“An Internal Critic to the Islamic Society
in the 6th Century After the Hegira”
Şeytan Ayartması (Telbîs-i İblîs)
İbnü'l-Cevzî
Elif Yayınları,
İstanbul, Ocak 2003,
Çev: Savaş Kocabaş,
494 sayfa.
Müellif Hakkında…
Ebü'l-Ferec Cemâleddîn Abdurrahmân b. Alî b. Muhammed el-Bağdâdî (ö. 598/ 1201)
İslâmî ilimlerin hemen her dalındaki çalışmalarıyla tanınan Hanbelî âlimidir.
İbnü'l Cevzî, 510 (1116) yılında dünyaya geldi. Küçük yaşlardan itibaren, çok çeşitli alanlar da ilimler tahsil etmeye başladı. Fakihlerin de katıldığı ilim
meclislerinde ilmi konuşmalar yaptı. Aynı zamanda devlet adamlarına sert eleştiriler yapmakla birlikte, iyi ilişkiler kurmaya da özen gösterdi.
Bir ara Vasıt'a sürgün edilerek beş yıl süreyle orada tek başına yaşamaya mecbur edildi, kitaplarından bazıları yakıldı. Sonra sürgün cezası kaldırıldı ve hayatının
kalan kısmını Bağdat'ta irşad hizmetleriyle geçirdi. 16 Haziran 1201 tarihinde vefat etti. Hakkında yazılmış en derli toplu kitap, Mısırlı Dr. Amine M. Nusayr'ın
"Ebu'l-Ferec İbnü'l-Cevzi, (510 h.- 598 h.) Arauhu'l-Kelamiyye ve'l-Ahlagıyye" başlıklı tezidir. Bu eser 1987'de Kahire'de Daru'ş-şurug Yayınevi tarafından basılmıştır.
İbnü'l-Cevzi, tarih, biyografi, hadis, tefsir ve akaid alanlarında eserler vermiş ve çok sayıda öğrenci yetiştirmiştir. Dinler tarihi ve felsefe konularında
eleştiriler yapabilecek derecede bir kültürel birikime sahipti.
Hanbeli mezhebini benimsemekle birlikte, onu aynen taklit etmemiş ve fıkhi hükümlerin delillerini araştırıp ona göre hareket etmeyi gerekli görmüştür. İddia
edildiği gibi taassup derecesinde bir Hanbeli olduğu görüşü isabetli görünmemektedir.
Cevzi, aynı zamanda dilciliği ile de tanınmaktadır. Bir divan oluşturabilecek kadar şiirleri vardır.
İlmi şahsiyetinde ağır basan bir yönü de usulü'd-din ve akaid alimi olmasıdır. Kendi dönemine kadar teşekkül etmiş olan İslamî telakki ve disiplinlere eleştirel
yaklaşımlarda bulunmuştur.
Cevzi'nin tenkidî bir tarzda incelediği disiplinlerin başında tasavvuf geleneği ve buna bağlı olarak da bazı sûfiler gelir.
Hadis ilmi konusunda, 'Hafızü'l-Irak ve Nasırü's-Sünne' lakabları bulunan Cevzi'nin özellikle hadis metinleriyle ilgili bilgisi takdir edilmiş, ancak sahih hadisleri
belirlemede genellikle başarılı olamadığı ileri sürülmüştür. Hadis ehli kimselerin gıybet etmemesi gerektiği ve yaptıkları rivayetlerden dolayı ücret almamaları
gerektiğini söyleyerek aksine davrananları tenkit etmiş ve sadece bu şartlara uyanlardan hadis almıştır.
Kelamcıları da eleştiren Cevzi, 'Her ne kadar tenzihe ulaşmak için te'vil gerekliyse de bu sadece alimler için söz konusudur' demiştir.
Tarih alanında yapmış olduğu çalışmalar ve onun geniş bilgisi bir çok müellif tarafından vurgulanmıştır. Umumi tarih, siyer, tabakat ve menakıb gibi alanlarda
kaleme aldığı eserler onun ilgi duyduğu konulardandır.
Aynı zamanda siyer müellifi de olan Cevzi, Hz. Peygamber dönemine yer verdiği gibi ona dair müstakil eser de vermiş ve hakkında eser telif etmek üzere İslam
tarihindeki örnek kabul edilen, Hz. Ömer, Ömer b. Abdulaziz, Hasan-ı Basri, Ma'ruf-i Kerhi ve Ahmet b. Hanbel gibi meşhur şahsiyetleri tercih etmiş olması dikkat
çekicidir.
İbnü'l-Cevzi'nin itikadi görüşleri şöyle özetlenebilir: Akıl, tabiat kanunlarını bilme gücüne sahip bulunmakla birlikte bütün varlık ve olayların hikmetlerini
kavramaktan, ayrıca kendi mahiyetini keşfetmekten acizdir. Bu sebepler vahyin desteğine muhtaçtır; vahyin getirdiği bilgileri teslimiyetle karşılayıp benimsemesi
gerekir.
Akıl yürütmek suretiyle Allah'ın varlığını bilmek mümkün olduğu halde zat-sıfat münasebetini ve ilahi fiillerin mahiyetini kavramak imkan dahilinde değildir.
Akaid alanında yapılan hataların çoğu bu hususu dikkate almayıp Allah'ı yaratıklara kıyas etmekten kaynaklanıyor.
Günümüzde Bediüzzaman'ın akli ve mantıki deliller ile izah ettiği1 kader konusuyla ilgili olarak, Cevzi, "Kaza ve kader, sırrı ve hikmeti insanlar tarafından
anlaşılamayan ve teslimiyetle karşılanması gereken konulardır" (Şaydü'l-hatır, s. 364-366) teziyle, kaderin nihai noktada akıl yoluyla çözümlenemeyeceğini savunarak
cebre yaklaşmıştır.
Cevzi'nin, tarih, hadis, tefsir, akaid, fıkıh ve diğer alanlarda olmak üzere 70'i bulan eseri bulunmaktadır.
Eser Hakkında…
Eser, Elif Yayınları arasında, Savaş Kocabaş'ın Türkçe'ye tercümesiyle, Ocak 2003 tarihinde yayınlanmış, toplam 494 sayfadır. Telbis-i İblis, 13 bölümden oluşmaktadır.
"Şeytan Ayartması", İbnü'l-Cevzi'nin akaid ilmi alanında yazmış olduğu beşinci eseridir.
Telbis-i İblis, harfi çeviri yapılırsa İblis'in göz boyaması, aldatması, ayartması anlamına gelir. Yayınevinin notunda belirtildiği gibi, 'Müellif bu kitapta
çağının İslam toplumunda çeşitli zümrelere ve eğilimlere mensup fertlerin kendilerini ve birbirlerini nasıl kandırdıklarını anlatan' oldukça renkli bir tenkit eseridir.
Bu eserde Cevzi'nin neşterinin keskin olduğu ama insaf ve kontrolden de yoksun olmadığı görülmektedir. Kur'an hafızlarının şeytanın hilelerine nasıl düştükleri
ve kendilerini nasıl kandırdıkları, hadisçilerin birbirine nasıl baktıkları, abidlerin yaptıkları ibadet içinde bile nasıl İblisin ayartmasına maruz kalabildikleri,
sufilerin Peygamberimiz ve Sahabelerini sufiyye zümresinden nasıl gösterdikleri, sufilerin bütün davranışlarını doğru kabul edip, onları nasların ve Hz. Peygamberin
önüne nasıl geçirdikleri sorgulanan ve tenkidi yapılan mevzular içerisindedir.
Bu eser insanın insan olarak zayıf noktalarına dikkatleri çektiği gibi, İblise karşı daha duyarlı ve hazırlıklı olmayı netice vermektedir. İnsanın kendisiyle
yüzleşmesini netice verecek sonuçlara ulaşıldığı gibi, sözde dindar geçinenleri de ciddi anlamda sarsmaktadır.
Eser, felsefecileri de etkili bir tenkitten geçirir. Metafizik konularda rasgele görüşler ortaya atan felsefecileri; "Ahiret, Allah, melekler… gayb alemine girer
ve bu alanda felsefe yapmanın hiçbir anlamı yoktur. Bu konularda akıl yürütmeye kalkanlar evvela kendi prensipleriyle çelişmektedirler. Çünkü hiç bilmedikleri bir
alanı yorumlamaya kalkarken şu anki hislerini, şu dünyadan aldıkları verileri temel alarak harekete geçiyorlar ve anoloji yapıyorlar" diyerek onları bir anlamda
mesleklerinin gereğine uygun hareket etmeye çağırıyor.
Eserde ele alınan konular genelde "Kur'an ve Sünnet" çizgisi içerisinde değerlendirmeye tabi tutulurken, bazı konularda müellifin içinde bulunduğu düşünce çevresinin
ve mezhebinin etkilerini görmek mümkündür. Bunlardan birisi, aklen, kalben, ruhen ispatı mümkün olan, kaza ve kader konusudur. Cevzi, "Kaza ve kader, sırrı ve hikmeti
insanlar tarafından anlaşılamayan ve teslimiyetle karşılanması gereken konulardır" diyerek batıl Cebriye mezhebine yakın bir görüş ortaya koymuştur. Şarkı, müzik
gibi konularda da daha çok 'haram'lığını ön plana çıkaran müellif, yine de mezhep imamlarının konuyla ilgili kanaatlerine eserinde yer vermiştir. Tabii aktüel konular
olması hasebiyle gerek kader konusu ve gerekse müzik konusu halen günümüzde farklı görüş ve kanaatlerle tartışılan konulardandır. Bu asrın mühim bir alimi olan
Bediüzzaman "Kader" konusunda, Sözler isimli eserinin "26. Söz" bölümünü bu konuya hasretmiş ve aklen, kalben ve ruhen zihinleri tatmin eden bir suhuletle konuyu
nazarlara sunmuştur. Yine müzik konusunda da önemli bir içtihat yapmıştır.2
Eserde çok önemle vurgulanmak istenen ve adeta eserin müellif tarafından yazılmasının sebeplerinden birisi, "şeytan-nefis" birlikteliğidir. Şeytan insandaki
nefis noktasını harekete geçirerek insana ulaşmaktadır. Daha çok da bu işi vesvese yoluyla yapmaktadır. Her insanda varolan zayıf noktaları kullanan şeytan, böylelikle
amacına ulaşabilmektedir. Hatta sufi zümresinin çoğuna İblisin ayartması neticesi arız olan problemleri tespit etmekte ve nefsi tezkiye etmenin, terbiye etmenin
doğru uygulamalarına dikkatleri çekmektedir.
Müellif de şeytanın bu özelliğine binaen, şeytanın hilelerini, ayartmalarını, aldatmalarını ortaya koyarak, yazdığı eserin nasıl bir amaca hizmet edeceğini şu
cümleleriyle açıklamaktadır: "Ben de onun hilelerine karşı uyarmayı, tuzaklarını göstermeyi uygun buldum. Çünkü kötülüğü tanıtmak, ona karşı halkı uyarmak demektir.
Bu kitabı İblisin aldatmalarına karşı uyarmak, belalarına karşı korkutmak, onun maskesini kaldırmak, sinsi yöntemlerini açığa çıkarmak için yazdım. Bu kitap şeytanın
aldatmalarını açığa çıkaracak. Onu iyice okuyup kavrayan kişi şeytanın yanılmalarını büsbütün bilecektir. Buna göre hareket etme azminde olan kişiden şeytan rahatsızlık
duyacaktır."
***
Eser hakkında görüşler ortaya konurken ve daha doğru anlaşılmaya çalışılırken, günümüzde de zihinlerde canlı yeri bulunan bazı konularda bu asrın mühim bir alimi
olan Bediüzzaman Said Nursi'nin eserlerindeki konuyla ilgili açıklayıcı cümlelerin aktarılmasında fayda gördük.
Giriş Hakkında Bir Kaç Söz
Müellif, Telbis-i İblis'in giriş bölümünde eserin bütününe ışık tutan bir kavram netleştirmesine başvurur. Allah kavramının ne olduğu, ortaya koyduğu Şeriatının
eksiksiz ve kusursuzluğu, peygamberlerin gönderiliş hikmetleri gibi konuları işleyen bir paragrafla giriş yapar.
İnsanı yaratıp, doğru ve yanlışı, hak ve batılı göndermiş olduğu Kitap'la insana bildiren ve anlaşılamayan hususların açıklamasının yapılabilmesi için peygamber
gönderen Allah, bütün bu vermiş olduğu nimetlerle yetinmeyip o insana en büyük nimetlerden birisi olan aklı da vermiştir. Çünkü aklı olmadan insan Yaratıcısını
ve O'nun peygamberini tanıyamayacaktır.
Burada güzel bir anlatım üslubu deneyen müellif, Şeriatı güneşe, aklı ise göze benzetmiştir. Gözün (Güneşi-Şeriatı) görebilmesi için sağlıklı ve açık olması
gerekmektedir. Aklın göremediği, eremediği durumlarda ise, Peygamberin yaşayışını izlemesi yeterli olacaktır.
İnsanlık tarihi boyunca şeytan ve melekler insan üzerine hesaplar yapmaya devam etmişlerdir. Yani başka bir deyişle, iman ve küfür dünden bugüne hep varolagelmiş
ve kıyamete kadar da devam edecektir. "Allah aklı, beşeriyet alemine ihsan edince Adem'i (as) peygamber yapmak suretiyle aklın yolunu açtı: Adem (as) insanlara
Allah'tan aldığı vahiyle doğruları öğretiyordu. Bu vahiyle [eserde yanlışlık eseri olarak Habil diye geçen] Kabil'in nefsine uyarak kardeşini öldürmesine kadar
doğru yol üzere oldular. Bu vakitten sonra insanların eğilim ve istekleri çeşit çeşit oldu; sapıklık çölünde daldılar, putlara tapmaya; arzularına uyarak, alışkanlıklarına
meylederek, büyüklerini körü körüne taklit ederek peygamberlere ve akla aykırı eylemler ortaya koymaya başladılar."
İnsanların ruhi ve ahlaki hastalıklarının tedavisi için peygamberler gerekli açıklamaları yapmışlardır. Ancak şeytan ilaca zehir katarak, gelen açıklamalara
şüpheler düşürmüş, o insanların akıllarıyla sürekli oynamıştır. Ve bu noktadan sonra yine insanlar doğru yoldan ayrılmışlar ve her türlü yanlışa düşmüşlerdir. Sonuçta
Allah son peygamber olarak Hz. Muhammed'i (sav) göndermiş; O da çirkinlikleri ortadan kaldırıp, güzellikler getirmiştir. Sahabeleriyle bu aydınlık yol devam etmiştir.
"Onların verdiği ışık gidip karanlıklar gelince, bazı insanlar heva ve arzularıyla hurafeler çıkarmaya, geniş olan yolu daraltmaya başladılar. Bunun üzerine halk
tekrar dinlerini paramparça edip fırka fırka oldu. İblis kalktı, onlara bunu süslü ve hoş gösterdi."
Müellif bu eseri neden kaleme aldığını bu bölümde izah etmektedir. "Şeytanın hile ve kandırmalarını ortaya koymalı ki, insanlar bundan sakınsınlar" anlayışı
bu hareketin kaynağıdır. Aynı zamanda şeytan, "üzerine ilim güneşi doğan kullarla karşılaşsa, onun sinsiliği ortaya çıkacak ve kendisi (şeytan) rezil olacaktır"
denmektedir.
Birinci Bölüm: Sünnet ve Cemaate Bağlılığın Önemi
Telbis-i İblis'in birinci bölümünün, şeytan ve nefsin hile, aldatma ve ayartmalarına karşı adeta bir sığınak hükmünde bulunan 'Sünnet ve Cemaate Bağlılık' olması
oldukça manidardır. İblis'in vesveselerine karşı en metin dayanak Sünnet-i Seniyye ve cemaate bağlılık anlayışıdır.
Müellif bu bölümde hiç yoruma girmeksizin, hadis-i şerif meallerini vermiş, zaman zaman ayet-i kerime mealleri de aktarmıştır. Aynı zamanda asırların mühim alimlerinden
de sözler aktarılarak, ortaya konmuş olan hadis-i şerif hakikatleri zihinlerde pekişmiş olmaktadır.
Burada nakledilen bazı hadis-i şerif meallerini nakledelim:
Hz. Ömer'in oğlu Abdullah (ra) Cabiye'de verdiği bir hutbede şunları anlattı: Rasulullah (sav) bir gün ayağa kalktı ve şöyle dedi: "Sizden her kim Cennetin ortasını
istiyorsa cemaatten ayrılmasın. Çünkü şeytan tek kimseyledir ve iki kişiden oluşan birliktelikten uzak durur."
Arcefe'den rivayet ediliyor; "Rasulullah'ı (sav) şöyle derken işittim: 'Allah'ın eli (=yardımı) cemaat üzerindedir. Şeytan cemaatten ayrılanla beraberdir.'"
Abdullah b. Mes'ud'dan rivayet ediliyor: Rasulullah (sav) şöyle buyurmaktadır: "Koyunun kurdu olduğu gibi insanın kurdu vardır ve o da şeytandır. O kenarda ve
uzakta duran koyunu yakalar. Şu halde parçalanıp dağılmaktan ve ayrılıktan kaçının; cemaatten ve camiden uzak durmayın."
Ebu Davut Sünen'inde şu rivayeti zikretmiştir: Rasulullah (sav) bir gün ayağa kalktı ve şöyle dedi: "Dikkat edin! Sizden önce kitap ehli yetmiş iki fırkaya ayrıldı.
Bu ümmet de yetmiş üç fırkaya ayrılacak. Yetmiş ikisi Cehennem'de biri ise Cennette olacak. Cennette olacak kimseler cemaatten ayrılmayan kimselerdir."
Ebu Aliye'den naklediliyor: "Ümmetin, bölünüp parçalanmadan önceki yolundan ayrılma!"
Süfyan'dan rivayet ediliyor: "Hiçbir söz, amel edilmedikçe kabul görmez. Niyet (ihlas) olmadıkça hiçbir söz ve amel doğru olmaz. Sünnet'le uyuşmadıkça da hiçbir
söz, amel ve niyet doğru olmaz."
Cafer b. Halid, Cüneyd'in şöyle dediğini belirtiyor: "Yolların tümü insanlara kapalıdır. Ancak peygamberin izini takip eden, onların sünnetine uyan ve yolunu
tutan kimse müstesna. O kimseye hayır yollarının tümü açıktır."
Yukarıda, cemaatten ayrılmanın tehlikelerine dikkat çekilmekte ve tek başına kalmanın şeytanın ayartmasına yardımcı olduğu ifade edilmektedir.
***
Sünnet-i Seniyye her asırda dinden sapmaları önlemek için birer işaret taşı hükmünde olmuştur. Nitekim asrımızda Bediüzzaman Said Nursi de Sünnet-i Seniyye Risalesi
telif ederek, Peygamberimizin, "Fesâd-ı ümmetim zamanında kim benim sünnetime temessük etse; yüz şehidin ecrini, sevabını kazanabilir."3 müjdesini zihinlere taşımıştır.
Konunun ikinci başlığı olan cemaate bağlılıkla ilgili hadislere yer verilmiş, İblisin bilhassa yalnız insana daha rahat hükmettiği sonucu çıkan hadislerde, cemaate
dayanmanın ve o şahs-ı maneviye güvenmenin ve itimat etmenin zaruretine işaretler edilmiştir. Yine cemaate bağlılıkla ilgili hadislerin günümüze bakan yönünü ise,
Bediüzzaman yorumlamış; "Zaman cemaat zamanıdır. Cemaatin ruhu olan şahs-ı manevi daha metindir ve tenfiz-i ahkam-ı şer'iyeye daha ziyade muktedirdir. Halife-i
şahsi, ancak ona istinad ile vezaifi deruhte edebilir. Cemaatin ruhu olan şahs-ı manevi eğer müstakim olsa, ziyade parlak ve kamil olur; eğer fena olsa, pek çok
fena olur. Ferdin, iyiliği de fenalığı da mahduttur; cemaatin ise gayr-ı mahduttur"4 diyerek cemaati şahs-ı maneviye benzetmiştir.
İkinci Bölüm: Bid'atin ve Bid'atçilerin Yerilmesi
İkinci bölüm 'bid'at' ve 'bid'atçiler'i yeren hadis meallerinden oluşmaktadır. Bid'at; 'dinin aslından olmayıp, sonradan uydurulan adetler' anlamında kullanılmaktadır.
Sonradan dine dahil edilen şeyler, Şeriata aykırı olmayan uygulamalar da olabilir. Buna bid'a-i hasene denilmektedir. İbnü'l-Cevzi der ki: "Selef-i salihin, asılsız
bir şeyler türetmiş olmamak için hiçbir mahzuru olmasa bile her türlü bid'atten sakınıyorlardı. Bununla birlikte Şeriatla çatışmayan sonradan çıkma bazı şeyler
de yapılmış, onlar bunda bir beis görmemişlerdir. Nitekim, rivayet edildiğine göre insanlar Ramazan ayında teravihi ferd ferd kılıyorlardı. Ömer (ra) onları Übeyy
b. Ka'b'ın imamlığında bir araya getirdi. Onları birlikte namaz kılarken gördüğünde 'Bu ne güzel bid'at' dedi. Çünkü cemaatle namaz meşrudur; Şeriat'ta yeri olan
bir şeydir."
Bu bölümde sünnet ve bid'atin ne olduğuna, bazı iyi bid'atler ve sünnetin önemine, bid'at gruplarının taksimine dair alt başlıklarla konular anlatılmış, daha
çok zamanın mühim alimlerinin görüşlerine yer verilmiştir.
Bid'atçi grupların taksimi oldukça dikkat çekici bir mahiyettedir. Şeytanın neleri dikkatlere sunarak inananları aldattığı ve dine zarar veren bid'atlerin sokulmasını
sağladığı nazarlara sunulmuştur.
Müellif bid'atlerin gruplaması ile ilgili şu notları düşer: "Bu fırkalar belli midir? dersen, cevaben derim ki: Biz farklılaşmayı ve temel fırkaları biliyoruz.
Bu fırkaların isimlerini ve görüşlerini kapsamlı olarak bilmesek de her biri kendi içinde çok grubu barındırmaktadır. Görüldüğü kadarıyla fırkalar temelde şunlardır:
Haruriyye, Kaderiyye Cehmiyye, Mürcie, Rafiziler ve Cebriyye. İlim ehlinden bazıları şöyle demişlerdir: Fırkalar temelde bu altı kısımdan ibarettir. Bunlardan her
biri zamanla on ikişer fırkaya ayrıldılar. Böylece toplam yetmiş iki fırka oldular."
Burada yetmiş iki fırka ayrı ayrı olarak tanımlanmış ve hangi fikirleriyle ayrı bir fırka oldukları hakkında bilgiler verilmiştir.
Üçüncü Bölüm: İblisin Tuzaklarına Karşı Uyarı
Hadis-i Şerifler kadar, konuyla ilgili ayet-i kerime meallerinin de verildiği bu bölüm, şeytanın tuzaklarına karşı insanın uyarılmasını amaçlamaktadır. 'İnsana
faydalı şeyleri elde etmesi için şehvet ve tutku, zararlı şeyleri def etmesi için de gazap hissi verilmiştir' denilerek, devam eden satırlarda şeytanın da yaratılış
amacına dikkat çekilmektedir. 'Aynı zamanda bir de arzuladığı ve sakındığı hususlarda onu aşırı gitmeye teşvik eden şeytan da yaratılmıştır!"
Allah da (c.) ona karşı uyanık olmamızı emrederek şöyle buyurmuştur: "Şeytanın adımlarını takip etmeyin. Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır. O size ancak
kötülüğü, fuhşiyatı ve Allah'a karşı bilmediklerinizi söylemenizi emreder" (Bakara Suresi, 2/169). "Şeytan sizi fakirlikle korkutur, size kötülüğü emreder" (Bakara
Suresi, 2/268). "Şeytan onları iyice saptırmak ister" (Nisa Suresi, 9/60).
Görüldüğü üzere Kur'an ayetleri, insanları, şeytana karşı dikkatli olmaya ve onun vesveselerine kapılmamaya davet ediyor.
Önem arzeden bir başka başlık da her insanın bir şeytanı olduğuna dairdir. Sadece peygamberlerin Allah'ın yardımına mazhar olarak şeytanlardan korunduğu, bunun
dışındaki bütün insanların şeytanların hilelerine muhatap oldukları vurgulanmıştır.
Dördüncü Bölüm: Kandırma ve Aldatmanın Anlamı
Bu bölümde kandırmanın ve aldatmanın ne olduğu ortaya konmaktadır. "Kandırma (=telbis) batılı hak gibi sunmak demektir. Aldanma (=gurur) kötüyü iyi, değersizi
değerli kabul etmeye yol açan bir çeşit cahilliktir.
Burada müellif, insan karşısında melek ve aklın, şeytan ve nefisle olan mücadelesini oldukça güzel bir temsil ile anlatmıştır. "İblisin insana girip onda hükümranlık
kurması, insanın uyanıklığına veya gafletine; cehaletine veya bilgisine göre azalır veya çoğalır. Bilmelisin ki, kalp kale gibidir. Bu kalenin surları, surların
da kapıları vardır. Aralarda yer yer boşluk bulunur. Kalenin sakini akıldır. Melekler buraya uğrarlar. Kalenin karşısında içinde nefsin ve şeytanların bulunduğu
sığınaklar vardır ve şeytanlar oraya hiçbir engelle karşılaşmaksızın gidiverirler. Kale sakinleri ile sığınaktakiler arasında sürekli bir savaş vardır. Şeytanlar
sürekli kalenin etrafında dolaşırlar ve bekçilerin dalgın anını yakalayarak gediklerden içeri geçme yolunu ararlar. Dolayısıyla bekçinin korumakla emrolunduğu tüm
kapıları ve gedikleri bilmesi, bekçilik görevinde bir an olsun gevşeklik göstermemesi icab eder. Çünkü düşman uyumaz."
Burada altı çizilmesi icab eden unsurlardan birisi, kale sakinleri ile sığınakta fırsatları bekleyenler arasında sürekli devam eden savaştır. Ve şeytanların
bekçilerde meydana gelecek bir dalgınlık anını yakalayamaması, bekçilerin sürekli tetikte durmasını gerektirmektedir.
Bekçilerin korumakla emrolunduğu tüm kapıları ve gedikleri bilmesi de önemlidir. Çünkü şeytanın gireceği kapıyı bilmeden bekçilik yapmak cahilce olur. Bu kitap
şeytanın hile kapılarına dikkatleri çekmektedir.
Yine bu bölümde dikkatleri çeken bir diğer durum da şeytan ile nefsin işbirlikçiliğidir. Şeytan ile nefis kale etrafında, sığınaklarda birlikte insanın dalgın
anını beklemektedirler. Şeytan, insanda bulunan nefis vesilesiyle, ona daha rahat ulaşma imkanına sahiptir. Yani şeytanın kalenin içinde askeri bulunmaktadır. İşte
burada mümkün mertebe şeytan ile nefis bağlantısını kurdurtmamaya gayret göstermelidir. Kapılar ve gedikleri korumak onun için önemlidir.
Beşinci Bölüm: İblisin İnançlar ve Dinlerle İlgili Tuzakları
İblis'in hilelerinden en fazla etkilenen ve insanlık tarihi boyunca bir çok batıl inanç gruplarının ortaya çıkmasına sebep olan 'ayartmalar'ı bu bölümde uzun
uzun anlatılmakta ve insanlar hak yoldan nasıl yanlışa geçiş yapabiliyorlar ve şeytan bu ayartmaların neresinde soruları cevaplandırılmaktadır.
Detaya girmeden, örnek için birkaç inanç sapması ortaya koymak faydalı olacaktır.
Eserde de yer alan ilk başlık, Sofistlerdir. "Bunlar Sofesta isimli birinin takipçileridir. Varlıkların hakikatlerinin bulunmadığını; onların gördüğümüz şekilde
olabileceği gibi gördüğümüzden farklı bir şekilde de olabileceğini söylerler". Alimlerin onların bu görüşleri hakkındaki kısa yorumunu da vermekte fayda var: "Bu
sözünüzün bir hakikati var mı, yok mu? Şayet 'Hakikati yok' der ve asılsızlığının mümkün olduğunu söylerseniz; hakikati olmayan bir şeye nasıl çağırırsınız? Sanki,
bu sözünüzle, görüşünüzün kabul edilmesinin doğru olmayacağını kendiniz itiraf ediyorsunuz. Şayet 'Bunun hakikati var' derseniz kendi temel görüşünüzü (=şüphecilik)
terketmiş olursunuz."
Ebu'l-Ferec İbnü'l-Cevzi'ye göre "onlara arız olan, birtakım vesveselerden başka bir şey değildir. Kendi dar görüşümüze dayanarak onları tedavi etmekten kaçınmamalıyız.
Bunları bu hale getiren fıtratlarındaki sapmadır. Bizimle onların durumu şuna benzer: Diyelim ki bir şaşı çocuk dünyaya geldi. Bu çocuk gökteki ayı hep iki ay gibi
görüyor. Öyle ki, gökyüzünde iki ay bulunduğundan şüphe etmemektedir; bu yüzden babası ona 'Ay bir tanedir, sorun senin gözlerinde şaşı gözünü kapa da bir bak!'
diyor. Bunun üzerine çocuk 'Bir gözümü kapadığımdan dolayı Ay'ın birini göremedim' diyor. Böylece çocukta ikinci şüphe doğuyor bunun üzerine baba 'Durumun senin
söylediğin gibi olduğunu düşünüyorsan şimdi de sağlam gözünü kapayarak diğer gözünle bak' diyor. Çocuk bunu yapınca babasının doğru söylediğini anlıyor."
İblisin felsefi doktrinlerle insanları aldatması, Dehriye taifesini, Heyakil ehlini, putperestleri, ateşe, güneşe tapanları aldatması eserin bu bölümünde örneklerle
anlatılmıştır. Cahiliye dönemindeki insanları aldatışı ise, daha önce de kısmen ifade edilen, delil ve tanıklara bakmaksızın körü körüne ataları taklit etmek olarak
nitelendirilmiştir.
Yine İblis bir kısım insanlara da peygamberlik olgusunu inkar ettirmiştir. Konuların devam eden bölümlerinde, İblisin Yahudileri, Hıristiyanları, Mecusileri,
Müneccimleri, reenkarnasyoncuları nasıl aldattığı genişçe izah edilmiştir. Bundan sonraki bölümlerde ise, Bizim ümmetimizi çeşitli inanç ve fikirler ile aldatışı
konu edilmiştir. Müellif der ki, "İblis bu ümmete inanç hususunda iki yoldan yaklaşmıştır. Birincisi, ataları ve geçmiş nesli taklit, ikincisi ise hakikatine ulaşılamayacak
ve dalındığında derinliklerine varılamayacak şeylere daldırarak" aldatmıştır. Zahire sapanların yoldan çıkışı, İblisin Haricileri, Rafizileri, Batınileri aldatışı
gibi başlıklar altında çeşitli hak yoldan sapmalar anlatılmıştır. Son bölümde ise 'diğer sapkınlar' başlığı altında, kalbinde İslam'a kin besleyen nice zındıkların,
din bağından sıyrılıp kurtulmayı, dünyevi lezzetlere ulaşmayı ve haramı helal gibi işlemeyi hedef edinen insan gruplarının düşünceleri ve uygulamaları işlenmiştir.
Altıncı Bölüm: İblisin Farklı İlim Dallarındaki Alimleri Aldatışı
Bu bölümde İblis'in çeşitli branşlardaki ilim adamlarını aldatışı anlatılmaktadır. Onlara kurduğu tuzaklar ve ilim adamlarının o tuzaklara düşüş hikayeleri açıklanmıştır.
Bu bölüme giriş yaparken de bir önemli noktaya dikkatleri çeker müellif, "Şunu bilesin; İblis insanları farklı farklı yollarla aldatır. Bunlardan bazıları açık
ve nettir, ancak insan heva ve arzusunu tercih eder ve bunu bile bile gözünü kapatır. Bazıları da gizlidir; anlattıklarımızdan yola çıkarak anlatmadığımız pek çok
örneğin farkına varılabilir. Zira şeytanın tüm hile yollarını teker teker yazmak konuyu uzatır."
Burada anlatılmış olan konu başlıklarından bir çoğu dini terbiye içerisinde meydana gelen şeytanın ayartmalarına dönüktür. Oysa, korunma noktasında daha avantajlı
olmaları beklenen insanları, şeytan, yaşadıkları güzellikler içerisinde yakalamak için değişik kapılar bulmuştur. Yani şeytan insanların kimini cehli içinde, kimini
de ilmi içinde ayartmaktadır. Bu da gösteriyor ki, kişinin meşguliyeti, durumu ne olursa olsun, içinde bulunduğu bu vaziyet şeytan için bir korunmuşluk arz etmez.
Mesela, şeytanın kurra taifesini (Kur'an'ın farklı kıraatlerine vakıf kimseler) aldatışı, tamamen onların mesleklerinin inceliklerinden bir yaklaşma sonucudur.
Yani İblis kurraları farklı farklı kıraatleri ard arda okuma, hızlı ve çok okuma, nağmeyle Kur'an okuma, diğer kurralar hakkında (gıybet olabilecek) konuşmalar
yapma gibi noktalardan yakalamaktadır.
İblisin hadisçileri de değişik aldatma metotları bulunmaktadır. Bunlardan bazıları, ömürlerini hadis dinleyerek geçirme, belde belde dolaşarak bir çok farklı
senetlerle hadis toplama, ali senet ve el-garip kısmına giren metinleri elde etmede vakit geçirme gibi yollarla şeytanın tuzağına düşebilmektedirler.
İblisin aldattığı bir diğer meslek grubu da fakihlerdir. Fakihler eskiden Kur'an ve hadis ehli kimseler iken, "onlar tartışma ilmini öğrenmeye başladılar. Kendi
zanlarınca hükümlere getirilen delilleri tashih ettiklerini, Şeriatın ince noktalarını ve mezheplerin dayandıkları illet ve sebepleri ortaya çıkardıklarını söylerler.
Burada amaç tartışmacı tartışarak ve karşı tarafın çelişkilerini araştırarak onu altetmeyi, böylece övünüp büyüklenmeyi, insanların gözünde büyük yere sahip olmayı
hedefler. Buna karşın herkesin karşılaştığı küçük bir meselede hiçbir hüküm bilmez."
Yine bu bölümde vaizlerin, dilbilimcilerin, şairlerin, kamil alimlerin İblis tarafından aldatılışı ile ilgili yorumlar ortaya konmuş, özellikle son bölümde alimler
için büyük bir tehlike olan kendini beğenme hastalığına dikkatler çekilmiş ve alimlerin çoğunun kendini beğenme hastalığı nedeniyle helak olacağına vurgu yapılmıştır.
Yedinci Bölüm: İblisin Vali ve Sultanları Aldatışı
Müellif daha ilk satırlarda İblisin vali ve sultanları pek çok yönden aldattığına temas etmektedir. Bu pek çok yön on iki madde halinde anlatılmış. Bunlardan
en önemlileri; idarecilerde bulunan, 'kendilerinin Allah tarafından sevildikleri ve seçildikleri' yanılgısıdır. Devam eden paragraflarda ise, idarecilik sanatını
Allah'ın sevmediği kimselere de verdiği ve onları da öylece imtihana tabi tuttuğu şeklinde yorumlanmıştır.
Sultanların tayin etmiş oldukları valiler de bir sorumluluk gerektirir. "Sultanlar bilgisiz ve takvasız kimseleri vali tayin ederler. Onlar da insanlara zulmederler.
Böylece sultanlar insanların bol bol beddualarını alırlar."
Yine İblis idarecileri kendi görüşlerine göre hareket etmekten hoşnut hale getirir. Onlar da kestiklerini keser, öldürdüklerini öldürür. İblis onlara bunun siyaset
icabı olduğu vehmini verir.
Bu maddelerden sonuncusu oldukça hile yüklüdür, "bazı valiler kendilerinden üst makamın emrine bakar ve emrolundukları şey zulüm de olsa yaparlar. İblis günahın
kendisine değil, sultana ait olduğunu söyleyerek onu kandırır." Müellif konuyla ilgili kendi yorumunu sunmaktadır. "Bu doğru değildir. Çünkü o adam da zulme yardımcı
olmaktadır. Ve zulme yardım eden herkes günahkardır."
Sekizinci Bölüm: İblisin İbadet Düşkünlerini İbadet ile Aldatışı
İbadetin Allah için mi, yoksa başka bir şey için mi olduğu noktası, yani niyet meselesi konunun özünü teşkil ediyor. Önceki bölümlerde de geçtiği şekliyle insan
ibadet ederken dahi, pekala günah içerisinde bulunabiliyor. Sevap kazanayım derken, günaha düşebiliyor.
Bu bölümde yer aldığı üzere İblis, ibadet düşkünlerini içinde bulundukları ibadetle avlamaktadır. Müellifin de dikkate sunduğu vecih ile, İblisin insanları aldatmak
için girdiği kapıların en büyüğü cehalettir. "İblis o kapıdan cahillerin yanına güven içinde girer. Alimin yanına ise ancak gizlice ve kaçamak yollarla girer. İblis
bilgilerinin kıtlığından dolayı bir çok abidi aldatmıştır. Çünkü onların büyük çoğunluğu dini bilgilerini sağlamlaştırmadan ibadetle meşgul olmuştur. Nitekim Rabi
b. Huseyn: 'İlim öğren, sonra uzlete çekil!' demiştir."
İblis ibadet düşkünlerini, "ilimle uğraşmak nafile ibadetlerden faziletli olduğu halde sürekli biçimde ibadeti ilme tercih ettirmiştir. Şeytan, 'İlimden maksat
da zaten ameldir' diyerek aldatmaktadır." Bu anlayış tabii ki, amelden ancak bedeni amelleri anlamak şeklindedir. Onlar, amelin aslında kalbi amel olduğunu kalbi
amellerin bedeni amellerden üstün olduğunu idrak edememişlerdir.
Yine bu konu içerisinde İblisin abidlere niyette vesvese vererek, defalarca niyet ettirdiği, bu niyetle sürekli meşgul olmanın da Şeriatı bilmemekten geldiği
açıktır. Müellif konuyla ilgili olarak, "Çünkü asıl niyet kalpledir, dille değil. Dille yapılan niyete kendini zorlamak da dille niyet şart olmadığından mecburi
değildir. Sonra söylediğini sürekli tekrarlamanın da bir anlamı yoktur" demektedir.
Yine İblis, suyun temiz olup olmaması ile ilgili, ezanla, namazla, niyetle, tekbir ile, vacibin terki ile, gece namazları ile ilgili vesveseler vererek ibadetin
sıhhatine zarar vermektedir. İblis, yapılan amele riya bulaştırarak, tutulan oruca aşırılık katarak, yapılan hac ibadetine vesvese vererek, kişiyi sorumluluktan
kaçırarak ve daha bir çok günlük hayatın akışındaki eylemlerle ilgili olarak tuzaklar kullanmaktadır. Bu son maddede de ilginç bir tuzak bulunmaktadır. "İblisin
kandırdığı bazı abidler bir kötülükle karşılaşsalar 'İyiliği emir, kötülükten nehiy salih insanların işidir. Ben ise salih biri değilim, başkasına nasıl nasihat
edeyim' diyerek ona karşı çıkmazlar. Bu yanlıştır. Çünkü aynı günahı kendisi de işliyor olsa, başkasını ondan men etmesi vaciptir. Ancak tabii ki, kötülükten uzak
bir haldeyken insanları men ettiğinde daha etkili olur."
Dokuzuncu Bölüm: İblisin Zahidleri, Yani Dünyaya Eğilimli Olmayan Kimseleri Aldatışı
Zahid, dünyaya eğilimi bulunmayan, dünyadan elini eteğini çeken, dünya nimetlerine meyletmeyen kimse demektir. Bunlar, Kur'an-ı Kerim'de ve hadislerde dünyayı
yeren ifadeler işittiklerinde kurtuluşun dünyayı terkte olduklarını sanırlar. Onlar, dünyaya meyletmemenin ne demek olduğunu bilmezler. Dünyayı kalben terk ile,
kesben terkin nasıl olduğu düşünmezler. Şeytan böyle insanlara; "Ahirette kurtulabilmen ancak dünyayı terk etmenle mümkündür" diye vesvese verir. Dünyayı terk etmek
nasıl olacak bilmeyen kişi, hemen dağa çıkar, Cuma ve cemaatten, ilimden uzaklaşır, yabani hayvanlara döner. Hakiki zühdün bu olduğunu sanır… Belki de bu kimse
namazın farzlarını dahi bilmiyordur… İblis bunu ilminin kıtlığından dolayı aldatır… Bu konunun günümüze bakan veçhesiyle Bediüzzaman, bu asırda dünyayı terk
etmenin nasıllığına dikkatleri çekmiştir.5
Müellif konuyu şöyle yorumlar: "Şayet bu kimse bir fakihle beraberliği olsaydı gerçekleri anlardı. Çünkü o vakit dünyanın haddizatında kendisinin yerilmediğini
anlardı. Allah'ın ihsan ettiği yiyeceği, içeceği, giyeceği ve içinde namaz kılacağı camisiyle ilim tahsiline ve ibadetine yardımcı olmaya vesile olan şeyler nasıl
yerilir ki? Yerilen sadece bir şeyin haram yolla alınması, ihtiyaç miktarı değil, israfla harcanması, Şeriata göre değil, nefsin arzularına göre kullanılmasıdır.
Yine bu kimse tek başına dağlara çıkıp uzlete çekilmenin de şer'an yasaklandığını bilirdi. Çünkü Rasulullah (asm) kişiyi yalnız gecelemekten nehyetmiştir. Ayrıca
kişiyi Cuma ve cemaatten mahrum bıraktığından dolayı bu uzlette hiçbir kazanç yoktur. İlimden ve alimlerden uzak kalmak cehaletin hakimiyetini güçlendirir…"
Bazı abidler de helalleri terk etme yoluyla aldatılmıştır. Bu abidlerden biri "Ben meyvalı tatlıyı yemem. Çünkü şükrünü yerine getiremem" derdi. Hasan-ı Basri
onun bu sözüne "Bu adam ahmak. Sanki soğuk suyun şükrünü eda edebiliyor mu?" dedi.
Bu bölümde zühd riyası, pejmurdelik ve zühd, ciddiyet ve zühd, zühd ve megalomani, zühd ve cehalet gibi başlıklar yer alıyor. Zühd altında yapılan yanlışlıklara
dikkatler çekilmiş ve Şeriata uygun şekli ortaya konmuştur.
Onuncu Bölüm: İblisin Zahidlerden Sofi Tayfasını Aldatışı
Eserin en fazla alt başlığı bulunan bölümüdür. Eser, yazıldığı dönemlerden günümüze kadar gelen dini hayat eksikliklerini ortaya koyması bakımından orijinal
bir tenkidi bünyesinde taşır. Burada müellif sofilerin neden ayrıca bir başlıkla ele alındığına dikkatleri çeker. İlk sofilerin zahidlerden olduğu, ancak sofilerin
zahidlerden belli vasıflarla ve hallerle ayrıldığı anlatılır. Zahidlikten Sofiliğe geçiş şöyle açıklanır: "Tasavvuf, başlangıcı 'tam zühd' olan bir yoldur. Sonra
müntesipleri sema ve raksı helal görüp yapmışlardır. Onlara zahidlik hallerini gören, ahiret tasası içinde bazı avam ile onlardaki rahatlığı ve oyun oynaşı gören
dünya düşkünü kimseler meyletmiştir. O yüzden İblisin onları aldattığı noktaları açığa çıkarmak gerekmektedir. Bu ancak yolun aslını ve dallarını ortaya çıkarıp
hallerini açıklamakla olur."
Olayın geçmiş seyrini de ortaya koyan müellif konuyu şöyle açıklar; "Peygamber zamanında kişi iman ve İslam'a nisbet edilir, ona 'Mü'min' ve 'Müslüman' denirdi.
Sonra 'zahid've 'abid' isimleri ortaya çıktı, zühde ve ibadete takılıp kalan insanlar türedi. Bunlar dünyadan el etek çekip kendilerini ibadete verdiler ve bunu
kendilerine özel bir yol, meşrep ve tarz edindiler."
Müellif sofileri, İblisin yakaladığı zayıf noktayı şöyle belirtir; "İblisin aldatışının temelinde onları ilimden uzaklaştırması ve onlara önemli olanın amel
olduğunu söylemesi yatmaktadır. Onlar ilim nuru sönünce karanlıklarda bocalamaya başlamışlardır. Bazılarını, yapılması gerekenin dünyayı tamamıyla terk etmek olduğuna
inandırmıştır. Onlar da bedenlerinin yararına olan şeyleri reddetmişler, malı uyuşturucu olarak görmüş, dünyanın insanın yararına yaratıldığını unutmuşlardır."
Burada değerlendirilmesi yapılmış bazı başlıkları ifade etmekte fayda vardır: İblisin sofileri taharette, namaz hususunda, tuttukları mesken hususunda, malı
terk ve ondan sıyrılma hususunda aldatışına dikkatler çekilmiştir. Müellif bu yanlış uygulamalara karşı Kur'an ayetlerine ve hadis meallerine yer verir. O yanlış
söylemlere de müellif reddiye yazmıştır.
Fakirlik konusunun ele alındığı bölümde ise, "Fakirlik bir hastalıktır. Her kimin başına fakirlik belası verilir, o da buna sabrederse sevap alır" müjdesi yer
almış. Kendi malını atıp başkasının kirine muhtaç olmuş kimseler de vardır. Oysa, akıllı kimse geleceği için hazırlık yapan kimsedir denilerek, Resulullah bunlara
bir ölçü getirir: "Kiminiz malını alıp infak eder, sonra oturup insanlardan dilenir. Sadaka ancak zengine vaciptir. Evvela kendilerine bakmakla sorumlu olduğun
kimselerden başla." (Ebu Davut, 1673).
Müellif burada tevekkülün nasıl anlaşılması gerektiğine, mal toplayan sofilerin durumlarına, giyim kuşamdaki ölçünün ne olduğuna dikkat çekmiş ve günümüzde dahi
uygulanan yorumları ortaya koymuştur.
Güzel giyinmek de çoğu kez yanlış yorumlanan bir konudur. Burada da ölçü, "hareketlerimizin insanlar için değil, Allah (c.) için olması"dır denilerek, bütün
asırlarda geçerli bir hayat tarzı ortaya konmuş olunmaktadır. Bu aynı zamanda nefsin arzuladığı bir şeydir. İnsanlar için süslenmenin her türlüsü de kötü sayılmaz.
Ancak Şeriatın yasakladığı veya riya için yapılanlar kötüdür, ondan sakınmak gerekir.
Ayrıca yemek yeme konusundaki ölçü ortaya konmuştur. Öyle insanlar ortaya çıkmış ki, kendilerini yemek yemekten alıkoymuşlar ve özellikle et yememe konusunda
çok aşırıya gitmişlerdir. Onlardan birisi, "Bir dirhem et yiyenin kalbi kırk gün boyunca katı olur" demişti. Yine aynı anlayış içerisinde, 'yiyecekle güç kazanıp
ayakta namaz kılmaktansa, açlıktan güçsüz kalıp oturarak namaz kılmak daha faziletlidir' gibi görüşler aktarılmıştır. Müellif, "Bu yanlıştır! Bilakis kişiye namaz
için ayakta durma gücü veriyorsa yemenin kendisi ibadettir. Çünkü ibadete yardımcı olmaktadır… Şeriat bedeni korumak ve onun yararına olanı sağlamak maksadıyla
onu ayakta tutacak miktarda yemeyi emretmiştir. Ünlü doktor Hipokrat 'Üçte biri, üçte biri, üçte biri' ifadesindeki bölüşmeyi işitseydi, bu hikmet dolu sözden dehşete
düşerdi. Çünkü mideye giren yiyecek ve içecekler orada şişerler ve hemen hemen mideyi doldururlar. Böylece nefes için üçte bir kadar yer kalır. Bu en dengelisidir."
yorumlarına yer vermektedir.
Bu bölümün dikkat çeken hususlarında biri de şarkı, müzik üzerinedir. Müellif daha ilk satırlarda, "Bil ki, şarkı şu iki kötülüğü birlikte barındırır. Birincisi
kalbi Allah'ın büyüklüğünü tefekkürden ve O'na hizmet etmekten alıkoyar. İkincisi, kalbi her türlü dünyevi lezzete ve hissi şehvete meylettirir…" demiştir. Yine
müellif devam eden satırlarda, "Alimler şarkı hakkında çok konuşmuş, çok şeyler söylemişlerdir. Bazıları haram olduğunu söylemiş, bazıları tamamen mübah olduğunu
belirtmiş, bazıları da helal demekle birlikte mekruh görmüştür. Meseleye son noktayı koyabilmek ve hadiseyi tamamen ortaya sermek için deriz ki: Bir şeye haram,
mekruh veya mübah diyebilmek için onun mahiyetini ve hakikatini bilmek icab eder" şeklinde meseleye noktayı koymuş olmaktadır. Müellif ayrıca her ne kadar burada
kendi görüşünü sunmuş olmakla birlikte, mezhep imamlarının görüşlerini de ayrı ayrı ortaya koymuş ve ona göre değerlendirme yapılmasını uygun bulmuştur.
Bu bölümün son başlığı olarak da, her türlü yasağı çiğneyenler bulunmaktadır. Sofiler arasına ibahiler (her şeyi mübah sayanlar) sızmış, canlarını korumak için
onlar gibi gözükmüşlerdir. Bunlar kafirler, körü körüne şeyhlerini taklit eden kimseler ve şüpheyle amel eden kimseler olmak üzere üç kısma ayrılırlar.
Burada önemli bir ölçüye ulaşılmaktadır. "Fıtratta bulunan özelliklerin riyazet yoluyla yok edilmesi imkansızdır. Şehvetler, arzular elbette bir fayda için yaratılmıştır.
Çünkü yeme şehveti olmasaydı insan helak olur, evlenme ve cinsel ilişki şehveti olmasaydı nesil devam etmez, öfke olmasaydı kendine eziyet edeni def edemezdi…
Riyazetten, nefis terbiyesinden gaye, tüm bu özellikleri zarar verici halden normale getirmektir… Nitekim yüce Allah 'öfkelerini yutanlar'dan (Al-i İmran, 3/134)
övgüyle behsetmiş, 'öfkelerini tamamen yitirenler' dememiştir."
Bediüzzaman da aynı vurguya, her şeyin ifrat, tefrit ve vasat mertebesi bulunduğuna işaret eder.6
On Birinci Bölüm: İblisin Dindarları Keramete Benzer Şeylerle Aldatması
Bu bölümlerden anlaşıldığı kadarıyla insanda ilim ne kadar azalırsa, şeytanın iradesi o insan üzerinde o nispette artıyor. İlmin artması oranında da şeytan insandan
uzaklaşıyor. Haliyle şeytanın hükmü artan insanda, hem dini metinlere ve hem de örfe uygun olmayan tavır değişiklikleri görülmeye başlanıyor.
Müellif böyle durumlar karşısında insanların dikkatlerini çekerek, yaşanan halin, keramet olması durumunda bile akıllı kişinin bu tür şeylerle amel etmemesi
icab ettiğini belirtiyor. Çünkü bu aynı zamanda şeytanın da bir tuzağı olabilmektedir. Şeytan bu tür halleri büyüten kişiye vehim vererek, hayali hakikat gösterebilir.
Şeytanın hilelerinin oldukça güçlü olduğuna dikkatleri çeken Cevzi, "Akıllı kimseler İblisin aldatmasının güçlü olduğunu bildiklerinden zahiren keramet olan
şeylere karşı daha dikkatli yaklaşmış ve bunun İblisin aldatması olabileceğinden korkmuşlardır" demektedir. Müellif yine bu bölümde uydurma keramet hikayelerinin
çok yaygın olduğunu belirtmekte ve bunların bir çoğuna şeytanın dahliyle yalanlar da eklendiğini anlatmaktadır.
On İkinci Bölüm: İblisin Avam Halkı Aldatışı
Alimleri, abidleri, sofileri, zahidleri bir şekilde ayartan İblisin, avam halkı aldatması haliyle çok kolay ve çok çeşitli olacaktır. Müellifin ifadesiyle bunları
burada aktarmak imkanı yoktur. Ancak numune olması için birkaç örnek verilebilir.
"Bu aldatmacalardan biri İblisin halktan birine gelip onu Allah'ın zatı ve sıfatları hakkında düşünmeye itip şüpheye düşmesini sağlamasıdır. Aişe'nin rivayet
ettiği bir hadiste Rasulullah şöyle buyurmuştur: 'Şeytan birinize gelerek 'Seni kim yarattı?' der, O 'Allah' der. Şeytan 'Gökleri ve yeri kim yarattı?' diye sorar.
O 'Allah' der. Şeytan bu defa, 'Allah'ı kim yarattı?' der. Sizden her kim böylesi bir şeyi hissederse 'Allah'a ve Rasulüne inandım!' desin."
Müellif konuya biraz açıklık kazandırmak için izahlar yapar. "Bu bela kişide duyuların galebe çalmasından meydana gelmiştir. Çünkü insan görünen her şeyin birisi
tarafından yapıldığını görür. Bu kişi şöyle cevap versin: Bilmiyor musun ki Allah zamanı yaratmıştır, ama zamanın içinde değildir…"
Aynı vurgu Bediüzzaman'da da kendini gösterir. “Bir köy muhtarsız olmaz, bir harf de katipsiz olmaz, nasıl oluyor ki bu manzume-i şemsiye sahipsiz olacak?” mealinde
izahların yanında, aklen, kalben ve ruhen oluşan bütün sorulara cevap veren ve onları ikna eden bahisler Risale-i Nur eserlerinde ortaya konmuştur.7
İnsan bu ve benzeri örneklerle bir Yaratıcının varolduğunu aklen, kalben ve ruhen kabul ediyor.
Yine bu bölümde İblisin zenginleri nasıl aldattığı, fakirleri nasıl aldattığı, yaygın adetlere uyanları nasıl aldattığı geniş bir şekilde anlatılmıştır. Zenginler
bahsi ile ilgili dikkat çeken bir izahta bir hadis rivayetine yer verilir, "Enes Rasulullah'tan şöyle rivayet etmiştir: Ey insanoğlu! Şu dört şeyden sorguya çekilmedikçe
Allah'ın huzurundan bir adım atamayacaksın: Ömründen 'onu nerede tükettin?' diye, bedeninden 'onu nerede eskittin?' diye, malından 'onu nereden kazandın ve nereye
harcadın?' diye ve ilminden 'onunla ne amel ettin?' diye!"
İblisin fakirleri aldattığı noktalardan birisi de kendilerini zenginlerden daha hayırlı görmeleri şeklindedir. Müellifin izahı içerisinde geçtiği şekliyle, hayırlılık
malın olup olmamasında değil, bilakis ondan öte şeylerdedir.
İblisin kadınları aldatışı konusu da bu bölümde yer almaktadır. Müellif bu konuda da bir çok husus belirtmiş, ancak kadınlarla ilgili konular çok çeşitli olduğundan
bu mevzuyu ayrı bir eser halinde telif etmiştir. Fakat burada da kadının kocası ile aralarındaki hukuk ile ilgili, namaz ile ilgili ve kadının kocasının malında
gevşek davranması ile ilgili bir kaç hususu ortaya koymuştur.
On Üçüncü Bölüm: İblisin Tüm İnsanları Uzun Emelle ve Boş Kuruntularla Aldatışı
Eserin son konusudur. Hemen hemen bütün insanlarda zaman zaman karşılaşılan bir konu olarak dikkatleri çekmektedir. Nice hayırlı işler, hayırlı ameller "acele
etme, iyi düşün!" gibi vesveselerle sonuca ulaşmamıştır. Bu, şeytanın çok sinsi bir tuzağıdır. Çünkü şeytan bu hilesiyle, "Nice ciddi çalışmaya karar vermiş kimseye
bunu ertelettirir, nice faziletlere koşmaya çalışanı yavaşlattırır", hayırdan alıkoymuş olur.
Oysa, müellifin işaret ettiği gibi, ölümün ne zaman geleceği bilinmemektedir. Ve giden de geri gelmemektedir. Onun için insan kendine sürekli olarak kötülükten
sıyrılma ve hayra yönelme istikametinde telkinlerde bulunur…
Müellif, Telbis-i İblis adlı eserini şu dua ile bitirmiştir: "Yüce Allah'tan bizi düşmanın tuzağından, şeytanın fitnelerinden, nefislerin ve dünyanın şerrinden
selamette kılmasını dileriz. Şüphesiz O kullarına yakındır, duaları kabul edendir. Allah bizi o Mü'minlerden eylesin…"
Sonuç
Müellif, İbnü'l-Cevzi, Telbis-i İblis adlı eserini daha çok iç daire diyebileceğimiz değişik meşrep ve meslekte dinini yaşamaya çalışan Müslümanların yanlışlarını
gösterme ve şeytanın hilelerine karşı onları ikaz etme sadedinde kaleme almıştır.
Durum onu gösteriyor ki, mesleği, meşrebi, inanç derecesi ne olursa olsun hemen her insanın bir şeytanı bulunuyor. Ve bu şeytan insanda bulunan nefisle işbirlikçilik
yaparak, insanı her türlü hayırdan hasenattan alıkoyduğu gibi, her türlü maskaralıkların da içine itiyor.
Müellif, şeytanın yolunun hilelerine, ayartmalarına dikkatleri çekmekte ki, inananlar tetikte olsunlar. Ne zaman, nereden, nasıl bir hile gelebileceğini bilsinler
ve ona göre adım atsınlar. Eserde daha çok bu amaç kendisini hissettiriyor.
Bir önemli nokta da, insanın ibadeti içinde, hayrı içinde niyeti bozarak günaha girebileceği hususu ifade ediliyor. Riyanın, su-i zannın, gıybetin, yalanın vb.
her türlü hayırdan alıkoyan hallerin, insanın damarlarında gezen nefsi vesilesiyle insana çok yakın olduğu nazarlara sunuluyor.
Eser, insanın işinin kolay olmadığına dikkatleri çekmiş. Bir düşman dışarıda (şeytan) bir düşman da içeride (nefis) olarak insanı kıskaca almış bulunmaktadır.
İnsan, şeytanı da nefsi de iyi tanımalı ki, ona göre savunma stratejisi geliştirebilsin.
Ayrıca ele alınan konularda Cevzi dönemini görmek mümkün olsa da, içerik itibariyle devamlılığı olan konulardır. Halen günümüzde konuların büyük çoğunluğunun
yansımalarını görmek mümkün. Bu yönüyle denilebilir ki, bu muhakkik alim, günümüze bile oldukça etkili ışık tutmaktadır. Zaman zaman Bediüzzaman'ın bazı konularla
ilgili eserlerine yaptığımız atıflar, bu yorum tazeliğini göstermektedir. Bu asrın hastalıklarına Kur'an'dan çözümler sunmuş olan Bediüzzaman, Cevzi'nin eseriyle
birlikte değerlendirildiğinde bazı asırlardaki ferdi ve sosyal hastalıkların da fazlaca değişmediğini görülecektir.
Ortak noktalara yapılan vurgular; tasavvuf ehillerinin yapageldiği yanlışlıklar, dalalet fırkalarının esastan sapma noktaları, ibadeti içinde avlanan abidler,
dünyanın cazip gelerek sürüklediği zahidler gibi olumsuz hayat tezahürlerinin yansımalarından; sünnet ve cemaate bağlılığın insanı şeytanın şerlerinden kurtaracağı,
şeytanın ne gibi aldatmalarının varolduğunun bilinmesi ve tedbir alınması, bid'atlere karşı daima 'sünnet’e uygunluğun aranması, ifrat ve tefritten uzak bir şekilde,
'vasat' halin içinde din-i hakkın aranması gibi pozitif çıkarımlar gösteriyor ki, dün de hastalık kaynakları hemen hemen aynı noktalardan doğmuş, bu gün de. Üretilen
çözüm önerilerine bakıldığında yine ortak vurgular, çözüm kaynaklarının da aynı olduğunu göstermektedir. Değişen tek şey belki de hastalık çeşidindeki artıştır.
O çeşitliliğin de çaresi yine Kur'an'dadır.
Öz
İbnü’l-Cevzi, Telbis-i İblis’de, İslam zümrelerinin içerisinde yaşanan bir çok yanlış uygulamaların tenkidini yapmakta; her insanın şartları ne
olursa olsun bir şeytanının bulunduğunu ve onun durumuna uygun şekilde hileler hazırladığını ifade etmektedir. Eser, müellifin Kur’an ve Sünnet ölçüleri
içerisinde problemlere çözümler üretilen akaid ilmi alanında yazdığı beşinci eseridir. Müellif, nefis-şeytan ilişkisi konusunda şeytanın hilelerini bir bir
ortaya koymak suretiyle, şeytanın iyice tanınmasına çalışmıştır. Ortaya koyduğu ölçülerde neşteri keskin olmasına rağmen, insaf ve kontrolden yoksun değildir.
Abstract
İbnü'l-Cevzi criticizes many incorrect acts within Islamic communities in his book Telbis-i İblis. He emphasizes that under every circumstances every men possess
a demon which prepares tricks that fit to the conditions of the corresponding person. This work is the fifth book of the author in the science of akaid which tries
to find solutions to problems according to the Qur'an and Sunnah. The author tries to identify demon sufficiently by illustrating the trick of demon in terms of
the relationship between demon and men in detail. Even though it is strict in terms of his principles, it is not free from control and fairness.
Dipnotlar
1. Nursi, Bediüzzaman Said, Sözler, 26. Söz, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, Ocak 2001, s. 427.
2. Zamanın meselelerine Kur'ani yorumlar getiren Bediüzzaman Said Nursi, konuyu yine insanda uyandırdığı ulvi veya süfli hisler açısından değerlendirerek, "Şeriatça
bazı savtlar helal, bazıları da haram kılınmıştır. Evet, ulvi hüzünleri, Rabbani aşkları iras eden sesler helaldir; yetimane hüzünleri, nefsani şehevatı tahrik
eden sesler haramdır. Şeriatın tayin etmediği kısım ise, senin ruhuna, vicdanına yaptığı tesire göre hüküm alır." (Nursi, Bediüzzaman Said, Emirdağ Lahikası, Yeni
Asya Neşriyat, İstanbul 2001, s. 307) diyerek, bir anlamda müzikle ilgili günümüzün içtihadını yapmıştır. Nitekim süfli hisler uyandıran müziğin zıddı olan, insanı
ulvi duygularla bezeyen ve insanda yaşama hevesi, çalışma şevki, gayret, fedakarlık ve yardımlaşma hisleri, insanları sevme ve Yaratıcıya iltica etme gibi hisler
uyandıran bir müzik unsuru, insanlara fayda temin etmesi anlamında yararlıdır denebilir.
3. Nursi, Bediüzzaman Said, Lem'alar, 11. Lem'a, Yeni Asya Neşriyat, Germany, Şubat 1994, s. 54.
4. Nursi, Bediüzzaman Said, Mesnevi-i Nuriye, Hubab, Yeni Asya Neşriyat, Germany, Mart 1994, s. 87.
5. Hem dünyanın iki yüzü var, belki, üç yüzü var. Biri, Cenab-ı Hakkın esmasının aynalarıdır. Diğeri ahirete bakar, ahiret tarlasıdır. Diğeri fenaya, ademe bakar,
bildiğimiz marzi-i İlahi olmayan ehl-i dalaletin dünyasıdır. (Sözler, s. 311.)
6. Her şeyin ifrat ve tefriti iyi değildir. İstikamet ise, hadd-i vasattır ki, Ehl-i Sünnet ve Cemaat onu ihtiyar etmiş. (Nursi, Bediüzzaman Said, Lem'alar,
4. Lem'a, Yeni Asya Neşriyat, Germany, Şubat 1994, s. 31.)
7. Madem eşya var ve san'atlıdır; elbette bir ustaları var. Yirmi İkinci Söz 'de gayet kat'i ispat edildiği gibi, eğer her şey birinin olmazsa o vakit her bir
şey bütün eşya kadar müşkül ve ağır olur; eğer her şey birinin olsa, o zaman bütün eşya bir şey kadar âsan ve kolay olur. (Nursi, Bediüzzaman Said, Sözler, Yeni
Asya Neşriyat, İstanbul, Ocak 2001, s. 436.)