Cihad aslında her zaman vardır, her zaman mevcuttur.
Ancak insanların bulundukları çevrelerde, yaşadıkları devirlerde, cihadın
metodları, yöntemleri değişebilmektedir.

Genel olarak cihadın tanımını yaparmısınız?

Cihad, üstün gayret sarfetmek manasına gelmektedir. Bir terim
olarak cihad kelimetullah dediğimiz, yani kelime-i tevhidi, Allah’ın birliğini
ilan eden "lâ ilahe illallah muhamme-den rasûlullah" cümlesini, manâsını bütün
dünyada hakim kılmak gayreti ve çabasıdır. En kısa tarifi budur.

Cihadı yer, zaman ve şartlara göre sınıflandırma
yaparmısınız.

Cihad, peygamber efendimizin de bir hadislerinde buyurdukları
üzere İslâm dininin ortaya çıkışından itibaren başlamıştır. Ve kıyamete kadar
devam edecektir. Bu, peygamber efendimizin kendisine ve onun ümmetine farz
kılınan cihad oluyor. Aslında insanoğlu varolalı hak batıl mücadelesi
başlamıştır. Yani cihad başlamıştır ve devam edegelmiştir. Nitekim Kur’ân-ı
Kerim de bir çok peygamberlerin cihadlarından, ümmetleriyle olan
mücadelelerinden söz edilmektedir. Binaenaleyh cihad aslında her zaman vardır,
her zaman mevcuttur. Ancak insanlann bulundukları çevrelerde, yaşadıkları
devirlerde, cihadın metodları, yöntemleri değişebilmektedir. Bu sebeple mesela
yurtdışında gayr-ı müslim bir ülkede yaşayan Müslümanın cihadı ile ülkemizde
yaşayan bir insanın cihadı farklıdır. Hatta büyük şehirlerde yaşayan kişi ile
mahfuz köylerde yaşayan, bulunan insanların cihadı da daha başkadır. Aile reisi
olan bir insanın, öğrenci bulunan, devlet başkanı olan veya benzer çeşitli
sevi-yelerde bulunan insanların cihadları doğrusu değişiktir. Bunları şöyle bir
esasa bağlamak mümkündür. Mademki cihad, ilâhî gerçeği herkese duyurmak ve bütün
insanları islâmın temsil ettiği saadet ülkesine çekmek mânâsına geliyor. O halde
her insan bulunduğu dönemde buluduğu yerde bu görevi yerine getirmek için
mutlaka kendine has yapacağı işler olacaktır ve cihadın şekli de tasnifî de buna
göre değişecektir.

Darü’l-harp ve darü’lislâm da cihad mefhumlarını açıklar
mısınız?

Darü’l-harp, Müslümanların meşru bir savaşa girişmeleri
demektir, giriştikleri ülke demektir. Müslümanın savaşı şüphesiz ki batıl ile
olacaktır, İslâma, hakka, doğruya karşı gelenlerle olacaktır. Ve onun da kendine
has şartları mevcuttur. Darü’l İslâm ise, islâm öğretisinin ve islâm
buyruklarının uygulanabildiği ülkedir. Bu islâm buyruklarının uygulanabildiği
ülkenin nitelikleri nasıl olur. Gerçi eskiden beri hukukçular, İslâm hukukçuları
bir konuda farklı tarifler yapmışlardır. Ben şunu belirtmek isterim bu noktada.
Bazı düşünürlerimiz, bazı yazarlarımız mesela memleketimiz darülharp olarak
telakki edebilmektedirler. Eskiden beri yapılagelen açıklamaların bir kısmına
bağlı olarak bunu söylemek mümkün. Ancak eğer böyle kabul ediyorsak o zaman bunu
kabul eden kişinin tüm varlığı ile malı ile, canı ile her şeyi ile mücadeleye
girişmesi gerekiyor, bir taraftan ülkemizi darül-harp kabul etmek diğer yandan
darül-sulh darül-İslâmmış gibi rahatça yaşamak, yatıp uyumak ve kendi işlerini
görmek bir insanın kendi için de çelişki oluşturur. Bu sebeple nasıl şöyle
meşhur bir söz varsa ben ona benzer bir cümle sarfedeceğim. Derler ki hiç
ölmeyecekmiş gibi dünya için yarın ölecek gibi ahiret için çalış, binaenaleyh
şimdi ben de diyeceğim ki memleketimizi darül-harp kabul ederek her müslüman
elinden gelen imkânı kullanmalı ve meşru yollarla insanları Allahın saadet
ülkesine çağırmalıdır ama bunu yaparken de bir paniğe düşmemelidir. Ve
darül-harpte yaşamış olmanın bazı hukukçularımıza göre sağlayacağı avantajlar da
lehine olmak üzere kullanmamalıdır.

Peygamber efendimizde[sav] en büyük cihadın nefisle olduğunu
belirtiyor. Bunu açıklarmısınız?

Bu tür bir rivayeti bazı kitaplarımız içermektedir. Resulü
ekrem[sav] efendimiz bir savaş dönüşünde biz küçük savaştan büyük savaşa döndük
demişler. Bunun bir hadis olarak belgelendirilmesi ilmî açıdan güç olmaktadır.
Ancak bu cümlenin ifade ettiği espiri İslama ters düşmez. Gerçekten insanoğlunun
hayatı boyunca yürüteceği savaş, mücadele ve cihat herşeyden önce kendisiyle
kendi nefsiyle olmalıdır. İnsanın kendi nefsiyle yürüteceği savaş aslında
zordur. İnsanın kendi kendini eleştirilmesi, kendisine disiplin uygulaması ve
kendisini, yine kendisinin ortaya koyacağı evrensel değerler altında disipline
etmesi çok zor bir şeydir. Ama dışa yönelik olarak aynı şeyleri uygulamak kişiye
daha kolay gelir. Dışa yönelik çalışmalarda herşeye rağmen insanda biraz daha
ferahlama, biraz daha dışa doğru açılma psikolojisi oluşur. Bu açıdan
düşünüldüğü takdirde her şeyden önce insanın evvela kendisini terbiye etmesi
gerekir. Bu manâdâ olmak üzere Kur’ân-ı Kerim’de bir çok ayetler var. Resulü
ekrem efendimizi hayatında da, sözü ve fiili sürınetinde de bir çok örnekler
mevcuttur. Kur’ân-ı Kerim’de "İnsanlara iyiliği, yüceliği emreder, kendinizi
unutur musunuz?" mealinde ayeti kerime var. Herşeyden öne mücahid evvela kendini
cihad disiplinine tabi tutması gerekir, kendinden sonrada peygamber efendimiz
İslâm dininin ilk yayıldığında yaptığı gibi yakınlarına uygulamaldır ondan sonra
da çevde geniş çevreye doğru gitmelidir. Bu açıdan daha çok tasavvuf
literatüründe yeralan cihadı ekber teorisi doğrudur: Bunu tâsvip etmek lazımdır.

Günümüzde cihad vasıtaları nelerdir?

Günümüzdeki cihat vasıtalarından ikisine bilhassa dikkatinizi
çekmek isterim. Bunlardan bir temsil yöntemidir. İkinciside yayın organlardır.
Temsil yönteminden kasdım şu; her Müslüman cihad yapması gereken her insan ki
her müslümanın cihad yapması gereklidir, her Müslümanın kendine göre yapacağı
cihad vardır. Cihadını sözlü olmaktan çok fiili yapmalıdır. Yani Müslümanlığı
tam temsil etmelidir. Kendinin, her insanın içinde yaşadığı toplumda bir yeri
vardır, bir seviyesi vardır. Bir fonksiyonu., bir görevi vardır, kadın olsun,
erkek olsun yöneten olsun, yönetilen olsun, ne olursa olsun, kim olursa olsun
onun bulunduğu yerde görevini ideal örnek bir müslüman gibi yerine getirirse
onun davranışları onun görünümü kendiliğinden bir cihaddır. Bir emir bilmaruf
nehiy ani’l münker görünümüdür. Ve özellikle İslâmı tam olarak bilmeyen, tam
olarak yaşayamayan çevrelerde bu çevreler yurt dışında olabilir, bizim ülkemizde
de olabilir, bu çevreler büyük şehirlerimizde olabilir. Anadolunun köylerinde
kasabalarında da bulunabilir. Zamanımızın insanı fikirlerden sözlü telkinlerden
çok, şahşiyetlere ve fiili durumlara bakmayan tercih edebiliyor. Binaenaleyh bir
insan, islam dini şöyle yücedır veyahutta İslâm ahlaki davranışlar şöyle
şöyledir, güzel olanları, şöyledir, çirkin olanları şunlardır. Çirkin olanlarını
bırakması iyi olanlarını yapmalı tarzında uzun zaman sözler sarfetse bu konuda
eserler yazsa fakat kendisi bunlara uymayacak olsa bunlar etkili olmaz. Bunun
yanında fiilen iyi örnekler gösterecek olursa Müslümanlığı İslâmın ahlâk
kurallarını gayet güzel bir tarzda temsil edecek olursa o zaman onun cihadı
gerçekten geçerli olur ve başka insanlar içinde uyulacak örnekler teşkil eder.
İkinci önemli nokta özellikle günümüzde çeşitli yayın organlarıdır. Göze hitap
eden kulağa hitap eden veya doğrudan doğruya okunacak şekilde eserler tarzında
olan yayınlar artık günümüzün dünyasındaki insanlar çeşitli yayın organlarıyla,
duygularını, fikirlerini, düşüncelerini birbirlerine iletmektedirler;
birbirlerini etkilemeye çalışmaktadırlar. Günümüzde klasik cihat metodları eğer
vaaz ise, hutbe okumaksa, benzeri şeylerse bunlarda ihmal edilmemekle birlikte
günümüzün şartlarından istifade ederek cihadı bu tarzdan yürütmek gerekecektir.

İslam fıkhına göre günümüzde cihadın hükmü nedir?

Efendim cihad hem İslâm fıkhının konusudur, hemde İslam
akaidinin, İslam düşünce tarihinin konusudur. Cihad her zaman farz olmuştur.
Peygamber efendimizin gününde farz olmuştur, Hulefevi Raşidin dönemindede daha
sonraki dönemlerde de, ancak hemen bütün İslâm bilginlerinin oy birliğ ile kabul
ettiği bir gerçektir ki, içinde bulunduğumuz yüzyılda, yirminci yüz yılın
sonlarında insanlığın İslâma çok büyük ihtiyacı vardır. Gerek İslam dünyasında
yaşayan kitlelerin gerekse İslâm dünyası dışında bulunan bütün insanların
İslâma, İslâm’ın getireceği saadete, mutluluğa çok büyük ihtiyaçları vardır. Bu
bakımdan günümüzde cihad kat kat bir farzdır, bir vecibedir. Eski yıllarda
özellikle ülkemizi misal verecek olursak Osmanlı döneminde, devlet teokratik bir
devletti yani yönetimini dine uygun olarak yaptığını söylüyordu ve resmen
böyleydi. Belki zaman zaman bazı yanılmalar olurdu ama genelde teokratik bir
devletti. Böyle bir devlette, din konularını üstlenen yine devlettir, dine
aykırı vuku bulan olaylarda yine vaziyet eden devlet olur. Dinin lehine bir iş
yapmak gerekiyorsa yani tabiri caizse cihat yapmak gerekiyorsa bunu devlet
üstlenirdi, yapardı, yarım yapardı veya tam yapardı. Fakat günümüzde bilhassa
Türkiye gibi laik ülkelerde devletin böyle bir görevi yoktur. Devlet kendisinin
laik olduğunu söylüyor. Binaenaleyh devlet cihad yapmaz, müslüman, artık
günümüzün müslümanı Osmanlı döneminin hissiyatini unutmalıdır. Ve her müslüman
kendigini cihadla mükellef görmelidir, bunun kendisine farz olmuş bir görev
bilmelidir. Günümüzde ve bizim memleketimizde cihadın böyle bir ayrıcalığı,
böyle bir üstünlüğü vardır. Ülkemiz asırlarca İslâm dünyasının liderliğini
yapmış bir memlekettir. İçinde bulunduğumuz şehir şu anda, bu merkezin başkenti
olmuştur. Binaenaleyh görüştüğümüz birçok Türkiye dışı müslüman gerek Arap
havzasında, gerekse Türk dünyasında, gerek balkanlarda, birçok müslüman,
Türkiye’den yardım beklemektedir. Türkiye^den medet ummaktadır. Manevi konuda,
maddî konudaki yardımlaşmalar ayrı, belki on kere devletler arası münasebetlerde
işlenmektedir. Ancak manevi alandaki yardımlaşmalarda işlenmektedir. Ancak
manevi alanda yardımlaşmalarda dini açıdan aydınlatmakta cihad, bu manadaki
cihadda gerçekten Türkiye’nin dünyada, İslâm dünyasında ayrı bir konumu vardır.
Bu sebeple Türkiye’deyaşayan her müslümanın bu görevini, bu tarihi aynı zamanda
dini görevini bilmesi ve ona göre kendini, hayatını planlaması gerekiyor.

Dünyada müslümanların başına gelen zulüm karşısında
Türkiye’deki bir müslümanın cihad açısından üzerine düşen vecibeler nelerdir?

Biraz önce anlattığım üzere Türkiye Osmanlı devletinin mirasını
devralmış bir memlekettir bir ülkedir. Dünyada bugün hepimizi üzen müslümanlara
yönelik zulümler mevcuttur. Dikkat ettiğimiz taktirde bunların büyük bir kısmı
eski asırlarda Osmanlı devletinin himayesinde bulunan ülkelerdi. Osmanlı
devletinin tebası olan insanlardı, müslümanlardı. Tarihin çeşitli tecellileri
sonunda ayrıldılar, iradeleriyle veya iradeleri dışında başka yerlere
bağlandılar. Bugün ise o ülkelerin çoğu bağımsızlık savaşı vermektedir. Hatta o
ülkelerde içe yönelik mücadeleler bile Afganistanda olduğu gibi aslında dıştan
gelen ve uzun zaman devam eden tahriklerin sonucu olmuştur. Çünkü düşman bir
yeri işgal ettikten sonra ayrılsa bile işgal ettiği süreden daha fazla bir süre
geçmelidir ki ancak o memleketin insanı şuurlansın, toparlanabilsin ve dünya
üzerindeki konumunu belirleyebilsin. Bu bakıma tekide layık davranışlar olmakla
birlikte müslümanların birbirleriyle olan mücadeleleri aslında yine yabancıların
etkileriyle vuku bulmakta hatta halen İslam ülkelerinde içe yönelik olarak
görülen mücadelelerin hemen hepsinin arkasında yabancı etkilerin, parmakların
bulunduğuna, hemen herkes tarafından bilinmektedir. Hatta pek sorumlu mevkilerde
bulunan devlet adamları tarafından da artık açıkça ifade edilmektedir. Bütün
bunlar içnde Türkiye’de yaşayan müslümanların tarihi görevlerini tarihi
konumlarını unutmamaları ve ona göre davranmaları gerekmektedir. O kanaatteyim.

İslâmın diğer vecibeleriyle cihad vecibesi arasında bir
mukayese yapar mısınız?

Efendim Kur’an-ı Kerim’de iman ve cihad çoğu zaman yanyana
zikredilmiştir. Bazı hadis-i Şeriflerde imandan sonra en efdal, en üstün ibadet
namaz olarak gösterilir. Anmcak cihad namazı bile etkilemektedir. Yine Kur’an’da
yer aldığına göre cihadda bulunan, savaş cephesinde, meydanında bulunan
insanların namaz kılma şekillerinde değişiklik emredilmektedir. Kur’an-ı
Kerim’de yani nöbetleşe namaz kılmaları gerekmektedir. Demek ki imandan sonra en
üstün ibadet telakki edilen namaz bile zaman zaman cihada göre
ayarlanabilmektedir. Bu açıdan düşünüldüğünde diğer ibadet şekilleri içinde
veyahutta insan oğlunun, müslümanın sorumlu olduğu noktalarda, konuların başında
imandan sonra, hem imanla birlikte cihad gelmektedir. Ancak şunu belirteyim ki,
başından beri cihattan bahsettik, cihad savaşmak demek değildir. Sadece adam
öldürmek demek değildir aksine başta da ifade ettiğim üzere eski ifade ile
ila-yı kelimetullah yapmaktır. Yani kelime-i tevhidi insan oğlunun haysiyet,
şeref ve hürriyetini ilan eden kelime-i tevhidi yaymak çabasıdır. Bu çaba
sırsında birçok yöntemler kullanılır. Herşeye rağmen yine başarılı olunamazsa ve
düşmanın zulümleri devam ederse en son çare olarak silaha başvurulur. Bunu
konuşmamda bilhassa belirtmek isterim ki cihad denince birçokların zannettiği
veya böyle göstermek istediği gibi savaşmak, adam öldürmek, tahripler yapmak
demek değildir. Cihat o manaya gelmemektedir. İşte kendimize yönelik cihaddan
başlamak üzerebütün dünyadaki insanlara yayılacak bir cihad diğer ibadet
şekilleri içinde, ibadet yöntemleri içinde, onlarla en azından hepsiyle
beraberdir. Hepsinin derecesinde seviyesinde bir ibadettir.

Cihat ve şehitlik kavraqmları arasındaki bağdan sözeder
misiniz.

Efendim, şehit kelimesi kanaatimce göre günümüzde fazlaca
erozyona uğramış bir kavram birçok konularda hemen kullanılabilmektedir. Eğer
bir sosyal kavram veyahut sadece bir, yeni anlamlar kazanmış bir kelime ise ona
karışmayız, dil meselesi olur. Andini bir kavram olarak terim olarak düşünülecek
olursa şehit evvela İslama bütün benliği ile bağlanmış bin insanın Allah yolunda
kendini feda etmenin anlamı şudur. İnsanlık uğruna birinci derecede müslümanlar
uğruna, sonrada diğer insanlık uğruna kendi hayatını hiçe sayan o yolda savaşqn
mücadele veren ve bir aksi tesadüf bir ölümle karşılaştığı taktirde de gam
yemeyen ve böylece Allah’ına kavuşan insandır. Allah’a inanmak İslâmî değerlere
bağlanmak gibi önemli nitelikler olmadan dini anlamda şehitlikten söz etmenin
bir manası yok. Böyle düşünüldüğü taktirde cihada girişen kişi elinden gelen
gayreti sarfeder, cihadın sonundaki başarı cihadı yapanın elinde değil biz
müslümanlar böyle kabul ederiz. Muvaffakiyeti veren Allah’tır, eskiden beri
söylenir denir ki tevfik Allah’tandır. Tevfik Allah’tandır demek başarı
Allah’tan gelir. Bizim görevimiz zamanın şartları içinde samimiyetle insanlığa
hizmet etmektir. Bu uğurda çalışmaktır. Çalışma sırasında kimse ölümü
istememelidir. Elinden gelen bütün tedbirleri almalı. Ancak bütün bunlara rağmen
ölümle karşılaşıldığı taktirde de hiç bir zaman gam yememektedir. Bir mücahid
çok iyi biliyor ki bu hayattan sonra başlayacak ikinci hayat kendisi için çok
üstün bir hayattır. Kur’an-ı Kerim’de Allah yolunda ölenleri siz ölüler
zannetmeyin onlar diridirler. Onlar Allah nezdinde hayatlarını dünyaya nisbetle
çok daha ileri boyutlarda sürdürmektedirler. Ancak siz onun farkına varamazsınız
buyrulmaktadır. O sebeple İslam tarihinde, İslam ordularının müslüman gazilerin
başarılı olmalarının birinci sebebi bu şehitlik mertebesine bağlıdır. Çünkü
dünya hayatından sonra gelecek hayat bu hayattan gerilerde değildir
dailerilerdedir ve bu açıdan düşünüldüğünde cihad ve şehitlik sanki ikiz
kavramlar gibi insanın aklına ve gönlüne gelir, doğar.