İslâm’ın gâyesi küfrün karayılıklarını yok etmektir.
Bunun en önemli vasıflarından biri de cihaddır. Cihadda ilk yapılması
gereken de ilimle cihaddır. Böylece cehalete dayalı küfür karanlıkları
dağıtılmış olacaktır.

Dünyada ne kadar kötülük varsa bunların kaynağı bir bakıma
cehâlettir. Hakka ulaşmak isteyen herkes öncelikle cehâletten kurtulmalıdır.
Cihad için kolları sıvayan kişinin de ilk yapacağı iş budur. Onun içindir ki,
cihadın en önemli çeşitlerinden birisi, hiç şüphesiz ilimle yapılan cihaddır.
İslâm öncesi döneme, "Câhiliye" denilmesi, bilgisizliğin îmân etme önündeki en
büyük engel olduğunun güzel bir ispatıdır. Bu aynı zamanda, câhiliğin, küfrün en
önemli özelliği olduğunu da gösteriyor.

İslâmın gâyesi küfrün karanlıklarını yok etmektir. Bunun en
önemli vasıtalarından biri de cihaddır. Cihadda ilk yapılması gereken de ilimle
cihaddır. Böylece cehalete dayalı küfür karanlıkları datılmış olacaktır.

İlmin önemi çok büyüktür. Ortaya koyduğu delillerin gönüller
üzerinde icra ettiği tesiri de silah gücü ile temin etmek mümkün değildir. Onun
için Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur: "İnsanları Rabbinin yoluna hikmetle
ve güzel öğütlerle çağır ve onlarla olan mücadeleni en güzel şekilde yap."

Cenab-ı Hak bu âyetle demek istiyor ki, "İnsanların ilim ve
marifette yetişmiş olanlarını kesin delillerle, orta seviyede ilmi olanlarını
ikna edici deliller ve belâğatlı öğütlerle, ilimce en aşağı mertebede olup
mücâdele ve tartışmaya meraklı olanlarını güzel bir mücâdeleyle hak yoluna davet
et. Bu şekilde vazifeni yaptıktan sonra dâvetine uymayanlara üzülme. Çünkü Yüce
Rabbin onların hepsini bilir ve herkesin layık olduğu karşılığı verir."

Görüldüğü gibi burada yapılması emredilen hususların hepsi
ilimle yakından ilgili olup ancak bilgisi olanların yapabilecekleri hususlardır.
Bunlar cihadın bir bölümü olan dâvetin vesileleri olduğuna göre, cihadla aynı
önemi taşırlar.

Temeli ilim yoluyla tebliğe ve dâvete dayanan İslâmiyette bu
tebliğ faaliyetinin adı "ilim ile cihad"dır. Bu usûle "Kur’ân ile cihad" da
denilir. En güzel mücâdele şekli, Kur’ân’ın mücâdele şeklidir. Bu gerçek, bizzat
Kur’ân-ı Kerim’de şöyle dile getirilmektedir: "Sen kâfirlere itaat etme; onlara
karşı bu Kur’ân’ın delillerini ortaya koyarak büyük bir cihad ile cihad et."

Allah, bu âyetle Resûlüne büyük cihadı emretmektedir. Büyük
cihaddan maksat, peygamberlik vazifesini yerine getirmede ve halkı hak dine
dâvette bütün gücü harcamaktır. Gerçi bu cihadda maddî cihad ihtimali varsa da
bu ihtimal uzaktır. Çünkü maddî cihad, yani savaş emri Hicretten sonra
gelmiştir. Bu âyet ise Mekke’de nâzil olmuştur. Şu kadar var ki, deliller ve
hüccetler getirerek sefihler ile mücâhede etmekten büyük olduğu için,
Resûlullahın bu mücâdelesine büyük cihad denilmiştir.

Elmalılı merhum da bu âyeti tefsir ederken şöyle der: "Düşünmeli
ki bu ne büyük emirdir. Buna me’mur olan Peygamberin elinde Kur’ân’dan başka bir
silah yok iken, o Kelâmullah mu’cizesi o büyük cihadı bütün cihana yayılıyor."
Kur’ân’ın öyle bir tesiri, öyle bir gücü ve hakimiyeti var ki, onun câzibesi
karşısında hiçbir mukavemet dayanamıyor. Tesiri gönüllerin derinliklerini
sarsıyor, ruhları zelzeleye veriyor ve her vesileyle tesiri altına alarak
muhataplarının başka bir yol tutmalarına imkân bırakmıyor.

Onda öyle sade ve fıtrî gerçekler var ki, insan kalbi onu görür
görmez hemen asıl kaynak ile buluşmuş oluyor. Bir fıskiye gibi savrulan
gerçekler karşısında diretemiyor. Akan bu sele karşı durma gücünü kendinde
bulamıyor.

Kur’ân’da Kıyamet sahneleri var. Kıssalar var. Dile getirilen
kâinat tabloları var. Geçmiş insanların başından geçen acı hadiseler var. Teşhîs
ve temsîl sanatları var. Ve bütün bunlar, insan kalbini öylesine yakalıyor,
öylesine sarsıyor ki, karşı durma imkânı bırakmıvor. Bir tek sûre bile bazı
defalar insan bünyesini tiril tiril titretiyor. Ve ruhun derinliklerini öyle
yakalıyor ki, donanmış bir ordu bile o noktadan yakalama imkânına sahip değil.

Şu halde Allah’ın, sevgili Peygamberine, kâfirlere itaat
etmemesi, davetinden vazgeçmemesi ve bilâkis onlara karşı Kur’ân silahıyla
savaşması hususunda emir buyurmasının hiçbir garip yanı yoktur. Çünkü o
küfredenlere karşı insan bünyesinin karşı koyamayacağı, hiçbir tartışma ve
demagojinin diretemeyeceği bir güçle karşı koymaktadır.

"Zalim bir hükümdar karşısında hak ve adâleti açıkça söylemek,
büyük bir cihaddır."

İlimle cihad her zaman her yerde geçerlidir. Hatta maddî cihadın
vukû bulduğu anlarda dahi. Şu âyet-i kerîme bu bakımdan büyük mesajlar taşır:
"Mü’minlerin hepsinin birden savaşa çıkması gerekmez. Her topluluktan bir kısmın
geride kalıp da dinlerini iyice öğrenmeleri ve kavimleri geri döndüğünde onları
îkaz etmeleri daha doğru olmaz mı? Umulur ki böylece Allah’ın yasaklarından
sakınmış olurlar."

Bu âyet-i kerimenin yorumunu yapan Merhum Elmalılı özetle
şunları söylemektedir: "Bu suretle dinde bilgi sahibi olmak, farz-ı kifâyedir.
Bu mânâya göre din ilmini öğrenmek için de bir seferberlik sözkonusudur. Ve
Allah yolunda cihaddan sayılır. Fakat âyette diğer bir mânâ daha rivâyet
edilmiştir: Mü’minler, cihaddan geri kalanlar hakkında nâzil olan İlahî
beyânları işitince hepsi cihad için seferberliğe koşmuşlar ve bundan dolayı her
fırkadan bir kısmının cihada gitmesi ve bir kısmının da dinde bilgi sahibi olmak
ve gelenleri uyarmak için kalması emrolunmuş ve ilim ve delil ile mücâdelenin
asıl ve temeli olduğu, Peygamberin gönderilmesinden asıl gâye olan büyük cihadı
teşkil edeceği anlatılmıştır."

Bir defasında Hz. Peygamber, şöyle buyurmuştur: "Bazı insanlara
ne oluyor ki, yakınlarında bulunan insanları dinde bilgilendirmiyorlar? Onlara
dinlerini öğretmiyorlar? Onlara öğüt vermiyorlar? Onlara iyilikleri emredip,
kötülüklerden sakındırmıyorlar? Bazı insanlara da ne oluyor ki, komşularından
bilgi almıyorlar? Allah’a yemin ederim ki, insanlar ya komşularını
bilgilendirecekler, onları dinî konularda aydınlatacaklar, onlara öğüt
verecekler, onlara iyiliği emredip kötülükten sakındıracaklar; bazı insanlar da
ya komşularından bilgi alacaklar, onlardan dinlerini öğrenecekler, onlardan öğüt
alacaklar veya hepsine birden acele edip azap gelecektir."

Sonra Hz. Peygamber[asm] minberden indi. Bazı insanlar, "Hz.
Peygamber’in bu sözleriyle kimleri kastettiğini zannediyorsunuz?" diye
birbirlerine sordular. Bunun üzerine Resülullah, şöyIe buyurdu: "Eş’arîler,
dinde bilgi sahibi insanlardır. Su başlarından gelmiş göçebe Araplardan câhil ve
kaba komşuları vardır."

Bu sözler Eş’arîlerin kulağına gidince, Resûlullaha[asm] gelerek
şöyle dediler: "Ey Allah’ın Resûlü! Sen bazı insanları hayırla andığın halde biz
kötülemişsin. Bunun sebebi nedir?"

Resûlullah onlara şöyle cevap verdi: "Bir topluluk, ya
komşularını bilgilendirecek, onlara öğüt verecek, onlara iyiliği emredip
kötülükten sakındıracak; aynı şekilde bazı insanlar da komşularından bilgi
alacakar, onların öğütlerini dinleyecekler ve onlardan dinlerini öğrenecekler
veya daha dünyada iken başlarına ceza gelecektir."

Bunun üzerine Eş’arîler: "Biz başkasına öğüt mü verelim?" diye
sordular. Hz. Peygamber, daha önce söylediği sözlerini aynen tekrar etti.
Eş’arîler, bunun için bir sene süre istediler. Hz. Peygamber de süre verdi. Daha
sonra Resülullah şu âyet-i kerimeyi okudu: "İsrailoğullarından inkâr edenler,
Dâvud’un Meryemoğlu İsâ’nın diliyle lânetlendiler. Çünkü onlar isyan etmiş ve
hadlerini aşmışlardır. Onlar işledikleri kötülüklerden birbirlerini vazgeçirmeye
çalışmazlardı. And olsun, o yaptıkları pek kötü bir şeydi."

"İlimle cihad ve lisanla cihad arasında ne fark vardır?" diye
sorulursa, biz şöyle bir fark bulunduğu kanaatındayız: Lisanla cihad, hak yoldan
sapanları, yeniden İslâmî yola döndürmek için lisanla mücâdele etmek ve elden
gelen bütün Çabayı sarf etmektir. İlimle cihada gelince, İslâmî yolda olduğu
halde bir kişinin bilgilendirilmesi, aydınlatılması ve eğitilmesidir. Bâzen bu
iki ifade birbirinin verinr kullanılır ve birbirini gerektirir. Fakat genellikle
ikisi arasında fark varılır.

İlimle cihada ışık tutan daha başka bir âyet-i kerimelır de
vardır. Bunlardan biri şöyledir: "Nitekim kendi içinizden bir peygamber
gönderdik ki; size âyetlerimizi okur, sizi inkâr ve günah kirlerinden temizler,
size Kur’ân’ı, kâinatın gâyesini ve sırlarını ve daha bilmediğiniz nice şeyleri
öğretir."

Bu âyet-i kerimede Peygamberinizin belli başlı özelliklerine
işaret edilmekte ve en büyük vazifelerine parmak basılmaktadır. Bunlar aynı
zamanda onun ümmetinin de örnek alması gereken özelliklerdir.

Bu âyetler açıkça gösteriyor ki, İslâmda öğretimin esası, Kur’ân
ve sünnetin öğretilmesidir. Bu makam "Rabbanî"lerin, yani bildiğiyle amel
edenlerin makamıdır. Şu âyet-i kerime, bu gerçeği ifade ediyor: "Siz halka
öğrettiğiniz ve okuyup okuttuğunuz kitaba uyun da Rabbinizi tanıyan ve Ona
ibadet eden âlimler olun."

Bu âyet-i kerime, ilmi öğrenme; öğretme ve dersle meşgul
olmanın, insanın "Rabbani" olmasına vesile olduğuna delalet eder. Çünkü
"Rabbanî," Allah’ı bilen, ibadetinde dâim, Rabbine bağlı erbab-ı ilim demektir
ki, insanları İlâhî terbiye ile terbiye eden ve bilen ve bildiği şeyle amel edip
başkalarını hayırlı yola sevk eden kimsedir.

İlimle cihad etmenin faziletiyle ilgili birçok da hadis-i şerif
vardır. Bunların bir kısmını buraya alalım:

"Âlimin âbide olan [sadece ibadet eden] üstünlüğü, benim sizin
en aşağınızda bulunan birisine olan üstünlüğüm gibidir. Şüphesiz Allah,
insanlara hayrı öğretene rahmet, melekler istiğfar, gökler ve yerdeki mahlukat,
hatta yuvasındaki karıncalar ve denizdeki balıklar bile ona duâ ederler." "Bir
tek din âlimi, şeytana karşı bin âbidden daha güçlüdür."

Cassas, beden ve silah ile cihadı, fazilet açısından ilimle
cihad ile şöyle karşılaştırmaktadır: "Eğer denilse ki, ‘İlimle cihad mı daha
üstündür, yoksa mal ve canla cihad mı?’

"Biz de deriz ki, ‘Kılınçla cihad ilimle cihad üzerine bina
edilir ve onun fer’idir. İlimle eihad asıldır, mal ve canla cihad ise o aslın
üzerinde bina edilir. Asıl, fer’den daha hayırlıdır.’ Eğer denilse ki, "İlimle
öğrenmek mi daha hayırlıdır,. yoksa müşriklerle cihad etmek mi?" Biz de deriz
ki, "Eğer müşriklerin hücûmundan ve Müslümanları istilâ etmelerinden korkulur,
onlara karşı koyabilecek kimse de bulunmazsa, düşmanla çarpışmak herkesin
üzerinde muayyen bir farz olur. Bu durumda cihadla meşgul olmak, ilim
öğrenmekten daha faziletli olur. Çünkü düşmanın zararı Müslümanlara dokunduğunda
bunun telâfi edilmesi mümkün olmaz. Ama başka durumlarda da ilim öğrenilebilir.
Öte yandan ilim öğrenmek farz-ı kifâyedir. Herbir Müslümanın bizzat ilim
öğrenmesi farz değildir. Müslümanlardan düşmana karşı koyabilecek kimse
bulunmayınca cihad farz-ı ayn olur. Ertelenmesi ve ihmâle uğratılması mümkün
olmayacağından bir farz-ı ayn, başkaları tarafından yapıldığı takdirde kendisini
sorumluluktan kurtaracak olan bir farz-ı kifâyeden önemlidir. Eğer yeterli güce
sahip bir Müslüman gurup, düşmanla çarpışıp onların üstesinden gelebiliyorsa, o
zaman ilimle meşgul olmak elbette daha faziletlidir. Çünkü ilimle meşgûliyetin
rütbesi cihadla meşgûl olmanın mertebesinden üstündür. Zira cihad ancak ilim
temeli üzerinde binâ edilebilir."