Rediscovery of Faith in the context of Post-Modernism

İdrak ettiğimiz güncel zaman diliminde önce Batı dünyasında ortaya çıkan, zamanla
dünyanın pek çok bölgesine yayılıp ülkemize de gelen postmodern anlayış, bir boyutuyla
imanın yeniden keşfini gündeme getirdi. Bunu daha iyi anlayabilmek için Postmodernizmin
etkilediği çağdaş dünyayı ve dönemi bu veriler ışığında okumak gerekir. Bu okumanın
zeminini oluşturabilmek için önce kavram ve terimleri irdelemeye ve tarihsel süreci
ana hatlarıyla görmeye bakalım.

"İman" terimi, genel anlamda bir dine, ilâha, sisteme, düşünceye, ideolojiye
inanma, bağlanma anlamını içerir. Mutlak bağlılık, teslimiyet, sorgulamaksızın ya
da belli bir sorgulamadan geçirdikten sonra tam bir bağlılıktır bu. Daha özelde
ise semavî dinlerin ilâhına ve onun insanlara sunduğu düşünme ve yaşama biçimi olan
dine inanmayı karşılar. Felsefî planda ise bazı filozoflar, "iman" ile "şüphe"yi
birbirine karşıt iki kavram olarak almış ve buna bağlı olarak da iki ayrı yaklaşım
ve yaşama biçimi alanı oluşturmuşlardır. Bu tutum, din karşıtı eleştirel bir tavır
alışı içerir. Yani ateist düşünceye göre iman, aklı çalıştırmama, düşünmeden, neyin
ne olduğunu tam olarak algılamadan, anlamadan, sorgulamadan olduğu gibi kabullenme
ve körü körüne inanmadır.

İslâm bağlamında sahih iman bağlıları ise durumu şu zemin üzerine temellendirmişlerdir:
Bir tarafta doğumu ve ölümü olmayan, her şeyi bilen, yaratan, önceyi ve sonrayı
ihata etme, kuşatma özelliğine sahip, yanlışsız ve eksiksiz "Hâlık" bir Allah vardır.
Diğer yanda ise bilme, anlama, algılama, kavrama, kestirebilme, önsezi bakımından
eksik yaratılan, yanlış yapabilen; ama bu alanlarda sürekli tekâmül etme durumunda
olduğu hâlde yine de eksik kalmaya mahkûm olan, sonradan yaratılmış ve ölümlü "mahlûk"
bir insan var.

Bu iki kanal, insan türünün yaratılışından itibaren değişik şekil ve adlar altında
günümüze kadar gelmektedir. Bunları kapsayıcı özellikleri bakımından "ilâhî yaklaşım"
ve "seküler yaklaşım" olarak adlandırabiliriz.

Tarih boyunca toplumlara değişik dönemlerde bazen ilâhî yaklaşım, bazen seküler
yaklaşım egemen olmuştur. Bu durumun tarihsel gelişim sürecine; özellikle Ortaçağ
döneminin bitiminden günümüze kadarki gelişimine ana hatlarıyla bakalım.

Modern Süreç

Ortaçağ sonrasında Rönesans, Reform, Aydınlanma hareketleri gibi atılımlar sonucunda
Batıda yeni bir dünya görüşü ortaya çıktı. Ortaçağ'ın bozulmuş (muharref) Hıristiyanlığında
ilâhîlik adına beşerîliğin; hatta insanîliğin ezildiği, bastırıldığı, yok sayıldığı
skolâstik din anlayışı egemendi. İnsan kaynaklı olan bilim ve sanat üretimine izin
verilmiyordu. Bilim, İncil tefsirlerinden, sanat da Meryem, İsa, Ruhulkudüs resimlerinden
ibaretti. Yani salt göksel, tanrısal, dinî olan ön plandaydı. Çarpık bir ilâhîlik
adına beşerîlik yok sayılıyordu. Aydınlanma döneminde ise bu sefer tam tersine beşerî
olan ilâhlaştırıldı. Salt beşer aklının ürünü olan bilim ve sanat yüceltildi. Seküler
bir dünya anlayışına doğru adım adım geçildi. Dinlerin sunduğu 'âlem' yerine pozitivist
ve materyalist yaklaşımlarla bu dünya varlığı ile sınırlı 'dünya' görüşü egemen
olmaya başladı.

Dinin gündemde tuttuğu varlığın ilâhî ve manevî boyutu, öte dünya, Allah, cinler
gibi hakikatler terk edildi. Onların yerine fiziksel gerçeklikler dünyası, madde,
vahiyle irtibatını kesmiş akıl ve bunun ürünü olan bilim unsurları öne çıktı. Beş
duyumuzla algılayabildiğimiz bu dünya varlığı tek gerçeklik olarak kabul ediliyor,
bunun dışındaki her şey, deneye tabi tutulamayan, beş duyuyla test edilemeyen bütün
manevî, ruhanî değerler yok sayılıyor ve bunlar, 'gerçek dışı' diye kabul ediliyordu.
Bu anlayışta gözümüzle gördüğümüz, dokunduğumuz, duyduğumuz, tattığımız, kokladığımız
şeyler bilgi konusu olabilir. Olağanüstü figürlere, akılla, deneyle, bilimle açıklanamayan
olay ve olgulara ya da insanın kapasitesini aşan hareketlere, havsalanın almadığı
duygu, düşünce ve yorumlara, insan dışı figürlere bilimde, sanatta ve edebiyatta
yer verilmez.

Her şey, akla ve mantığa uygun olmalıdır. Kişilere bir insanın yapabileceği davranışlar
yüklenir ve ona insanüstü güçler izafe edilmez. Yani bilime ve sanata konu olan
her şey, bu dünyanın somut, maddî, fiziksel şartları ve varlığıyla sınırlıdır. Dinlerin
öngördüğü aşkın (müteâl) olan dışta bırakılmıştır. Onun için bu dönemde seküler
medeniyetin etkisi altında bir bilim, sanat ve hayat gelişti. Doğaüstü, insanüstü
ve olağanüstülüklerden doğal olana, olağana, beşerî olana ve normale geçildi. Olayların
analizinde bu olaylara nelerin sebep olduğunu ve olay sonucunda nelerin ortaya çıktığını,
olayın kişiler üzerinde ne gibi duygusal, düşünsel etkiler yaptığını irdelemek ilkesi
esas alındı. Yani olayları sebep-sonuç bağlamı içinde determinist bir yaklaşımla
düşünme tavrı.

Modernizmde, ilâhî yaklaşımın ürettiği ideal, insan dışı figür ve tipler yerine
daha çok günlük hayatta yaşayan, olumlu olumsuz özellikleri olan, güçlü ve zayıf
yanlarıyla bir bütün olan, daha somut, daha canlı, içimizden biri ve gerçek tiplere
yer verilir. Yani ideal tipler, yerlerini reel tiplere bırakmışlardır. Modern yaklaşım,
kişilerin iç dünyalarını, ruhsal durumlarını, iç çelişkilerini, tutkularını, özlemlerini,
duygularını, hayallerini tahlil etmeye gayret eder. Dış dünya gerçekliğine bağlı
olarak çevre ve mekân algısı, en ince ayrıntıları bile içermeye çalışır. Olağanüstülüklere,
masalsı ve efsanevî ögelere değil; gerçekçi, somut ögelere yer verir. Olayların
geçtiği, haber alındığı, aktarıldığı zaman dilimleri bellidir ve takvime bağlı zaman
anlayışı hâkimdir. Bilim adamı ve sanatçı, hayat ve insanlar karşısında gözlemci,
çözümleyici ve eleştirel bir bakış açısına sahiptir. Kendi dışındaki dünyayı gözler,
inceler ve onun hakkında düşünce üretip yorumlar, bilimsel açıklamalar ve felsefe
yapar.

Pozitivist ve materyalist dünya görüşüne göre içinde yaşadığımız bu dünya esas
alınıyor; bunun dışındaki soyut, ruhanî, manevî dünyalar, ahiret âlemi gibi beş
duyumuzla somut olarak algılanamayan başka dünyalar kabul edilmiyordu. Dolayısıyla
konu edilen dünya, bu dünya ve bu dünyanın şart ve imkânlarıdır. Pozitif bilimlerin
ilerlemesiyle bu dünya yaşantıları akla, mantığa, bilime göre düzenleniyor ve bunun
dışında öteki dünyalara ve o dünyaların özellik ve şartlarına bakılmıyordu.

Hayat, bilimin kurallarına ve ürünlerine göre kuruluyor; düzenli işleyen ve sürekli
gelişen bir dünya tasavvuru ve beş duyumuzla algılayabildiğimiz somut gerçeklikler
üzerinde birleşiliyordu. Fakat Birinci Dünya Savaşı ile birlikte salt insan aklına
ve aklın ürünü olan pozitif bilime göre kurgulanan ve kendisine büyük ümitler bağlanan
dünya tasavvuru, büyük bir hayal kırıklığıyla yıkılmaya başladı.

Bu dönemde belirleyici olan etken, daha çok sosyolojidir. Bilim adamı ve sanatçıların
ilgisini daha çok dış dünya, toplum, sosyal olaylar, toplumların sosyal kurtuluş
reçeteleri, sosyal karakterli ideolojiler, siyaset vs. çekmeye başladı. Sosyal kurtuluş
projelerine büyük bir umut bağlandı. Onun için sosyal olan ön plana çıktı. İç dünya,
insan psikolojisi, birey, manevî olan geri planda kaldı.

Bilime ve sanata konu olan figürler, bu dünya insanlarıdır. Cinler, periler,
devler vs. insan dışı varlıklar, pozitivist düşünceye göre gerçek ve var kabul edilmediğinden
bunlara ciddî bağlamda yer verilmez. Sadece alaya alınmak, gülünmek, saçma olduğunu
göstermek için yer verilebilir.

Dış dünyanın düzeni (insanın dışında kalan dünya) yani nesnel gerçeklik ve takvimin
(yüzyıl, yıl, mevsim, ay, hafta, gün, saat vb.) belirlediği zaman esas alınır. Bu
dünyanın fiziksel şartlarına göre belirlenen ve bölümlenen zaman anlayışı hâkimdir.
Evrendeki tabiî ya da insan yapısı mekân ve çevreye önem verilir. Bu dünyada var
olan, adı sanı bilinen, görülen mekânlara yer verilir. Kaf dağı gibi var olup olmadığı
bilinmeyen hayalî mekânlara yer verilmez. Dilin kendisi değil; yansıttığı şey ön
plandadır. Yani dil, gerçekler dünyasını yansıtmak için salt bir araçtır.

Genel anlamda modernizm, Batıda 18. yüzyılda akıl temeline dayalı, her şeyin
akla ve mantığa uygunluğunu esas alan, soyut değer ve olguları reddedip somut olana
yaslanan, şüpheci, sorgulayıcı ve hümanist karakterli (ilâhî olana karşı beşerî
olanın öncelenmesi bağlamında) olan Aydınlanma dönemiyle başlıyor. 18. Yüzyıl Fransız
filozofları, salt akla dayalı bilgi, felsefe ve sistem üretmeye çalıştılar. Dolayısıyla
yeni toplumsal yapı, akla dayalı olarak kurulacaktı. Bu, Ortaçağ dogmatizmine bir
tepki olarak ortaya çıktı.

Modernist düşünce Sokrates, Platon, Aristoteles'te de vardır. Ancak modern düşünce,
daha geniş planda Descartes ile başlar. Descartes, geleneksel olarak gelen tarihî
ve kutsal rivayetleri akılla sorgulamaya başladı. Ondan önce rivayet kültürü egemendi.
Yani üstatların söyledikleri sorgulanmadan, akılla test edilmeden doğru kabul ediliyor;
bilgiler, deneyle değil soyut anlamda zihin çalıştırmayla, düşünmeyle üretiliyordu.
Descartes'tan sonra akıl kültürü egemen olmaya başladı. Yani bilgiler, somut deneylerle,
önceden bilinenler şüpheci eleştirel bir yaklaşımla yeniden irdelenmeye ve doğrulukları
test edilmeye başladı. Bu doğrultuda akla mantığa dayalı pozitivist bir bilim ve
dünya görüşü doğdu. Göreceli olan akıl mutlaklaştırıldı.

Birinci Dünya Savaşı'nın sebep olduğu büyük ölçekli tahribat, geleneksel kurum,
kuruluş ve anlayışlara, aklın ve pozitivizmin belirleyiciliğine olan güveni büyük
ölçüde sarstı. Freud, psikolojide insan davranış ve düşüncelerinde bilinç altına
büyük bir belirleyicilik gücü verdi. Nietzche, geleneksel tanrı kavramına olan inancı
sarstı. Marks, ekonomik ve sosyal olayların belirleyiciliğine büyük önem verdi.

Dünya çapındaki savaşlar ve değişiklikler, zihinsel ve toplumsal anlamda uyum
ve ahengin ortadan kalkmasına ve karmaşaya yol açtı. Dilin düz bir biçimde dış dünya
gerçekliğini yansıtma işlevi silinmeye ve yeni ifade imkânları aranmaya başladı.
Akla ve bilinene uygun yerleşik anlatım yöntemleri ve teknikler yerine yenileri
araştırıldı. Dolaşık ve karmaşık anlatım yöntemleri denendi, simgelere, mitolojiye,
türler arası ilişkilere, değişik türde söyleyişlere, mistisisizme, nihilizme, fanteziye
yönelindi. İyimserlikten çok kötümserlik, bezginlik, umutsuzluk, korkular, kuşkular
hâkim olmaya başladı. Dış dünyaya açılma, pozitivist ve materyalist yaklaşım ve
aklın mutlak gücü ve güvenilirliliği sorgulanmaya başladı. Bunun yerine ruhsal olana,
ruhun esrarengiz âlemlerine, doğa ötesine, mitolojiye, hayal ürünlerine, tarihsel
kültürlere eğilim arttı.

Postmodernizm öncesi modern süreç, içe dönüktür ve birey olarak insanın iç dünyasına,
ruhuna, bilinçaltına eğilir. İnsanın iç dünya zenginliğini keşfe çıkar. Modernist,
bu sefer gerçeğin dış dünyada değil; insanın iç dünyasında, ruhsal dünyasında saklı
olduğuna inanmaya başladı ve toplum yerine bireye, sosyal olan yerine psikolojik
olana yöneldi. Moderniste göre hayatın gerçekleri, bireylerin iç dünyalarının deşilmesiyle
ortaya çıkar. Onda gerçek kavramına yaklaşım, geleneksel yaklaşımdan ayrışmıştır.
Buna göre gerçek denilen şeyin kesin bir tanımı ve varlığı yoktur. Kişilere göre
farklı yorumlanabilen pek çok gerçek vardır.

Son dönem modernizminde sosyoloji, etkisini büyük oranda kaybetti ve onun yerine
psikoloji geçerek belirleyici bir rol oynadı. Sosyal yapılar yerine ruhsal yapılar
ve karmaşık bilinç yapıları irdelenmeye, deşilmeye başlandı. Modernistler, kitlesel
nitelikli sosyal özellikteki çözüm önerileri yerine fert olarak insanı ve onun bireysel
dünyasını ele aldılar. Aklın ve mantığın kontrol ettiği bilince dayalı yapıları
değil, karmakarışık bilinçaltını esas aldılar.

Geleneksel ve klâsik olarak kabul ettikleri dinî inançlar, yerleşik ahlâk kuralları
ve yönetim biçimleri gibi kurumlara inançlarını yitirmişlerdir. Efsane, masal, mitoloji,
değişik motif gibi akla aykırı ve uydurma kabul edilen unsurlara dayanarak, bunları
yeni biçimlere dönüştürerek hayatın anlamını sanatta bulmaya çalıştılar. Daha çok
biçimsel bir estetik kurma peşindeydiler.

Hayatın bütünlüğü parçalanmış, öznel bireysel bilincin birbirinden kopuk çağrışımlarına
yer verilmiştir. Dış dünyayı ve dış gerçekleri olduğu gibi vermekten çok içe, bireysel
olana yönelinmiştir. Topluma, dış gerçeğe ve dünyaya, sosyal olanlara, geleneklere,
törelere, kanunlara büyük oranda karşı çıkılır ve yer vermemeye çalışılır. Yabancılaşma
ve yalnızlaşma sonucu ortaya çıkan bireyselleşme durumunun bir uzantısı olarak kişi,
toplumsal yapılara, ortak değerlere karşı yabancılaşır ve kendi bireysel dünyasına
ve içine döner. Dolayısıyla iç dünyalarını yansıtmak üzere bilinç akımı, iç konuşma
gibi yöntemlere başvurulur.

Kişiler, ortak, genel ve dış gerçekliğe bağlı tek bir dünyada değil; bilinçaltı
akımıyla oluşturulan kendi öznel, bireysel ve birbirinden farklı dünyalarında yaşarlar.
Kişinin içinde yaşadığı dünyaya yabancılaşması sonucu bireysel algılamaya öncelik
verilmiştir. İnsanlar, toplumsal anlamda sürü davranışları değil; daha çok bireyleşme
ve bireysel tavır alış ortaya koyarlar. İnsan, kendi kendini yoklar (murakabe: Otokritik),
sosyal ve tabiî çevresini, o zamana kadar kabullenilmiş değer yargılarını ve yerleşik
tüm anlayış ve kurumları yeniden sorgular.

Bu süreçte iç dünya düzeni (fert olarak insanın ruh dünyası) esas alınır. Takvimin
belirlediği kronolojik zaman değil, insanın içinde zihnen özgürce dolaşabildiği
öznel zaman (insan, hayaliyle bir anda hem geçmiş hem gelecek hem şimdiyi bir anda
yaşayabildiği gibi istediği an geçmişte ve gelecekte de yaşayabilir), hayalin ve
zihnin soyutlaştırdığı öznel bir mekân, insanlar arası ilişkileri kendisinin belirlediği
(toplum ya da başka birisinin değil) bir sosyal düzen vb. unsurlardan kurulu öznel
ve hür evren üzerine temellenir. Böyle bir düzen içinde insanın baş başa olduğu
iradesi, etken, belirleyici ve birincil konumdadır. Dış dünya düzeni de insana göre
sunulur.

Ancak postmodernizmle birlikte pozitivist anlayışın dışarda bıraktığı, kabul
etmediği fiziksel nitelikli olmayan ve gerçeklik dışı kabul edilen unsurlar, başka
gerekçelerle bilime, sanata ve edebiyata tekrar girmeye başladı.

Postmodern Süreç

Postmodernizm, 'modernizm sonrası, modernizmden kaynaklanmakla birlikte ondan
bazı farklılıklar gösteren' demektir. Bu, modernizmden sonraki aşamayı ve modernizmden
bazı noktalarda farklılaşmayı ve kopuşu imler.

'Modern sonrası' demek olan postmodernizm, Aydınlanma çağında temelleri atılan
tüm modern yapı ve anlayışlara karşı oluşturulmaya çalışılan yeni sanat ve düşünce
anlayışının genel adıdır. Aydınlanmacı düşünceye dayalı modernizm, geleneğe ve dine
karşı olduğundan, eski metinlerden ve geçmişe ait kültürel motiflerden yararlanmayı
reddediyordu. Tek kaynak insan aklı ve onun ürettiği ilkeler, kurallar, ekoller
ve sistemlerdi.

Postmodernizm, bu anlayışa karşı çıkarak geleneğe ve dine olduğu gibi başka kültürlere
de yaslanılabileceğini iddia etti. Modernizm, ferdî ve sosyal sorunlara salt aklı
esas alan tekçi çözüm önerileri sunuyordu. Ferdi, toplumu, devleti ve dünyayı, genelleme
yaparak akıl üzerine kurulmuş siyasî ve felsefî sistemlerle tanımlıyordu. Postmodernizm
ise tekçi ve genellemeci ferdî ve sosyal kurtuluş reçetelerini reddediyor, onun
yerine ferdin işine yarayan her şeyden faydalanılması gerektiği esasını getiriyordu.

Bu akım, 1960'lardan bu yana Amerika Birleşik Devletleri'nde, 1970'lerden sonra
da Avrupa'da yaygın bir etkiye sahip olan bir bakış açısıdır. Postmodernizm, hem
birebir gerçeklik sunumuna dayalı klâsik anlayışa, hem de bilinçaltı gerçekliği
ve simgesel sunuma dayalı olan modern anlayışa bir tepkidir. Dış gerçekliğin birebir
kopya hâlinde yansıtılmasına olduğu gibi; iç gerçekliği yansıtmaya dayanan modernist
akıma, onun bilinç akımı yöntemine bir tepki olarak doğdu. Bir bakıma modernizm
eleştirisi temeli üzerine kurulmuş olan postmodernizm, 17., 18. ve 19. yüzyıllarda
egemen olan Aydınlanma felsefesine dayalı akılcı, kuralcı, pozitivist, ilerlemeci
ve maddeci modernlik anlayışına bir tepkidir. Aynı zamanda modernizmin "bazı evrensel
gerçekler vardır, bunlar herkes tarafından sorgulanmadan kabul edilmelidir" gibi
bir anlayışına reddiyedir.

Postmodernizm modernizmin, içinde yaşadığımız dünyayı "gerçek dünya" sunumuna
bir tepki olarak, "hayır bu dünya gerçek değil; kurmaca bir dünyadır" dedi. Roman,
sinema gibi sanat ürünlerinde dünyayı bu tür algılama biçimini görebiliyoruz. Bu
da büyük ölçüde dinlerin, özellikle İslâm'ın "bu dünya, bir oyun ve oyalanma yeridir,
bu dünya yalan dünyadır, asıl gerçek dünya, ahiret âlemidir" gibi bir yaklaşımına
bir ölçüde uygun düşüyor.

Postmodernizmde gerçeklik yerine kurmaca, aklî olan, makûl olan karşısında hayalî
olan, yani akla uygun olmayan, uyanıklık hâli yerine rüya hâli daha önceliklidir.

Postmodernist, tek bir konu, tek boyutlu kahraman anlayışı, tek bir anlatım biçimi,
tek bir bakış açısı, tek bir kültüre ait motifler yerine çok yönlü ve değişik unsurları
bir arada kullanma yoluna gitmiştir. Yazar, değişik üslûplar kullanır, birçok anlatıcı
türüne yer verir, farklı anlatım yöntemlerine başvurur. Postmodernizmde çok boyutluluk,
farklılıkların zenginliği ilkesi esastır. Bütünlüklü tek bir doğru yok; bunun yerine
farklı ve parçalardan oluşan doğrular vardır. Buna göre içinde yaşadığımız somut
dünyaya alternatif dünyalar çıkarılır. Bu bağlamda mitolojiye, masallara, tarihsel
dönemlere, efsanelere, fanteziye, dinî motiflere yer verilir. Böylece sadece içinde
yaşadığımız somut dünya yoktur; bunun yanında kültürel birikimimizde, iç dünyamızda,
ruhumuzda, toplumsal ve bireysel hafızamızda başka dünyalar ve başka gerçekler de
vardır; onlara da önem vermeliyiz düşüncesindedirler. Dolayısıyla gerçek olanla
kurgusal ve düşsel olan iç içe geçirilerek harmanlanır.

Postmodernizmde beş duyumuzla algılanabilen, somut, deneyle test edilebilen pozitivist
ve materyalist anlayışa bağlı gerçeklikle inanıp inanmamaya bağlı olan, soyut ve
hayalî nitelikli gerçeklikler iç içe geçmiştir. İnsanlar, cinler, periler, hayaletler,
hortlaklar, devler, melekler, şeytanlar, gerçek mekânlarla gerçekdışı mekânlar,
gerçek zamanlarla gerçek üstü zamanlar, rüya ile gerçek hayat iç içedir.

Postmodern ürünlerde kişiler, bilinen anlamıyla gerçek kişilikler olduğu gibi
gerçek dünyadan bağımsız, uydurma ve hayalî kişiler de olabilir. Gerçek dünyada
var olan ya da tarihte gerçekten yaşamış olan kişilerle uydurma ve hayalî figür
ve kişiler karşı karşıya getirilebilir.

Bunlara göre insan, aslında bir tiyatro oyunu olan ve gerçek olarak bilinen bu
hayatta rolünü oynayan bir oyuncudur. İnsan da kurmaca dünyada kendisine verilen
rolü oynayan bir kişidir. Dolayısıyla hayat oyuncusu olan kişilerle eser oyuncusu
olan kişiler arasında çok da büyük bir fark ve mesafe yoktur. Bu durum, İslâm'ın
insan dışında melek, şeytan gibi farklı figürler de vardır gerçekliği ile uyuşuyor.

Postmodernizmin kesin ve nesnel zaman ölçüleri yerine belirsiz ve öznel zaman
anlayışına yer vermesi, İslâm'ın zamanın bu dünya zamanı ile sınırlı olmayıp evrenselliği
ve sınırsızlığı anlayışıyla örtüşüyor.

Ayrıca postmodernizmin gerçek dünya mekânları ile hayalî dünya mekânları iç içe
vermesi, yine İslâm'ın mekânın bu dünya ile sınırlı olmaması ilkesiyle paralel bir
yakınlığı var.

Sonuç

Sanatta, edebiyatta, düşüncede vb. her alanda ortaya çıkan postmodern yaklaşım,
her şeyden önce salt insan aklının yetersizliğini görmüş, pozitivist mantığın insanın
sadece biyolojik ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik çalışmalarının eksikliğini anlamış
ve insanı bu dar sınırlarından kurtarıp ona ruhsal ve manevî açılım sağlamaya ihtiyaç
duymuştur. Bu doğrultuda eski geleneksel kültürlere, dinî motiflere, metafizik kaynaklara
eğilme, oralardan yararlanma gereği duymuştur. Bunun doğal sonucu olarak da yeni
bir teneffüs alanı ihtiyacı sevkiyle semavî dinlerin "iman"ı yeniden keşfedilmeye
başlanmıştır.

Büyülerle, sihirlerle, insan dışı figürlerle, tasavvufla, alternatif soyut mekânlarla,
bilinenden farklı zaman algısıyla dolu fantastik yayınlar, aslında tamamen akla
odaklanmış ve modern anlamda rasyonel düşünce ve bakış açısına şartlanmış Batılı
insanın ruhsal ve manevî açılım arzusuna cevap vermek için kurgulanmış. Yahudilik
ve Hıristiyanlık hurafelerini içerse de postmodern metinlerde görülen yapı, din
diye bilinen, dine ait unsur ve motifleri yeniden hatırlama ve onlarla manevî doyum
ve tatmin arayışının sonucu olarak üretilmiş unsurlardan oluşur. Postmodernizmin
mistik bir eğilim ortaya koyması, aklî alanın yetersizliği karşısında akıl dışı
alanların mütecessis nazarlarla yoklanmasıdır. Son dönem Batılı insanı, kendisini
kuşatan madde, eşya, somut, görünen, fizik duvarları içinde sıkılmış, bunalmış;
onun ötesinde görünmeyene, mistisizme, soyuta, manaya, ruha, imana, dine açılma
gereği duymuştur. Bu, aşkın bir hayat özlemine bağlı bir tasavvurdur. Postmodernizmin
fantastikle deşelediği şey, nihaî olarak imana dayanıyor.

Öz

'Modern sonrası' demek olan postmodernizm, Aydınlanma çağında temelleri atılan
tüm modern yapı ve anlayışlara karşı oluşturulmaya çalışılan yeni sanat ve düşünce
anlayışının genel adıdır.

Önce Batı dünyasında ortaya çıkan, zamanla dünyanın pek çok bölgesine yayılıp
ülkemize de gelen postmodern anlayış, bir boyutuyla imanın yeniden keşfini gündeme
getirmiştir.

Sanatta, edebiyatta, düşüncede vb. her alanda ortaya çıkan postmodern yaklaşım,
her şeyden önce salt insan aklının yetersizliğini görmüş, pozitivist mantığın insanın
sadece biyolojik ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik çalışmalarının eksikliğini anlamış
ve insanı bu dar sınırlarından kurtarıp ona ruhsal ve manevî açılım sağlamaya ihtiyaç
duymuştur. Bu doğrultuda eski geleneksel kültürlere, dinî motiflere, metafizik kaynaklara
eğilerek oralardan yararlanmaya, yeni bir teneffüs alanı ihtiyacı sevkiyle semavî
dinlerin "iman"ını yeniden keşfetmeye başlamıştır.

Son dönem Batı insanı, kendisini kuşatan madde, eşya, somut, görünen, fizik duvarları
içinde sıkılmış, bunalmış; onun ötesinde görünmeyene, mistisizme, soyuta, manaya,
ruha, imana, dine açılma gereği duymuştur. Postmodernizmin fantastikle deşelediği
şey, nihaî olarak imana dayanmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Pozitivizm, Materyalizm, Aydınlanma Çağı, Modernizm, Postmodernizm,
İman

Abstract

Post-modernism, meaning after the modern, is the general name for the understanding
of thought formed against all the modern forms and perceptions whose foundations
laid in Enlightenment.

Post-modern understanding, which expanded many parts of the world and eventually
visited our country as well, in a way, put the rediscovery of faith on the agenda.

Post-modern approach, which appeared in art, literature, thought and etc., first
of all, saw the insufficiency of the mind, understood the deficiency of the works
of positivist logic which merely tries to meet the biological needs of the man,
and needed to relieve the man by rescuing from these narrow limits and to give the
man a new spiritual and moral vision. In this context, it began to focus on and
benefit from the old traditional cultures, religious motives and metaphysical resources
and to rediscover the "faith" of celestial religions urged by the need for a new
breath.

The man of the West in the last period is depressed by the surrounding visible,
physical, concrete material elements, and needs to tend towards the unseen, mystic,
abstract, meaning, spirit, faith, and religion. What Post-modernism is digging into
with phantasm is finally based on faith.

Key Words: Positivism, Materialism, Enlightenment, Modernism, Post-modernism,
Faith