Toplum hayatımın çeşitli safhaları vardır. Bir toplumun, ticari,
iktisadi, hukuki, ahlaki kültürel, dini siyasi, örf ve adetler gibi çeşitli
yönleri vardır. Bunlar genellikle birbiri içine girmiş olup, karşılıklı
etkilenme içindedir. Bir toplum geliştiği zaman bütün safhalar birbiri ile
ahenkli bir durum arz etmiş ve sonuçta gözle görülebilen, ölçülebilen bazı
sonuçlar ortaya çıkmıştır. Bu gözle görülebilen sonuçlar da genellikle iktisadi
göstergelerdir. Fakat hemen şunu belirtmek gerekir ki bütün bu ölçülebilen
sonuçlar, esasında toplumun bütün dokularını ilgilendiren çeşitli kısımlardaki
gelişmenin bir sonucu ve özetidir. İktisadi gelişmeden bahsedildiği zaman kabul
etmek gerekir ki iktisadi gelişme toplumun diğer safhalarındaki inkişafının bir
sonucudur. Bundan bir asır önce farz edildiği gibi toplumlar sırf iktisadi
konulara eğilerek ve sırf ekonomik yapıyı ele alarak gelişemez ve huzurlu
yaşayamazlar.

Çağımızın içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik meseleler,
beşeriyetin uğradığı hüsran, büyük ölçüde bu yanlış ve tek taraflı anlayışın
sonucu olarak ortaya çıkmıştır. 19. asırdan bu yana “Materyalizm” diye ifade
edilen ve hayatın sadece maddi cephesini ele alan tek yanlı görüş tarzı
toplumların ekonomik ve sosyal yapısında dengesizliklere ve manevi sahada
çöküntülere, bilim ve bilgi toplumunda hakim olacak değerler cevap olacaktır.
“Elbette nev’i beşer, ahir vakitte ulüm ve fünuna dökülecektir. Bütün kuvvetini
ilimden alacaktır. Hüküm ve kuvvet ise, ilim eline geçecektir.”1
Çağımız, bilim çağıdır, herkes bilimin nimetlerinden faydalanmakta, bilimin
ürünleriyle karşı karşıya bulunmaktadır.

Bilimin hedefi, insanın maddi ve manevi refahını sağlamaktadır.
Maddi refah, zenginlik ve teknoloji ile; manevi refah ise, ruh, kalp ve gönül
huzuru, estetik sanat ve edebiyatla kazanılır. Bu yüzden, bilime her iki cephesi
ile sahip olmak gereklidir. Birini diğerine tercih etmek, insanlığın gerçek
medeniyet yarışında derin yaralar almasına yol açabilir. Çünkü insanın maddi ve
manevi olmak üzere iki cephesi vardır.2

“Maddi değerlerden, bilgi ve insancıl değerlere olan yoğun
yönelim, bilgi toplumunun değer ve davranış kalıplarını şekillendirecektir.
Bilgi toplumunda, dini ve ahlaki değerlere yeni boyutların gelmesi söz konusu
olacaktır. Maddi değerler üzerine kurulan ahlak anlayışı ve normlardan maddi
olmayan değerlere yönelim gündeme gelecektir.”3

21. yüzyıl bilimin hakim olduğu bilgi toplumlarından meydana
gelen yüzyıl olacaktır. Toplumların ve insanların yalnız iktisadi konulara
eğilerek ve yalnız ekonomik yapıyı ele alarak gelişecekleri ve huzurlu
olacakları anlayışı geçerliliğini kaybetmiş durumdadır. Bilgi toplumunda,
bilimin ışığında insan gerçek tanımını buluyor. İnsan, maddi ve manevi olmak
üzere iki cephesi olan bir varlıktır. İnsanın bu iki yönünün de tatmin edilmesi
gerekmektedir. Bugüne kadar insanın hep maddi yönü tatmin edilmeye çalışıldı.
Fakat, insan gerçek huzur ve mutluluğu yakalayamadı. Bunun için, bilim adamları,
bilgi toplumunda “maddi olmayan değerlere yönelim gündeme gelecektir” diyorlar.

Bugün artık iktisadi açıdan kabul edilen husus, toplumların
iktisadi kalkınması, maddi ve manevi yönleriyle sosyal, kültürel, ahlaki ve
hukuki gelişmenin iktisadi bir sonucudur. Manevi ve ahlaki cephesi ile kültürel
ve sosyal cephesi gelişmemiş bir toplumu, yalnız iktisadi cephesini geliştirerek
kalkındırmak kabil değildir. İnsanların refahı, mutluluğu, huzuru için bu
yeterli değildir. Kapitalizm ve sosyalizm bu gerçeğin müşahhas örnekleridir.4

Bugüne kadar uygulanan hayatın yalnızca maddi cephesini ele alan
iktisadi anlayışlar, uygulamalar, insana ve toplumlara gerçek huzur ve refahı
yaşatamadı. 21. yüzyılda insanlar ve toplumlar, huzuru yaşatan iktisadın arayışı
içinde olacaklardır.

Yeni Bir İktisat Anlayışı

İktisat, ölçülü hareket etmek, itidal, eldeki mevcut olanı
saklama, kısma, toplama, israf olmadan herhangi bir malı, ihtiyacı tam giderecek
şekilde kullanma, aldanmama manasına gelir. İktisat, Arapça “Kasd” kelimesinden
türetilmiştir. Buna göre iktisatlı bir insan maksadını iyi tanıyan, sağa sola
yalpalamaksızın, ifrat ve tefritten uzak bir şekilde yaşayan insandır. Bu
sebeple iktisat “uygun davranış” manasında anlaşılır. İktisat, insanın
ihtiyacına göre harcama yapmasını, cimriliğe ve israfa sapmamasını
gerektirmektedir.

İhtiyaçların yerini sınırsız istekleri alınca, fertler iktisatlı
bir hayat yaşamaktan uzaklaşırlar. İktisadın zıddı olan israfa sürüklenirler.
Tüketici davranışında israf, hem mikro iktisat açısından, ferdin tüketim ve
tasarruf dengelerini bozar, hem de makro iktisat açısından kaynakların
dağılımını ve ekonomide tasarruf ve tüketim oranlarını etkiler milletlerarası
sahada da gelir dengelerinin bozulmasına yol açar.5

Bugünkü dünyada huzuru yaşatamayan iktisadi anlayışın sonucu
olarak, bir israf ekonomisi hüküm sürmektedir. İnsanlar devamlı tüketime teşvik
edilmektedir. İhtiyacının üstünde tüketime yöneltilmektedir. Lüks tüketim
artmakta, reklam yoluyla suni ihtiyaçlar ortaya çıkarılmaktadır. Neticede hem
çevre ve tabiat kirlenmekte, hem de kaynaklar tüketilmektedir. Bugünkü çevre
meselesinin temelinde tüketimde ki israf yatmaktadır.

İktisat kainatının en esaslı kanunlarından biridir. Çünkü Allah
Hakim’dir. Bu ismin kainattaki tecellileri hiçbir yerde israfa mahal bırakmaz.6

Kainatı iktisat prensibi üzerine yaratan Allah, insanında o
hikmet sırrına uygun hareket etmesini ister. Bu da onun yaratılış maksatlarına
uygun yaşamasını gerektirir. Aksi halde insan kendisini sonsuz mutluluğa
götürebilecek kabiliyetteki fıtratını israf etmiş olur. Bu israfın neticesi,
hayatının diğer bütün safhalarını da istila eder. Böylece insan bütünüyle
hikmetin sırlarına ters düşmüş olur. Buradan da anlaşılıyor ki gerçek manadaki
bir iktisat imanın neticesidir.

İnsan neden iktisada bu kadar teşvik ediliyor ve israftan bu
derece sakındırılıyor?

Çünkü “Halık-ı Rahim nev-i beşere (insanlara) verdiği nimetlerin
mukabilinde şükür istiyor. İsraf ise şükre zıddır, nimetlere karşı hasaretli bir
istihfaftır (hafife almaktır). İktisat ise, nimete karşı ticaretli bir
ihtiramdır (hürmettir)”.7

İktisat varlık hikmetiyle çok alakalı bir gerçektir. İnsan şükür
için yaratılmıştır. İnsan ihtiyaçlarını karşılarken şükür içinde olmalıdır. Bu
şükrün yolu da hayatın her safhasında iktisat etmekten geçer. Kabiliyetlerin
yerli yerince kullanılmasından, Allah’ın verdiği her türlü nimetlerin gerçek
ihtiyaçlara yetecek şekilde ölçülü olarak kullanılmasına kadar. Şükür böyle bir
fıtratın şuurla ulaşılan bir neticesidir.

İslamın getirdiği prensipler tüketici davranışını Kur’an ve
Sünnete dayalı kaidelerle düzenlemeye çalışan bir ideal insan modelini
geliştirmektedir. Bediüzzaman Hazretleri “İktisad Risalesinde”8
bunları veciz ifadelerle dile getirmiştir.

Allah’ın lütfettiği nimetlere karşı ticaretli bir ihtiram ifade
eden iktisadı unsurlarına ayırırsak, insan hayatına neler kazandırdığına,
tüketici davranışlarını nasıl dengelediğine bakacak olursak, altı önemli vasfı
ihtiva ettiğini görürüz.

1- “İktisat bir şükr-ü manevidir.”

2- “İktisat nimetteki rahmet-i İlahiyeye karşı bir hürmeti ifade
eder.” İnsan, kainatın kendisi için yaratılıp kainattaki bütün varlıkların,
Allah tarafından insanın emrine tahsis edildiği şuuru ve idraki içinde kendisine
sunulan nimeti rahmet-i İlahiye olarak değerlendirilmelidir.

3- “İktisat bir sebeb-i berekettir.

4- “İktisat, bedene perhiz gibi bir medar-ı sıhhattir.” Bir
çoğumuzun bugün uyguladığı gıda sistemini dikkate alırsak, vücudu taşımaktan
ziyade, vücudun taşımak zorunda kalacağı miktarda gıda aldığımızı ve vücudun
onları hazmetmeden biriktirerek taşımak zorunda kaldığını görürüz. Bu gıdaların
fazlalığı, israfa gidilmesi ile şeker kolesterol buna benzer hastalıklar
sebebiyet verildiğini hatırlarsak, iktisada riayetin, israftan kaçınmanın
dördüncü fazileti anlaşılır.

5- “İktisat, manevi dilencilik zilletinden kurtaracak bir
sebeb-i izzettir.”

6- “İktisat, nimet içinde lezzeti hissetmesine ve zahiren
lezzetsiz görünen nimetlerdeki lezzeti tatmasına bir sebeptir.” Bediüzzaman
burada, iktisat ilminin meşhur azalan fayda kanununa işaret etmektedir.
Tüketimde iktisada riayet edersek, marjinal tüketim biriminin faydası yüksek
olur. İsrafa giderek tüketimi çoğaltırsak azalan fayda kanunu gereğince marjinal
birimin faydası azalır, israf çoğaldıkça sıfıra doğru iner, hatta negatif olur.9

Kaynağını Kur’an ve Sünnetten alan ve esas itibariyle kainatta
hükmeden köklü kanunlara dayanan iktisat prensibi, insana dünya hayatında arzu
ettiği mutluluğu huzuru kazandırabilecek bir denge ölçüsüdür. Her şeyden önce,
ferdin hayatına nizam verir. Gereksiz arzulara set çeker ve masraflarını gerçek
ihtiyaçlarına göre ayarlanmasını sağlar. Böylece hem sıhhatini, hem manevi
hayatını, hem de bütçesini intizama koyar.

İktisat, aile hayatının huzuruna da çok yardımcı olur. Aile
hayatındaki aksaklıkların en önemli sebeplerinden biri iktisadi zorluklardır.
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) “İktisat eden maişetçe aile belasını çok çekmez.”
buyurmak suretiyle iktisat prensibinin bu önemli sonucunu dikkat eder.

Fert ve aileyi intizam ve mutluluğa götüren iktisat prensibi,
toplumda da huzur sağlar. Bediüzzaman, iktisat düsturunun tatbik edilmeyişi
halinde ortaya çıkacak neticelere işaret etmek suretiyle bu hakikati şöyle dile
getirir. “İktisatsızlık yüzünden müstehlikler (tüketiciler) çoğalır,
müstahsiller (üreticiler) azalır. Herkes gözünü hükümet kapısına diker. O vakit,
hayat-ı içtimaiyenin medarı olan sanat, ziraat, ticaret tenakus eder (azalır). O
millette tedenni edip sükut eder, fakir düşer.”10

Ticaret Bereketin Kaynağıdır

Cenab-ı Hak Kur’an da insanlara alışverişi helal kıldığını haber
verir.11 Cuma namazını kıldıktan sonra
rızıklarını aramak üzere yeryüzüne dağılmalarını emreder.12
Birbirinin malını haksız yollarla alıp yemenin dışında, karşılıklı rıza ile
yaptıkları ticaretin meşru ve helal bir faaliyet olduğunu bildirir.13

“Bu kainat nedir?” sualine: “Fenn-i ticaret diyecek; gayet
muntazam bir sergi, çok intizamlı bir pazar ve malları çok sanatlı bir
dükkandır.”14

Dürüst ticaret en meşru ve bereketli kazanç yollarından biridir.
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) “Doğru ve emin tüccar, kıyamet gününde
peygamberler, şehitler ve sıddiklerle beraberdir” buyurmak suretiyle müminleri
dürüst ticarete teşvik etmektedir. Dürüst ticaret en güzel helal kazanç
yollarından biridir.

Aynı zamanda da umuma sunulan bir hizmettir. Çünkü tüccarlar
sayesinde insanlar muhtelif ihtiyaçlarını karşılamak için çok uzak yerlere
gidip, meşakkatlere katlanmaktan kurtulurlar. Bediüzzaman, ticareti insanların
asli kazanç yolları arasında sayar. “Maişet için tarik-i tabii ve meşru, zihayat
(tabii, meşru ve en canlı yol) sanattır, ziraattır, ticarettir.”15

İslamiyet ticaret yapmayı, alım-satımı teşvik etmiş,
karaborsayı, aldatmayı yasaklamıştır. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) “Ticaret
yapın ve cesur olun. Rızkın onda dokuzu ticarette ve cesur olmadadır.” diye
buyurarak, ticaret yapmayı teşvik etmiştir.

Makul ve bereketli kazanç yolu olan ticaretin, Müslümanlar
tarafından önemle nazara alınması gerekmektedir. Ayrıca, bu zamanda Hakka
hizmetin maddeten güçlenmeye bağlı olduğunu idrak eden günümüz Müslümanlarının
ticari faaliyetlere bilhassa önem vermesi lazımdır. Çünkü ticaret fıtri, bir
iktisadi faaliyettir, hem de günümüzde alabildiğine şiddetlenen medeniyet
yarışının muharrik unsurlardan birisidir. Müslümanların bu yarıştaki başarısı
ticaretteki başarıyla yakından alakalıdır.

İktisadi Demokrasi

Batı toplumlarında sosyal sınıflar arasındaki aşırı
farklılıkların görülmesi ve bunların kaldırılması son asırlarda ve günümüzde
günümüzde ideolojik gelişmelerin kaynağını teşkil etmiştir. Sınıflar arasındaki
denge arayışı, Batılı toplumların devlet çapında önemli problemleri olarak
kendini göstermiştir. Bu fikirlerinin tesiri günümüz anayasalarına kadar gelen
XVIII. Yüzyıl Fransız düşünürü J.J. Russo, oldukça mutedil görüşler taşıyordu. O
Fransız ihtilali öncesinde şöyle diyordu. “Devleti sağlamlaştırmak mı
istiyorsunuz? İki ucu elden geldiği kadar birbirine yaklaştırın. Ne çok
varlıklılar bulunsun. Ne de çok yoksullar olsun. Birbirine zorbalığı
kışkırtanlar, öbüründen de zorbalar çıkar.16

Russo’nun bu sözleri 1760’larda söylediği zaman, Bediüzzaman’ın
ifadesi ile gerekli tedbirler alınabilseydi, 1789’da ihtilali belki de olmazdı.
Çünkü “Beşerin hayat-ı içtimayesinde, bütün ahlaksızlığın ve bütün ihtilalatın
menşei iki kelimedir. Birisi “Ben tok olduktan sonra başkası açlıktan ölse bana
ne.” İkincisi “Sen çalış ben yiyeyim.” Bu iki cereyanı idame ettiren cereyan-ı
riba (faizin mevcudiyeti) ve terk-i zekattır (zekatın terkedilmesi). Bu iki
müthiş maraz-ı içtimaiyi tedavi edecek tek çare zekatın bir düstur-u umumi
suretinde icrasiyle, vücub-u zekat (verilmesi Allah tarafından emredilmiş zekat)
ve hurmet-i ribadır (faiz Yasağı).”17

Bugün iktisadi demokrasinin arayışları içinde olan Avrupalının
bu meselesini, İslamiyet 15 asır önce çözmüştür. İslamiyet, faizi haram kılarak
yasaklaması ve zekatı emretmesiyle, bütün insanlığa iktisadi yönden koruyucu
esaslar getirmiştir. Bu durum, fakir ve avam tabakasının İslamiyetten himaye
görmesini ve ezilmekten korunmasını temin rolü oynamıştır.

İslam da emek karşılığı olmayan kazanç saklandığı için faizcilik
yasak tutulmuş ve işletilmemiştir. Sermayenin belli ellerde toplanmasından
doğacak mahzurları önlemek için %2,5 nispetinde bir zekat miktarı tespit
edilmiş, fakirlik böylece sosyal kontrole alınmıştır.

Faizin kaldırılması ve zekat sisteminin uygulanması, iktisadi
büyüme için kuvvetli bir müşevvik unsurdur. Atıl sermayeden pay almak suretiyle,
zekat müessesesi iddiharı cezalandırmış ve yatırımları teşvik etmiş olur.
Belirli bir kâr haddi seviyesinde yatırıma olan talep, diğer ekonomik modellere
kıyasen İslam ekonomisinde daha yüksek olur. Bu sebeple İslam iktisadi bu açıdan
büyümeyi teşvik edici bir karaktere sahiptir.

Faiz gelirinin çoğalması, zekatın azalması ile bozulan gelir
dengeleri sonucunda aşırı zengin, rantiye sınıfların lüks ve israf temayülü
artmakta, üretim kaynakları onların talebini karşılayacak yöne sevk edilmekte,
üretim arzı bu yönde gelişmektedir. Buna karşılık, geliri düşük büyük insan
kütlelerinin zaruri ihtiyaç mallarının üretimine yeterli olmadığından fazla
talep karşısında fiyatlar artmaktadır. Çünkü zaruri ihtiyaç mallarında talep
elastikiyeti düşüktür.

Teknik gelişmenin nihayeti Kur’an-ı Kerim’de gösterilmiştir.
Mesela, eşyanın nakli, teknik daha bu seviyeye gelmedi. Çalışmalar bu
istikamette… İktisadi demokrasinin, sosyal adalet ve sosyal barışın tam ve
gerçek manada gerçekleşmesinde zekatın umumi bir prensip şeklinde yaygınlaşması
mümkündür. Bakın ekonomileri iyi durumda olan ülkelere, faiz nispeti çok
düşüktür. İşçiler birçok sosyal haklar elde etmişlerdir. Faizin düşük olması,
enflasyonun düşük olması demektir.

Faizsiz Ekonomi

Faizsiz bir ekonomide kâr ekonomisi söz konusu olur. Üretimden
sağlanan gelire nema denirse… Bu nema faize gitmeyecek, kâra gidecek demektir.
Dolayısıyla bir kâr ekonomisi veya öz kaynaklar ekonomisi söz konusu demektir.
Üretim faktörleri, bir araya gelmek suretiyle üretimden sağlanan geliri, yani
kârı bölüşürler. Bu suretle faiz yerine kâr ortaklığı sistemi söz konusudur. Bu
da daha sıhhatli bir ekonomi demektir. 1981 yılında Almanya’da yapılan bir
toplantıda faizsiz banka modeli görüşülürken, şunun üzerinde duruldu.18

Almanya’da o sıralar, iktisadi durgunluk vardı. Alman
iktisatçıları tarafından bunun sebebi olarak yüksek faiz gösterildi ve şöyle
açıkladılar: Yatırımcı artık bir noktadan sonra yatırım yapmak ihtiyacını
hissetmiyor: Çünkü faizler yükselmişti, faizler yükselince bu yüksek faizi
ödeyerek yeniden yatırım riskini göze almak istemiyor. Faize girdiği vakit faizi
kendisi ödeyecektir, ama bunun karşılığında kâr alıp alamayacağı belli değildir.
Halbuki faiz sistemi yerine kâr ortaklığı sistemi olsaydı, o zaman yatırımcı hiç
korkmayacaktı. Sermaye ile üretime katılacak kişi de kâr ve zarara katılacağı
için sonucuna kâr edecekse kardan payını alacaktı. Zarar ederse sermayeler ile
birlikte paylaşacaklardı. Risk ortaktı, faizde ise bütün bu risk müteşebbisin
üstüne binmektedir. Sermaye dar riske hiç katlanmamaktadır.

Zekatın İktisadi Önemi ve Faydaları

Maddi buhranlara manevi buhranlar sebep olduğu gibi, manevi
buhranlara da maddi buhranlar kuvvet verir. Ekonomik dengenin bozulup maddi
farklılığın artması korkunç felaketlerin habercisidir. İnsanın manevi yönü
olduğu gibi, bir de maddi yönü vardır. Bu iki yönünde ihmal edilmemesi gerekir.
İnsanların manevi huzuru bir ölçüde maddi refahlarına bağlıdır. Zengin, fakir
arasındaki mesafe açıldığı nispette, maddi sıkıntılar çoğaldığı ölçüde, toplum
huzuru tehlikeye düşmüş demektir. Bunun içindir ki İslam, zenginleri fakirlerin
yardımına çağırmakta, zekat ve sadaka köprülerinin atıldığı ve insanların sadece
nefislerinin rahatını düşünmeye başladıkları ölçüde belalar dalga dalga ve rahat
etme niyetlerinin aksine zahmet tokatları gelmeye başlar.

Nasıl ki hayatın hayatı imandır, sosyal hayatın ruhu da
zekattır. Çünkü o, insanların davranışlarını maddi ve manevi sahada disipline
eden mukaddes bir emr-i İlahidir. Bu bakımdan beşer, bugün karşılaştığı birçok
ekonomik meselelerin altından kalkmak istiyorsa, sosyal hayatta zekat kurumunun
revacına gayret etmelidir. Çünkü zekat, toplumun sosyal ve ekonomik
problemlerini çözüm getirecek, rahatsızlıklara sünger çekebilecek bir şifa
özelliğine sahiptir.

İslam toplumlarında görülen sosyal ve ekonomik bozukluklar ve
çarpıklar ve bundan doğan yıkıcı fikir cereyanları ve her türlü sefaletin
yayılmasında en büyük rolü zenginler oynamaktadır. İslam toplumları zekat
kurumunu gerçek manasıyla işler halde tutamadıkları için, bir çok sosyal ve
ekonomik sıkıntılarla karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu sebeple, İslam
toplumlarının her bakımdan istikrar ve huzuru temin eden yardımlaşma kurumları
(zekat, sadaka vb.) üzerinde önemle ve ısrarla durmaları gerekmektedir. Bu
konuda bir haberde şunları okuyoruz: “Ortadoğu’da kalıcı bir barışın sağlanması
için sürpriz planlar hazırlanıyor. Bu planlardan biri de bölge ülkeleri arasında
refah seviyesini dengelemek için İslam dininin beş temel esasından biri olan
zekat müessesesinin, Ortadoğu ülkeleri arasında işler duruma getirilmesi. Bu
konudaki yaklaşım, bölge ülkeleri arasında ekonomik yönden refahın artmasını
sağlayacağı gibi, sosyal yönden de önemli derecede fayda sağlayacağı yönündedir.
Suudi Arabistan ve petrol zengini diğer ülkelere Batıdan lüks ithalatı
kısmaları, bunun yerine fakir komşularına daha fazla yatırım yapmaları teklif
ediliyor…”

Zekat kurumunun tam tatbik edildiği devirlerde, milletlerin
bünyesinde ne derece faydalı olduğuna tarih şahittir. Bugün de temennimiz İslam
toplumlarının zekat kurumuna sahip çıkmaları ve bunu hayata geçirmeleridir.
Amerika’da ve Batıda zekata benzer bazı uygulamaların yapıldığı görülmektedir.

İslamiyet zekat yolu ile insanlar arasında sefaletin
önlenmesini, fertlerdeki insanlık duygularının daimi canlı kalmasını temin eder.
Sosyal adalet kavramının en iyi tatbikat sahalarından biri olan zekat
vasıtasıyla insanlar bencillikten, hasislikten nefislerini kurtarabilirler.
Kısaca söylemek gerekirse, zekat insan toplumlarının ahenkli, mesut yaşaması
için Allah tarafından teklif edilmiş bir vecibedir.

Zekatın iktisadi faydalarını kısaca şöyle ifade edebiliriz.
Zekat verimi artırır, milli geliri yeniden sosyal adalet yönünde dağıtır,
gösteriş tüketimini zaruri ihtiyaç mallarına aktarır, kaynak dağılımını
düzeltir, atıl geliri azaltır, yatırımı arttırır, toplam talebi artırır.

Sonuç

Dünyada hepimiz güzel bahçelere, tarlalara ve köşklere, son
model arabalara sahip olmak isteriz. Hatta birçok insan yegane gaye olarak mülk
sahibi olmayı, ekonomik olarak güçlü olmayı görür, hayatı boyunca bunun için
çalışır. Fakat bu insan huzurlu olamaz… Bu tip insanlardan meydana gelen
toplumlar da huzurlu olmazlar. İnsanların huzuru yakalayamayışlarının sebebi
manevi yönlerini ihmal etmeleridir. Son ilahi mesaj İslamiyet insanların maddi
hem de manevi yönlerini tatmin eden nizamdır. Huzuru yakalamak isteyen insan,
İslamiyet’in emir yasaklarına uygun şekilde hayatını tanzim etmelidir.

Bilimin hakim olacağı 21. yüzyılda bilgi toplumu üzerine
araştırmalar yapan bilim adamları, “maddi olmayan değerlere yönelim gündeme
gelecektir.” derken, İslamiyetin bu yüzyılda insanların ve bilim adamlarının
gündemini çok meşgul edeceğini söyleyebiliriz.

Faizsiz ekonomi, zekatın ekonomik eşitsizliği ortadan kaldırmada
uygulanma imkanı bulması ekonomik hayatta ahlaki ilkelerin, dürüstlüğün, haram,
helal anlayışının dikkate alınması, huzuru arayan insanların bu yüzyılda
yakalamaya çalışacakları gerçekler olarak karşılarına çıkacaktır.

Dipnotlar

1. Nursi, Bediüzzaman Said, Sözler, Yeni Asya Neşriyat,
1993, s. 329.

2. Temiz, Mustafa, Bilgi Toplumu, İstanbul 1991, s. 35.

3. Erkan, Hüsnü, Bilgi Toplumu ve Ekonomik Gelişme, Türkiye
İş Bankası Yayını, 1994, s. 172.

4. Kartal, M. Abidin, Risale-i Nur’dan İktisadi Prensipler,
İstanbul, 1995, s. 79.

5. Zaim, Sabahattin, “Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumu”,
İktisat Risalesi, İstanbul 1996, s. 544.

6. Nursi, Bediüzzaman Said, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat,
İstanbul 1994, s. 303.

7. Nursi, Bediüzzaman Said, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat,
İstanbul 1994, s. 143.

8. Nursi, Bediüzzaman Said, Lem’alar, “İktisat Risalesi.”

9. Zaim, “Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumu”, s. 550.

10. Lem’alar, s. 149.

11. Bakara; 275.

12. Cuma;10.

13. Nisa; 13.

14. Lem’alar, s. 308.

15. Nursi, Bediüzzaman Said, Münazarat, İstanbul 1977, s.
31.

16. J.J. Rousseau, Toplum Sözleşmesi, İstanbul 1969, s.
71-72.

17. Sözler, s. 373; İşaratü’l İ’caz, s. 44.

18. Zaim, İslam-İnsan-Ekonomi, İstanbul 1992, s. 77.