Kâinattan Hâlıkını Soran Bir Seyyahın Müşahedatıdır


1

Bu İkinci Makam, bu âyet-i muazzamayı tefsir etmekle beraber,
tayyedilen Arabî Birinci Makamın bürhanlarını ve hüccetlerini ve tercümesini ve
kısa bir meâlini beyan eder. Şöyle ki:

Bu âyet-i muazzama gibi pek çok âyât-ı Kur’âniye, bu kâinat
Hâlıkını bildirmek cihetinde, her vakit ve herkesin en çok hayretle bakıp zevkle
mütalâa ettiği en parlak bir sahife-i tevhid olan semavatı en başta
zikretmelerinden, en başta ona başlamak muvafıktır.

Evet, bu dünya memleketine ve misafirhanesine gelen herbir
misafir, gözünü açıp baktıkça görür ki: Gayet keremkârâne bir ziyafetgâh ve
gayet san’atkârane bir teşhirgâh ve gayet haşmetkârâne bir ordugâh ve talimgâh
ve gayet hayretkârâne ve şevk-engizâne bir seyrangâh ve temâşâgâh ve gayet
mânidarâne ve hikmetperverâne bir mütalâagâh olan bu güzel misafirhanenin
sahibini ve bu kitab-ı kebîrin müellifini ve bu muhteşem memleketin sultanını
tanımak ve bilmek için şiddetle merak ederken, en başta göklerin nur yaldızıyla
yazılan güzel yüzü görünür. "Bana bak, aradığını sana bildireceğim" der. O da
bakar, görür ki:

Bir kısmı arzımızdan bin defa büyük ve o büyüklerden bir kısmı
top güllesinden yetmiş derece sür’atli yüz binler ecram-ı semâviyeyi direksiz,
düşürmeden durduran ve birbirine çarpmadan fevkalhad çabuk ve beraber gezdiren;
yağsız, söndürmeden mütemadiyen o hadsiz lâmbaları yandıran ve hiçbir gürültü ve
ihtilâl çıkartmadan o nihayetsiz büyük kütleleri idare eden ve güneş ve kamerin
vazifeleri gibi, hiç isyan ettirmeden o pek büyük mahlûkları vazifelerle
çalıştıran

ve iki kutbun dairesindeki hesap rakamlarına sıkışmayan bir
nihayetsiz uzaklık içinde, aynı zamanda, aynı kuvvet ve aynı tarz ve aynı
sikke-i fıtrat ve aynı surette, beraber, noksansız tasarruf eden ve o pek büyük
mütecaviz kuvvetleri taşıyanları, tecavüz ettirmeden kanununa itaat ettiren ve o
nihayetsiz kalabalığın enkazları gibi, göğün yüzünü kirletecek süprüntülere
meydan vermeden, pek parlak ve pek güzel temizlettiren ve bir muntazam ordu
manevrası gibi manevrayla gezdiren ve arzı döndürmesiyle, o haşmetli manevranın
başka bir surette hakikî ve hayalî tarzlarını her gece ve her sene sinema
levhaları gibi seyirci mahlûkatına gösteren bir tezahür-ü rububiyet ve o
rububiyet faaliyeti içinde görünen teshir, tedbir, tedvir, tanzim, tanzif,
tavziften mürekkep bir hakikat, bu azameti ve ihatatı ile o semavat Hâlıkının
vücub-u vücuduna ve vahdetine ve mevcudiyeti, semavatın mevcudiyetinden daha
zâhir bulunduğuna bilmüşahede şehadet eder mânâsıyla Birinci Makamın Birinci
Basamağında


2

denilmiştir.

Sonra, dünyaya gelen o yolcu adama ve misafire, cevv-i sema
denilen ve mahşer-i acâip olan feza, gürültüyle konuşarak bağırıyor: "Bana bak,
merakla aradığını ve seni buraya gönderini benimle bilebilir ve bulabilirsin"
der. O misafir, onun ekşi, fakat merhametli yüzüne bakar; müthiş, fakat müjdeli
gürültüsünü dinler, görür ki:

Zemin ile âsumân ortasında muallâkta durdurulan bulut, gayet
hakîmâne ve rahîmâne bir tarzda zemin bahçesini sular ve zemin ahalisine âb-ı
hayat getirir ve harareti, yani yaşamak ateşinin şiddetini tâdil eder ve
ihtiyaca göre her yerin imdadına yetişir. Ve bu vazifeler gibi çok vazifeleri
görmekle beraber, muntazam bir ordunun acele emirlere göre görünmesi ve
gizlenmesi gibi, birden cevvi dolduran o koca bulut dahi gizlenir, bütün
eczaları istirahate çekilir, hiçbir eseri görülmez. Sonra, "Yağmur başına arş!"
emrini aldığı anda, bir saat, belki birkaç dakika zarfında toplanıp cevvi
doldurur, bir kumandanın emrini bekler gibi durur.

Sonra o yolcu, cevvdeki rüzgâra bakar, görür ki:

Hava o kadar çok vazifelerle gayet hakîmâne ve kerîmâne istihdam
olunur ki, güya o câmid havanın şuursuz zerrelerinden herbir zerresi, bu Kâinat
Sultanından gelen emirleri dinler, bilir ve hiçbirini geri bırakmayarak, o
kumandanın kuvvetiyle yapar ve intizamla yerine getirir bir vaziyetle, zeminin
bütün nüfuslarına nefes vermek ve zîhayata lüzumu bulunan hararet ve ziya ve
elektrik gibi maddeleri ve sesleri nakletmek ve nebatatın telkîhine vasıta olmak
gibi çok küllî vazifelerde ve hizmetlerde, bir dest-i gaybî tarafından gayet
şuurkârâne ve alîmâne ve hayatperverâne istihdam olunuyor.

Sonra yağmura bakıyor, görür ki: O lâtif ve berrak ve tatlı ve
hiçten ve gaybî bir hazine-i rahmetten gönderilen katrelerde o kadar Rahmânî
hediyeler ve vazifeler var ki, güya rahmet tecessüm ederek katreler sûretinde
hazine-i rabbâniyeden akıyor mânâsında olduğundan, yağmura "rahmet" namı
verilmiştir.

Sonra şimşeğe bakar ve ra’dı (gök gürültüsü) dinler, görür ki,
pek acip ve garip hizmetlerde çalıştırılıyorlar.

Sonra gözünü çeker, aklına bakar, kendi kendine der ki:

"Atılmış pamuk gibi bu câmid, şuursuz bulut elbette bizleri
bilmez ve bize acıyıp imdadımıza kendi kendine koşmaz ve emirsiz meydana çıkmaz
ve gizlenmez. Belki gayet kadîr ve rahîm bir Kumandanın emriyle hareket eder ki,
bir iz bırakmadan gizlenir ve def’aten meydana çıkar, iş başına geçer. Ve gayet
faal ve müteâl ve gayet cilveli ve haşmetli bir Sultanın fermanıyla ve
kuvvetiyle vakit be vakit cevv âlemini doldurup boşaltır ve mütemadiyen hikmetle
yazar ve paydosla bozar tahtasına ve mahv ve ispat levhasına ve haşir ve kıyamet
suretine çevirir. Ve gayet lütufkâr ve ihsanperver ve gayet keremkâr ve
rubûbiyetperver bir Hâkim-i Müdebbirin tedbiriyle rüzgâra biner ve dağlar gibi
yağmur hazinelerini bindirir, muhtaç olan yerlere yetişir. Güya onlara acıyıp
ağlayarak, gözyaşlarıyla onları çiçeklerle güldürür, güneşin şiddet-i ateşini
serinlendirir ve sünger gibi bahçelerine su serper ve zemin yüzünü yıkar,
temizler."

Hem o meraklı yolcu kendi aklına der: Bu câmid, hayatsız,
şuursuz, mütemadiyen çalkanan, kararsız, fırtınalı, dağdağalı, sebatsız,
hedefsiz şu havanın perdesiyle ve zâhirî sûretiyle vücuda gelen yüz binler
hakîmâne ve rahîmâne ve san’atkârâne işler ve ihsanlar ve imdatlar bilbedahe
ispat eder ki, bu çalışkan rüzgârın ve bu cevval hizmetkârın kendi başına hiçbir
hareketi yok; belki gayet kadîr ve alîm ve gayet hakîm ve kerîm bir âmirin
emriyle hareket eder. Güya herbir zerresi, herbir işi bilir ve o âmirin herbir
emrini anlar ve dinler bir nefer gibi, hava içinde cereyan eden herbir emr-i
Rabbânîyi dinler, itaat eder ki, bütün hayvanatın teneffüsüne ve yaşamasına ve
nebatatın telkihine ve büyümesine ve hayatına lüzumlu maddelerin
yetiştirilmesine ve bulutların sevk ve idaresine ve ateşsiz sefinelerin seyir ve
seyahatine ve bilhassa seslerin ve bilhassa telsiz telefon ve telgraf ve radyo
ile konuşmaların îsaline ve bu hizmetler gibi umumî ve küllî hizmetlerden başka,
azot ve müvellidülhumuza (oksijen) gibi iki basit maddeden ibaret olan havanın
zerreleri

birbirinin misli iken zemin yüzünde yüz binler tarzda bulunan
Rabbânî san’atlarda kemâl-i intizam ile bir dest-i hikmet tarafından
çalıştırılıyor görüyorum.

Demek,

3 âyetinin tasrihiyle, rüzgârın tasrifiyle hadsiz Rabbânî hizmetlerde
istimal ve bulutların teshiriyle, hadsiz Rahmânî işlerde istihdam ve havayı o
surette icad eden, ancak Vâcibü’l-Vücud ve Kàdir-i Külli Şey ve Alim-i Külli Şey
bir Rabb-i Zülcelâl-i ve’l-İkramdır der, hükmeder.

Sonra yağmura bakar, görür ki: Yağmurun taneleri sayısınca
menfaatler ve katreleri adedince Rahmânî cilveler ve reşhaları miktarınca
hikmetler içinde bulunuyor. Hem o şirin ve lâtif ve mübarek katreler o kadar
muntazam ve güzel halk ediliyor ki, hususan yaz mevsiminde gelen dolu o kadar
mizan ve intizamla gönderiliyor ve iniyor ki, fırtınalarla çalkanan ve büyük
şeyleri çarpıştıran şiddetli rüzgârlar, onların muvazene ve intizamlarını
bozmuyor; katreleri birbirine çarpıp, birleştirip zararlı kütleler yapmıyor. Ve
bunlar gibi çok hakîmâne işlerde ve bilhassa zîhayatta çalıştırılan basit ve
câmid ve şuursuz müvellidülmâ ve müvellidülhumuza (hidrojen-oksijen) gibi iki
basit maddeden terekküp eden bu su, yüz binlerle hikmetli ve şuurlu ve muhtelif
hizmetlerde ve san’atlarda istihdam ediliyor. Demek bu tecessüm etmiş ayn-ı
rahmet olan yağmur, ancak bir Rahmân-ı Rahîm hazine-i gaybiye-i rahmetinde
yapılıyor ve nüzulüyle

4 âyetini maddeten tefsir ediyor.

Dipnotlar

1. Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
Yedi gökle yer ve onların içindekiler Onu tesbih eder. Hiçbir şey yoktur ki Onu
övüp Onu tesbih etmesin; lakin siz onların tesbihini anlamazsınız. Şüphesiz ki O
Halîmdir, cezâ vermekte acele etmez; Gafûrdur, günahları çokça bağışlar. (İsrâ
Sûresi, 17:44.)

2. Allah’tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü’l-Vücud ki, vüs’at
ve mükemmeliyeti bilmüşahede görünen teshir ve tedbir ve tedvir ve tanzim ve
tanzif ve tavzif hakikatlerinin azamet-i ihatasının şehadetiyle, semâvât bütün
içindekilerle beraber Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.

3. … Ve rüzgârları sevk etmesinde ve gökle yer arasında
Allah’ın emrine boyun eğmiş bulutlarda…" Bakara Sûresi, 2:164.

4. İnsanlar ümitsizliğe düştüklerinde yağmuru indiren ve
rahmetini her tarafa yayan da Odur. O, kullarını gözetip koruyan ve her türlü
övgüye lâyık olandır." Şûrâ Sûresi, 42:28.