Why do they choose Islam?

Giriş

"Ekmek kutsaldır!" derdi babam. Bir yandan yere dökülen ekmek kırıntılarını
toplar, bir yandan da "Allah Firavun'un parmak uçlarını yakmayacakmış; çünkü o,
ekmek kırıntılarını toplayıp yermiş…" şeklindeki hikayeyi anlatırdı. Kara Davud
kitabından mı okuduğunu, yoksa babasından mı duyduğunu hâlâ öğrenemediğim bu hikayeyi
zevkle anlatan da, sofraya oturduğu zaman soğanı yumruğuyla ikiye ayırıp çocuğunun
önünde çelişki sergileyen de yine aynı babamdı. Acaba neden böyle bir çelişki arz
ediyordu babam? Ekmek kutsaldı da soğana ne olmuştu?

Kültürün insanların düşünce yapılarını, davranış biçimlerini nasıl
etkilediğini nasıl gündeme getirebilirim sorusu zihnimi kurcalarken 1995 yılının
ÖYS sosyal bilimler testinde rastladığım bir soru sanki benim için hazırlanmıştı:
"Kaplumbağa çorbası bir Fransız için ziyafetin görkemli girişini oluştururken, bir
Türk bunu soğuk bir şaka olarak algılar. Domuz pirzolasını zevkle yiyen bir Alman
karşısında Türk'ün pek de ağzı sulanmaz, hatta yüzü değişir. Kurbağa bacağını iştahla
ısıran bir İtalyan'ın karşısında bir Türk şaşkınlıkla karışık tiksinme tepkisi gösterebilir."
Bu satırlar verilmiş ve "Parçada sözü edilen durumlar, aşağıdakilerden hangisine
örnektir?" sorusu sorularak öğrencilerden "kültürel farklılık" cevabını bulmaları
istenmişti.

Bu yazının çıkış noktalarından birisi de budur. Acaba bir İngiliz
Müslüman'ın zihnindeki ekmek imajı babamın Firavun'lu ekmek imajından farklı mıydı?
Acaba Müslüman olduktan sonra domuz yemekten vazgeçse bile bir İngiliz Müslüman,
domuz denilen ve eti İslam'ca haram kılınmış hayvana karşı Türkiyeli bir Müslüman'ın
yansıttığı nefreti duyabilir miydi? Yoksa onun gözünde domuz, eti yasaklanmış, ama
sevimli bir hayvan olarak mı kalacaktı? Acaba o da babam kadar ekmeğe hürmet gösterebilecek
miydi? Eski dini Hıristiyanlık'ı hangi gözle değerlendirecekti artık? Birkaç yıl
önce Hıristiyan olarak ölen babaannesi onun gözünde "cehennemlik" miydi acaba?

Doğulu Müslüman için Batı, kompleks duyulan erişilmez ayrı bir dünya
oldu yıllardır. Batılının kendine yakınlaşması onun için ayrı bir övünç kaynağı
olmalıydı. Hele bir Batılının Müslüman olması onun göklere çıkarılması için yeterli
sebepti. Türkiye'de özellikle 1980'li yıllardan itibaren bir "Batılı Müslüman oluyor"
fırtınası esti. Kendilerine karşı kompleks duyduğumuz insanlar bizim dinimizi seçiyorlardı
ve gururlanmak hakkımızdı. Kim bilir, belki de güneş Batı'dan doğacaktı artık. Müslüman
olanların hikayeleri günlük konuşmalara konu oldu. Hatta kimi Batılı meşhurların
İslam hakkında söyledikleri birkaç olumlu cümle bile onların Müslüman sayılmaları
için yeterli kabul edildi. Bir Yusuf İslam'dan, bir Roger Garaudy'den etkilenmemek
mümkün değildi.

Acaba Batı'da esen İslam bir fırtına mıydı, yoksa meltem mi? Müslüman
olan her Batılı, Yusuf İslam gibi miydi? Onun gibi bir "bataklık"tan mı geliyorlardı?
Kendilerini yeni dinlerine adıyorlar mıydı? Hangi hayat tecrübeleriyle hangi köprüleri
geçerek İslam'ı seçiyorlardı bu insanlar? Kendi toplumlarına yabancılaşmış, başka
kültürde bir şeyler arayan marjinal tipler miydi? Seküler bir hayattan, makineleşmiş
bir düzenden bıkkınlık duyarak alternatif arayan insanlar mıydı? Yoksa, aşık olduğu
bir Müslümanla evlenebilmek için dininden vazgeçmeyi göze alabilecek kadar pragmatik
düşünenler var mıydı aralarında? Kimlerdi bu insanlar; taksi şoförleri mi, üniversite
hocaları mı? Batı'da "yarı medeni, fanatik" ve bazen "vahşi" insanların dini olarak
bilinen İslam'a onları taşıyan etkenler nelerdi?

Bu makalede, 1990-94 yılları arasında tüm bu sorulara cevap bulmak
için İngiltere'de yapılan bir alan araştırmasının, bir doktora çalışmasının neticelerini
bulacaksınız.1

***

Batı kaynaklı literatürde genelde "religious conversion", Türkçe'de
"hidayete erme" veya "ihtida" kelimeleriyle ifade edilen "din değiştirme" veya "dini
değişim" kavramı geniş bir sahayı içine alır. Mensubu bulunduğu dinin kendisine
yüklediği yükümlülükleri yerine getirmeyen bir kimsenin bu tavrından vazgeçmesi;
kendisini inançsız olarak niteleyen bir kişinin kendi toplumunun dini kurallarını
kabul ederek dindarlaşması; veya bir dini reddederek başka bir dine inanması "conversion"
kelimesi ile tanımlanır.2 Bu çalışmanın konusu ise bu farklı manalardan sonuncusu,
yani kişinin kendisi için yeni olan bir dini kabul etmesidir.

Din değiştirme, farklı sonuçları doğuran değişik şekil ve şartlarda
gerçekleşebilir. Samimi ve içten bir motivasyonla kendi toplumunun dini değerlerini
reddederek başka dinlerde gerçeği arayan bir kimse bu tecrübeyi yaşayabileceği gibi,
farklı bir din mensubu ile evlenmek isteyen kimse de zahiren dinini değiştirebilir
ve belki de zamanla yeni dinini samimi olarak benimser. İşte bu çalışmanın hedefi
İslam dinini kabul ederek Müslüman olan 70 İngiliz'in İslam'a giriş sebeplerini,
din değiştirmelerine neden olan psikolojik ve sosyolojik temelleri anlamaya çalışmaktır.
Bu sebeple "Mühtedileri motive eden dinamikler nelerdir?", "Değişimin şekli nedir?",
"Eğer bir arayış varsa, bunu hızlandıran süreçler nelerdir?" soruları tahlil edilecektir.

XX. yüzyılın başlarından itibaren sosyal bilimciler ve din taraftarları
arasında din değiştirme (veya dinî değişim) hadisesinin tabiatı hususunda farklı
bakış açıları ortaya çıkmıştır. Sosyal bilimciler bir takım psikolojik ve sosyolojik
tesirlerin mevcut olduğunu iddia ederken, din taraftarları da bir ilahi kaynakinsan
temasının söz konusu olduğunu vurgulamışlardır. Ayrıca din değiştirmenin sebepleri
tartışılırken sosyal bilimciler arasında farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Bunlar
üç ana grupta toplanabilir. Birincisi, din değiştirmeyi strese karşı bir (fantezi)
çözüm olarak niteleyen görüştür ki, buna göre kişi stresi oluşturan durumu tabiatüstü
güçlerle dayanışmaya girerek ya da strese sebep olan koşulların önemini kaybetmesi
için kendi referans grubunu değiştirerek aşar. Din üzerinde yazılan psikanalitik
yazımların çoğu bu görüşü benimser. İkincisi, şu andaki sonucu (stres gibi) doğuran
yakın zamandaki şartlardan ziyade, ailenin eğilimleri, okul eğitimi ve benzeri gibi
uzun zaman alan süreçleri dikkate alan görüştür. Üçüncüsü, kişinin başkalarının
bakış açılarını kazanarak kendisinin tecrübe ettiği olayları farklı şekilde yorumlanmasına
yol açan diğer insanlarla olan ilişkisi, onlardan etkilenmesi üzerinde durur. Çoğu
sosyal bilimci dikkatlerini yukarıda belirtilenler içerisinden tek bir "nedensel
izah"a yöneltirken, bir kısmı da din değiştirmenin etkileşim halinde olan her üç
süreci içine aldığı kanaatindedir.3

Tüm bu bakış açıları kişi merkeze alınarak değerlendirilecek olursa,
din değiştirme olayına karşı iki temel yaklaşımın sergilendiği görülür. Bunlar pasifist
ve aktivist yaklaşımlardır. Din değiştirmede asıl rolü kişinin hayattaki tecrübeleriyle
oluşan motivasyonal faktörlerin oynadığını savunanlar kişiye pasif bir rol yükleyerek,
genelde bazı olaylarla istikrarı kaybolan kişi ile dini grupların sosyal ilişkileri
sonucunda din değiştirmenin gerçekleştiğini savunurlar.4

Onlara göre gruplar kişinin bu durumundan yararlanmaktadırlar. Psikoloji
ve sosyoloji literatüründe din değiştirmeye geleneksel bakış açısı böyle olmuş ve
yeni dini hareketler yayılma devrelerinde hep bu yaklaşımla incelenmişlerdir. Bunun
karşısında yer alan ve giderek yaygınlaşan aktivist yaklaşım5 ise din değiştirmeyi
kişiyi etkileyen sosyal, psikolojik ve benzeri şartlardan ziyade kişi açısından
bir başarı olarak görür. Aktivist yaklaşım gerek felsefî manada bir "anlam" arayışı
içersinde olsun, gerekse kendine sıkıntı veren sosyal, psikolojik ortamlardan kurtuluş
yollarını arasın, kişiyi kendisini tatmin edecek bir hayat tarzı bulma gayreti içinde
görür ve aslında grupların kişiyi değil, kişinin grupları kullandığını ileri sürer.
(Straus, 1979, 161)

Metot

Dini değişim hadisesi birden fazla ilmi disiplinin konusudur. Sosyal
bilimlerin çeşitli sahalarında üzerinde fazlaca durulmuştur; psikolog, sosyolog,
ilahiyatçı ve tarihçiler arasında popülerdir. XX. yüzyılın ilk yarısında Batı'da
konuyla ilgili daha çok psikolojik anlamda sayısız çalışma yapılmış, lakin ilerleyen
yıllarda ilgi azalmıştır. Bunun başlıca sebebi Hıristiyanlık'ın toplumdaki etkisini
yavaş yavaş kaybetmesiyle birlikte dinden uzaklaşılmasıdır.

Din değiştirme ile ilgili çalışmalar temelde kişiler üzerinde uygulanan
anketlere ve çoğunlukla otobiyografiler olmak üzere yazılı dokümanlara dayanır.
Bunlardan elde edilen bilgiler eğer mümkünse birkaç mülakat ile desteklenir, sonuçlar
istatistiklerle kontrol edilebilir. (Clark, 1958, 191) Bunun yanında Batı'da yeni
dini hareketlerin oluşturduğu grupların incelenmesinde gözlem metodu popüler hale
gelmiştir.

Bu çalışmada hem mülakat hem de zaman zaman katılımcı gözlem metodu
kullanılmıştır. İngiliz mühtediler bazında gerçekleştirilen bu araştırmayla, okuyucunun
beyaz ırka mensup Batılıların İslamiyet'i seçiş nedenleri, onların ne tür bir geçmişe
sahip oldukları, hangi kanaldan İslam'a geldikleri, İslam'ı anlayış şekilleri hakkında
bilgi edineceğini ümit ediyorum.

A. Göçmen Müslümanlar

1. Tarihleri

İngilizlerin İslam'la ilk yakın temasları Hindistan'ı yönetmeye
başlamalarından sonra olmuştur. İngilizler asırlar boyu İslam dünyasında, Ortadoğu'da
ve Hint Yarımadası'nda çıkarları uğruna varlıklarını sürdürdüler ve ticaret gibi
çeşitli yollarla İslam dünyasıyla ilişkilerini devam ettirdiler. Tüm Avrupa'da olduğu
gibi İngiltere'deki Müslümanların bu ülkeye göçüş sebebi emperyalist ve sömürgeci
sürecin bir neticesidir. (Nielsen, 1984, 1)

II. Dünya Savaşı'ndan sonra İngiltere'deki Müslümanların yerleşme
süreci tamamlandı. İngiliz kadınlarla evlenen Müslüman erkeklerin sayısında artış
oldu. Bu durum onların hem istikballeriyle ilgili güvenlerini arttırdı, hem de yerli
halkla ilişkilerini geliştirdi. Evlilikler genelde İslamî usullere göre düzenlendi.
Müslümanlarla evlenen kadınların çoğu ya evlenirken ya da daha sonra Müslüman oldular.
Ama İslamiyet'i kabul etmeyenlerin evliliklerinde de genelde bir problem görülmedi.
O tarihle ilgili sosyolojik bir araştırma yapan Collins (1951, 799) bu konuda şunları
söyler: "Müslüman bir ailede İngiliz anne İslamiyet'i seçmiş olabilirdi. Fakat İslamiyet'i
seçmeyenler de kocasının dinî yaşantısına saygı duyardı. Eve domuz eti ve domuz
yağı getirmezdi."

Hindistan, Pakistan, Kıbrıslı Türkler vs. çeşitli ülkelerden Müslümanların
1950-60'larda İngiltere'ye geliş sebepleri tahlil edildiğinde ekonomik nedenlerin
ön planda yer aldığı görülmektedir. (Anwar, 1979, 25.) Çoğunluğu kalifiye olmayan,
eğitimden yoksun, birkaç yıl İngiltere'de çalışarak ekonomik zenginliği elde edip
ülkelerine dönmeyi planlayan bu insanlar, İngiltere'nin 1962'deki göçleri sınırlama
kararıyla yakınlarını İngiltere'ye getirmek zorunda kaldılar. (Rose, et al, 1969,
8285)

2. Bugünkü Durum ve Temel Problemler

İngiltere'de yaşayan Müslümanlar genel olarak 5 grupta mütalaa edilebilir:
a) Göçmen işçiler. b) Öğrenciler. c) Meslek sahibi olanlar ve iş adamları. d) Diplomatik
görevliler. e) İngiliz mühtediler.

İngiltere'de nüfus sayımlarında din belirlenmediği için Müslümanların
sayısı net olarak bilinmemekle birlikte, tahminler 1 milyon civarında olduklarını
göstermektedir.

Buradaki Müslümanlar arasında din kimliği, yani Müslümanlık duygusu
kuvvetli olmasına rağmen dini vecibeleri yerine getirmesi bakımından anavatanlarla
karşılaştırılınca bir düşme eğilimi görülmektedir. Bazı Müslümanlar yabancı bir
memlekette bulunma hissi ile din ve kültürlerine belki anavatanlarında olduğundan
daha fazla sahip çıkmakta, bazıları da kimliğini kaybetmekte, hatta İngiliz hayat
tarzına ayak uydurarak modernliği yakaladıklarına inanmaktadırlar. (Hunter, 1985,
xi)

Hem etnik, hem dini yönden İngiliz toplumu ile hiçbir yakınlıkları
bulunmadığından İngiltere'de yaşayan Müslümanlar oturmuş bir topluluk olma ve kimliklerini
koruma hususunda ciddi problemlerle karşı karşıyadırlar. Bunların başında din, ırk,
işsizlik, çocukların din eğitimi ve liderlik gibi problemler gelmektedir.

Müslüman gençler kendilerini yarı Doğulu yarı Batılı gördüklerinden
yönlerini tayin etmekte güçlük çekmektedirler. Birçok genç, İngiliz kültürünün kendilerini
reddetmesinin bir sonucu olarak reaksiyoner bir şekilde İslam'a yöneldiklerinden
bu durum sağlıklı bir İslam anlayışı doğurmamakta, gençler aşırı fikirlere kolayca
kanalize olabilmektedirler. Sonuçta ortaya çıkan ise zayıf bir kimlik ve kendini
küçük görme kompleksidir.

Müslüman ailelerin endişe duydukları en önemli husus, çocuklarının
İngiliz fikir ve değerlerini kendilerine ölçü edinerek kültürel miraslarını ve dinlerini
unutacakları korkusudur. (Iqbal, 1975, 10)

Sonuç olarak İngiltere'de yaşayan Müslümanlar dini ve kültürel bir
varlık olmalarına rağmen henüz yeterince organize olamamış ve İngiliz toplumuna
kendilerini anlatamamışlardır. Problemlerini dile getirerek gerekli faaliyetlerde
bulunacak bir temsil mekanizmaları yoktur.

B. İngiliz Müslümanlar

Bugün İngiltere'de yaklaşık 5000 dolayında İngiliz Müslüman bulunduğu
tahmin edilmektedir. İslamiyet'i seçenler ev hanımından üniversite öğretim görevlisine
kadar hayatın her kesiminden insanı kapsamaktadır. Çoğu, İslam'ı Müslümanlarla aralarındaki
ilişkiler neticesinde tanımakta veya bu ilişkiler neticesinde onu benimsemektedirler.
Kadın-erkek oranına gelince, aralarında aşağı yukarı eşitlik vardır. Mühtedilerin
önemli bir kısmı Batı materyalizmine antipati duyarak başka kültür ve dinlerde manevi
aydınlanma arayan, 1960'ların "hippi" devrini yaşayan orta yaşlı insanlardır.

İngiliz mühtediler İslam'ı milli ve etnik sınırların ötesinde evrensel
bir din olduğuna, fakat Müslüman toplumlarda İslam'ın yerel kültür ve geleneklerle
kaynaştığına inanarak Kur'an ve sahih sünnete dayalı bir İslam özlemini vurgulamaktadırlar.

C. İhtida Öncesi ve Devreleri

1. Çocukluk ve Ergenlik Devresi

Din değiştirme (veya dini değişim) üzerine ortaya konan psikoloji
literatürünün büyük bir kısmı din değiştirmenin genelde ani bir hadise olmadığını,
dolayısıyla hadisenin incelenmesinde kişinin hayat devrelerinin ele alınarak psikososyal
faktörlerin göz önünde bulundurulması gerektiğini savunur.6

Çocukluk devresine ait tecrübeler ileriki yıllarda bir dini arayışa
ya da din değiştirmeye sebep olur mu? Çocukluğunda mutlu olamayan veya dini ortamdan
uzak bir ailede yetişen çocuğun din değiştirme ihtimali daha mı fazladır? Bu bölümde,
tüm bu sorulara mühtedilerin çocukluk yıllarını anlatan ifadelerini tahlil ederek
cevap aranmıştır.

a. Çocukluk Devresinde Mutluluk

Diğer sosyal ilişkilerle birlikte ailenin dini gelişmede etkili
olduğu bilinmektedir. (Meadow & Kahoe, 1984, 37) Christensen (1963, 210) ailede
huzursuzlukların çocuğun dini tecrübelerinin gelişimini farkında olmadan etkilediğini
ortaya koymuştur. Batı'daki yeni dinî akımlar üzerinde yapılan araştırmalar, bu
akımlara kendi ailelerine yabancılaşmış, hayatları düzenli olmayan gençlerin daha
çok rağbet ettiklerini iddia etmektedirler. Mesela Deutsch (1975, 166) New York'ta
bulunan Meher Baba grubuna katılanlar üzerinde yaptığı araştırmada, bu kişilerin
hepsinin aileleri ile ilişkilerinin iyi olmadığını ortaya koymuştur.

İngiliz mühtediler üzerinde yapılan araştırmada ise, mühtediler
genelde normal ve mutlu bir çocukluk tablosu çizmişlerdir. Rakamlar, diğer dinlere
göre İslam'ı seçenlerin çocukluk hatıralarının çok daha müsbet olduğunu ortaya koymaktadır.
Bu durumda, İslamiyet'i seçenler için genelde çocukluk devresinde mutsuz bir ortamda
bulunmanın din değiştirme ile doğrudan alakası bulunmadığı tezini ortaya çıkarmaktadır.
Ama bununla birlikte İslam'ın aile yapısının Batı aile tipinden daha sağlam temellere
dayandığı gerçeğini öğrenen bazı mühtediler, eğer İslam'a göre oluşmuş bir ailenin
çocuğu olsalardı kendilerini duygusal olarak etkileyen travmatik olayları yaşamayacaklarını
belirterek din arayışı sürecinde İslam'dan bu sebeple etkilendiklerini ifade etmişlerdir.

b. Babasız Büyüme veya İlgisiz Baba

Bazı psikanalitik çalışmalar din değiştirme hadisesinin "yardımcı",
"koruyucu", "güçlü" baba duygusunu tatmayan insanlara bu duyguyu verdiği tezini
ortaya koyarlar. Allison (1969, 23, 31) kendi dinlerinde dindarlaşarak ihtida edenler
üzerinde yaptığı çalışmasında deneklerin yaklaşık % 60'ının babalarının evi ile
ilgilenmeyen, alkolik veya intihar eden kimseler olduğunu bulmuştur. Bunun üzerine
Allison dine yönelmenin "zayıf", "etkisiz" veya "olmayan baba" imajını telafi ettiğini,
dinin kişiye kesin ve kuvvetli prensipler sağlayarak babanın yerini aldığını iddia
eder.

İngiliz mühtedileri konu alan bu araştırma, babanın yeri ile alakalı
bahsedilen çalışmalara ancak sınırlı bir destek vermektedir. Bu araştırmada deneklerin
üçte birinden daha az bir kısmı babaları ile stresli bir ilişkilerinin olduğunu
belirtmişlerdir. Çocukluk ve ergenlik döneminde 18 (% 26) kişi babalarından uzak
büyümüşler, 25 (% 36) kişi babalarının ilgisiz olduğunu, 27 (% 38) kişi de baba
yönünden her şeyin normal olduğunu belirtmiştir.

Bu bulgular her yetersiz babaya sahip olanın ya da babasız büyüyenin
din değiştireceği anlamına gelmez. Fakat birçok etkenin yanı sıra baba ile alakalı
problemlerin dini değişimin oluşmasını etkileyen ön sebeplerden birisi olabileceğine
dikkat çekmektedir.

c. Babanın Yerini Annenin Alması ve Anneden Ayrılış

Babanın yokluğu veya yetersizliği karşısında anneye olan bağımlılığın
aşırı bir hal alma ihtimali söz konusudur. Allison'un (1969, 31) araştırması babanın
yokluğunun ya da çocuğun onu zayıf veya ilgisiz görmesinin çocuk ile anne arasında
özel bir yakınlık meydana getirdiğini ortaya koymuştur. Ullman'ın (1989, 56) çalışmasında
da babaları yetersiz olan denekler diğer deneklere göre anneleriyle ilişkilerinin
daha yakın olduğunu söylemişlerdir.

Babanın yokluğundan veya etkisizliğinden dolayı anneye karşı geliştirilen
bu aşırı bağımlılık ergenlik ve gençlik yıllarında bir başka problemi beraberinde
getirir. Yalnızca annenin güven kaynağı olması durumunda anneden ayrılma ve fertleşme
süreci daha acil ve daha çetin olabilir. Anneye aşırı bağımlılık onunla olan ilişkileri
karmaşık hale getirebilir. Allison (1969, 24) dinî değişimin babanın yerine geçtiğini
ve anneden ayrılırken gerçekleşen fertleşme ve farklılaşma sürecine yardımda bulunduğunu
iddia eder. Ullman da (1989, 57) dinî değişimle kişinin sadece "kısıtlayıcı" ve
"koruyucu" baba imajının yerine dini koymakla kalmayıp aynı zamanda aşırı birliktelikten
dolayı kendi kimliğini kazanmasına engel olan annesinde ayrıldığını, dolayısıyla
da din değiştirme veya dine yönelişin kişinin belirsiz veya zayıf olan kimlik duygusunu
sağlamlaştırmasına yaradığını iddia eder.

Araştırmamıza katılan bazı mühtediler de (babalarının yokluğunda)
son ergenlik yıllarında annelerinden bağımsız hale gelmek istediklerini belirtmişlerdir.
Mesela Freddie o yılları şöyle anlatıyor. "Ben yedi yaşındayken ailem boşandı. Beni
kısa bir süre çocuk esirgeme kurumuna verdiler. Sonra annemle birlikte yaşadım.
İlk yıllarda ilişkilerimiz çok iyiydi, ama sonraları çok kötü tecrübelerim oldu.
Halbuki babamla ayrıldıkları zaman ben annemin tarafında yer almıştım." Görüldüğü
gibi anneden farklılaşma, ondan ayrılma isteği daha önceki araştırmaları doğrulayacak
şekilde nadir de olsa deneklerimiz arasında mevcuttur. Fakat yetersiz babaya sahip
olanların anneye aşırı bağımlılıktan kurtulmak için dinî değişime müracaat ettikleri
iddiası din değiştirmede önemli bir faktör değildir. Yaptığımız mülakatlardan çıkan
sonuç, böyle bir tecrübenin kişiyi ancak ileriki yıllarda hayatın anlamını sorgulamaya
itebileceği ve dinî bir arayışa yönlendirebileceği şeklindedir.

d. Ailenin Dini Temayülleri

Kişide dinî açıdan etkili olan en önemli sosyal tesir ailesinin
dinî temayülleridir. Din bir aile için ne kadar önemli ise kişinin bu temayülü aynen
alma ihtimali o kadar fazladır. Eğer anne ve baba aynı dinî görüşlere sahipse, çocuğun
onlarla özdeşleşmesi o derece muhtemeldir. (Baston & Ventis, 1982, 46)

İngiliz mühtediler genelde din ile özdeşleşmiş ailelerden gelmektedirler.
% 85'i kiliseye üye olmayan veya devamlı olarak kiliseye gitmeyen ailelerin çocuklarıdır.
Ama çoğunun ailesi inançlı kimselerdir. Çoğu mühtediler, ailelerinin kilise ile
bağının kilisede düğüne, cenazeye katılma gibi törensel anlamda olduğunu ifade etmişlerdir.

Araştırmamda, İslam'ı seçen İngilizlerin çoğunun toplum veya aileden
din adına fazla bir şey öğrenmedikleri ortaya çıkmıştır. Dini eğitim alanlar da
çocukluk veya ergenlik çağında aile veya okulda öğrendiklerinden pek memnun değillerdi.

Mühtedilerden Debbie küçükken dinden nasıl soğuduğunu şu şekilde
anlatmaktadır: "Dini bir okula gönderilmiştim. Bir dersimizde İsa'nın niçin öldüğünü
öğreniyorduk. İsa çarmıhta bizim günahlarımız için ölmüştü. Öğretmenimiz papazdı.
İsa'nın çarmıhta niçin öldüğünü söyleyenlere şeker veriyordu. Herkes parmak kaldırıyordu.
Ben söylemek istemiyordum, çünkü niçin öldüğünü anlayamamıştım. Parmak kaldırmadığım
için öğretmen bana geldi: 'Cevap ver!' dedi. 'Bilmiyorum' dedim. 'Nasıl bilmezsin?'
diyerek bana tek ayak üstünde dikilme cezası verdi."

Freddie ise Hıristiyanlık'taki asli günah7 inancından bahsederek
kiliseden nasıl soğuduğunu şöyle anlatıyor: "Kiliseye götürülmekten, özellikle vaazlardan
hiç hoşlanmıyordum. Papazlar sürekli olarak bizim ne kadar günahkâr insanlar olduğumuzdan
bahsediyorlardı. Bu da beni korkutuyordu."

D. İhtida Süreci ve Motifleri

1. İhtidanın Sosyo-Kültürel Şartları

Bu bölümde din ve sosyal statü açısından mühtedilerin geçmişleri
tahlil edilmekte, Müslüman olmadan birkaç yıl içersinde hayatları, dini inançları,
kendilerini İslam'a hazırlayan ihtida motifleri incelenmekte ve bu tahlillerden
elde edilen bulguların ışığında mühtedilerin İslam'a giriş süreçlerini ana hatlarıyla
belirleyen bir süreç modeli oluşturulmaktadır.

a. Din

İslam'dan önceki dini eğilimleri, Tanrı'ya inançları ve ihtidanın
kendileri için bu konuda ne ifade ettiği açısından mühtediler üç grupta mütalaa
edilebilirler:

(1) Hiçbir dinî temayülü olmayan veya kendisini dine sadece ismen
mensup görenler: Bu grupta bulunanlar çoğunluğu (% 75) oluştururlar.

(2) Uzun bir süre dinle barışık yaşadıktan sonra dinden tatminsizlik
duymaya başlayan ve ihtidadan önceki devrede inançlarını kaybetmek üzere olanlar.
Deneklerimizin % 12'si bu gruptan kimselerdir.

(3) Dinlerini reddettikten sonra Tanrı'ya inançlarını kaybedenler.
Bu grupta bulunanlar % 13'ü teşkil ederler. Bunlar için ihtida Tanrı'yı tekrar bulmak
anlamını ifade etmekteydi.

b. Mühtedilerin İslam İmajı

Tarih boyunca, özellikle Orta Çağlarda Batı'nın İslam imajı hep
menfi olmuştur. Bunun sebebi Avrupa'nın İslam dünyası ile sürekli çatışma halinde
olmasıydı. Batı, İslam'ı vahşi ve barbar yaratıkların dini olarak algıladı. Hatta
Müslümanların insan olarak kabul edilmediği zamanlar bile olmuştu. Batı ile İslam
dünyası yıllardır birbirlerini daha yakından tanıma fırsatı elde etmelerine rağmen
bu imaj bugün hâlâ müspet yönde fazla mesafe almış gözükmemektedir. Batı insanı,
İslam ve Müslümanlar hakkında genellikle yanlış bilgilendirilmektedir. Bunu bir
örneği Fransa'da yapılan kamuoyu araştırmasıdır. Araştırma insanlara bazı kelimelerden
oluşan bir liste vererek bunlardan İslam'la bağdaştırdıkları üç kelimeyi seçmelerini
istemiştir. En çok rağbet gören kelime "fanatiklik" olmuştur. (Newsweek, 29 Mayıs
1995)

Mühtediler İslam öncesi hayatlarında sahip oldukları İslam ve Müslüman
imajına göre tasnif edildiklerinde dört gruba ayrılırlar. Bunlardan % 41'i kesin
ve net olan negatif bir imaja sahiptir. Bu imajı anlatan ifadelerden bazıları şöyledir.

"İslam'ı Muhammed'in uydurduğu, Yahudilik ve Hıristiyanlıktan alarak
oluşturduğu bir din olarak biliyordum."

"Bende tipik bir Batılıda olan klişe imaj mevcuttu. Kadınları siyahlara
büründüren bir dindi İslam."

"El kesen insanlar imajı bendeki en belirgin olanıydı."

Mühtedilerin % 37'si kendilerinde müspet veya menfi net bir imajın
oluşmadığını belirtirken, % 12'si de İslam'ı müspet veya menfi başka bir şeyle özdeşleştirmişlerdir.
Mesela, "Bütün bildiklerim Araplar ve petrol krizinden ibarettir", "Romantik oryantal
müzik, uçan halı vb. ile İslam'ı özdeşleştirmiştim" gibi ifadeler bu gruba girenlerde
oluşan imajlardı. Geriye kalan % 10 ise imajın nötr olduğunu İslam'la ilgili hem
müspet, hem menfi bilgilenmelerinin olduğunu belirttiler.

Mühtedilerin İslam'la ilgili edindikleri genelde menfi olan imaj,
çoğu durumda çeşitli vesilelerle tanıştıkları, İslam'ı kendilerine iyi tanıtan Müslümanlar
vasıtasıyla olmuştur. Bu da İslam tebliğinin birinci vasıtasının insan olduğunu
hatırlatmaktadır.

c. İhtidanın Ön Belirtileri

Uzun ve karmaşık bir süreci gerektiren din değiştirme hadisesinde
sosyal bilimcilerin üzerinde durduğu en önemli sorulardan birisi bu değişimin sebepleridir.
Bu konuda bir kısım sosyal bilimci derdi ya da toplumsal stresi vurgulayan bir bakış
açısı ortaya koyarken, bir kısmı da kişinin "hakikat" konusundaki duygu ve düşüncelerini
değiştiren entelektüel faktörlerin varlığından söz eder. Bu sahadaki çalışmaların
çoğu, bir grubun belirli kişileri niçin cezbettiğini ve bu kişilerin hangi şartlarda
grup üyesi olduklarını belirten sosyal ve psikolojik şartları vurgulamışlardır.8
Birinci grubun bakış açısı tüm din değiştirenlerin aynı ya da benzer süreçlerden
geçtiği teorisi üzerine kurulmuştur. Psikodinamik yaklaşım bu grup içinde yer alan
kişinin çocukluk boyunca ve din değiştirme hadisesinden hemen önce duygusal karmaşa
yaşadığını iddia eder.9 İkinci grubu oluşturan entelektüel yaklaşıma göre din değiştirme,
hakikati net ve kapsamlı bir şekilde anlamak için gerçekleştirilen bilinçli bir
tetkikin neticesidir. Entelektüel yaklaşımı savunanlar insanı çaba sarf eden ve
şuurlu gören hümanist bir tavır takınmışlardır. Bunun karşısında psikodinamik yaklaşım
ise insanı pasif görmüştür. (Richardson, 1985, 1667) Zaten insana bu iki farklı
bakış açısı psikolojide iki ayrı ekol oluşmasına neden olmuştur. Bu anlamda C. G.
Jung, Freud'a karşı çıkmış ve dinin çoğu durumlarda insanın hayata entegre olmasını
sağlayacağına inanmıştır. Modern Man in Search of a Soul (Ruhunu Arayan Modern İnsan)
isimli eseri Jung'un insanı "aktif fail" olarak gördüğünü ortaya koyar. Allport'un
The Individual and his Religion (Fert ve Dini) adlı eseri de bu bakış açısına sahiptir.
Yine Viktor Frankl Mans Search for Meaning (İnsanın Anlam Arayışı) ve The Will to
Meaning (Anlam İsteği) isimli eserlerinde Freud'un başını çektiği psikodinamik yaklaşıma
karşı çıkmıştır. Tüm bu isimlere ilaveten bir isimden daha bahsetmek gerektir ki,
o da din psikolojisinin kurucularından sayılan William James'tir. (ö. 1910) James
din değiştirme veya kendi dininde dindarlaşmayı, "mutsuz ve yanlış yolda olduğunun
şuurunda olan bölünmüş kişiliğin, dini realitelere sımsıkı sarılarak bilinçli olarak
doğruyu bulması, mutlu olması ve neticede bölünmüşlükten kurtularak kendisiyle bütünleşmesi
sürecidir" şeklinde tanımlamıştır. (James, 1902, 194)

d. Din Değiştirme Tipleri (Motifleri)

Bazı din değiştirmeler kabul edilecek dinin mensuplarıyla oluşan
karşılıklı ilişkiler neticesinde, bazıları da kişinin böyle bir tecrübeden çok,
entelektüel anlamda dinden tatmin olması veya deneyerek dini benimsemesi ile gerçekleşir.10
Bu konuda yapılan araştırmalar birkaç din değiştirme veya dindarlaşma motifini (kalıbını)
belirlemiştir. Şimdi bu motiflerin özelliklerini ve deneklerimizin İslam'a yönelişlerinde
hangilerinin ne oranda etkili olduklarını ele alalım.

Entelektüel (intellectual) dinamiklerle oluşan din değiştirmede,
kimi alternatif dinleri veya ideolojileri, onların hayat şekillerini araştırarak
kitap vb. okuyarak tanır. Kendisini etkileyen asıl faktör bir sosyal baskı veya
etkilenim değildir.

Mistik (mystical) motif kanalıyla din değiştirmede kişinin kendisini
derinden etkileyen bir mistik tecrübe geçirmesi söz konusudur.

Deneysel (experimental) motifte ise din değiştirmeye potansiyel
olarak hazır hale gelen kişi "Hele bir göreyim nasıl olacak?" yaklaşımıyla yeni
alternatifi denemeyi tercih eder. Din değiştirme bu sürecin sonunda gelir.

Duygusal (affectional) motifte kişinin ilerde tercih edeceği dinin
mensuplarına karşı ferdi bağlılığı, özel sevgi ve hoşnutluğu söz konusudur. Kişi
grup üyelerinin davranışlarından, sıcaklığından etkilenir. Sosyal bir baskı söz
konusudur, fakat daha ziyade yardımcı bir unsur olarak vardır.

Yeniden uyanış (revivalist) motifinde din değiştirme hadisesinden
çok; halen mensup olunan dinde dinî duyguların dindar bir grup veya kişi tarafından
harekete geçirilmesi söz konusudur.

Cebrî (coercive) tarzda din değiştirme çeşitli tekniklerle beyin
yıkama ile eş anlamlı hale gelmiş olup, çok nadir ve özel durumlarda görülmektedir.

Lofland ve Skonovd'un ortaya koyduğu bu altı motif, İngiliz mühtedilere
uygulandığında sırasıyla entelektüel, duygusal, deneysel ve mistik motiflerin yer
aldığı görülmektedir.

Giriş

"Ekmek kutsaldır!" derdi babam. Bir yandan yere dökülen ekmek kırıntılarını
toplar, bir yandan da "Allah Firavun'un parmak uçlarını yakmayacakmış; çünkü o,
ekmek kırıntılarını toplayıp yermiş…" şeklindeki hikayeyi anlatırdı. Kara Davud
kitabından mı okuduğunu, yoksa babasından mı duyduğunu hâlâ öğrenemediğim bu hikayeyi
zevkle anlatan da, sofraya oturduğu zaman soğanı yumruğuyla ikiye ayırıp çocuğunun
önünde çelişki sergileyen de yine aynı babamdı. Acaba neden böyle bir çelişki arz
ediyordu babam? Ekmek kutsaldı da soğana ne olmuştu?

Kültürün insanların düşünce yapılarını, davranış biçimlerini nasıl
etkilediğini nasıl gündeme getirebilirim sorusu zihnimi kurcalarken 1995 yılının
ÖYS sosyal bilimler testinde rastladığım bir soru sanki benim için hazırlanmıştı:
"Kaplumbağa çorbası bir Fransız için ziyafetin görkemli girişini oluştururken, bir
Türk bunu soğuk bir şaka olarak algılar. Domuz pirzolasını zevkle yiyen bir Alman
karşısında Türk'ün pek de ağzı sulanmaz, hatta yüzü değişir. Kurbağa bacağını iştahla
ısıran bir İtalyan'ın karşısında bir Türk şaşkınlıkla karışık tiksinme tepkisi gösterebilir."
Bu satırlar verilmiş ve "Parçada sözü edilen durumlar, aşağıdakilerden hangisine
örnektir?" sorusu sorularak öğrencilerden "kültürel farklılık" cevabını bulmaları
istenmişti.

Bu yazının çıkış noktalarından birisi de budur. Acaba bir İngiliz
Müslüman'ın zihnindeki ekmek imajı babamın Firavun'lu ekmek imajından farklı mıydı?
Acaba Müslüman olduktan sonra domuz yemekten vazgeçse bile bir İngiliz Müslüman,
domuz denilen ve eti İslam'ca haram kılınmış hayvana karşı Türkiyeli bir Müslüman'ın
yansıttığı nefreti duyabilir miydi? Yoksa onun gözünde domuz, eti yasaklanmış, ama
sevimli bir hayvan olarak mı kalacaktı? Acaba o da babam kadar ekmeğe hürmet gösterebilecek
miydi? Eski dini Hıristiyanlık'ı hangi gözle değerlendirecekti artık? Birkaç yıl
önce Hıristiyan olarak ölen babaannesi onun gözünde "cehennemlik" miydi acaba?

Doğulu Müslüman için Batı, kompleks duyulan erişilmez ayrı bir dünya
oldu yıllardır. Batılının kendine yakınlaşması onun için ayrı bir övünç kaynağı
olmalıydı. Hele bir Batılının Müslüman olması onun göklere çıkarılması için yeterli
sebepti. Türkiye'de özellikle 1980'li yıllardan itibaren bir "Batılı Müslüman oluyor"
fırtınası esti. Kendilerine karşı kompleks duyduğumuz insanlar bizim dinimizi seçiyorlardı
ve gururlanmak hakkımızdı. Kim bilir, belki de güneş Batı'dan doğacaktı artık. Müslüman
olanların hikayeleri günlük konuşmalara konu oldu. Hatta kimi Batılı meşhurların
İslam hakkında söyledikleri birkaç olumlu cümle bile onların Müslüman sayılmaları
için yeterli kabul edildi. Bir Yusuf İslam'dan, bir Roger Garaudy'den etkilenmemek
mümkün değildi.

Acaba Batı'da esen İslam bir fırtına mıydı, yoksa meltem mi? Müslüman
olan her Batılı, Yusuf İslam gibi miydi? Onun gibi bir "bataklık"tan mı geliyorlardı?
Kendilerini yeni dinlerine adıyorlar mıydı? Hangi hayat tecrübeleriyle hangi köprüleri
geçerek İslam'ı seçiyorlardı bu insanlar? Kendi toplumlarına yabancılaşmış, başka
kültürde bir şeyler arayan marjinal tipler miydi? Seküler bir hayattan, makineleşmiş
bir düzenden bıkkınlık duyarak alternatif arayan insanlar mıydı? Yoksa, aşık olduğu
bir Müslümanla evlenebilmek için dininden vazgeçmeyi göze alabilecek kadar pragmatik
düşünenler var mıydı aralarında? Kimlerdi bu insanlar; taksi şoförleri mi, üniversite
hocaları mı? Batı'da "yarı medeni, fanatik" ve bazen "vahşi" insanların dini olarak
bilinen İslam'a onları taşıyan etkenler nelerdi?

Bu makalede, 1990-94 yılları arasında tüm bu sorulara cevap bulmak
için İngiltere'de yapılan bir alan araştırmasının, bir doktora çalışmasının neticelerini
bulacaksınız.1

***

Batı kaynaklı literatürde genelde "religious conversion", Türkçe'de
"hidayete erme" veya "ihtida" kelimeleriyle ifade edilen "din değiştirme" veya "dini
değişim" kavramı geniş bir sahayı içine alır. Mensubu bulunduğu dinin kendisine
yüklediği yükümlülükleri yerine getirmeyen bir kimsenin bu tavrından vazgeçmesi;
kendisini inançsız olarak niteleyen bir kişinin kendi toplumunun dini kurallarını
kabul ederek dindarlaşması; veya bir dini reddederek başka bir dine inanması "conversion"
kelimesi ile tanımlanır.2 Bu çalışmanın konusu ise bu farklı manalardan sonuncusu,
yani kişinin kendisi için yeni olan bir dini kabul etmesidir.

Din değiştirme, farklı sonuçları doğuran değişik şekil ve şartlarda
gerçekleşebilir. Samimi ve içten bir motivasyonla kendi toplumunun dini değerlerini
reddederek başka dinlerde gerçeği arayan bir kimse bu tecrübeyi yaşayabileceği gibi,
farklı bir din mensubu ile evlenmek isteyen kimse de zahiren dinini değiştirebilir
ve belki de zamanla yeni dinini samimi olarak benimser. İşte bu çalışmanın hedefi
İslam dinini kabul ederek Müslüman olan 70 İngiliz'in İslam'a giriş sebeplerini,
din değiştirmelerine neden olan psikolojik ve sosyolojik temelleri anlamaya çalışmaktır.
Bu sebeple "Mühtedileri motive eden dinamikler nelerdir?", "Değişimin şekli nedir?",
"Eğer bir arayış varsa, bunu hızlandıran süreçler nelerdir?" soruları tahlil edilecektir.

XX. yüzyılın başlarından itibaren sosyal bilimciler ve din taraftarları
arasında din değiştirme (veya dinî değişim) hadisesinin tabiatı hususunda farklı
bakış açıları ortaya çıkmıştır. Sosyal bilimciler bir takım psikolojik ve sosyolojik
tesirlerin mevcut olduğunu iddia ederken, din taraftarları da bir ilahi kaynakinsan
temasının söz konusu olduğunu vurgulamışlardır. Ayrıca din değiştirmenin sebepleri
tartışılırken sosyal bilimciler arasında farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Bunlar
üç ana grupta toplanabilir. Birincisi, din değiştirmeyi strese karşı bir (fantezi)
çözüm olarak niteleyen görüştür ki, buna göre kişi stresi oluşturan durumu tabiatüstü
güçlerle dayanışmaya girerek ya da strese sebep olan koşulların önemini kaybetmesi
için kendi referans grubunu değiştirerek aşar. Din üzerinde yazılan psikanalitik
yazımların çoğu bu görüşü benimser. İkincisi, şu andaki sonucu (stres gibi) doğuran
yakın zamandaki şartlardan ziyade, ailenin eğilimleri, okul eğitimi ve benzeri gibi
uzun zaman alan süreçleri dikkate alan görüştür. Üçüncüsü, kişinin başkalarının
bakış açılarını kazanarak kendisinin tecrübe ettiği olayları farklı şekilde yorumlanmasına
yol açan diğer insanlarla olan ilişkisi, onlardan etkilenmesi üzerinde durur. Çoğu
sosyal bilimci dikkatlerini yukarıda belirtilenler içerisinden tek bir "nedensel
izah"a yöneltirken, bir kısmı da din değiştirmenin etkileşim halinde olan her üç
süreci içine aldığı kanaatindedir.3

Tüm bu bakış açıları kişi merkeze alınarak değerlendirilecek olursa,
din değiştirme olayına karşı iki temel yaklaşımın sergilendiği görülür. Bunlar pasifist
ve aktivist yaklaşımlardır. Din değiştirmede asıl rolü kişinin hayattaki tecrübeleriyle
oluşan motivasyonal faktörlerin oynadığını savunanlar kişiye pasif bir rol yükleyerek,
genelde bazı olaylarla istikrarı kaybolan kişi ile dini grupların sosyal ilişkileri
sonucunda din değiştirmenin gerçekleştiğini savunurlar.4

Onlara göre gruplar kişinin bu durumundan yararlanmaktadırlar. Psikoloji
ve sosyoloji literatüründe din değiştirmeye geleneksel bakış açısı böyle olmuş ve
yeni dini hareketler yayılma devrelerinde hep bu yaklaşımla incelenmişlerdir. Bunun
karşısında yer alan ve giderek yaygınlaşan aktivist yaklaşım5 ise din değiştirmeyi
kişiyi etkileyen sosyal, psikolojik ve benzeri şartlardan ziyade kişi açısından
bir başarı olarak görür. Aktivist yaklaşım gerek felsefî manada bir "anlam" arayışı
içersinde olsun, gerekse kendine sıkıntı veren sosyal, psikolojik ortamlardan kurtuluş
yollarını arasın, kişiyi kendisini tatmin edecek bir hayat tarzı bulma gayreti içinde
görür ve aslında grupların kişiyi değil, kişinin grupları kullandığını ileri sürer.
(Straus, 1979, 161)

Metot

Dini değişim hadisesi birden fazla ilmi disiplinin konusudur. Sosyal
bilimlerin çeşitli sahalarında üzerinde fazlaca durulmuştur; psikolog, sosyolog,
ilahiyatçı ve tarihçiler arasında popülerdir. XX. yüzyılın ilk yarısında Batı'da
konuyla ilgili daha çok psikolojik anlamda sayısız çalışma yapılmış, lakin ilerleyen
yıllarda ilgi azalmıştır. Bunun başlıca sebebi Hıristiyanlık'ın toplumdaki etkisini
yavaş yavaş kaybetmesiyle birlikte dinden uzaklaşılmasıdır.

Din değiştirme ile ilgili çalışmalar temelde kişiler üzerinde uygulanan
anketlere ve çoğunlukla otobiyografiler olmak üzere yazılı dokümanlara dayanır.
Bunlardan elde edilen bilgiler eğer mümkünse birkaç mülakat ile desteklenir, sonuçlar
istatistiklerle kontrol edilebilir. (Clark, 1958, 191) Bunun yanında Batı'da yeni
dini hareketlerin oluşturduğu grupların incelenmesinde gözlem metodu popüler hale
gelmiştir.

Bu çalışmada hem mülakat hem de zaman zaman katılımcı gözlem metodu
kullanılmıştır. İngiliz mühtediler bazında gerçekleştirilen bu araştırmayla, okuyucunun
beyaz ırka mensup Batılıların İslamiyet'i seçiş nedenleri, onların ne tür bir geçmişe
sahip oldukları, hangi kanaldan İslam'a geldikleri, İslam'ı anlayış şekilleri hakkında
bilgi edineceğini ümit ediyorum.

A. Göçmen Müslümanlar

1. Tarihleri

İngilizlerin İslam'la ilk yakın temasları Hindistan'ı yönetmeye
başlamalarından sonra olmuştur. İngilizler asırlar boyu İslam dünyasında, Ortadoğu'da
ve Hint Yarımadası'nda çıkarları uğruna varlıklarını sürdürdüler ve ticaret gibi
çeşitli yollarla İslam dünyasıyla ilişkilerini devam ettirdiler. Tüm Avrupa'da olduğu
gibi İngiltere'deki Müslümanların bu ülkeye göçüş sebebi emperyalist ve sömürgeci
sürecin bir neticesidir. (Nielsen, 1984, 1)

II. Dünya Savaşı'ndan sonra İngiltere'deki Müslümanların yerleşme
süreci tamamlandı. İngiliz kadınlarla evlenen Müslüman erkeklerin sayısında artış
oldu. Bu durum onların hem istikballeriyle ilgili güvenlerini arttırdı, hem de yerli
halkla ilişkilerini geliştirdi. Evlilikler genelde İslamî usullere göre düzenlendi.
Müslümanlarla evlenen kadınların çoğu ya evlenirken ya da daha sonra Müslüman oldular.
Ama İslamiyet'i kabul etmeyenlerin evliliklerinde de genelde bir problem görülmedi.
O tarihle ilgili sosyolojik bir araştırma yapan Collins (1951, 799) bu konuda şunları
söyler: "Müslüman bir ailede İngiliz anne İslamiyet'i seçmiş olabilirdi. Fakat İslamiyet'i
seçmeyenler de kocasının dinî yaşantısına saygı duyardı. Eve domuz eti ve domuz
yağı getirmezdi."

Hindistan, Pakistan, Kıbrıslı Türkler vs. çeşitli ülkelerden Müslümanların
1950-60'larda İngiltere'ye geliş sebepleri tahlil edildiğinde ekonomik nedenlerin
ön planda yer aldığı görülmektedir. (Anwar, 1979, 25.) Çoğunluğu kalifiye olmayan,
eğitimden yoksun, birkaç yıl İngiltere'de çalışarak ekonomik zenginliği elde edip
ülkelerine dönmeyi planlayan bu insanlar, İngiltere'nin 1962'deki göçleri sınırlama
kararıyla yakınlarını İngiltere'ye getirmek zorunda kaldılar. (Rose, et al, 1969,
8285)

2. Bugünkü Durum ve Temel Problemler

İngiltere'de yaşayan Müslümanlar genel olarak 5 grupta mütalaa edilebilir:
a) Göçmen işçiler. b) Öğrenciler. c) Meslek sahibi olanlar ve iş adamları. d) Diplomatik
görevliler. e) İngiliz mühtediler.

İngiltere'de nüfus sayımlarında din belirlenmediği için Müslümanların
sayısı net olarak bilinmemekle birlikte, tahminler 1 milyon civarında olduklarını
göstermektedir.

Buradaki Müslümanlar arasında din kimliği, yani Müslümanlık duygusu
kuvvetli olmasına rağmen dini vecibeleri yerine getirmesi bakımından anavatanlarla
karşılaştırılınca bir düşme eğilimi görülmektedir. Bazı Müslümanlar yabancı bir
memlekette bulunma hissi ile din ve kültürlerine belki anavatanlarında olduğundan
daha fazla sahip çıkmakta, bazıları da kimliğini kaybetmekte, hatta İngiliz hayat
tarzına ayak uydurarak modernliği yakaladıklarına inanmaktadırlar. (Hunter, 1985,
xi)

Hem etnik, hem dini yönden İngiliz toplumu ile hiçbir yakınlıkları
bulunmadığından İngiltere'de yaşayan Müslümanlar oturmuş bir topluluk olma ve kimliklerini
koruma hususunda ciddi problemlerle karşı karşıyadırlar. Bunların başında din, ırk,
işsizlik, çocukların din eğitimi ve liderlik gibi problemler gelmektedir.

Müslüman gençler kendilerini yarı Doğulu yarı Batılı gördüklerinden
yönlerini tayin etmekte güçlük çekmektedirler. Birçok genç, İngiliz kültürünün kendilerini
reddetmesinin bir sonucu olarak reaksiyoner bir şekilde İslam'a yöneldiklerinden
bu durum sağlıklı bir İslam anlayışı doğurmamakta, gençler aşırı fikirlere kolayca
kanalize olabilmektedirler. Sonuçta ortaya çıkan ise zayıf bir kimlik ve kendini
küçük görme kompleksidir.

Müslüman ailelerin endişe duydukları en önemli husus, çocuklarının
İngiliz fikir ve değerlerini kendilerine ölçü edinerek kültürel miraslarını ve dinlerini
unutacakları korkusudur. (Iqbal, 1975, 10)

Sonuç olarak İngiltere'de yaşayan Müslümanlar dini ve kültürel bir
varlık olmalarına rağmen henüz yeterince organize olamamış ve İngiliz toplumuna
kendilerini anlatamamışlardır. Problemlerini dile getirerek gerekli faaliyetlerde
bulunacak bir temsil mekanizmaları yoktur.

B. İngiliz Müslümanlar

Bugün İngiltere'de yaklaşık 5000 dolayında İngiliz Müslüman bulunduğu
tahmin edilmektedir. İslamiyet'i seçenler ev hanımından üniversite öğretim görevlisine
kadar hayatın her kesiminden insanı kapsamaktadır. Çoğu, İslam'ı Müslümanlarla aralarındaki
ilişkiler neticesinde tanımakta veya bu ilişkiler neticesinde onu benimsemektedirler.
Kadın-erkek oranına gelince, aralarında aşağı yukarı eşitlik vardır. Mühtedilerin
önemli bir kısmı Batı materyalizmine antipati duyarak başka kültür ve dinlerde manevi
aydınlanma arayan, 1960'ların "hippi" devrini yaşayan orta yaşlı insanlardır.

İngiliz mühtediler İslam'ı milli ve etnik sınırların ötesinde evrensel
bir din olduğuna, fakat Müslüman toplumlarda İslam'ın yerel kültür ve geleneklerle
kaynaştığına inanarak Kur'an ve sahih sünnete dayalı bir İslam özlemini vurgulamaktadırlar.

C. İhtida Öncesi ve Devreleri

1. Çocukluk ve Ergenlik Devresi

Din değiştirme (veya dini değişim) üzerine ortaya konan psikoloji
literatürünün büyük bir kısmı din değiştirmenin genelde ani bir hadise olmadığını,
dolayısıyla hadisenin incelenmesinde kişinin hayat devrelerinin ele alınarak psikososyal
faktörlerin göz önünde bulundurulması gerektiğini savunur.6

Çocukluk devresine ait tecrübeler ileriki yıllarda bir dini arayışa
ya da din değiştirmeye sebep olur mu? Çocukluğunda mutlu olamayan veya dini ortamdan
uzak bir ailede yetişen çocuğun din değiştirme ihtimali daha mı fazladır? Bu bölümde,
tüm bu sorulara mühtedilerin çocukluk yıllarını anlatan ifadelerini tahlil ederek
cevap aranmıştır.

a. Çocukluk Devresinde Mutluluk

Diğer sosyal ilişkilerle birlikte ailenin dini gelişmede etkili
olduğu bilinmektedir. (Meadow & Kahoe, 1984, 37) Christensen (1963, 210) ailede
huzursuzlukların çocuğun dini tecrübelerinin gelişimini farkında olmadan etkilediğini
ortaya koymuştur. Batı'daki yeni dinî akımlar üzerinde yapılan araştırmalar, bu
akımlara kendi ailelerine yabancılaşmış, hayatları düzenli olmayan gençlerin daha
çok rağbet ettiklerini iddia etmektedirler. Mesela Deutsch (1975, 166) New York'ta
bulunan Meher Baba grubuna katılanlar üzerinde yaptığı araştırmada, bu kişilerin
hepsinin aileleri ile ilişkilerinin iyi olmadığını ortaya koymuştur.

İngiliz mühtediler üzerinde yapılan araştırmada ise, mühtediler
genelde normal ve mutlu bir çocukluk tablosu çizmişlerdir. Rakamlar, diğer dinlere
göre İslam'ı seçenlerin çocukluk hatıralarının çok daha müsbet olduğunu ortaya koymaktadır.
Bu durumda, İslamiyet'i seçenler için genelde çocukluk devresinde mutsuz bir ortamda
bulunmanın din değiştirme ile doğrudan alakası bulunmadığı tezini ortaya çıkarmaktadır.
Ama bununla birlikte İslam'ın aile yapısının Batı aile tipinden daha sağlam temellere
dayandığı gerçeğini öğrenen bazı mühtediler, eğer İslam'a göre oluşmuş bir ailenin
çocuğu olsalardı kendilerini duygusal olarak etkileyen travmatik olayları yaşamayacaklarını
belirterek din arayışı sürecinde İslam'dan bu sebeple etkilendiklerini ifade etmişlerdir.

b. Babasız Büyüme veya İlgisiz Baba

Bazı psikanalitik çalışmalar din değiştirme hadisesinin "yardımcı",
"koruyucu", "güçlü" baba duygusunu tatmayan insanlara bu duyguyu verdiği tezini
ortaya koyarlar. Allison (1969, 23, 31) kendi dinlerinde dindarlaşarak ihtida edenler
üzerinde yaptığı çalışmasında deneklerin yaklaşık % 60'ının babalarının evi ile
ilgilenmeyen, alkolik veya intihar eden kimseler olduğunu bulmuştur. Bunun üzerine
Allison dine yönelmenin "zayıf", "etkisiz" veya "olmayan baba" imajını telafi ettiğini,
dinin kişiye kesin ve kuvvetli prensipler sağlayarak babanın yerini aldığını iddia
eder.

İngiliz mühtedileri konu alan bu araştırma, babanın yeri ile alakalı
bahsedilen çalışmalara ancak sınırlı bir destek vermektedir. Bu araştırmada deneklerin
üçte birinden daha az bir kısmı babaları ile stresli bir ilişkilerinin olduğunu
belirtmişlerdir. Çocukluk ve ergenlik döneminde 18 (% 26) kişi babalarından uzak
büyümüşler, 25 (% 36) kişi babalarının ilgisiz olduğunu, 27 (% 38) kişi de baba
yönünden her şeyin normal olduğunu belirtmiştir.

Bu bulgular her yetersiz babaya sahip olanın ya da babasız büyüyenin
din değiştireceği anlamına gelmez. Fakat birçok etkenin yanı sıra baba ile alakalı
problemlerin dini değişimin oluşmasını etkileyen ön sebeplerden birisi olabileceğine
dikkat çekmektedir.

c. Babanın Yerini Annenin Alması ve Anneden Ayrılış

Babanın yokluğu veya yetersizliği karşısında anneye olan bağımlılığın
aşırı bir hal alma ihtimali söz konusudur. Allison'un (1969, 31) araştırması babanın
yokluğunun ya da çocuğun onu zayıf veya ilgisiz görmesinin çocuk ile anne arasında
özel bir yakınlık meydana getirdiğini ortaya koymuştur. Ullman'ın (1989, 56) çalışmasında
da babaları yetersiz olan denekler diğer deneklere göre anneleriyle ilişkilerinin
daha yakın olduğunu söylemişlerdir.

Babanın yokluğundan veya etkisizliğinden dolayı anneye karşı geliştirilen
bu aşırı bağımlılık ergenlik ve gençlik yıllarında bir başka problemi beraberinde
getirir. Yalnızca annenin güven kaynağı olması durumunda anneden ayrılma ve fertleşme
süreci daha acil ve daha çetin olabilir. Anneye aşırı bağımlılık onunla olan ilişkileri
karmaşık hale getirebilir. Allison (1969, 24) dinî değişimin babanın yerine geçtiğini
ve anneden ayrılırken gerçekleşen fertleşme ve farklılaşma sürecine yardımda bulunduğunu
iddia eder. Ullman da (1989, 57) dinî değişimle kişinin sadece "kısıtlayıcı" ve
"koruyucu" baba imajının yerine dini koymakla kalmayıp aynı zamanda aşırı birliktelikten
dolayı kendi kimliğini kazanmasına engel olan annesinde ayrıldığını, dolayısıyla
da din değiştirme veya dine yönelişin kişinin belirsiz veya zayıf olan kimlik duygusunu
sağlamlaştırmasına yaradığını iddia eder.

Araştırmamıza katılan bazı mühtediler de (babalarının yokluğunda)
son ergenlik yıllarında annelerinden bağımsız hale gelmek istediklerini belirtmişlerdir.
Mesela Freddie o yılları şöyle anlatıyor. "Ben yedi yaşındayken ailem boşandı. Beni
kısa bir süre çocuk esirgeme kurumuna verdiler. Sonra annemle birlikte yaşadım.
İlk yıllarda ilişkilerimiz çok iyiydi, ama sonraları çok kötü tecrübelerim oldu.
Halbuki babamla ayrıldıkları zaman ben annemin tarafında yer almıştım." Görüldüğü
gibi anneden farklılaşma, ondan ayrılma isteği daha önceki araştırmaları doğrulayacak
şekilde nadir de olsa deneklerimiz arasında mevcuttur. Fakat yetersiz babaya sahip
olanların anneye aşırı bağımlılıktan kurtulmak için dinî değişime müracaat ettikleri
iddiası din değiştirmede önemli bir faktör değildir. Yaptığımız mülakatlardan çıkan
sonuç, böyle bir tecrübenin kişiyi ancak ileriki yıllarda hayatın anlamını sorgulamaya
itebileceği ve dinî bir arayışa yönlendirebileceği şeklindedir.

d. Ailenin Dini Temayülleri

Kişide dinî açıdan etkili olan en önemli sosyal tesir ailesinin
dinî temayülleridir. Din bir aile için ne kadar önemli ise kişinin bu temayülü aynen
alma ihtimali o kadar fazladır. Eğer anne ve baba aynı dinî görüşlere sahipse, çocuğun
onlarla özdeşleşmesi o derece muhtemeldir. (Baston & Ventis, 1982, 46)

İngiliz mühtediler genelde din ile özdeşleşmiş ailelerden gelmektedirler.
% 85'i kiliseye üye olmayan veya devamlı olarak kiliseye gitmeyen ailelerin çocuklarıdır.
Ama çoğunun ailesi inançlı kimselerdir. Çoğu mühtediler, ailelerinin kilise ile
bağının kilisede düğüne, cenazeye katılma gibi törensel anlamda olduğunu ifade etmişlerdir.

Araştırmamda, İslam'ı seçen İngilizlerin çoğunun toplum veya aileden
din adına fazla bir şey öğrenmedikleri ortaya çıkmıştır. Dini eğitim alanlar da
çocukluk veya ergenlik çağında aile veya okulda öğrendiklerinden pek memnun değillerdi.

Mühtedilerden Debbie küçükken dinden nasıl soğuduğunu şu şekilde
anlatmaktadır: "Dini bir okula gönderilmiştim. Bir dersimizde İsa'nın niçin öldüğünü
öğreniyorduk. İsa çarmıhta bizim günahlarımız için ölmüştü. Öğretmenimiz papazdı.
İsa'nın çarmıhta niçin öldüğünü söyleyenlere şeker veriyordu. Herkes parmak kaldırıyordu.
Ben söylemek istemiyordum, çünkü niçin öldüğünü anlayamamıştım. Parmak kaldırmadığım
için öğretmen bana geldi: 'Cevap ver!' dedi. 'Bilmiyorum' dedim. 'Nasıl bilmezsin?'
diyerek bana tek ayak üstünde dikilme cezası verdi."

Freddie ise Hıristiyanlık'taki asli günah7 inancından bahsederek
kiliseden nasıl soğuduğunu şöyle anlatıyor: "Kiliseye götürülmekten, özellikle vaazlardan
hiç hoşlanmıyordum. Papazlar sürekli olarak bizim ne kadar günahkâr insanlar olduğumuzdan
bahsediyorlardı. Bu da beni korkutuyordu."

D. İhtida Süreci ve Motifleri

1. İhtidanın Sosyo-Kültürel Şartları

Bu bölümde din ve sosyal statü açısından mühtedilerin geçmişleri
tahlil edilmekte, Müslüman olmadan birkaç yıl içersinde hayatları, dini inançları,
kendilerini İslam'a hazırlayan ihtida motifleri incelenmekte ve bu tahlillerden
elde edilen bulguların ışığında mühtedilerin İslam'a giriş süreçlerini ana hatlarıyla
belirleyen bir süreç modeli oluşturulmaktadır.

a. Din

İslam'dan önceki dini eğilimleri, Tanrı'ya inançları ve ihtidanın
kendileri için bu konuda ne ifade ettiği açısından mühtediler üç grupta mütalaa
edilebilirler:

(1) Hiçbir dinî temayülü olmayan veya kendisini dine sadece ismen
mensup görenler: Bu grupta bulunanlar çoğunluğu (% 75) oluştururlar.

(2) Uzun bir süre dinle barışık yaşadıktan sonra dinden tatminsizlik
duymaya başlayan ve ihtidadan önceki devrede inançlarını kaybetmek üzere olanlar.
Deneklerimizin % 12'si bu gruptan kimselerdir.

(3) Dinlerini reddettikten sonra Tanrı'ya inançlarını kaybedenler.
Bu grupta bulunanlar % 13'ü teşkil ederler. Bunlar için ihtida Tanrı'yı tekrar bulmak
anlamını ifade etmekteydi.

b. Mühtedilerin İslam İmajı

Tarih boyunca, özellikle Orta Çağlarda Batı'nın İslam imajı hep
menfi olmuştur. Bunun sebebi Avrupa'nın İslam dünyası ile sürekli çatışma halinde
olmasıydı. Batı, İslam'ı vahşi ve barbar yaratıkların dini olarak algıladı. Hatta
Müslümanların insan olarak kabul edilmediği zamanlar bile olmuştu. Batı ile İslam
dünyası yıllardır birbirlerini daha yakından tanıma fırsatı elde etmelerine rağmen
bu imaj bugün hâlâ müspet yönde fazla mesafe almış gözükmemektedir. Batı insanı,
İslam ve Müslümanlar hakkında genellikle yanlış bilgilendirilmektedir. Bunu bir
örneği Fransa'da yapılan kamuoyu araştırmasıdır. Araştırma insanlara bazı kelimelerden
oluşan bir liste vererek bunlardan İslam'la bağdaştırdıkları üç kelimeyi seçmelerini
istemiştir. En çok rağbet gören kelime "fanatiklik" olmuştur. (Newsweek, 29 Mayıs
1995)

Mühtediler İslam öncesi hayatlarında sahip oldukları İslam ve Müslüman
imajına göre tasnif edildiklerinde dört gruba ayrılırlar. Bunlardan % 41'i kesin
ve net olan negatif bir imaja sahiptir. Bu imajı anlatan ifadelerden bazıları şöyledir.

"İslam'ı Muhammed'in uydurduğu, Yahudilik ve Hıristiyanlıktan alarak
oluşturduğu bir din olarak biliyordum."

"Bende tipik bir Batılıda olan klişe imaj mevcuttu. Kadınları siyahlara
büründüren bir dindi İslam."

"El kesen insanlar imajı bendeki en belirgin olanıydı."

Mühtedilerin % 37'si kendilerinde müspet veya menfi net bir imajın
oluşmadığını belirtirken, % 12'si de İslam'ı müspet veya menfi başka bir şeyle özdeşleştirmişlerdir.
Mesela, "Bütün bildiklerim Araplar ve petrol krizinden ibarettir", "Romantik oryantal
müzik, uçan halı vb. ile İslam'ı özdeşleştirmiştim" gibi ifadeler bu gruba girenlerde
oluşan imajlardı. Geriye kalan % 10 ise imajın nötr olduğunu İslam'la ilgili hem
müspet, hem menfi bilgilenmelerinin olduğunu belirttiler.

Mühtedilerin İslam'la ilgili edindikleri genelde menfi olan imaj,
çoğu durumda çeşitli vesilelerle tanıştıkları, İslam'ı kendilerine iyi tanıtan Müslümanlar
vasıtasıyla olmuştur. Bu da İslam tebliğinin birinci vasıtasının insan olduğunu
hatırlatmaktadır.

c. İhtidanın Ön Belirtileri

Uzun ve karmaşık bir süreci gerektiren din değiştirme hadisesinde
sosyal bilimcilerin üzerinde durduğu en önemli sorulardan birisi bu değişimin sebepleridir.
Bu konuda bir kısım sosyal bilimci derdi ya da toplumsal stresi vurgulayan bir bakış
açısı ortaya koyarken, bir kısmı da kişinin "hakikat" konusundaki duygu ve düşüncelerini
değiştiren entelektüel faktörlerin varlığından söz eder. Bu sahadaki çalışmaların
çoğu, bir grubun belirli kişileri niçin cezbettiğini ve bu kişilerin hangi şartlarda
grup üyesi olduklarını belirten sosyal ve psikolojik şartları vurgulamışlardır.8
Birinci grubun bakış açısı tüm din değiştirenlerin aynı ya da benzer süreçlerden
geçtiği teorisi üzerine kurulmuştur. Psikodinamik yaklaşım bu grup içinde yer alan
kişinin çocukluk boyunca ve din değiştirme hadisesinden hemen önce duygusal karmaşa
yaşadığını iddia eder.9 İkinci grubu oluşturan entelektüel yaklaşıma göre din değiştirme,
hakikati net ve kapsamlı bir şekilde anlamak için gerçekleştirilen bilinçli bir
tetkikin neticesidir. Entelektüel yaklaşımı savunanlar insanı çaba sarf eden ve
şuurlu gören hümanist bir tavır takınmışlardır. Bunun karşısında psikodinamik yaklaşım
ise insanı pasif görmüştür. (Richardson, 1985, 1667) Zaten insana bu iki farklı
bakış açısı psikolojide iki ayrı ekol oluşmasına neden olmuştur. Bu anlamda C. G.
Jung, Freud'a karşı çıkmış ve dinin çoğu durumlarda insanın hayata entegre olmasını
sağlayacağına inanmıştır. Modern Man in Search of a Soul (Ruhunu Arayan Modern İnsan)
isimli eseri Jung'un insanı "aktif fail" olarak gördüğünü ortaya koyar. Allport'un
The Individual and his Religion (Fert ve Dini) adlı eseri de bu bakış açısına sahiptir.
Yine Viktor Frankl Mans Search for Meaning (İnsanın Anlam Arayışı) ve The Will to
Meaning (Anlam İsteği) isimli eserlerinde Freud'un başını çektiği psikodinamik yaklaşıma
karşı çıkmıştır. Tüm bu isimlere ilaveten bir isimden daha bahsetmek gerektir ki,
o da din psikolojisinin kurucularından sayılan William James'tir. (ö. 1910) James
din değiştirme veya kendi dininde dindarlaşmayı, "mutsuz ve yanlış yolda olduğunun
şuurunda olan bölünmüş kişiliğin, dini realitelere sımsıkı sarılarak bilinçli olarak
doğruyu bulması, mutlu olması ve neticede bölünmüşlükten kurtularak kendisiyle bütünleşmesi
sürecidir" şeklinde tanımlamıştır. (James, 1902, 194)

d. Din Değiştirme Tipleri (Motifleri)

Bazı din değiştirmeler kabul edilecek dinin mensuplarıyla oluşan
karşılıklı ilişkiler neticesinde, bazıları da kişinin böyle bir tecrübeden çok,
entelektüel anlamda dinden tatmin olması veya deneyerek dini benimsemesi ile gerçekleşir.10
Bu konuda yapılan araştırmalar birkaç din değiştirme veya dindarlaşma motifini (kalıbını)
belirlemiştir. Şimdi bu motiflerin özelliklerini ve deneklerimizin İslam'a yönelişlerinde
hangilerinin ne oranda etkili olduklarını ele alalım.

Entelektüel (intellectual) dinamiklerle oluşan din değiştirmede,
kimi alternatif dinleri veya ideolojileri, onların hayat şekillerini araştırarak
kitap vb. okuyarak tanır. Kendisini etkileyen asıl faktör bir sosyal baskı veya
etkilenim değildir.

Mistik (mystical) motif kanalıyla din değiştirmede kişinin kendisini
derinden etkileyen bir mistik tecrübe geçirmesi söz konusudur.

Deneysel (experimental) motifte ise din değiştirmeye potansiyel
olarak hazır hale gelen kişi "Hele bir göreyim nasıl olacak?" yaklaşımıyla yeni
alternatifi denemeyi tercih eder. Din değiştirme bu sürecin sonunda gelir.

Duygusal (affectional) motifte kişinin ilerde tercih edeceği dinin
mensuplarına karşı ferdi bağlılığı, özel sevgi ve hoşnutluğu söz konusudur. Kişi
grup üyelerinin davranışlarından, sıcaklığından etkilenir. Sosyal bir baskı söz
konusudur, fakat daha ziyade yardımcı bir unsur olarak vardır.

Yeniden uyanış (revivalist) motifinde din değiştirme hadisesinden
çok; halen mensup olunan dinde dinî duyguların dindar bir grup veya kişi tarafından
harekete geçirilmesi söz konusudur.

Cebrî (coercive) tarzda din değiştirme çeşitli tekniklerle beyin
yıkama ile eş anlamlı hale gelmiş olup, çok nadir ve özel durumlarda görülmektedir.

Lofland ve Skonovd'un ortaya koyduğu bu altı motif, İngiliz mühtedilere
uygulandığında sırasıyla entelektüel, duygusal, deneysel ve mistik motiflerin yer
aldığı görülmektedir.