"beauty consists of unity in variety"

Bir not: Burada söylenenler ayrıntı üzerine
yapılan bazı genellemelerdir; her ayrıntının kendi ayrı’sı olduğu
düşünülürse sadece temayülden bahseder, meyilse her zaman olacağın tam
kendisi değildir. Dolayısıyla bu yazı, kendi içinde gerçek bir ayrın’tı da
oluşturabilmiş değildir.

Ayrıntı; sanatın, her şeye ötelerden gerçeklik arama uğraşısının
nesnel bir gölge olarak incelmesiyle en belirgin yönünü oluşturur.

Sanatçı, kendiyle yolculuğun eşiğini yakaladığını sandığı
ayrıntı izdüşümünde, karşısı olarak gördüğü ayrı’yla bütünleşmenin tanımını
sorgulamak durumundadır. Şu halde, nicel görünümü benimsemeye yönelik iradî
meylini incelme süreciyle yenmesi mümkündür. Bu, kendi sorunsalını ayrın’tıya
yükseltmek; su kadar arı, gök kadar sadık yöntemlerini bulma zorunluluğunu
nesneye taşımaktır.

Nesne’nin incelmesi, veya içleşmesi, sanatçının sönükleşip
durgunlaşmasına ve enfüsî diyalektiğin pragmatik bir oluşumu olarak yeni bir
hayal perdesine taşınmasına neden olur. (Burada iki ayrı olayın beraber oluşumu
gibi varsayılabilecek hak kayması, aslında bütüncül ilerlemenin aşkın düzlemde
yorumlanmasından ibarettir.) Kaotik kaygılanmanın sınırına yaklaşmış sanatçının
bu bağlamda yapacağı aşırı bir soyutlamayla beraber, yalnızlığı maksimum düzeye
getirmektir. Münzeviliğin etkileşim alanına aldığı ben’ini; hiçlikle-varlığın
çizgi olarak kaldığı görüntü tavında sanatın, âlemin ve kendinin bir "tek"
ayrıntıdan çoğalan şey’ler olduğunu, duyumsayacaktır. Bir iç suskunluktur
yaşanan. Sanat, yakınlaşma ve yalınlaşmadır. Bir iç intihardır.

Sanatçı, kendi ayrı’sını en asil anlamda tanımlayabileceği ve
tanımlanabileceği ortamı bulmuştur; karşı da (nesne), alışkanlığın kırılgan
olduğu yere dönüşmüş, güzelliğin ışımasını göreceği ayrı’yı yakalamıştır.
Sanatçı artık, nesnel olanla onun "ruh"unun sidre’sine ulaşmıştır; bu noktada
"eren"lerden olup "şey"in "ruh"unu kazanmış, yani halktan taşan derviş
sadeliğindeki ayrı’nın cezbe’sinde ufka yöneltmiştir. İşte o an elinde kalan bir
"hiç"tir, gerçeğin yoğunlaşmasıdır. Bu durumda ayrıntının seviyelerinde bir
sınırdan ve sınırlamadan bahsedilemez. Soyut gerçek, nesne içinde daha belirgin
kılınabilecektir. Tabi bu, soyut’un şahsiyetine (sanatçının ayrı’sıyla nesne’de
kurduğu öznelliğine) dokunarak olacaktır.

Böylece sanatçı, ayrıntıya "ruh" üfleyecek ve o ruh, anlamı
evrenselleştiriverecektir.

Sosyal kasr’ında sanat ayrışması

Nümayiş telkihinden müheyyâ bir sanatın, kendi mabeyninde sosyal
ayrışmadan âzâde olması düşünülemez. Sanat, bilinmezi çözüyordur ve bu bir
noktada onu bilinmez kılabilecektir.

Sanata aşılanan yetkinliğin aslı; bir sosyal alan tanımlaması,
daha doğrusu, yeni bir seçkincilik tavrında saklıdır. Sanat, oluşumu sırasında
kendi özgül alanını çizer; kalıbını (üslup) ortaya serer ve felsefî düzlemin
seçtiği alan üzerinde işlerleştirir. Bu açıdan sanatın paradoksal bir varsayım
olarak muğlaklaştığı görülebilir. Fakat anlam bazında, dışsal olgunun haricinde,
son derece keskin tabiatı haizdir.

Sanatın birinci sosyal boyutu aşk, hasret, nefret,
kahramanlık… Gibi aşkın anlamları fehmetmeye yöneliktir. Sanatın sosyal
etkisi, mezkûr kavramlara olan vurgusu nisbetinde olacaktır. Kurulan bu serbest
etkileşim çarkı, sosyal’in nicel erinç’e ulaşmasına duygusal bağlamda hizmet
edecek karakterdedir. Sanatın popülaritesi öncelikle söz konusu karakteri
yansıtır.

Sanatın özgül yanı ise, sanatçının tabiatında sakladığı nitel
egemenlerin hareketinde gizlidir. Bu giz’in, dimağın yakın noktalarından
yapacağı vuruşlar, sosyalin duyum tellerinin tınlamasına; neticesiyle sanatçının
özgül alanını "öz"leştirmesine meydan verecektir. Silik bir iz oluncaya dek
süren özgül iletişim, sosyal bir sanat kulağını oluşturabilecektir. Bu noktada
sanatçının sosyalle ilişkisi, öncekine göre son derece kısıtlı ve belirsizdir.
Ancak sanatın bu ikinci ayrışığında, ilişkinin pragmatizmi sanatçının kurduğu
sanat-ı hayâliyenin tipolojisini de oluşturacaktır. Şu halde sanatçı,
odaklaştığı vurguyu geri alabilecektir. Bilinmezin çözümünü bilinmezde saklı
gören "seçkin sosyal grub"un bilmece avını ussal gözle seyretmeleriyle sanatçı,
onulmaz hazlar yakalayacaktır. Bu anlamdaki bir etkileşim, sanatçının kalbi ile
sosyal’in dimağı arasındaki imajinal med-cezir’lerde görülebilecektir.

Sanat eseri karşısında sanatçı anlamı kodlayıcı, sosyal de
anlayıcı konumundadırlar. Dolayısıyla sanatçı hiç bir zaman sosyal’den kendi
özgül kalp titreşimlerini bekleyemez. Sosyalin de sanatçıyı, söyleminde
anlaşılır kılması düşünülemez. Zira anlatım, sanatçının süveydasından damıtılan
en yoğun görüntüsel eriyiğidir. Sanatın bu neredeyse sosyal olmayan sosyal
boyutu, sanatçının engizle kuşatılmış bulunan dünyasıdır. Sanatın dili,
sanatçının tek şahsâ malıdır. Sosyal bir sanat dili oluşturulması bu sebepten
mümkün görünmemektedir. Aksi halde, oluşturulan dil zorlama olacaktır. Sanatın,
içlerliği kişi ve kişiler anlamında etkileşim alanı içinde ortaya koymasıyla ve
ikonik seviyeyle algılanmasıyla, anlamlaştırma sırasındaki akışkanlığı
gözlemlenecektir. Sosyal, sanatın bu tür ayrışmaları neticesinde kendine bir yön
ve durak bulabilmelidir.

(Sanatın üç ayrışım boyutu dışında, bir de "hurafât ve hayal gül
gibi sâmi’e hayretten başka bir faide vermez" kısmı vardır ki onlar bahsimiz
haricidir)