Science, the Features of Scholar and Morality
1- Ahlak
Ahlak; huy, karakter, mizaç tabiat anlamına gelmektedir. Toplumca ve dinen doğru,
güzel ve iyi görülen davranışlardır. Toplum ahlakının esas kaynağı dindir. Din ise
toplumun saadet ve huzuru için birçok ahlak kuralını ihtiva eder.
Dinin ve toplumun onayladığı güzel huy ve davranışlarla donanmış olan insanlar
iyi ahlak sahibi, bütün bunlardan zıddını ihtiva eden davranışlara sahip olan insanlar
da kötü ahlak sahibidirler.
İhlas, samimiyet, kardeşlik, barış, birlik ve beraberlik, yardımlaşmak, af, vakar,
haya, doğruluk, tevazu, merhamet, komşuluk, sebat ve sabır gibi özellikler ahlaklı
kimselerin özelliklerdir.
İki yüzlülük, kendini övmek, öfke, kin, gıybet, iftira, ihanet, kibir, boşboğazlık,
suizan, lakap takmak, alay etmek, gammazlık, dalkavukluk, haset, fitne fesat çıkartma,
taklitçilik, hırs ve yalancılık da kötü ahlaka sahip kimselerin özellikleridir.
İnsanlara güzel huyları kazandırmak kolay olmadığı gibi, kötü davranışlardan
vazgeçirmek de kolay değildir. Zaman alır, sabır ister. Bu, insanları iyi tanımaya
ve eğilimlerini iyi tanımlamaya bağlıdır. Peygamberimizin bunu en iyi bir şekilde
başardığı görülmektedir. "Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim." diyen Peygamberimiz,
Arap Yarımadasında vahşî, âdetlerinde mutaassıp ve inatçı kavimleri kısa zamanda
kötü ahlak ve âdetlerinden vazgeçirmesi, güzel ahlakla donatarak bütün âleme üstat
ve muallim olarak göndermesi bunu açıkça ispatlamaktadır. Bu başarının altında zor
kullanmak değil, akılları, ruhları, kalpleri ve nefisleri fethederek, kalplerin
mahbubu, akılların muallimi, nefislerin terbiyecisi ve ruhların sultanı olmak yatıyor.1
İyilik yapmak güzel ahlakın eseridir. İyilik yapanların mutlu olması, sevinç
ve iç huzuru duyması, hürmete, muhabbete ve merhamete layık olanlara gerekli ilgiyi
göstermekten lezzet alınması, iyiliklerin içerisinde yerleştirilen peşin bir mükafattır.
Kötülük yapanların çektikleri vicdan azabı, korku, endişe ve huzursuzluk da peşinen
verilen cezayı göstermektedir.2
Günümüzde ahlakı bozacak unsurlar çok artmıştır. İnsanların kendilerini kötülüklerden
korumaları çok güç hale gelmiştir. Başta medeniyetin nimetleri, eskiye nazaran insanları
çok şeye muhtaç ederek fakirleştirmekte ve muhtaç oldukları bu şeyleri elde etmeleri
için helal kazançları yeterli gelmemektedir. Bu da insanları yoldan çıkarıp hile
ve harama sevk ederek ahlakın esaslarını bozmuştur.3
Mahlukatın en mükemmeli olan insanın bozulması, bozuk hayvanlardan daha dehşetli
olmaktadır. Haşerat ve yılanların zehirlemekten lezzet almaları gibi, dalalet bataklığındaki
şerli ve habis ahlaklı insanlar da yaptıkları zulüm ve cinayetlerden lezzet alırlar,
iftihar ederler ve adeta şeytanlaşırlar.4 Ahlakı bozulan bu birkaç fasıkın idaresi
ve asayişlerinin temini, binlerce salih insanın idaresinden daha zordur.5
İnsanlığın başına sarılan kötü ahlakın ve ihtilallerin kaynağı; "Ben tok olayım
başkası açlıktan ölse bana ne?", "Sen çalış ben yiyeyim." cümlelerinde toplanmaktadır.
Bu anlayışlar, zenginleri fakirlere karşı zulme, merhametsizliğe ve ahlaksızlığa;
fakirleri de zenginlere karşı kin, haset ve karşı koymaya sevk ederek, emek ve sermaye
çatışmasına sebep olmuştur. Bu yaralar ancak Kur'an'ın zekat emri ve faiz yasağı
ile tedavi edilebilir.6
2- Bilim Adamı
Bilim adamı, bir bilim dalında yetişmiş kimse, bilgin, sistemli bir şekilde fikrî
faaliyette bulunan, araştırmalar yapan kimse demektir.
Bir bilim adamında bulunması gereken özellikler şunlardır:
» Özgür olmalıdır
» Güzel ahlaklı olmalıdır
» Dürüst olmalıdır
» Pozitif olmalıdır
» Gerçekçi olmalıdır
» Başkalarını takdir etmesini bilmelidir
» İnsaflı olmalıdır
» Değişimci olmalıdır
» Mantıklı olmalıdır
» Önyargısız olmalıdır
» Tarafsız olmalıdır
» Eleştirici olmalıdır
» Seçici olmalıdır
» Ölçme ve deneye dayanmalıdır
» Geniş bir hayal ve yorumlama gücüne sahip olmalıdır
» Hazmedilmiş bilgiler vermelidir
» Evrensel olmalıdır
» Taviz vermeden gerçekleri savunmalıdır
» İlmin izzetini muhafaza etmelidir
Bilim adamlarını ahlaktan ayrı ya da uzak olarak düşünmek imkansızdır. "Peygamberlerin
vârisleri" olmak gibi manevî yüce bir makamları vardır. Bu makama layık olmayan
veya hak etmeyen bilim adamlarına gerçek bilim adamı demek doğru değildir. Bunlara
sahte ya da suistimalci bilim adamı demek daha doğru olacaktır. Bediüzzaman; "Hakiki
âlimler zalim hükümdarlara karşı hak ve hakikati pervasızca söyleyen âlimlerdir."7
diyerek gerçek bilim adamının en önemli özelliğine işaret etmektedir.
Bir bilim adamının ilmiyle amel etmesi lazımdır. Yıllarca kendisini birçok masraf
ederek yetiştiren bir kimsenin ilmiyle amel etmemesinin ne kadar yersiz olacağı
muhakkaktır. Hem dinimiz, bilim adamının bilgilerini insanların yararına kullanmasının
sadaka hükmüne geçeceğine işaret etmektedir.
Bir bilim adamı uzman olmadığı konuda konuşmamalıdır. Bu bilim ahlakına da uymaz.
Zaten başka fen veya sanatta uzman dahi olsalar, sözleri geçerli olmaz. Bilim adamının
tevazu sahibi olması lazımdır. İlmî enaniyetlerini tahrik ederek8 büyüklenme göstermeleri
yakışmaz.
Bazı bilim adamlarının kötü ahlaklarının eseri olarak dünyevî maksatlar için
firavumeşrep adamlarla veya mevcut otorite ile işbirliği yaparak9 bilime ve halka
zarar verdikleri bir gerçektir.
Dindar bir ilim adamının siyasi fikrine muhalif olan salih bir ilim adamını kâfirlikle
suçlaması, kendi fikrindeki bir münafığı da hürmetle övmesi, garazkarane tarafgirliğin
bilim adamları arasındaki kötü sonuçlarını göstermektedir.10
Hırsları ve zekavetleri yüzünden geçim darlığına düşen birtakım bilim adamlarının
iktisat yerine haysiyet, namus ve dinî mukaddesatını feda ederek menfaat elde etme
yoluna gitmeleri ilmin haysiyetini küçük düşürmek anlamına gelmektedir. İlim idareden
üstündür. Bu nedenle bilim adamlarının idarecilerin kapılarını aşındırmaları doğru
değildir. İşin doğrusu idarecilerin bilim adamlarının kapılarını aşındırmasıdır.11
Bilimsel tartışmada bilim adamının tavrı nasıl olmalıdır?
Bilimsel tartışmalardaki ince bir noktayı nazarlara veren Bediüzzaman; haklı
çıkanın insafsızlık edip sevinmemesi, haksız çıkanın ise sevinmesi gerektiğini söyler.
Çünkü haklı çıkan yeni bir şey öğrenmediği için zarardadır, haksız çıkan ise yeni
bir şey öğrendiği için kârdadır. İnsaflı ve hakperest bir bilim adamı hakkın hatırı
için nefsinin hatırını kırarak hasmının elindeki hakikati rıza ile kabul edip memnun
olmalıdır.12
3- Fen-Bilim
Bilim, tahsil, gözlem ve deneylerle elde edilen bilgiler topluluğudur. Bilimin
konusu kainattaki her şey olabilir. Bilimleri fen, sosyal ve din olarak üç ana gruba
ayırmak mümkündür. Bunları biri birinden ayrı düşünmek imkan dışıdır. Sürekli etkileşim
içerisindedirler.
Bediüzzaman; vicdanın ziyası, din ilimleridir. Aklın nuru, medeniyet fenleridir.
İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz
eder. Ayrıldıkları vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile ve şüphe doğar13
diyerek konunun önemini belirtmektedir.
Varlıklara bakış açısını belirleyici iki unsur vardır. Bunlardan birisi iman,
diğeri felsefedir. Dine dayanmayan fen ve felsefe her şeyi soğuk, hayatsız, karanlık
ve dehşetli gösterir. Varlıkların yaratıcısı ile olan bağlarını keser. Bunun sonucunda
da "kendi kendine olmuş", "sebepler yarattı", "tabiat yarattı" gibi hiçbir dayanağı
olmayan hipotezler ortaya atılmış ve insanlar dinsizleştirilmeye çalışılmıştır.
Belirleyici diğer unsur olan iman nuru, kainatı baştan başa şenlendirip güzelleştirip
büyük bir mescide ve ibadethaneye çevirmektedir.14 Çünkü her şey yaratıcısı ile
birlikte vardır.
Öncelikle kainatta görünen ve görünmeyen her şey Allah'ın ilminde mevcuttur.
Bütün ilimlerin başlangıcı ezelî ve ebedî olan Allah'a dayanmaktadır.
Bilimin faydalı ve faydasız olanı vardır. Faydasız ilimden Allah'a sığınmak gerekir.
Bilimin şu kısmı faydalı, şu kısmı da faydasız diye net bir şekilde ayrım yapmak
mümkün değildir. Burada ayrım yapmak için en iyi ölçü niyettir. Kötü niyetli bilim
adamları ya da bilimi kullanan insanların en faydalı şeyleri faydasız hale getirdiklerine
çok defalar şahit olunmaktadır. Bugün bilim ve teknolojinin ürettiği birçok âlet,
kötü emeller taşıyanlarca dehşet âletine dönüştürebilmektedir.
Fenlerin kendi lisanlarıyla sürekli Allah'ı tanıttıklarını15 belirten Bediüzzaman;
"insan bu âleme ilim ve dua vasıtasıyla mükemmelleşmek için gelmiştir. Mahiyet ve
yetenekleri itibariyle her şey ilme bağlıdır. Bütün hakiki ilimlerin esası, madeni,
nuru ve ruhu Allah'ı bilmek ilmidir."16 demektedir.
Gerçek ilim özgür ortamlarda yapılabilir. Özgürce düşündüklerini ortaya koyamayan
ve ilmî araştırmalarını yapamayan bir bilim adamı sürekli kısıtlanarak ve baskı
altında olarak iyi bir araştırma yapması mümkün değildir.
Bediüzzaman'a göre; ilimde istibdat olamaz. Olduğu takdirde ilimlerin gelişmeleri
mümkün değildir. Eski dâhî bilim adamlarının parlak ve şaşaalı sözlerinin üzerine
yatarak çok asırlar insanlığı tahakkümleri altında tutarak gelişmelere engel olunduğuna
tarihin şahittir.17
4- İlimde Ahlak (Etik) Anlayışı
Bir bilim adamını baskı altında tutmak ve kısıtlamak ilim ahlakına sığmadığı
gibi, her bilimin kendi disiplini içerisinde uyulması gereken kurallarına da uymamak
ilim ahlakına sığmaz.
İlmî çalışmalardaki edep ile günlük yaşamdaki edep arasında birtakım farklılıklar
görülebilmektedir. Tabi ki, bu insanî ve ahlakî değerlerden taviz verme anlamına
gelmemelidir. Bilim adamı çalışırken dürüstlük ve hakkaniyetten ayrılmamalıdır.
İlmî çalışmalarda usul ve ahlakî değerler göz önünde bulundurularak çalışılmalıdır.
İnsanlığın yararına olacak şeyler, birtakım engelleyici değer yargılarından arındırılarak
rahatça araştırılabilmeli ve çözüm bulunabilmelidir.
Bir doktor doktorluk sıfatıyla zaruret halinde bir namahremin en namahrem yerine
bakabilir. Buna ahlaksızlık denilmez, belki tıp ahlakı bunu gerektirir denilir.
Fakat aynı doktor başka bir sıfatla o namahremlere bakamaz. Bakarsa ahlaksızlık
olur.18
Sonuç
İnsanı ahlaktan ayrı düşünmenin imkanı yoktur. Sınırsız duygularla donatılarak
bu dünyaya gönderilen insanın her bir duygusuna da sınır konmamıştır. Bu duyguları
sınırlayacak olan akıl ve vicdandır. Aklı besleyip aydınlatan bilgidir. Vicdanı
ise, iman ve buna bağlı olarak ahlakî değerler besler. Herkesin başına bir yasakçı
konulamayacağına göre aklın ve vicdanın sağlıklı beslenmesi şarttır. Aksi takdirde
kanun ve kural tanımayan insanların çoğunlukta olduğu toplum içerisinde güven ve
huzur içerisinde yaşamak mümkün olmaz.
Öz
İnsanı ahlaktan ayrı düşünmenin imkanı yoktur. Sınırsız duygularla donatılarak
bu dünyaya gönderilen insanın her bir duygusuna da sınır konmamıştır. Bu duyguları
sınırlayacak olan akıl ve vicdandır. Aklı besleyip aydınlatan bilgidir. Vicdanı
ise, iman ve buna bağlı olarak ahlakî değerler besler. Herkesin başına bir yasakçı
konulamayacağına göre aklın ve vicdanın sağlıklı beslenmesi şarttır. Aksi takdirde
kanun ve kural tanımayan insanların çoğunlukta olduğu toplum içerisinde güven ve
huzur içerisinde yaşamak mümkün olmaz.
Bu çalışmada ahlak ve bilim ilişkisi üzerinde durularak bilim adamının özellikleri
anlatılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Ahlak, bilim, fen, bilim adamı
Abstract
Man can not be considered separate from the ethics. Man has been equipped with
unlimited emotions, and those emotions do not have a border. Only, reason and conscience
might put some borders against these emotions. Knowledge feeds and illuminates the
reason. In the case of the conscience, the belief and the relevant ethical values
feed the conscience. It is necessary to feed up the reason and conscience properly
due to the impossibility of assigning to eveybody a banner. Otherwise, it is not
possible to live peacefully and securely in a society in which the majority does
not conform to the rules and regulations.
This article discusses the connection between ethics and science, and the features
of the scholar.
Key Words: Ethics, science, natural science, scholar
Dipnotlar
1. Nursi, Bediüzzaman Said, 2004, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul,
s. 374.
2. Nursi, Bediüzzaman Said, 2005, Lem'alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, s.
652-654.
3. Nursi, Bediüzzaman Said, 2004, Sözler, s. 1160.
4. Nursi, Bediüzzaman Said, 2005, Lem'alar, s. 229, 230.
5. A.g.e., s. 305,.
6. Nursi, Bediüzzaman Said, 2004, Sözler, s. 661.
7. Nursi, Bediüzzaman Said, 2004, Sözler, s. 1228.
8. Nursi, Bediüzzaman Said, 2005, Asa-yı Musa, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul,
s. 16.
9. Nursi, Bediüzzaman Said, 2005, Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, s.
723.
10. A.g.e., s. 451.
11. Nursi, Bediüzzaman Said, 2005, Lem'alar, s. 365.
12. A.g.e., s. 387, 388.
13. Nursi, Bediüzzaman Said, Münazarat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul.
14. Nursi, Bediüzzaman Said, 2005, Asa-yı Musa, s. 133.
15. A.g.e., s. 40.
16. Nursi, Bediüzzaman Said, 2004, Sözler, s. 504.
17. Nursi, Bediüzzaman Said, 2005, Lem'alar, s. 202.
18. A.g.e., s. 182.