Tarihte genetikle ilgili ilk bilgiye Peygamberimizin (as)
evlilikle ilgili olarak insanlara sunmuş olduğu tavsiyelerinde karşılaşmaktayız.
Peygamberimiz buyurduğu "ırk dessastır [gizlice katılan, sızan]" hadisinde
(Deylemi, Beyhaki, El-Medini), ailelerin çocuklarını evlendirirken eş seçmede
özen göstermeleri gerektiğine ve aileye girecek yeni bireyle birlikte, bazı iyi
ve kötü özelliklerin de aileye taşınacağına dikkat çekmiştir. Yine, çocuğu siyah
tenli doğan bir bedevinin, eşinden şüphelenerek başvurması üzerine
Peygamberimiz, develerin ten renklerinden örnek vermiş ve "bu siyah çocuk umulur
ki, ten rengini atalarından taşımıştır" (Muattâ, İbni Malik) buyurmuşlardır.
Böylece canlılarda ırk özelliklerinin nesilden nesile taşındığını ve bunların
sadece bir kısmının canlının fenotipine yansıdığını, diğerlerinin gizli
kaldığını anlamaktayız.

Yüzyıllar sonra Avusturyalı bir rahip olan Greger Mendel, (1866)
yaptığı deneylerle aileden gelen özellikleri kuşaklar boyunca taşıyan yapıların
olduğunu ortaya koymuş; hemen ardından da Friedrich Miescher isimli İsviçreli
biyoloğun yaptığı çalışmalar sonucunda, DNA’nın kalıtımda anahtar rolü
üstlendiği görüşü tartışılmaya başlanmıştır. Watson, Crick ve Winkins’in (1953)
çalışmalarıyla DNA’nın moleküler yapısı ve organizasyonu ortaya konulmuştur.
1970’li yıllardan sonra ise, yeni tekniklerin uygulanmasıyla genetik bilgiler
katlanarak çoğalmaya devam etmiştir.

İnsan Genomu

Hücre çekirdeğinde 23 çift kromozomda yaklaşık olarak sayıları
26-31 bin civarındaki genlerin taşıdığı 3.2 milyar nükleotidden oluşan DNA
zinciri bulunmaktadır. Genom adı verilen bu yapının işleyişini anlamak ve çift
nükleotid dizilerinden oluşan sarmal yapılı DNA iplikçiklerinin haritasını
çıkarmak günümüz bilim adamlarının en çok kafa yordukları konuların başında
gelmektedir. DNA, bir hücrenin tüm aktivitesini belirleyen ögedir. Ancak DNA’nın
büyük kısmının ne işe yaradığı günümüzde henüz bilinmemektedir. Bir bakteri
hücresinde sadece 3.000 gen bulunduğu düşünüldüğünde, 26-31 bin geni taşıyan
insan genomunun yapısının diğer canlılara oranla ne kadar geniş ve karmaşık
yapıda olduğu açıkça gözlenmektedir.

Genetik alanında yapılan çalışmalarla, birbirine bağlanarak
uzatılması durumunda uzunluğu 1.5 metre, genişliği de bir ‘inç’in 50 trilyonda
biri kadar olan DNA merdiveninin haritası çıkarılmaya ve şifresi çözülmeye
çalışılmaktadır. İnsan genomu projesi denilen bu çalışmalar, insanlığa
sağlayacağı yararlar ve etik açıdan oluşturabileceği sakıncalar bakımından tüm
dünyada tartışılmaktadır.

Çift iplikçikli DNA Sarmalı
(Kaynak: http://www.amnh.org)

İnsan genomunun işleyişinde belirli bir programın olduğu,
çeşitli bilimsel çalışmalarda gösterilmektedir. Programlı hücre ölümü olarak
adlandırılan apoptozis olayı, canlı hücrelerinde yaşın genetik şifre ile tayin
edildiğini ortaya koymaktadır. Her bir canlının belirli bir ömrü olduğu gibi,
her bir hücrenin de belirli bir ömre sahip olduğu ve apoptozis mekanizmalarında
meydana gelen sapmaların kanser oluşumuna yol açtığı yapılan bilimsel
çalışmalarla ortaya konulmuştur. Bir insan hiçbir hastalık geçirmese dahi
belirli bir süre sonunda mutlaka ölmektedir. Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de "Her
nefis ölümü tadacaktır" (Al-i İmran, 185; Enbiya, 35; Ankebut, 57) ifadesiyle
bildirmiş olduğu ölüm gerçeğini, hücrelerin genetik şifrelerine yerleştirmiş
olduğu apoptozis olayıyla ispatlamaktadır. Risale-i Nur’da da "iktiran" olarak
vurgu yapılan Cenab-ı Hakk’ın sebep ve sonucu birlikte yaratmış olması hakikati
hücre çekirdeğine atılan imzada da kendini göstermektedir.

Tek bir hücre genomunda dünyaya gelmiş geçmiş bütün insanların
genetik bilgileri saklı bulunmaktadır, fakat bu bilgilerin hangi insanın
karakterine yansıyacağı sadece o bireye ait genetik şifre ile belirlenmektedir.
Örnek olarak, B lenfositlerinde sadece V D J olarak tanımlanan 3 adet genin
yeniden düzenlenmesiyle, yeryüzünde bulunan bütün antijenik yapılara karşı tam
özgüllüğe sahip antikorlar üretilebilmektedir. O halde anne karnındaki
gelişmekte olan bireyin sahip olduğu genlere konulan şifrenin açılmasıyla,
kendine has özelliklere sahip yeni bir birey parmak izi ve göz lensi gibi
kendisinin kişisel özgüllüğünü belirten yapılara sahip olarak dünyaya
gelmektedir.

Bir antikorun yapısı.

(Uç kısımda görülen oyuklar sadece 3 genin rekombinasyonuyla
dünyada bulunan sayısız antijenik yapıya karşı yüzde yüz özgünlükte şekil
alabilmekte ve kendisinin üretilmesine neden olan antijenle bu bölgeleriyle
bağlanmaktadır.)

Klonlama

Günümüze kadar somatik (vücut) hücre çekirdek transferiyle
hiçbir primatın klonlanamadığı bildirilmektedir. Çok sayıda maymun klonlama
deneyinin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından yapılan araştırmalarda;
klonlamanın, bir embriyonun düzenli bir şekilde bölünmesini sağlayan bazı
proteinlerin kaybına neden olduğu tespit edilmiştir. Gerald Schatten ve ekibi
(Pitsburg, ABD) döllenmiş yumurtadan çekirdeğin çıkarılması ile bölünme
esnasında kromozomları doğru bölgelere çeken mekikleri düzenleyen iki tip
proteinin hücreden uzaklaştırıldığını ortaya koymuşlardır. Oysa bu iki proteinin
diğer memeli hayvanlarda hücrenin her tarafına dağılmış olduğunu ve çekirdek
çıkarılsa bile hücre bölünmesini düzenli şekilde idare edebilecek miktarda
proteinlerin hücrede kalmış olduğunu ve klonlamada başarı ihtimalinin
yükseldiğini bildirmektedirler. Bu da gösteriyor ki, insan hücresi klonlamaya
yine kendisine bahşedilen yapıyla karşı koyuyor.

Embriyoya yapılan mikro manuplasyonlardan bir görünüm

(Kaynak: www.yedincigundem.com)

Kök Hücreler

Hücre kültürü çalışmaları ile, canlı vücudunda bir çok değişik
hücre çeşidini meydana getirebilen kök hücrelerin olduğu ortaya konulmuştur.
Kemik iliğinde bulunduğu bildirilen hematopoetik (kan dokusu) kök hücrelerin
bütün kan hücrelerine dönüşebilme yeteneğine sahip olduğunun gösterilmesiyle
başta kan kanseri olmak üzere bir çok kanser tedavisinde bu hücreler
kullanılmaya başlanmıştır. Kök hücre kavramı bu hücrelerin çeşitli erişkin
dokularında bulunduğunun saptanmasıyla daha da genişlemiş, artık günümüzde bir
kan hücresinden bir sinir hücresi üretilebildiği veya daha ileri bir adım olarak
bazı hücrelerden bütün organlara ait hücrelerin üretilebildiği bilimsel
çalışmalarla gösterilmektedir. Bediüzzaman’ın "acbü’z-zeneb" olarak ifade ettiği
ve yeniden yaratılışın özü olacak maddenin insan vücudunda bütün hücrelere
dönüşebilecek ve bulunduğu şahısa ait genetik şifreyi taşıyan kök hücrelerin
bulunduğu bir yapının olabileceğini akla getirmektedir. Kök hücre çalışmalarında
böyle bir yapının göz önünde bulundurulmasının çalışmalara büyük katkı
sağlayabileceği unutulmamalıdır.

Diğer alanlarda olduğu gibi genetik çalışmalar sonucu elde
edilen çok kıymetli verilerin suiistimal ihtimali hiçbir zaman gözardı
edilmemelidir. İnsanın genetik haritasının ortaya çıkarılmasına yönelik olarak
gündeme gelen etik ve yasal tartışmalarla birlikte, 1997 yılının Kasım ayında
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) düzenlediği
konferansta "Birleşmiş Gen Haritası ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi"
yayınlanmıştır. 25 maddeden oluşan bu bildirgede özellikle deşifre edilecek
insan genomu sonucu, insanın genetik yapısı ne olursa olsun herkesin saygı
görmeye hakkı olduğu, hiç kimsenin genetik ayrımcılığa tabii tutulamayacağını,
doğal halindeki insan genomunun ticari amaçlar için kullanılmaması gerektiği,
araştırma amacıyla insanlardan alınan genetik verilerin, başka amaçla
kullanılamayacağı ve yasalar uyarınca bu bilgilerin gizli tutulması gerektiği,
uygulanacak araştırma, tedavi ve teşhis metodunun potansiyel riskleri ve
faydaları belirtildikten sonra genetik müdahale yapılabileceği, genetik müdahale
sonucunda vücudunda herhangi bir hasar oluşan kişinin tazminat açma hakkı
bulunması gerektiği, klonlama gibi insan onuruna aykırı üreme metotlarına izin
verilmemesi gerektiği gibi temel konularda uyarılar ve önlemler dile
getirilmiştir. Bu bildirgede belirtilen hususlar bütün dinlerin temel olarak
bildirdiği prensiplerle örtüşmektedir.

Peygamberimiz (as) "İlim Çin’de olsa dahi bulunuz"
tavsiyeleriyle bilime vermemiz gereken önemi açıkça belirtmektedir. Bilimin her
zaman iyi amaçlar için kullanılması gerekir. Alfred Nobel’in dinamiti
keşfettiğinde aşılamayan dağların aşılarak yollar yapılacağını ve insanların
birbiriyle daha rahat buluşacağını hayal ederek duyduğu sevinç ve mutluluğa,
dinamitin bir savaş aracı olarak insanların öldürülmesi için kullanılmasının
gölgesi düştüğü unutulmamalıdır. İnsan genomunun deşifre edilmesi, dikkatli
kullanılmadığında insanlığa büyük zararlar verebilecek iki ucu keskin bir bıçak
gibidir. Bilim doğru ve yerinde kullanıldığı müddetçe insanlığa faydalı bir
araçtır.

Kaynaklar

Primatlar neden kopyalanamıyor? Bilim ve Teknik, Mayıs 2003
(Science, 11 Nisan 2003′ den alıntı).

Winnacker El, İnsan Genomu, Deutsschland, Nisan/Mayıs 2001.

Karagüzel A, Kalay E, Kutlu N, Şahin N, Genetik Mühendislik ve
Tıbbi Uygulamalar, Sendrom, Ocak 2000.

Granville DJ, Carthy CM, Hunt DWC et al., Apoptosis: Molecular
aspect of cell death and disease, Lab Invest 1998, 78:893.

Konopleva M, Zhao S, Xie Z et al., Apoptosis: Molecules and
mechanisms, Adv Exp Med Biol, 1999, 457:217-236.

Green DR, Reed JC., Mitochondria and apoptosis, Science, 1998,
281:1309.

Nakatsuji N, Suemori H., Embryonic stem cell lines of nonhuman
primates, Scientific World Journal, 2002 Jun, 26;2(6):1762-73.

Dwayne Hunter Betterhumans Staff, Molecules Turn Stem Cells into
Brain Cells, www.betterhumans.com, 03 June 2003.