Eğitim ve öğretimde; öğrencilerimizin üniversite tahsiline kadar
(lisans eğitimi), sanat geniş bir tartışmayla verilmez.

İtiraf etmeliyim ki, sanat konusunda: "Sanat toplum için midir?
Sanat sanat için midir?" klasik sorusu dışında da lisede hiç bir tartışmamız
olmamıştı.

Risale-í Nur’u kendisinden öğrendiğimiz ve tanıdığımız insanlara
sorduğumuz bazı "kallavî" sorular ise kimi zaman cevapsız kalmıştı.

Mesela; "Zulmün topu var, kal’ası var, güllesi varsa;/Hakkında
bükülmez kolu dönmez yüzü mardır." sözü "fena ve fani bir adam"a ait olduğu
halde, Risale-i Nur gibi Kur’an Tefsirleri’nde nasıl olurda ver alabilirdi?
Asrın Nurları’nda bu mısralar ver alabildiğine göre, Asrın Bedii "sanat eseri"ne
nasıl yaklaşıyordu?

Böylesi konulara bakış açımız yüksek lisans yaptığımız dönemde
daha "akademik" bir boyut kazandı. Sanatçı ile sanat eserinin apayrı unsurlar
olduğunu gördük en azından…

Merhum Berna Moran bir sanat eserine bakışı şöyle
şekillendirmişti:

Münekkidin yerine kendimizi rahatlıkla yerleştirebiliriz. Yani
biz sanatçı ile kesik çizgilerle ilgiliyiz. Aslolan eserdir. Esere kalın
çizgilerle bağlantılıyız. Toplumla ve sanatla bağlantılı olduğumuz
gibi… Sanatkâr, eserini; "Sanat yapmaya iten ilham dolu endişe ile ortaya
"özgürce" koyar. Biz arzu edersek alırız. O, biz arzu ettiğimiz için de bunu
yapmış değildir. Kendisi de üretkenliği döneminde "keyfi için" üretmemiştir
eserini. Fiktif (fictios) dünyası onu buna itmiştir. İtibarî (kurmaca) denilen
dünyasında kopan fırtınaların ürünüdür bu eser.

Bu sebeple; "Sanatkâr ne kadar özgür olmalıdır?" sorusu da net
bir cevap bulmuş değildir (henüz).

Sanatkârın alabildiğine hür olduğu sahalar vardır: Hat sanatı,
ebru ve mermer ile atalarımız bunu alabildiğine geniş tarzda ortaya
koymuşlardır.

Peki; "Heykelde özgürlük mümkün müdür?" konusu tartışmasız şöyle
cevaplanabilir:

Heykel bilineni yansıttığından, özgürlüğe
kanat açan muhayyileye çok şey getirmez. Mimarî ise apayrı özellikler taşır.
İslam Sanatı ile ilgili olarak Titus Burckhardt’ın bu konudaki araştırmaları
kayda değerdir.1

Sanat "İlahi bir denge" ile sarılı evrende, sanatkârların
sanatkârı olan Allah (cc)’a insanı götürmedikçe mâlayani olur mu?

Bu da "çetin" bir sorudur!…

Sanat milli midir? Bağımsız mı olmalıdır? hususu da kayda değer
bir konudur.

İdeolojisiz bir eser, eser midir?

Değilse, nedir?

Üst üste zihne hücum eden bu sorulara hemen cevap verilebilir
mi? Bu cevap geniş bir rahatlığa yol açar mı? Geniş kitleler bu konuda "ortak
nokta buluşması" gerçekleştirebilirler mi?

İşte bütün bunlar yüzyılımızın başında Avrupa’da ve Avrupa’nın
mirasçısı Amerika’da halledilmiştir.

Avrupa sanat ve edebiyatını Avrupa birliğine araç kılmıştır.
Fransız’ın edebiyatı, kendi içinde "özgür"; Avrupa Birliği söz konusu olunca
"genel"dir! Sanat, sanat eseri, toplum, sanatkâr ile ilgili hususları kendi
açılarından halledilmiş vaziyettedir.

İslam âlemi bir yana, Türk Cumhuriyetlerinde bile halledilmesi
-şimdilik kaydıyla- zor olan bu ve benzeri meseleler geniş çaplı araştırmaların
konusudur.

Köprü, her zamanki gibi "ilk" olma vasfını ortaya koyarak
aydınlarımıza ve hepimize bu konunun kapılarını açmış bulunuyor.

Marks’a veya Rene Wellek’e göre değil de "bizim gibi" olana
dönebilecek bir anlayış aydınlarımıza ihtiyaç duyuyor. Aydınlarımız "imparator
torunları" olduklarını içten içe hissederek bu konulara el atmalıdır.

Bizim bu makalede yaptığımız da budur: Sanat ve sanatkâr; ve
toplum; ve sanatçı!

Geniş bir yelpazedir bu. İkinci Söz’de dikkat çekilen hodbîn ve
hüdabîn’lerden birine yaklaşacak isek, elbette hudâbîn olmalı, fena ve fani
olanların da çok hoş ve estetik ürünler ortaya koyabileceklerini bilmeli;
Kâinatın yaratıcısına ulaştıracak "tefekkür"ler ile ilgilenecek bir dünyaya
sanat kapısı ile gitmenin gayretini de elde etmeliyiz.

Dipnotlar

1. Kubbealtı Akademi Mecmuası, İst. 1973.