1953 yılında Watson ve Crick tarafından DNA’nın yapısının
keşfedilmesinden sonra, biyoloji hakkında bilinen bütün bilgilerin yeniden
gözden geçirilme mecburiyeti doğmuştur. Bütün canlıların yapısını ve
fonksiyonlarını belirleyen ve yöneten bilginin muhafaza edildiği gizemli
molekülün her şeyi ile anlaşılma macerası henüz tamamlanabilmiş değildir.
1970’lerin başından itibaren DNA’yı özel bölgelerinden kesip yapıştırılmasını
sağlayan enzimlerin keşfedilmesiyle, rekombinant DNA çalışmaları da başlamış
oldu. Gelişen teknoloji ile birlikte bir canlının genetik yapısına müdahale
edebilme ve türler arası gen aktarılması mümkün oldu. İnsana ait bir proteinin,
böylelikle bakteride üretilmesi sağlanmaktaydı. Başlangıçta bu teknoloji
laboratuvarda basit deneyler için kullanılırken, zamanla her kesimden insanların
ilgisini çeken, tartışılan ve bir takım endişelerin dile getirilmeye başlandığı
bir alana dönüştü.

Genetik hastalıkların tanısı ve gen mühendisliği, günümüzde
önemli bir ekonomik alandır. Önümüzdeki yıllarda 50-100 milyar dolarlık bir
ticari gücü temsil etmesi beklenmektedir. İnsan Genom Projesi kapsamında 1990
yılından itibaren 3 milyar dolarlık bir harcama yapılmıştır. İnsan gen haritası
devletlerin ve özel sektör kuruluşlarının katkısı ile gerçekleşmiştir. Her geçen
gün yeni bir gen keşfedilmektedir. Projenin yöneticilerinden Francis Collins’in
dediği gibi, neredeyse bütün hastalıkların genetik bir etkileyici faktörü
bulunmaktadır.1

Gelecekte genetik yapımızdaki bütün bilgiler, bir CD’ye
kaydedilebilecektir. İnsan genom projesi ile hücrenin çekirdeğindeki hayatın
kodlarına erişilmiş ve sahip olunan kalıtsal hazinenin envanteri çıkarılmıştır.
İnsan, yaşadığı gezegendeki hayatı değiştirebilmek ve yeni tür canlıların etrafa
yayılması adına ilk defa böylesine bir potansiyel güce ulaşmış bulunmaktadır.
Çift sarmal molekülün üzerine kurulmuş olan bu teknoloji, aynı zamanda ümit ve
endişeyi içinde barındıran, çift taraflı bir kılıca da benzetilmektedir. Bilim
çevrelerinde, eğer bir şey kesinlikle yasaklanmamış ise, "yapılabilir" kanaati
bulunmaktadır. Lewis Thomas’a göre, yeni bir teknoloji iyi veya kötü olmasına
bakılmaksızın, birileri tarafından bir şekilde mutlaka kullanılır ve bu insanın
tabiatında vardır. Teknolojinin insanın mutluluğuna katkısı açısından, iyiliği
veya kötülüğüne dair her zaman tartışmalar yapılagelmiştir. Ancak teknolojinin
nötr olduğu, onu kullanan kişilerin ve toplumun bakışının ona atfettiği
değerlerin dikkate alınarak değerlendirilmesi gerektiği görüşü, genel kabul
görmektedir. Hawai’deki bir tapınağın girişinde "insana Cennete girmesi için bir
anahtar verilmiştir, aynı anahtar Cehennemin kapısını da açar" yazısına atıfla,
yeni teknolojileri okumak, tek yönlü bir yaklaşımla mümkün değildir. Bu
teknolojiyi üreten toplumların, bu ürünün nasıl kullanılacağına dair ahlakî
kuralları da dayatması günümüzün bir gerçeğidir. Ait olduğumuz medeniyet
çerçevesinin dili ile gelişmeleri yorumlamanın dışında, sürece müdahale etme,
olumlu veya eleştiriye dayalı bir katkıda bulunabilme imkânlarına sahip değiliz.

Etik konular iki başlık altında incelenebilir. 1. Genetik
bilgiye kim sahip olacak ve kimler bunu kötüye kullanabilir. 2. Genetik
müdahale/tedavi/çoğaltmanın kriterleri hangi çerçevede olacak.

Genetik Tanı

Neredeyse her gün yeni bir genin dizisinin keşfedilmesine şahit
olmaktayız. Genetik hastalıkların tanısı her geçen gün daha hızlı ve güvenilir
olarak yapılabilmektedir. Bazı genetik hastalıklardaki mutasyonların, hastalık
ortaya çıkmadan yıllar önce genetik testler ile anlaşılması mümkündür. Ayrıca,
resesif (çekinik) olarak mutasyonlu gen taşıyan kişilerin eşi ve çocuklarında,
benzer bozukluğu taşıyıp taşımadığı, taşıyorsa doğum öncesi tanı yöntemi
kullanılarak bunun tespit edilmesi mümkündür. Teknoloji ilerledikçe doğum öncesi
tanı yöntemi daha ayrıntılı ve güvenilir olarak yapılmaktadır. Birçok genetik
hastalık için, ovum (kadın yumurtası), sperm ve erken dönem embriyoda genetik
inceleme teknikleri her gün gelişmektedir.

Günümüzde ağır genetik hastalıklar için, gebeliğin engellenmesi,
kürtaj veya mutasyon taşımayan döllenmiş yumurtaların seçilmesi yöntemleri
kullanılmaktadır. Preimplantasyon ile genetik tanı halen erken başlangıçlı
Alzheimer hastalığı ve bazı ağır anemi çeşitleri için yapılmaktadır. Bu tür
anemili bir çocuğa sahip olan kişiler, yeni bir hamilelik öncesinde genetik bir
ayıklamaya tabi tutulmaktadır. Seçme işlemi sonucu sadece normal embriyoların
yaşamasına izin verilerek, doğacak yeni bebekten hasta kardeş için sağlıklı
kemik iliği kök hücresi temin edilmektedir. Bu yöntemle sağlıklı bir bebek
oluşturmak için ne kadar embriyonun feda edildiği, bu yöntemin kullanılmasıyla
daha başka ne tür özelliklerin de elimine edilebileceği sorusu zihinlerde yeni
soruları da gündeme getirmektedir. Trizomi 21’li bir hasta "gördüğüm kadarı ile
benim gibi olanların bu yöntemler kullanılarak varlığı engellenmekte, fakat
benim gibiler var ve bugüne kadar da hep vardı" diyerek kendi açısından bir
değerlendirme yapmaktadır. Genetik danışma verilen trizomi 21 tanısı konulmuş
hamileliklerde, ebeveyne hastalık hakkında ayrıntılı bilgi verildikten sonra
hamileliğin devamı konusundaki bu zor karar aileye bırakılmaktadır. Ağır genetik
hastalıklar için, bile bile hastalıklı bir çocuğa sahip olmak, bir çok aile için
tercih edilmemekte, erken hamilelik dönemlerinde tahliye tercih edilmektedir.
Ancak hiçbir zaman mazur görülemeyecek sebeplerden dolayı (örneğin cinsiyet
tercihi veya çok hafif seyreden tedavisi mümkün olan rahatsızlıklar için) doğum
öncesi tanı tekniklerinin kullanılma ihtimalleri, bütün yasal düzenlemelerin
engellemesine rağmen, insanları tedirgin etmektedir.2

Tıp tarihi boyunca teşhis her zaman tedaviden daha kolay
olmuştur. Mesela Huntington hastalığı ileri yaşlarda ortaya çıkan ilerleyici,
ölümcül, sinir sistemini tahrip eden bir hastalıktır. Tedavisi olmayan bu
hastalık için henüz erken yaşlarda genetik olarak teşhisi konulan kişi derin bir
endişeye düşmektedir. Huntington hastalığının geninin keşfedilmesinden önce risk
altında olan kişilerin % 81’i genetik test isteyebileceğini söylerken, genin
keşfedilmesinden sonra sadece riskli kişilerin % 20’si bu testi yaptırmak
istemektedir. Genetik testlerin daha ayrıntılı, hızlı, ucuz ve güvenilir olarak
yapılabilmesi hastaları ve hekimleri mutlu etmektedir. Bununla beraber, bu
bilimsel ayrıntılar sayesinde insanlarda çok ciddi olarak damgalanma,
ayrımcılığa maruz kalma, iş başvurusunda veya sigortalama işlemlerinde kötü
sürprizlerle karşılaşma endişeleri de ortaya çıkmaktadır. İnsanlar genetik
özelliklerinin işverenleri tarafından ayrıntılı olarak bilinmesini
istememektedir. Sağlık veya hayat sigortası yaptırmak için, sigorta
şirketlerinin bu tür bilgilere ulaşmasından çekinmektedir. Özellikle ailesinde
genetik hastalık bulunan kişiler, bu durumun başkaları tarafından bilinmesini
istememektedirler. Kanser, kalp hastalıkları, diyabet gibi birçok hastalıkların
genetik faktörlerden etkilendiği göz önüne alınacak olursa, sigortalama
işlemlerinde kişiler arasında çok önemli risk farklılıkları hesaplanıp, bunlar
ödenecek primlere yansıtılabilir. Ağır ekonomik yükü olan hastalıklar için
sigorta şirketleri müşteri seçiminde ayrımcılık yapabilir. Bu endişelerin önüne
geçmek amacıyla ABD’de, işveren ve sigorta şirketlerine karşı genetik bilginin
mahremiyetini koruyan ve ayrımcılığı yasaklayan kanunlar çıkartılmaktadır. Ancak
dolaylı yollardan suiistimallerin yapılabileceği ihtimali insanları rahatsız
etmeye devam etmektedir. Yapılan bir ankette insanların % 77’si genetik
bilgilerinin sigorta şirketine verilmemesi gerektiğini söylerken, % 59’u ise
başkalarının yüksek harcamalarını finanse etmek için fazla prim ödemek
istemediklerini söylemişlerdir. Burada kişilerin mahremiyet hakları ile toplum
menfaatleri arasında etik yönden bir gerilimin ortaya çıktığı görülmektedir.

Kolon kanseri geni ve meme kanseri genleri gibi yeni bir takım
karmaşık testler kullanıma girmektedir. Bu testleri yorumlayacak ve ailelere
danışmanlık hizmeti verecek uzmanlar, gelişmiş ülkelerde bile hâlâ kısıtlı
sayıdadır.

Moleküler genetik laboratuarlarında 300 civarında, genetik
bozukluk, enfeksiyon ajanı ve babalık testi için incelemeler yapılabilmektedir.
ABD’de hastanelerin patoloji servislerinde 300 milyonun üzerinde, herhangi bir
sebeple alınmış ve muhafaza edilen doku örnekleri bulunmaktadır. Bu örneklere
sahiplerinin rızası olmadan ulaşılıp genetik inceleme yapılması her zaman
ihtimal dahilindedir. Bunu önlemek için de kanunlar çıkartılmaktadır. Kişilerden
doku veya kan alımında, örneğin hangi amaçlarla kullanacağı ve kullanımdan sonra
yok edileceğini belirten bir muvafakat belgesinin düzenlenmesi, birçok hastane
ve araştırma merkezinde rutin uygulama olarak benimsenmiştir.3

DNA parmak izi yöntemi adli tıp için önemli bir araçtır. Son on
yılda bu yöntem kullanılarak suçsuzluğu ispatlanan 100 civarında kişi
hapishanelerden salıverilmiştir. Ayrıca birçok gerçek suçlu da aynı yöntemle
yakalanabilmiş ve toplum vicdanının rahatlatılmasına önemli katkıda bulunmuştur.
Bazen bütün toplumun genetik yapısının çıkartılması ve bu kişisel bilgilerin
devlet kontrolündeki bilgi bankalarında bulundurulması gerektiğine dair görüşler
ortaya atılmaktadır. Suç işleme eğilimi olmayan insanların, bu uygulamadan peşin
olarak rahatsızlık duymaması beklenmekle birlikte, bu fikir çok az taraftar
bulmaktadır.

Genetik Müdahale ve Tedavi

Rekombinant İlaçlar

Bakterilere insan gen parçalarının sokulup bunların insan
proteinlerini üretebilmesi ile, bu ürünlerin bir çok hastalığın tedavisinde
kullanılabilmesi mümkün olmuştur. Bu tür ürünler "rekombinant ilaçlar" olarak
adlandırılmaktadır. Örneğin, rekombinant insülin, şeker hastalığının tedavisinde
yaklaşık 20 yıldır kullanılmaktadır. Eritropoetin (böbrek bozukluğundaki anemi
için), büyüme hormonu, hepatit B aşısı, interlökin (karaciğer hastalıkları ve
kanser tiplerinde), faktör VII (hemofilide) bu yöntemle bol miktarda, kaliteli
ve saf olarak elde edilebilmektedir. Ancak büyüme hormonu reçetelerinin % 40’ı
resmi kurumlar tarafından onaylanmayan durumlar için kullanılmaktadır. Bu
rekombinant ilaçların hem yasal olamayan yollardan satılması, hem de Batı
kültürüne özgü olduğu belirtilen, her alışılmadık durumu hastalık olarak
değerlendirme sebebiyle suiistimal edileceği korkusu vardır. Bu sebeple neyin
hastalık olduğu neyin sağlık olduğu konusunda ciddi bir değerlendirme
yapılmasına ihtiyaç vardır.

Rekombinant ilaçları üreten sektörün arkasında büyük bir
ekonomik güç vardır. Sadece eritropoetin için yılık satış miktarı 3 milyar
doların üzerindedir. Birçok hastanenin hastalarına verdiği en pahalı ilaçlarının
arasında rekombinant ilaçlar ilk sıraları işgal etmektedir. Bu pahalı ilaçların
masraflarının karşılanması zengin ülkeler için bile ciddi sıkıntılar
doğurmaktadır. Hastaların ilaçtan sağladığı fayda ve üretici sektörün elde
ettiği muazzam ekonomik gücün arasında tartışmalar sıkışıp kalmıştır.4

Rekombinant Yiyecekler

Günümüzde genetik yapısı değiştirilerek coğrafi şartlara daha
uygun ve verimli hale getirilen bir çok bitki üretilmektedir. ABD’de üretilen
pamuk ve soyanın yarısı, mısırın ise üçte biri bu gruptan bitkilerdir. Şimdilik
bu ürünlerin insan sağlığı açısından, önemli yan etkileri çıkmadı. Ancak henüz
yeni olan bu bitkilerin uzun vadede ekoloji üzerinde ne tür etkileri
olabileceğini kestirmek şimdilik mümkün değil. Hassas bir ekolojik dengenin
binlerce yılda oluşabildiğini göz önüne alacak olursak, kısa vadeli hesaplar ile
dirençli ve bol ürün almak adına bitki türlerine nereye kadar müdahale
edilebileceği tartışma ve endişe konusudur. Avrupa Birliği ülkelerinde satışa
sunulan rekombinant yiyeceklerin üzerinde, bu özelliğini belirten etiketin
bulundurulma mecburiyeti getirilmiştir.

Somatik (Vücut) Hücrelerde Gen Tedavisi

Ölümcül ve nadir bir genetik hastalık olan ADA (adenozin
deaminaz) hastalığının tedavisinde gen tedavisi ilk uygulamalardandır. Gen
tedavisi konusunda genellikle abartılı ve aşırı bir beklenti oluşmuştur.
Umutlanmak güzel, fakat başarılı bir gen tedavisi için hala ciddi engeller
vardır. Gen aktarımında kullanılacak taşıyıcı vektörler, aktarılan genin doğru
şekilde çalışması, genin uygun kromozomal bölgeye sokulması, uygun hayvan
modellerinin geliştirilmesi ve sistemin biyolojisinin daha iyi anlaşılması ve
tabii ki, en önemli tarafı ise uygulamanın etik yönü.

Gen tedavisi sonucu ölen ilk kişi, en iyi merkez olarak kabul
edilen Pensilvanya’daki enstitüde kendisine ornitin transkarbamilaz geni
aktarılan 18 yaşındaki gönüllü bir gençtir. Taşıyıcı vektöre karşı geliştirilen
alerjik cevap sonucu ölmüştür. Hasta haklarını korumak amacıyla bu ve benzeri
başarısızlıklara karşı çok sıkı denetim şartları getirilmiştir.5

Doğuştan genetik bir hastalığa sahip olan ve umutla bir tedavi
metodunun geliştirilmesini bekleyen yüz binlerce hasta vardır. Çok uzak olmayan
bir gelecekte güvenilir metotların geliştirilmesi umulmaktadır. Böylelikle hem
ADA ve kistik fibroz gibi tek gen hastalıklarının tedavisi, hem de daha karmaşık
olan poligenik olarak adlandırılan bir çok genin birlikte oluşturduğu, kanser,
kalp-damar hastalıkları ve gibi hastalıkların tedavisi mümkün olabilecektir.
Halen 400 kadar gen tedavisi protokolünün uygulandığı bildirilmektedir.

Germ (Yumurta) Hücresinde Gen Tedavisi ve Genetik Çoğaltma

Bilim ve din çevrelerinden yapılan değerlendirmelere göre,
hastanın muvafakatı alındıktan sonra somatik gen tedavisi genellikle etiğe uygun
bulunmakta, normal bir tedavideki ilaç alınması ve transplantasyondan farklı
olmadığı düşünülmektedir. Bugün gen tedavisi denilince vücudun bir organıyla
sınırlı kalan ve o kişi ile birlikte yok olacak genetik değişiklik
anlaşılmaktadır. Bu genler yumurta ve sperm hücrelerine geçmez ve sonraki
nesillere aktarılmaz. Son zamanlarda germ hücrelerindeki gen tedavisi
tartışmaları sürmektedir. İnsan artifisyal (sun’i) kromozomu ve DNA’ya müdahale
etme yöntemleri geliştikçe, germ hücre tedavisi de teknik yönden çok uzak
görünmemektedir. Bu durumda akla hemen "öjeni" ile ilgili kaygılar gelmektedir,
yani iyi genleri olanların seçilmesi ve kötü genleri olanların ayıklanması.
Öjeni, 30’lu ve 40’lı yıllarda Avrupa ve Amerika’da önemli taraftar bulmuş ve
politik alanda etkili olmuş bir akımdır. Hitler Almanyası üstün ırk iddiaları
ile yıllarca ırkçı politikalarla yönetilmiştir. ABD’de 1930’larda göçmenlere
karşı zorla kısırlaştırma uygulamaları yapılmış ve 60.000’den fazla hasta,
genetik olarak sakat olmakla itham edilerek zorla kısırlaştırılmıştır.

Patentleme

Başka bir tartışma alanı ise bazı canlıların, genlerin ve insan
proteinlerinin patentlenmesidir. Bunlar patentlenebilir mi? İnsanın kendi
biyolojik varlığının başkaları tarafından patentlenmesi doğru mu? Buna karşılık
çok pahalı yatırım gereken bilimsel araştırmalara yatırımı kim, hangi
motivasyonla yapacak? Aradaki denge nasıl sağlanacaktır. İnsanlar için yararlı
bir ilaç veya tedavi metodu geliştirilmesi gerekiyorsa, birilerinin maddi olarak
yatırım yapması ve bilgi, beceri, zaman harcaması gerekmektedir. Bunun karşılığı
olarak da bulduğu ürünün patentini almaktadır. İnsan genom projesinin
tamamlanması için özel sektör büyük harcamalarda bulunmuş ve DNA dizilerinin
patent hakkını elde etmiştir. Bu alanda üniversiteler ve ticari kuruluşlar
arasındaki tartışmalar devam etmektedir.

Günümüzde genlerin 3/4’ü özel olarak patentlenmiştir. Bu sebeple
birçok genetik hastalıklara tanı koyan laboratuvarlar patent ücretinin pahalı
olmasından dolayı hastalarına test yapamamaktadırlar.

Klonlama

Teknik olarak genetik kopyalamanın "Bir memeli hayvan
yumurtasından, vücut hücresinin çekirdeğinin yeniden programlanabileceği ve onu
bütün bir birey oluşturabilme potansiyeline sahip kılabileceği" gerçeğine
dayanan bir süreç olduğu belirtilmektedir. Bu durum, doğal eşeyli üreme
yöntemlerinin çok dışında, onların tümünü altüst eden bir yapıyı ve işleyişi
haber vermektedir. Koyun ile başlayan klonlama çalışmalarını başka hayvanların
da klonlanması takip etmiş ve sonunda kritik sorunun sorulmasına sıra gelmiştir.
Bütün dünyada insan klonlanması konusunda kesin ve net bir karşı tavır
oluşmasına rağmen, gizli olarak bazı çalışmaların yapıldığı basına sızmaktadır.
İnsan için klonlama çalışmaları hükümetlerce sıkı bir şekilde denetlenmekte ve
engellenmektedir.

Klonlama ile üretilen ve meşhur olan koyun Dolly 277 denemeden
ve düşükten sonra ancak doğabilmiştir. Bu düşüklerin çoğunda organ
bozuklukluları, sakatlıklar görülmüştür. Dolayısı ile klonlama ile sağlıklı bir
canlı oluşturabilmek hayli problemlidir.

Klonlama, tüp bebek çalışmalarından farklıdır. Tüp bebekte,
normal yollarla döllenme imkânı olamayan sperm ve yumurtanın vücut dışında bir
araya getirilmesi ve takibinde tekrar rahim içine verilmesidir. Burada herhangi
bir genetik müdahale söz konusu değildir.

Klonlamada meselenin ahlaki yönü teknik tarafından çok daha
önemlidir. Teknik olarak mümkün olan her şeyin rahatça yapılabileceği ve hiçbir
ahlaki sorumluluk hissetmeden insanlar üzerinde tatbik edilebileceği endişesinin
hakim olduğu bir dünyada yaşamaktayız. Öyle ki, akla pek de kolay gelmeyecek,
hemen tüm ilginç ihtimal ve gizli tehlikeler dile getirilmektedir.6

"Yedek parça depoları" yapmaya hakkımız var mıdır?

Onayları alınmaksızın, kuşakları araştırma deneği yapabilir
miyiz? Ayrıca onların doğal genetik miraslarını değiştirme hakkımız var mıdır?

Gelişmiş ülkelerde kopyalamaya yasaklamalar getirirken, geri
kalmış ülkelerde uygulanmasına göz yummak, bilimi emperyalizmin hizmetine sunmak
değil midir ya da varolanı daha da pekiştirmeyecek midir?

Cinselliği ortadan kaldırmak ve üremeye hükmetme fırsatı
nereye kadar zorlanacaktır?

Kopyalama çalışmalarını kimler paraca desteklemektedir? Bir
başka deyişle bu araştırmalar kimin denetimindedir? Başlıca destekleyicinin ilaç
ve hayvancılık sektörü olması nasıl yorumlanabilir?

Bilim-ticaret ilişkisi ya da bağlantısı nasıl kurulabilir?
Özelde de genetik bilgiye dayalı buluşların, "patent hakkı" konusuna nasıl
açıklık getirilebilir?

Kök Hücre

İnsan embriyosundan ve kemik iliğinden elde edilen kök
hücrelerin, uygun şartlar sağlandığında doku ve organlara dönüşme yeteneği
bulunmaktadır. Bu teknik henüz yeni olmasına rağmen kanser, kalp hastalıkları,
beyin hücrelerinin kaybı, ilerleyici kas hastalıkları gibi bir çok hastalıkların
tedavi edilebilmesi için umut vadetmektedir. Kök hücre konusunda iki zıt görüş
çatışma halindedir. Bazıları tıbbi gelişmelerin önündeki engellerin kaldırılması
gerektiğini savunurken, diğerleri erken embriyonik dönemlerde bile bir canlının
varlığına müdahale edilmemesi gerektiğini söylemektedirler. Çünkü kök hücre elde
edilen embriyo imha edilmektedir. Tartışmaların tarafları arasında çok farklı
kültür ve bilgi düzeyine sahip gruplar bulunmaktadır. Meselenin ahlaki boyutu
hem embriyo, hem de tedavi bekleyen hastalar açısından değerlendirilmekte ve
sorgulanmaktadır. Kök hücre alınan erken embriyo 5-6 günlük ve 200-300 hücrelik
bir yapıdır ve bir toplu iğne başı kadardır. Ancak bir insanı oluşturma
potansiyeline sahiptir ve kısa da olsa bir mesafe katetmiştir. Konunun bilim,
din ve hükümet çevrelerindeki tartışması görünüşe göre daha uzun yıllar
sürecektir.7

Sonuç

Moleküler biyoloji ve genetik ile ilgili bilgilerimiz hızla
artmaktadır. Geliştirilen yeni teknolojiler ile genetik hastalıkların teşhisi de
her geçen gün daha da kolaylaşmaktadır. Yakın gelecekte yüzlerce hastalık için
küçük bir bio-çip kullanılarak tek bir panelde genetik tarama mümkün
olabilecektir. Bu hızla gelişen teknolojiler ile ilgili sosyal, yasal ve ahlaki
tartışmaların sağlıklı bir zeminde yapılabilmesi için kurumsal altyapılar
gerekmektedir. Hem bilimsel gelişmelerin önünün gereksiz bir takım endişelerle
kesilmesinin engellenmesi, hem de insan haklarının, hayvan haklarının korunması
ve çevre duyarlılığının canlı tutulması için bilgili, sorumluluk sahibi kişi ve
kuruluşların gayret göstermeleri gerekmektedir. Böylece bir çok hastalığın
tedavisi için büyük umutlarla bel bağlanan genetik ile ilgili teknolojilerinin
mevcut ve potansiyel yan etkileri bertaraf edilmiş olacaktır.

Dipnotlar

1. Fred G. Silva, Ethics of the new biology and genetic
medicine (molecular ethics), Brief (re) view from the USA, Pathology
International 2002; 52:555-562.

2. An ethical collaboration, Ethics in Human Procreation,
Genetic Diagnosis and Therapy, Sheffield, UK, 7-10 January 1999, TIG April 1999,
volume 15, No. 4.

3. Genes and ethics, BMJ Volume: 325, 12 OCTOBER 2002.

4. Michael M. Burgess, Claude M. Laberge, Bartha Maria
Knoppers, Bioethics for clinicians: 14, Ethics and genetics in medicine, CMAJ
MAY 19, 1998; 158 (10); Minakshi Bhardwaj, Darryl RJ Macer, Policy and ethical
issues in applying medical biotechnology in developing countries, Med Sci Monit,
2003; 9(2): RA49-54.

5. Janice Hopkins Tane, US faces ethical issues after gene
therapy death, BMJ 2000; 320:602 (4 March)

6. Berna Arda, Etik, Gen-Etik ve Kopyalanmışlık Işığında
Bilimin Üzerine,

http://saglik.tr.net/genel-saglik-genetik-kopyalama.shtml
; Mefkure Edige,
İnsan tanrı rolü mü oynuyor?
http://www.dergi.org/202002/1501.htm
 

7. Ethics,
http://www.bio.org/er/ethics.asp
.