz?

Şehid Allah yolunda, ömrünü tüketme şeklinde tarif edilebilir.
Bu Allah’ın, islamı yaşamaya karşı verilen mücadeleye direnç gösterdiği için
öldürülen hir kimse veya kendi canını Allahın emirleri hususunda feda ettiğinden
dolayı, tabiki Cenab-ı Hakk tarafından büyük ölçüde mükâfatlandırılacak
şehitlerle ilgili Kuran-ı Azimüşşanda "onlara ölüler demeyiniz, onlar diridirler
ama siz onların ne durumda olduğunu bilemezsiniz, nasıl yaşadıklarını
bilemezsiniz. Allah yanında rızıklandınlmaktadırlar" ifadeleriyle Cenab-ı Hak
tarafından onların mertebeleri de ifade ediliyor. Allah kendi yolunda bir
insanın en değerli kabul ettiği canını vermiş olması tabiki en güzel şekilde
değerlendirilmiştir. Şimdi bu sıcak savaştaki ölüm bir de devam eden bir
mücadele yani ömrünü İslâmı yaşamak ve yaşatmak için harcayan bir kimse, başı
yastıkta ölse bile oda şehiddir. Yani şehidlik için illa sıcak savaşta ölmek
gerekmez. Kalemiyle cihad eden bir kişi o yolda ölse bile yine şehid olur,
öğrenimiyle cihad eden yada başka şekilde mesela evinde çoluk çocuğunu
müslümanca yetiştirmek için gayret gösteren bir hanım bu yolda ölürse o da
şehittir. Yani bu gayretleri devam ederken ölürse şehittir. Tabi bu arada başka
işlerde yapacak yani normal diğer işlerinide yapar. Allah’ın emirlerini hakim
kılmak için bir ömür harcanır yada ömrün işte bir ömüre yakın bölümü harcanırda
insan bu esas üzere ölürse insan yine şehittir.

Üstad Bediüzzaman cihadı bu devirde manevi olarak
değerlendiriyor. Bu konuda sizi düşünceleriniz nelerdir?

Nasıl değerlendiriyor?

Manevi cihad olarak; cihadı silahlı mücadeleden çok
telkinatla değerlendiriyor.

Şimdi Bediüzzamanın yaşadığı dönemi düşünürseniz bizim
başlangıçtaki darü’l-harp kavramı içersinde çizdiğimiz bir cihat şartları vardı,
şartlara göre değerlendirmek gerekir ve bu Türkiye’yi darü’l-harp kabul
ettiğimiz manaya gelmemeli. Fakat o zamanlar Türkiye ciddi bir karar içersine
girmişti, tarih çizgisini değiştiriyor ve İslâmi çizgiyi bırakarak tamamen batı,
asırlarca kabul etmediği, reddettiği savaşlar yaptığı batı düşüncesinin ülkede
hakim olması kararına varıyor. Böylece hakim güçler, silahlısı, silahıyla,
devletiyle İslâmiyetin Türkiye’de artık eskisi gibi egemen olmasını istemediği
gibi ortada bu kanaatte olan insanların ciddi sıkıntılarla yüzyüze geleceği
açıkça anlaşılıyor. Tabi öyle bir şartta bulunan kişi o şartlara göre kendi
kararını veriyor. Bu devrede yapılacak şey İslâmı anlatmaktır şeklendeki doğru.
Başlangıçta dedik ki evvela kişinin can güvenliğini sağlaması sonra kendi
şahsında İslamiyeti yaşaması, sonra imkânlar ölçüsünde anlatması, bu çerçeveye
zaten Bediüzzaman hazretlerinin yaşadığı dönem giriyordu. Bu dönemde yaşasa tabi
fikirleride değişecektir. Çünkü İslâmın temel emirleri değişmiyor. Bu değişmeyen
emirler Allahın dinini her türlü imkândan istifade ederek yaşamak ve
yaşatmaktır, imkânlar ve şartlara göre bir ilim adamınında yorumu olacaktir, o
da o şekilde bir yorumdur.