"Koskoca Chanel’in turuncu, sarı, pembe plastik bileklikler
yapması mı daha tuhaf, yoksa bunların yok satması mı? Günlük yaşama ilişkin
basit bir soru, ama gel de cevapla!" (Gazete Pazar, 6 Haziran 1999). Aslında
gazetenin "Stil" sayfasını hazırlayan "Çintay" isimli kişinin (isim midir, kişi
midir? Ondan da emin değilim, ama neyse) böyle bir soruyu sorabilmiş olması
bence işin en tuhaf yanı. Zira aynı sayfada benzeri, pek çok ürünün tüketilmesi
için tanıtımlarını yapan kişi bile artık bu kadarının fazla olduğu kanaatinde.
Pekala, nedir bu "fazla" olan şey? Böyle bir soruya cevap verebilmek için
öncelikle "kültür" ve daha sonra da "popüler kültür" denilen kavramlardan ne
anlaşılmaktadır mevzuuna kısaca bakalım: Öncelikle, dilimize yabancı bir
lisandan (Fransızca; culture) girmiş olan bu kavram uygarlık, medeniyet ve hars
anlamlarında kullanılmaktadır. Geniş bir sahaya hitap eden bu kavram üç alt
başlık halinde de incelebilir: Halk (folk) kültürü, popüler kültür ve elit
(high) kültür. Dünyada mevcut bütün insan topluluklarının ortak bir özelliği
olan kültürün var olabilmesinin en önemli şartı insandır. Bir başka deyişle,
insanın veya (ister bir fikir isterse maddi bir varlık olarak) toplumun olmadığı
yerde kültürden söz etmek imkansızdır. İnsandan bahsedilen her ortamda da bir
değişimden söz edilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla, organik bir yapıya sahip bu
olgu değişmekte, gelişmekte ve hatta zaman zaman değişmeye uğramaktadır. Pek çok
farklı özelliği olan bu kavramın tarifi her ne kadar zor da olsa kendisine
mahsus bir takım özelliklerinden bahsedilebilir. Mesela, kültürün insan üretimi
olduğu görüşünden hareketle, bu insanların yaşadıkları bir coğrafya olması
gerekir. Tabii bu coğrafi bölgenin iklim şartları, ekolojik yapısı ve daha da
önemlisi orada daha önce yaşamış insanlardan kalan medeniyet unsurları da göz
önüne alınmalıdır. Aynı coğrafyada yaşayan insanların belirli bir ortak tarihe
de sahip olmaları beklenir. Kişinin içinde bulunduğu anda kendi atalarının miras
bıraktığı ögelere de bu bakımdan sahip çıkması gerekmektedir. Aksi takdirde,
birey kendi öz kültüründen habersiz olması onun her kültürde görülen değişim
tarafından aşırı şekilde etkilenip kimlik bunalımına düşmesine sebep olabilir.

Değişimden söz etmişken popüler kültür kavramına da değinmemiz
gerekmektedir. Genel olarak, yüzbinlerce hatta milyonlarca insanın seyrettiği,
okuduğu veya katıldığı eğlenceye işaret eden popüler kültür kendisini en çok
televizyon, sinema ve gazetelerde gösterir. Popüler kültürün medya dışındaki
araçlarından bazıları ise giyim tarzları, hobiler, tatiller, eğlence yerleri ve
amatör veya profesyonel spor dallarıdır.

Homojen olmayan toplumlarda farklı gruplar arasında görülen güç
mücadelesi, hatta çatışmaları sadece ekonomik ve siyasi hususlarda olmayıp aynı
zamanda kültürel alanda da kendisini göstermektedir. 18. yüzyılda Sanayi Devrimi
ile çalışma ve boş zamanlar (leisure time) birbirinden ayrılmış, böylece
insanlar işlerinden daha farklı aktivitelere de fırsat bulmuşlardır. Tabii bunda
artan refah seviyesinin de önemli bir rolü olduğu gözden kaçırılmamalıdır.
Nitekim bu yüzyılın başında Mathew Arnold da bu hususa işaretle toplumun büyük
bir kesiminde özellikle de işçi sınıfında önceki dönemlerden yani feodal düzenin
baskı rejiminden kurtularak yeni bazı alışkanlıklar edinmeye başladıklarını
belirtmiştir (1932; 76). Geleneksel anlamda Batı toplumlarının aristokrasi
sınıfının meydana getirdiği kültüre popüler medyanın tesiriyle bir alternatif
olarak ortaya çıkan işçi sınıfı kültürü arasındaki ayırım Dwight Macdonald
tarafından da ele alınmış ve bunu yeni oluşumun sebepleri şöyle sıralanmıştır:
Öncelikle siyasi demokrasi ve yaygın eğitim üst sınıfların kültür üzerindeki
tekelleşmesini ortadan kaldırmıştır. Girişimci zihniyet de bu durumdan
faydalanarak kendisine karlı bir pazar yaratmıştır; yeni teknoloji sayesinde
kitap, dergi, müzik endüstrisi ve ev eşyaları artık daha ucuz ve daha fazla
olarak üretilmesiyle bu pazara sürülmeye başlamıştır. Yeni teknoloji aynı
zamanda televizyon, radyo ve sinema gibi medya araçlarını da icat ederek bu yeni
üretilmiş malların kalabalıklara ulaştırılmasını sağlamıştır. Dolayısıyla,
popüler kültür yukarıdan, yani işadamları için çalışan teknisyenler tarafından
empoze edilmekte ve hitap ettiği kalabalıklar ise pasif tüketicilerdir. Kısaca,
popüler kültürün efendileri kar elde etmek ve/veya statükolarını korumak için
kalabalıkların kültürel ihtiyaçlarını istismar etmektedir (1957; 59-60).

Popüler kültürün yaratıcıları halka kendi zevk ve değerlerini
empoze etmeye çalışmakta, hatta onları eğittiklerini bile iddia etmektedirler.
Zira popüler kültür üreticilerinin çoğu hitap ettikleri kesimden daha iyi bir
eğitim almışlardır. Muhtemelen bizzat kendilerinin tüketmeyecekleri kültürel
ögeleri başkalarına sunmakta, hatta kendi aralarında nasıl hiç televizyon
seyretmedikleri veya arabesk müzik dinlemediklerinden bahsedebilmektedirler.
Dolayısıyla burada bir aşağı kültür programlanmasından bahsedilebilir. Yani,
yüksek kültür sahipleri halka kendi kültürlerini aşılamak yerine daha düşük bir
kültür empoze etmektedirler. Bir başka deyişle, bu programlama halka "iyi" olanı
vermektense kendi istediklerini vermekte böylece medyanın yaptığı şeyleri haklı
göstermeye çalışmaktadır. Tabii böyle bir uygulama da tenkit edilebilir. Fakat
halkın kendi kültür seviyesine uygun ögeleri tercih etmesi de ayrıca
tartışılabilir. Mesela, siz halka Türk klasiklerini okumayı önerebilirsiniz ama
onlar bunun yerine aynı kitapların televizyona uyarlanmış hallerini tercih
edebilirler veyahutta bugünlerde çeşitli kanallarda tüketime arzedilmiş olan
sözüm ona yerli dizileri, hatta televoleleri seyretmeyi yeğleyebilirler.

Tüketim

Tüketim, insanların objelere farklı anlamlar yüklemesiyle
yakından alakalıdır. Objelerin kullanılması da maddi olduğu kadar mecazi de
olabilir; yani objeler mevcut bir şey, bir fikir veya ilişki bile olabilir.
İnsanın obje ile ilişkisi de halen sahip olma veya ileride sahip olmayı ümit
etme şeklinde olabilir. Genel olarak sosyal bilimlerde tüketim şimdiye kadar
klasik ekonomi ya da Marksist ekonomi yaklaşımlarıyla ele alınmıştır. Fakat bu
yaklaşımlar ihtiyaçların ortaya çıkışı ile arz ve talebin tatmin edilmesi
sürecinde yaşanan sosyal ve kültürel etmenleri göz ardı ettiklerinden sık sık
eleştirilmişlerdir. Antropologlar ise bazı ihtiyaçların maddi temelleri olduğunu
kabul etmekle birlikte objeler için asıl önemli olan hususun bir takım
ilişkileri kolaylaştırdığı ve sosyal kimliğin oluşmasında önemli bir faktöre
sahip olduğu görüşündedirler (mesela bkz. Mauss 1990 ve Malinowski 1978).

Hemen hemen bütün objelerin bazı sosyal anlamları olduğu
doğrudur, ancak kapitalizmin yükselmesi ve seri üretime geçişten itibaren Batı
toplumunda bu ma-nalara daha fazla önem verilmiş, hatta batı toplumu kelimenin
tam anlamıyla bir "tüketici toplum" haline gelmiştir. Karl Marx’ın da Das
Kapital’de işaret ettiği gibi, ‘dürüst’ kapitalist istismar (exploitation)
yoluyla kâr eder (McLellan 1977). Marx’a göre kapitalizmin temel başarılarından
en önemlisi kültürel hegemonya (cultural hegemony) kavramıyla açıklanabilecek
kapitalist sınıfın işçi sınıfının kültürüne müdahale etmek suretiyle onların
nasıl yaşayacaklarına, ne hissedeceklerine, hatta ne yiyip ne giyeceklerine bile
karar verme yetkisini kendilerinde görmesidir. Bu hakimiyetini de işçi sınıfı
arasında ‘eşya fetişizmi’ni (commodity fetishism) yaygınlaştırabilmiş olmasına
borçludur. Böylece modern ‘köleler’ haline gelen insanlar sürekli olarak tüketim
faaliyetine girerler; o kadar ki, tüketmeyen birey kendisinin toplumdan
uzaklaştığını saymaya başlar. Kapitalist toplumlarda birey objeleri anlamsız
eşyalar olmaktan çıkarıp kendi hayatında farklı bir yeri olan anlamlı bir
emtiaya dönüştürmektedir (krş. Carrier 1990 ve Miller 1987). Artık bundan sonra
insanlar objeleri değişik sosyal ortamlarda kendi yerlerini belirlemek için
kullanmaya başlarlar. Mesela giyim eşyaları insanın sosyal tabakası ve etnik
kimliği gibi toplumsal düzen içerisindeki yerini tayin etmektedir. Bütün bu
ferdi davranışlar tüketimin toplumsal yapısını da etkiler. Sonra da bu tüketim
yapısı sosyal grupların yeni kimliklerini oluşturur.

Batı dışı toplumlarda seri üretim nispeten yeni bir olgu olmakla
birlikte tüketim buralarda da yeni kimlikler yaratmaktadır. Batı’da üretilmiş
malların diğer toplumlarda tüketilmesinin geniş oranda bir Batılılaşma getirip
getirmeyeceği de ayrı bir husustur. Nitekim, bundan birkaç sene öncesine kadar
(belki de özel televizyon kanallarının yaygınlaşmasından önce) Türk halkı Batı
ürünlerinden pek çoğunu "gavur icadı" olarak adlandırıp kendi kültürünün
ögelerinden vazgeçmek istememişti. Türkiye ile Batı ülkeleri kültürel anlamda
karşılaştırıldığında aradaki bence en önemli fark, Batı toplumlarının
kültürlerinde nispeten bir devamlılık söz konusu olduğu halde Cumhuriyet’in
ilanıyla birlikte ülkemizde gelenek bakımından kültürel bir kırılma yaşanmıştır.
Bir başka deyişle genç Türkiye Cumhuriyeti ile Osmanlı mirası arasındaki
kültürel bağ koparılmaya çalışılmıştır. Durum böyle olunca da ülkemizde Batılı
anlamda bir yüksek kültürden söz edilmesi imkansız hale gelmiştir. Sanayi
devrimi de bugün bile gerçekleşmemiş olduğundan çalışma zamanı ile boş zaman
ayırımı yapabilmemiz de -İstanbul gibi büyük metropoller hariç- oldukça zordur.
Fakat garip olan husus, ülkemizde popüler kültür belki de Batı toplumlarından
çok daha yaygın bir fenomen haline gelmiştir. Bana göre bunun başlıca sebebi
ülkemizdeki seri üretim ve bunun neticesinde kapitalist anlayışla halka tüketim
tutkusu aşılanması değil, -zira halka arzedilen ürünlerin çoğu Batı’dan ithal
edilmektedir- ülkenin kendi öz benliğinden uzaklaştırılarak başka bir kültürün
benimsetilmeye çalışılmasıdır. Şerif Mardin’in de (1990; 128-129) belirttiği
gibi 19.yüzyılda Osmanlıda bir "saray kültürü"nün yanısıra bir de "halk
kültürü"nden bahsedilebilirdi, ancak Batı’da olduğu gibi halk ile elit
kültürleri arasındaki farkı kapatma çabaları ülkemizde de mevcuttu.

Toplumlarda meydana gelen bu küçük gruplara ayrılma eğilimine
karşın bu parçalanmış cemaatlerin üzerinde bir "birleştirici" öğe bulmak
meselesiyle karşılaşılmaktadır. Bu çabanın temel amacı ise yeni bir mütecanis
milli birlik yaratmaktı. Fakat bu mütecanis birlik yaratma hedefi ancak
Cumhuriyet’in eğitim imkanlarından faydalanabilenler için mümkün olabilmişti.
Geride kalanlara ise, "kendi geleneksel kültür araçlarının sulandırılmış olması
nedeniyle kültür fakirliğine" düşmekten başka bir yol kalmamıştı. Elbette
ülkemiz aydınlarının kendilerini halktan soyutlamak ve onlara yabancılaşmak
suretiyle kendilerine özgü bir elit kültürünü oluşturmaları gerektiğini iddia
etmiyorum. Ama kitle kültürünün yozlaştırılarak bir üst kültüre benzetilmeye
çalışılmasının da daha vahim sonuçlara ulaştığı da ortadadır.

Kaynaklar

Arnold, M. 1932 Culture and Anarchy, Londra: Cambridge
University Press.

Carrier, J.G. 1990 Reconciling Commodities and Personal
Relations in

Industrial Society. Theory and Society, 19(5): 579-98.

Macdonald, D. 1957 A Theory of Mass Culture, B. Rosenberg ve
D. W. White (der.), Mass Culture: The Popular Arts in America, içinde, s. 59-73,
New York: Macmillan.

Malinowski, B. (1922) 1978 Argonauts of the Western Pacific,
Londra: Routledge & Kegan Paul.

Mardin, Ş. 1990 Siyasal ve Sosyal Bilimler: Makaleler 2,
İstanbul: İletişim Yayıları.

Mauss, M. (1950) 1990 The Gift: The Form and Reason for
Exchange in Archaic Societies, (ter. W.D. Halls), Londra: Routledge.

Miller, D. 1987 Material Culture and Mass Consumption,
Oxford: Basil Blackwell.