Genetik, canlılığın her an yaratılışındaki sonsuz ilim, kudret,
irade, hesap, plan ve programa işaret etmekle, kâinatı bu yönüyle anlamamızı
berraklaştıran bir bilimdir. Kalıtsal özelliklerin nesilden nesile nasıl
aktarıldıklarını ve canlıların tipini belirleyen genlere ait özellikler
(genotip) ile çevreye ait özellikler (fenotip) bu bilimin esas konularıdır.1

Canlılığın tarifi ve mahiyeti hususunda biyoloji ilmi aciz
kalmaktadır. Bir canlının tarifi onun morfolojik, anatomik, psikolojik,
fizyolojik ve fiziksel olan binlerce özelliğiyle yapılmaktadır. Kısacası,
canlılık özellikleri oldukça kompleks bir yapı arzetmektedir. Canlıların bu
özelliklerinin her birisi, canlıya ait kalıtsal yapıya ve ilişkide bulunduğu
çevreye göre şekil alır. Bediüzzaman’a2 göre canlı bir varlık tüm
kâinatla alakalıdır ve küçük bir kâinat hükmündedir.

Canlılar ister bitki ister hayvan olsun, ister tek hücreli
isterse çok hücreli olsun temel yapıları birbirine benzer. Her bir canlının
-özellikle- kalıtsal yapısı, vücudunu oluşturan tüm hücrelerinde aynıdır. Yani o
canlının her bir hücresine neslini devam ettirme kabiliyeti dercedilmiştir. Bu
kalıtsal yapının esasını DNA (Deoksiribonükleik Asit) adı verilen büyük
moleküller oluşturmaktadır. Bütün canlılarda bulunan bu molekül, o canlının yapı
ve özellikleriyle ilgili farklı bilgileri taşır. Bu bilgiler aslında DNA’yı
oluşturan ve "nükleotid" denilen birimlerdeki A, T, G, C harfleriyle ifade
edilen 4 temel bazın farklı farklı dizilişlerinden ibarettir. Bazların bu
diziliş düzeni genetik şifreyi meydana getirmektedir. Bu şifreye, canlının hücre
çekirdeğindeki kimyasal dille yazılmış formül de diyebiliriz. İnsanın tek bir
hücresinde 3 milyar adet bu harflerden bulunmaktadır. Bir insan hücresindeki
genetik bilgi toplamı en az 800 000 sayfa (yani 1000 sayfalık 800 ciltlik bir
kütüphane) tutmaktadır. Her canlı türünün genotipi (kalıtsal yapısı) kendine
hastır. DNA miktarı beslenme, çevre şartları ve metabolik olaylara göre azalıp
çoğalmaz. Farklı türlerin DNA’ları miktar ve diziliş bakımından birbirine
benzemez. Buna uygun olarak Bediüzzaman3 da, Cenab-ı Hakk’ın her
ferde ve nev’e has ve müstakil bir vücut verdiğini; her bir türün müstakil
olarak yaratıldığını, farklı türlerin silsile halinde birbirinden hasıl
olmadıklarını, her nev’in doğrudan yaratılan ilk bir babası bulunduğunu ve bunun
başka nev’in babası olamayacağını vurgular.

DNA’nın belirli fonksiyonel bölgelerine gen adı verilmektedir.
Bu genler kendilerine has özelliklerin oluşmasında görevlidirler ve sanki o
canlının özelliklerine ait birer program paketidirler.

Günümüzde genetik çalışmalar sonucu hedeflenen, bir genin bir
başka canlıya nakli ve orada o genin ürünü olan proteinin elde edilmesiyle,
canlıların biyopotansiyelleri değiştirilebilmektedir. Bunun sonucunda
biyoteknoloji denilen yeni bir yatırım ve üretim alanı doğmuştur. Tıp,
farmakoloji, enerji, kozmetik v.b. alanlarda olduğu gibi tarım ve hayvancılık
alanlarında da dikkat çekici biyoteknolojik çalışmalar yapılmaktadır.4
Aslında tarım ve hayvancılık alanlarında insanların kâinata müdahaleleri yeni
değildir. Yüzlerce yıldır insanlar çeşitli tarım ürünleri, ağaçlar, çiftlik
hayvanları ve balıklarda verim artırıcı ıslah çalışmaları yapmaktadırlar. Hatta
günümüzde geleneksel ıslah yöntemlerinin verim artırmadaki katkısı
biyoteknolojiden çok daha fazladır. Bugünkü biyoteknoloji az sayıdaki özellik ve
az sayıdaki türle sınırlıdır. Genetik çeşitlilik; biyolojik güvenlilik,
çiftçilerin elde ettikleri gelir ve tüketici sağlığı açısından
değerlendirildiğinde, günümüz gen teknolojisinin kullanıldığı tarım ve
hayvancılığın, çevre koruma ve beslenme açısından çevreyle uyumlu ve tür
çeşitliliğine dayalı tarım ve hayvancılıktan daha üstün olmadığı görülmüştür.5
Ancak geçmişte olduğu gibi gelecekte de ve özellikle 21. yüzyıl insanlığının
gıda ihtiyacını karşılamak için teknolojinin çözüm üreten potansiyelinden
faydalanmak mümkündür. Bununla birlikte şu da unutulmamalıdır ki, kâinatta her
şey en mükemmel şekliyle yaratılmıştır; ancak insanoğlunun eli değdiğinde
kalite/kalitesizlik ve verim/verimsizlik kavramları gündeme gelmektedir. Nitekim
zikredilen biyoteknolojik çalışmalarda elde edilen ürünlerin olumsuzlukları ve
araştırmaların ahlaki boyutları günümüz bilim adamlarının en başta gelen
tartışma konularındandır.6

Hayvanlarda Klonlama ve Dolly Örneği

Klonlama, vericinin genetik materyalinin çoğaltılması veya
kopyalanmasıdır. İlk klonlama denemeleri 1952’de kurbağalarda, 1979’da
farelerde, 1984’de koyun embriyolarında ve 1986’da sığırlarda yapılmıştır. En
son 1997’de Dolly adı verilen koyun doğmuş ve bu gelişme klonlamada bir
kilometre taşı olarak kabul edilmiştir.7

İskoçya’nın Roslin Enstitüsü’nde Dr. I. Wilmut ve arkadaşları,
yetişkin bir dişi koyunun bedeninden aldıkları bir hücrenin (somatik hücre)
çekirdeğini, micron birimi inceliğindeki bir enjektör iğnesi yardımıyla
vakumlayıp, başka bir koyuna ait, çekirdeği çıkarılmış bir yumurtaya enjekte
etmişler ve bu yumurtayı da üçüncü bir koyunun rahmine yerleştirerek 5 ay sonra
genetik annesinin ikizi olarak Dolly’nin doğduğunu bildirmişlerdir.8

Şekil 1: Bir Hayvanda Klonlama
Aşamaları

Bu konuda biraz daha ayrıntıya girersek klonlama olayında 3
kademe olduğunu görürüz (Şekil 1). Birinci kademede döllenmemiş yumurta
hücresinin çekirdeği, yani genetik materyali özel bir teknikle çıkarılmakta,
fakat uygun başka genetik materyal bulduğunda onu kabul edebilecek sitoplazma
ortamı hazır olarak kalmaktadır. İkinci kademede ise kopyası istenen hayvanın
bazı vücut hücrelerinin (örneğin meme bezi hücresi) çekirdeği çıkarılmakta ve bu
çekirdek daha önce çekirdeği çıkarılmış olan yumurta hücresine aktarılmaktadır.
Bu hücre üçüncü ve son aşamada dişi bir hayvanın rahmine konulup tekrar normal
yavru gelişimi safhasına geçilmektedir. Böylece ergin bir koyundan 5 ay sonunda
biyolojik babası olmayan veya eşeyli üreme olmaksızın bir kuzunun dünyaya
gelmesi gerçekleşmiştir.

Yukarıdaki araştırmayla ilgili pek çok soru işareti de
bulunmaktadır. Bir kısım bilim adamı, yayınlanan bu araştırmada 277 yumurta
hücresine yapılan çekirdek aktarımından 276’sının başarısızlıkla sonuçlanmasını
ve sadece birinde başarıya ulaşılmış olmasını ve ayrıca benzer araştırmalarda
başarı elde edilememesini gerekçe göstererek Dolly ile ilgili araştırmayı
şüpheyle karşılamaktadırlar ve bu düşük düzeydeki verim oranı (% 0.36)
karşısında bu tür klonlamanın olabilirliğini sorgulamaktadırlar. Ayrıca,
sağlıklı bir kuzu olarak doğan Dolly’nin zigot gelişiminde harici bir müdahale
söz konusu olduğundan bu hayvanın sağlıksız olarak hızla yaşlandığı tespit
edilmiştir. Böylesi doğumlarda anomaliler, iri yavruya bağlı güç doğumlar ve
genetik çeşitlilikteki azalmalar gibi hususlar söz konusudur. Kısacası, hayvan
klonlama olayı henüz başarıya ulaşmış bir uygulama olmaktan çok uzaktadır.9

Hayvan klonlama olayı rutin olarak başarıyla yapılsa dahi bu
kopyalama olayında canlının yeniden yaratılması değil, yalnızca çoğalma
yönteminin değişmesi söz konusudur. Bir organizmadan diğerine sadece çekirdek
transferinin yapıldığı bir olayı "yaratma" olarak anlamak çok komiktir. Bir
evden diğerine ev eşyası taşıyan nakliyecilere evi yapan mühendis veya evin
sahibi denilemeyeceği gibi, gen transferi yapan uzmana da yaratıcı denilemez.
Veya bir CD’den diğer boş bir CD’ye kayıt yapan kişi nasıl ki bilgisayarı ve
içindeki programı yaptığını iddia edemez, aynen onun gibi bir atomu dahi
yapmaktan aciz bir uzman, canlı yarattığı iddiasında bulunamaz. Klonlama veya
kopyalama olayı, Allah’ın (c.c) yarattığı hücre, DNA, gen v.s.’yi kullanarak ve
yine yaratılış kanunları içinde kalınarak yapılan, ancak normal çoğalma
yöntemine bir müdahale ve normalden sapmayı inceleme çabasıdır. Bu gibi
çalışmalar bizlere semavi dinlerdeki Hz. Havva ve Hz. İsa’nın dünyaya
gelişlerindeki özelliği de hatırlatmaktadır.

Klonlamada verici ve klonun aynı olacağı hatta kaderlerinin de
aynı olacağı gibi ifadeler çok yanlıştır ve bilimsel değildir. Bir canlının
genetik annesinden çoğu yönden farklı olacağı kaçınılmazdır. Aynı yumurta
ikizlerinde bile çok belirgin farklılıklar bulunmaktadır. Bilim adamlarına göre,
genetik kopyalama farklı ortamlarda ve farklı zamanlarda gerçekleştiğinden,
tümüyle aynı şartlarda bir hamilelik süreci geçirilmemiş olacağından ve ayrıca
doğum sonrası çevre de farklı olacağından klon ile klonlanan arasındaki
farklılıklar daha da fazla olacaktır. Kaldı ki, aynı kaderi paylaşmayacakları da
kesindir. En azından Dolly genetik annesinden farklı yaşta ve akciğer
yetmezliğinden ölmüştür: "O Allah ki, göklerin ve yerin mülkü O’nundur. O evlat
edinmemiştir. Mülkünde bir ortağı da yoktur. Her şeyi O yaratmış ve her
yarattığına bir ölçü ve nizam vererek onun kaderini tayin etmiştir."10

Sonuç

Hayvan klonlamayla gelecekte, bir örnek ve yüksek verimli
hayvanların elde edilmesi, tedavi amaçlı olarak hayvanlardan ilaç üretimi, organ
nakilleri, nesli tükenmekte olan hayvanların genlerinin korunup çoğaltılması,
hastalıklara dirençli genlerin üretilmesi ve böylece daha az ilaç tüketimi vs.
konularında gelişmeler beklenmektedir. Kısacası, her teknolojik gelişmede olduğu
gibi, hayvan klonlama da iyiye kullanılırsa insanlığa hizmet edebilir.

Dipnotlar

1. Demirsoy, A., Yaşamın Temel Kuralları, Meteksan
Matbaacılık, 1991.

2. Nursi, Bediüzzaman Said, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat,
İst. 2000, s. 310.

3. Nursi, Bediüzzaman Said, İşaratü’l-İcaz, Yeni Asya
Neşriyat, İst. 2000, s. 144-145.

4. Karagüzel, A., Kalay, E., Kutlu, N. ve Şahin, N., Genetik
Mühendislik ve Tıbbi Uygulamalar, Sendrom, Ocak-2000, s. 93-95; Faber, D.C.,
Molina, J.A., Ohlrichs, C.L., Vander Zwaag, D.F. and Ferre, L.B.
Commercialization of Animal Biotechnology, Theriogenology, 59 (2003), s.
125-138.

5. Zülal, A., Gen Aktarımlı Tarım Ürünleri, Tübitak Bilim ve
Teknik Dergisi, 426, Mayıs 2003, s. 38-43.

6. Deutschland, Nisan-Mayıs 2001.

7. Hochedlinger, K. and Jaenisch, R., Nuclear
Transplantation: Lessons from Frogs and Mice, Current Opinion in Cell Biology
2002, 14:741-748; Westhusin, M.E., Long, C.R., Shin, T., Hill, J.R., Looney,
C.R., Pryor, J.H. and Piedrahita, J.A., Cloning to Reproduce Desired Genotypes,
Theriogenology 55 (2001), s. 35-49; Wilmut, I., Schnieke, A.E., Whir, J., Kind,
A.J. and Campbell, K.H.S. Viable Offspring Derived From Fetal and Adult
Mammalian Cells, Nature 385 (1997), s. 810-813; Yanagimachi, R., Cloning:
Experience from the Mouse and other Animals, Moleculer and Cellular
Endocrinology 187 (2002), s. 241-248.

8. Wilmut, I., Schnieke, A.E., Whir, J., Kind, A.J. and
Campbell, K.H.S. Viable Offspring Derived From Fetal and Adult Mammalian Cells,
Nature 385 (1997), s. 810-813.

9. Westhusin, M.E., Long, C.R., Shin, T., Hill, J.R.,
Looney, C.R., Pryor, J.H. and Piedrahita, J.A., Cloning to Reproduce Desired
Genotypes, Theriogenology 55 (2001), s. 35-49; Yanagimachi, R., Cloning:
Experience from the Mouse and other Animals, Moleculer and Cellular
Endocrinology 187 (2002), s. 241-248.

10. Furkan Sûresi(25), Ayet: 2.