The Religious and Moral Education of Children and Youth

Giriş

Dünyanın bilim ve teknoloji çağını yaşadığı bir dönemde bulunuyoruz. Her alanda
büyük gelişmelerin, ilerlemelerin yaşandığına şahit oluyoruz. Buna rağmen insanlık
tam olarak huzur ve mutluluğu bulabilmiş değil.

Her tarafta şiddetin, terörün, zulmün, insan haklarına tecavüzün, baskının, yalanın,
hilenin, entrikanın; kısaca insanın ruhunu karartan her türlü kötülüğün hakim olduğunu
görüyoruz. Bugün, insanlar arası ilişkilerin dumura uğradığı, insanın yalnızlaştığı
ve yabancılaştığı, aile içi iletişimin kopma noktasına geldiği ve birçok aile dramlarının
yaşandığı, ümidimiz ve geleceğimiz olan çocukların, gençlerin çeşitli suçlara hatta
uyuşturucu batağına saplandığı ve ahlakının giderek bozulduğu bir dönemde yaşıyoruz.

Hayat, sadece dünyevî istek ve arzularla sınırlı hale gelmiş maalesef. Gazetelerde,
televizyonda veya internette basit bir tarama yapıldığında karşılaşılan veriler
bile insanı dehşete düşürmeye yetiyor.

Kadınların başına gelenler, tacizden, tecavüzden, şiddete maruz kalmaktan öldürülmeye
kadar uzanıyor. Bu olayların en gelişmiş ülkelerdeki oranları bile korkunç boyutlarda.
Şiddet ve savaş mağdurları, fuhuş sektörüne itilenler ya da organları için kesilip
satılan çocuklar… Özenilmiş hayatların arkasından koşan gençler… Hayatta kalabilmek
için verdikleri mücadeleyle Afganistan ve benzeri ülkeler… Bir yanda, açlıktan kaburgaları
sayılan Afrikalı çocuklar ve diğer tarafta yolda yürüyemez hale gelmiş obezler…

Nefsanîliğin aklı ve kalbi öldürdüğü bir zaman diliminde bulunuyor insanlık.
İnsanın kalbine kasvet veren bu manzaralardan çıkış için tek ümit ışığı, inanç ve
güzel ahlak prensipleridir. Bunalım çağını yaşayan insanlar, huzur ve mutluluğu
İslam'ın getirdiği bu prensipleri uygulayarak bulacaktır. Bu nedenle, başta Müslümanlar
olmak üzere tüm insanlığın İslam'ı, dolayısıyla Hz. Peygamber'i yeniden keşfetmeye
ihtiyacı vardır.

İslam, İnsan İlişkileri ve Ahlak

İnsanların yeryüzünde mutlu ve huzurlu yaşayabilmeleri için, öncelikle birbirleriyle
olan ilişkilerini sağlıklı bir zemine oturtmaları gerekir. Bunun için de, birbirleriyle
diyalogu kesmemeleri, aksine dostluğun devamını sağlayıcı tedbirler almaları lazımdır.

Arapça'da "seciye, tabiat, huy" gibi mânâlara gelen ahlâk, insanın iyi veya kötü
olarak vasıflandırılmasına yol açan manevi nitelikleri, huyları ve bunların etkisiyle
ortaya koyduğu iradeli davranışlar bütünü şeklinde tanımlanmıştır. "Huluk" kelimesinin
çoğuludur. Genellikle insanın gözle görünen biçimine (şekil, sûret, beden) halk;
görünmeyen, basiretle algılanan manevi biçimine (sîret, nefs, ruh) de huluk denilmiştir.1
İslâm ahlâkının kaynağı da yüce Allah'tır. Başka bir ifade ile Kur'an ve Sünnettir.

Allah Teala, insanı ahlak şuuruna ve hissine sahip olarak yaratmıştır. Doğuştan
insanın yapısında, benliğinde iman ve ahlak şuurunun mevcut olmasına "fıtrat" denilmiştir.
Allah insanları bu fıtrat üzerine yaratmıştır.2 Bir hadiste, "Doğan her bebek fıtrat
üzere doğar"3 buyurulmuştur. Bu ayet ve hadisten de anlaşıldığı gibi, insan ahlaken
temiz bir şekilde yaratılmıştır. Allah, çeşitli sebeplerle fıtrattan uzaklaşan ve
ahlakı bozulan insanları, gönderdiği peygamberler ve kitaplarla uyarmıştır. Kur'an'da
bu husustaki emirlerden bazıları şöyledir:

"Doğru söyleyiniz" (Ahzab, 70). "Verdiğiniz söze bağlı kalınız" (İsra, 34). "Emaneti
sahibine veriniz" (Bakara, 283). "Adil olunuz" (Maide, 8). "Affediniz, bağışlayınız"
(Bakara, 109; Nur, 22). "Sabırlı olunuz" (Âli İmran, 200). "Şükrediniz" (Bakara,
152, 172)…

İnsan ilişkileri açısından Hz. Peygamber'in yaşantısı dikkate alındığında, daima
olumlu davranışlarla örnek olduğu ve menfaat ilişkilerini, çatışmaya dönüşmeden
ve haksızlığa kapı açmadan çözmeye yönelik tedbirler aldığı görülür.

Meselâ şöyle buyurur Allah Resulü: "Allah'a ve ahiret gününe inanan, komşusuna
eziyet etmesin". Yani o, insan ilişkilerinde saygı ve samimiyete dayalı mükemmelliği,
inanç noktasından kişiyi motive ederek sağlamaktadır.

Bir ikinci husus da, farz ya da nafile cinsinden ibadetlerin hemen hepsinde,
doğrudan veya dolaylı olarak, insan ilişkilerine olumlu katkı sağlayacak özelliklerin
olmasıdır.

"Müslüman, elinden ve dilinden insanların emin olduğu kimsedir" diyen Hz. Muhammed
(s.a.v.), insan ilişkileri meselesini birinci öncelikli problem olarak ele almış,
sadece inanan insanların değil, dini, dili, ırkı, cinsiyeti, sosyal statüsü farklı
olsa da tüm insanların aynı haklara sahip olduklarını açık bir şekilde dile getirmiştir.
İnsanlar arasında ayırım yapmanın doğru olmadığını net bir tavırla ortaya koymuştur.

İnsanlarla diyaloga önem veren Hz. Peygamber (s.a.v.), aralarında hiçbir ayırım
yapmaksızın, kişilerin birbirleriyle olan ilişkilerinin sağlam prensiplere bağlanmasını
istemiş ve bunun ölçülerini ortaya koymuştur. Bu husustaki hadislerden bazıları
şu şekildedir:

"Sizden biriniz kendisi için istediği bir şeyi, kardeşi için de istemediği sürece
gerçek anlamda iman etmiş olmaz."

"İman etmediğiniz sürece cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmediğiniz sürece
de iman etmiş olmazsınız. Davranış haline getirdiğiniz zaman birbirinizi seveceğiniz
bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamlaşmayı yaygın hale getirin."

"Müslüman Müslüman'ın kardeşidir. Ona zulmetmez. Onu zalimin elinde yardımsız
bırakmaz. Kim dünyada kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun ihtiyacını
giderir…"

"İmanı en mükemmel mümin, ahlakı en güzel olan mümindir."4

Bunlara benzer pek çok hadis, Hz. Peygamber'in insan ilişkilerine ve ahlaki davranışlara
ne kadar önem verdiğinin en açık delilidir.

Ebedi risaletin sahibi Hz. Peygamber, insanî bütün meziyetleri kendinde toplamış
müstesna bir şahsiyettir. Merhamet, şefkat, yardımlaşma, affetme, doğruluk, adalet,
barış, cömertlik, arkadaşlık, dostluk, nezaket, nezafet vb. bütün güzel hasletleri
onun söz ve davranışlarında net bir şekilde görmekteyiz.

Bugün insanlık onun yaşam biçimine muhtaçtır. Çünkü o ne söylemişse, yüce Yaratıcı'nın
bildirmesiyle söylemiş ve Yaratıcı her konuda, "söylenecek son sözü söylemek üzere"
onu seçmiştir.

Tarih, Hz. Muhammed'e yapılan kötülük ve hakaretlerin pek çok çeşidini kaydetmiştir.
Ama Efendimiz tarafından söylenmiş bir tek çirkin söz ve davranış yoktur. Çünkü
O, bizim için her konuda en güzel örnekleri vermek üzere, muhteşem bir yaratılış
ve ahlakla donatılmıştır.

Hz. Ali, O'nun güzel ahlakını şöyle özetlemektedir:

"Hz. Peygamber, güler yüzlü, güzel huylu, nazik kalpli idi. Hiçbir zaman kaba
ve sert davranmazdı. Onun ağzından hiçbir kötü söz çıkmazdı. Kimseyi ayıplamaz ve
kalbini kırmazdı. O kendi hesabına üç şeyden sakınırdı:

– Tartışma ve çekişmeye girmekten,

– Gereğinden fazla söz söylemekten,

– Kendisini ilgilendirmeyen işlerle uğraşmaktan.

Başkaları adına da üç şeyden sakınırdı:

– İnsanları tenkit etmekten,

– Bir kimseye hakarette bulunmaktan,

– Başkalarının sırlarını öğrenmeye çalışmaktan."

O bir müjdecidir. İnsanlara, saadeti, kurtuluşu, huzuru müjdelemiştir. Ebedi
mutluluğun yollarını göstermiştir. Getirdiği prensiplere uyulduğunda, sadece ahiret
değil, dünya hayatı da cennete dönecektir. Birbirlerinin iyiliklerini düşünen, yardımlaşan,
dertlerini, sevinçlerini paylaşan, karıncayı dahi incitmekten çekinen bir toplum
onun gayretleri sonucu ortaya çıkmıştır.

O, adaletten ve doğruluktan ayrılmamıştır. Çünkü o, "Muhammedü'l-emin"dir. Daima
doğruyu söylemiş ve her söylediği sözün arkasında durmuştur. O, sabırlı ve hoşgörülüdür.
Çok cömerttir. Şefkat ve merhamet timsalidir. Çünkü o, "Alemlere rahmet olarak gönderilmiştir."

Çocuklarda Ahlak Eğitimi

Kur'an'da, "Allah sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmezler olarak çıkardı"5
buyurulmaktadır. Böylece insanın öğrenmeye ve terbiyeye olan ihtiyacı dile getirilir.
Mesela hayvanlar dünyaya gelmelerinden kısa bir süre sonra hayat şartlarına uyum
gösterirken, insan bir-iki senede ancak ayağa kalkabilir. Kendini idare edebilecek
bir seviyeye ancak on beş yaşından sonra gelir. Hayatı boyunca da öğrenmeye muhtaçtır.
Bediüzzaman'ın ifadesiyle, "İnsanın vazife-i fıtriyesi taallümle tekellümdür".6

Bu esasa dayanarak, İslami kaynakların pek çoğunda şu ortak görüşe yer verilir:
"Çocuk anne ve babasını yanında bir emanettir. Tertemiz kalbi, her çeşit nakış ve
şekilden uzak, saf, kıymetli bir cevherdir. Her türlü şeye kabiliyetli olduğu gibi,
kendisine verilen her şeyi almaya da yatkındır. Eğer çocuk iyiliğe alıştırılır,
güzel şeyler öğretilirse iyilik üzere büyür. Dünya ve ahirette mesut olur."7

Peygamber Efendimiz, insanın bu vasfını şu hadisiyle dile getirmiştir: "Her çocuk
fıtrat üzere doğar. Konuşmaya başlayıncaya kadar bu hal üzere devam eder. Sonra
anne ve babasının tesiriyle Yahudi, Hıristiyan, Mecusi vs. olur."8

Başka bir hadislerinde, "Babanın evladına güzel terbiyeden daha iyi bir hediye
veremeyeceğini"9 bildirerek, terbiyenin insan hayatındaki yerini vurgulamıştır.
Yine, "Çocuklarınıza ikram edin ve terbiyelerini güzel yapın",10 "İnsanın öldükten
sonra geride bıraktığı en hayırlı şeylerden birinin, yetiştirdiği salih evlat"11
olduğu buyurulmuştur.

Çocuğun eğitimi konusunda Hz. Ali'nin şu sözü zikredilmiştir: "Evlâdınızı bulunduğunuz
zamandan başka bir zaman için talim ve terbiye ediniz. Çünkü onlar sizin zamanınızdan
başka bir zaman için halk olunmuşlardır. Çocuğun terbiyesinde sakın kusur gösterme;
zira o, senin zamanından başka bir zaman için yaratılmıştır."

Bu terbiye nasıl olmalıdır? Peygamber Efendimiz, çocuğun hayır üzere yetiştirilmesi
halinde yine hayır üzere yaşayacağını, dünya ve ahirette mesut olacağını beyan etmektedir.
Hayır üzere yetiştirmenin yolu da, çocuğa doğduğu andaki safiyetini, güzel ahlak
ve salih yaşayış istikametinde devam ettirmesini temin edecek hayat prensiplerini
benimsetip kazandırmaktır. Bu prensipler de, en mükemmel şekliyle İslam'da mevcuttur.
Kur'an ve Sünnet, baştan başa insanı sonsuz kemal mertebelerine yüceltecek esaslardan
ibarettir. Bunun içindir ki, çocuğun babası üzerindeki haklarından biri, kendisine
Kur'an eğitimi verilmesidir.

İslam dünyasının yetiştirdiği büyük sosyologlardan İbni Haldun, çocuğun eğitimine
Kur'an'la başlanması konusunda şunları söyler:

"Çocuklara Kur'an talim etmek dinin şeairinden bir şiardır. Müslümanlar bunu
esas alarak, bütün beldelerinde yaygın olarak Kur'an eğitimi yapmışlardır. Çünkü
Kur'an ayetlerine ve hadislere dayanan İslam inancının kalplerde kökleşmesi, her
şeyden önce bu şiara bağlıdır. Onun için Kur'an öğretimi esas haline gelmiş olup,
daha sonra hasıl olan melekeler bu esas üzerine bina edilmiştir. Bunun sebebi şudur:
Küçüklerin eğitimi çok daha fazla köklü olup, daha sonraki yaşlarda alınan eğitim
ve öğretime temel teşkil eder. Çünkü kalpler ve zihinler diğer melekelerin temelidir.
Üzerine bina edilen şeyin tarzı ve durumu, temele bağlıdır."12

Günümüzde çocukların, ruh sağlıkları yerinde ve insanî vasıflara sahip olarak
yetişmeleri için daha fazla çaba sarf edilmektedir. Artık çocuğun dünyasına girilmiş,
onun ruhunun gerçek zenginliği anlaşılmaya başlanmıştır. Bugün çocuğun geçirdiği
gelişim evreleri bilinmekte ve eğitim bu evrelerin özelliğine göre düzenlenmektedir.
Eğitim yöntemleri, araç, gereç ve malzemeleri de yeniden ele alınmakta, değiştirilmekte
ve geliştirilmektedir. Çocuk sanki yeniden keşfedilmektedir.

Dünyada yapılan bilimsel araştırmaların sonuçları, çocukluk yıllarında kazanılan
davranışların büyük bir kısmının yetişkinlikte bireyin kişilik yapısını, alışkanlık,
inanç ve değer yargılarını biçimlendirdiğini ve sağlam bir kişiliğin temelinin ilk
çocukluk yıllarında atılabileceğini göstermiştir. Çocuğun Antropolojisi ve Pedagojik
Antropoloji gibi bilimler de eğitim ve öğretimi daha güçlü kılacak görüş ve tecrübeleri
belirlemeye çalışmaktadır. Böylece çocuklara verilecek bilgilerin içinde bulundukları
yaş grubunun özelliklerine, ihtiyaçlarına ve kapasitelerine uygun düşmesi sağlanmaktadır.
Çocukların dini gelişimi, bu gelişimi etkileyen faktörler zihinlerinin, ruhlarının
ne tür bir eğitimi kabulleneceği vb. konularda kuramlar, yöntemler geliştirilmekte,
eğitici durumunda olanların, küçüklerin dini gelişiminden haberdar olması, hangi
yöntemin din eğitiminde yararlı, hangi yöntemin dini gelişimi tahrip edici olduğu
ortaya konmaya çalışılmaktadır.

Ülkemizde, din eğitimi ve öğretimi alanında bu türden çalışmaların epeyce gecikmiş
olduğunu söyleyebiliriz. Din eğitimi, çoğu zaman yön verici öğütler, emir ve yasaklar,
söyletilmesi ve ezberlenmesi gereken kurallar bütünü olarak ele alındığından, karakter
gelişimine beklenen olumlu tesiri yapamamaktadır.

Günümüzde çocuğun din eğitimi ve öğretimi ile ilgili olarak geliştirilen teorilerde
şu fikir üzerinde önemle durulmaktadır: Çocuklara erken yaşta din hakkında bilgi
verilmez gerekçesiyle din öğretiminin ileriki yaşlara tehir edilmesi doğru değildir.
Din farklı motiflerine ayrılmalı, din öğretimi, öğrencilerin kavrayışını göz önünde
bulundurarak, yıllara göre programlanmalıdır. Böylece öğrenciler, her geçen yıl
dinin bütünü hakkında biraz daha doğru bilgi sahibi olacaklardır.

Din olgusunun, iman, ibadet ve ahlâk esaslarına ait malzemesi belli gelişim basamağında
işlendiğinde, çocuklar için daha etkili olur.

Çocuğun gelişim düzeyine uygun olmayan, ilgi ve ihtiyaçlarına cevap vermeyen
bir program, yalnızca öğretimi başarısız kılmakla kalmaz, aynı zamanda çocuğun gelişimini
de büyük ölçüde etkiler.

Risale-i Nur'da çocuk, Allah'ın anne ve babaların gözetim ve terbiyesine emanet
ettiği sevimli ve şirin bir varlık olarak tanımlanmıştır. Tertemiz kalbiyle, verilecek
her şeyi almaya kabiliyetlidir.

Bediüzzaman da, temel dini eğitimin çocuklara küçük yaşta verilmesinin önemine
dikkat çekerek, bunun yapılmaması durumunda ortaya çıkacak olumsuz sonuçlar üzerinde
durmuştur.

"Bir çocuk, küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imanî alamazsa, sonra pek zor ve
müşkül bir tarzda İslâmiyet ve imanın erkânlarını ruhuna alabilir. Âdetâ gayr-ı
müslim birisinin İslâmiyet'i kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabani düşer. Bilhassa,
peder ve validesini dindar görmezse ve yalnız dünyevî fenlerle zihni terbiye olsa,
daha ziyade yabanilik verir. O halde o çocuk, dünyada peder ve validesine hürmet
yerinde istiskal edip çabuk ölmelerini arzu ile onlara bir nevi belâ olur. Âhirette
de onlara şefaatçi değil, belki dâvâcı olur: 'Neden imanımı terbiye-i İslâmiye ile
kurtarmadınız?'"13

Buna göre, çocuğun eğitimine, küçüklüğünde kuvvetli bir iman dersi verilerek
başlanmalıdır. Ayrıca, dini eğitim verilirken, öğretilen şeylerin fiili olarak yaşanması
da büyük önem taşımaktadır. Çünkü hal dili dediğimiz yaşayarak gösterme, sözle verilen
derslerden çok daha etkilidir. Sözle anlatılanların hayata geçirilmesi, eğitimden
beklenen sonuçların alınması şansını kuvvetlendirir.

Çocuklarımıza dini eğitim vermeyi ihmal ettiğimiz zaman, ahiret saadeti bir yana,
dünyadaki huzurumuzu da kaybederiz. Bediüzzaman'ın ifadesiyle, "Dini terbiye olmazsa,
Müslümanlarda istibdad-ı mutlak ve rüşvet-i mutlakadan başka çare olamaz. Çünkü,
nasıl bir Müslüman şimdiye kadar hakiki Yahudi ve Nasrani olmaz; belki dinsiz olur,
bütün bütün bozulur. Öyle de, bir Müslüman Bolşevik olamaz; belki anarşist olur.
Daha istibdad-ı mutlaktan başka idare edilmez."14 Yaşadığımız tecrübeler bu gerçeği
anlatmaya yetiyor.

İslâmiyet, çocuğun aile içindeki dini ve ahlâki eğitimi hususunda işi oluruna
bırakmayan bir anlayışa sahiptir. Bu anlayışın ışığında Bediüzzaman, çocuğa verilmesi
gereken terbiyede nasıl bir tutum takip edilmesi gerektiğini şöyle ifade etmektedir:
"Yedi yaşına gelen bir çocuğa namaz gibi farzları, peder ve valideleri onları alıştırmak
için teşvikkârâne emretmek ve on yaşına girse şiddetle namaz kıldırmak ve alıştırmak
şeriatta var."15

Buradaki "teşvikkârâne emretmek" ifadesinden, çocuğa verilen ilk ve esas terbiyenin
telkinle ve şefkatle yapılması gerektiği anlaşılmaktadır. Fakat babanın ve özellikle
annenin, çocuğa gösterdikleri şefkatte ölçülü olmaları gerekir. Çocuğa karşı duyulan
şefkatin hiçbir zaman onun şımartılmasına ve terbiye konusunda başıboş bırakılmasına
sebep olmamalıdır. Çünkü bu durum, çocuğa kötü ahlak ve alışkanlıklar kazandırabilir.

Görülüyor ki, çocuğun dini bilgi ve terbiyeden mahrum edilmesi, ona hem dünyası,
hem de ahireti bakımından yapılabilecek en büyük kötülük olmaktadır. Bediüzzaman
böyle bir anlayışın karşısına çıkmakta ve çocuğun maddi istikbali düşünüldüğü kadar,
manevi yönünün de ihmal edilmemesi gerektiğini savunmaktadır. Anne ve babanın, çocuğun
dini ve ahlaki terbiyesinde gösterdikleri ihmal, onların bizzat çocukları tarafından
eziyetlere ve zulümlere uğramalarını netice vermektedir. Dini ve ahlaki terbiyeden
mahrum bir çocuk, herkese karşı olduğu gibi, anne ve babasına karşı da hürmetsizlik
gösterecektir.16

İslam'da din ile ahlak iç içedir. Bu nedenle dini eğitimin yanında, küçük yaşlardan
itibaren çocuğa iyi bir ahlak eğitiminin de verilmesi gereklidir. Çocuklarımıza
Kur'an'ı öğretirken sadece okumasını değil, aynı zamanda onun nasıl bir kitap olduğunu,
nelerden bahsettiğini ve hangi hakikatleri bize ders verdiğini de anlatmalıyız.
Böylece, Kur'an'a karşı hürmet ve muhabbeti kalbinde ve ruhunda uyandırmalıdır.
Çünkü çocuğa Kur'an öğretmek ifadesi, genel anlamda onlara dinini, ahlâkını öğretmeyi
içine alan bir eğitim ve öğretim sistemini ifade etmektedir.

Çocuklar, temiz ve beyaz bir levhayı andıran ruhlarına güzel şeylerin, iyi ahlakın
ve dini hakikatlerin telkinine muhtaçtır. Onların kötülüklerden uzak, iyiliklere
meyilli yetiştirilmeleri, bu dini terbiyeyi daha küçük yaştan itibaren ruhlarına
sindirmekle mümkündür. Adalet, doğruluk, cömertlik, sözünde durmak, alçak gönüllülük,
sabır, şükür, edep… gibi güzel davranışlar çocuğa sevdirilmeli; zulüm, yalan söylemek,
alay etmek, kibir, iftira, çekememezlik… gibi kötü davranışlardan uzak tutulmalıdır.

Bediüzzaman'a göre, çocuğun anne ve babasına hürmeti, sevgisi de kuvvetli bir
iman dersi almasına bağlıdır.

Görüldüğü gibi, çocuk terbiyesinde dikkat edilmesi gereken en önemli husus, çocuğa
gerçek bir iman, ahlak ve fazilet duygusunun verilmesidir. Bu şekilde yetiştirilen
bir çocuk, hem dünya hem de ahiret saadetini kazanacaktır.

Eğitim bilimi, aileyi çocuğun eğitiminde etkili olan kurumların başında sayar.
İlk eğitimin ailede verildiği ve ilk öğretmenlerin anne-baba olduğu görüşünü kabul
eder. Bu açıdan anne ve babanın çocuğa karşı bazı sorumlulukları vardır. Bu sorumluluk
özellikle çocuğun maddi ve manevi hayatını ilgilendiren alanlarda kendisini göstermektedir.
Burada yerine getirilmesi gereken en önemli sorumluluk, dini ve ahlâki terbiyedir.
Bunun anne ve babaya hem bir hak hem bir sorumluluk olarak yükletilmiş olması, İslâm'da
çocuk terbiyesine verilen önemin en açık delilidir. Çocuğun doğumundan sonra belli
dönemlerde, anne ve baba tarafından bazı terbiye telkinlerine tabi tutulması gerekir.

Bediüzzaman da, ahlak eğitimine aileden başlanması gerektiğini vurgular. Evlerin
iman hakikatlerinin öğrenildiği birer irfan mektebi haline gelmesiyle evlilik sünnetinin
ikmal edilebileceğini söyler. Evlerimizde daima Kur'an sesi yükselmeli, okunmalı,
dinlenmeli. İman hakikatleri terennüm edilerek huzur solunmalıdır. Çocuklar böyle
bir manevi atmosfer içerisinde büyümelidir. Çocuk hak ve hakikati görmeli, güzelliklere
şahit olmalıdır. Anne-baba başta olmak üzere diğer büyükler sadece sözle değil,
yaşayışlarıyla da İslam'ın güzelliklerini sergileyerek çocuklara güzel örnek olmalıdırlar.
Söylenenler ve yapılanlar birbiriyle uyumlu olmalıdır. Bu hususta ilk öğretmen olan
anneler, çocukların başta 0-6 yaş dönemi olmak üzere her dönemde onların göz, kulak
ve kalplerine yönelik olumlu uyarılar almalarını sağlamalıdırlar.

 Said Nursî, insanın en birinci üstadı ve tesirli mualliminin annesi olduğunu,
hayatından örnek vererek izah etmeye çalışmıştır.

Çocukların dini ve ahlaki terbiyelerini ihmal etmek, dünya saadeti elde etmeleri
için Kur'an'dan ve din eğitiminden mahrum bırakmak, ahirette şefaatçi olacak yavruların
"Niçin benim imanımı kuvvetlendirmediniz!" diye şikayetlerine sebep olacaktır.

Gençlerde Ahlak Eğitimi

Gayet güzel, şirin ve ilahi bir nimet olan gençlik, aynı zamanda nefsâni arzuların
en heyecanlı zamanıdır. Duyguların en kuvvetli ve ateşli olduğu bir dönemdir. Bediüzzaman'a
göre, gençlik damarı akıldan ziyade hisleri dinler. His ve heves ise kördür, akıbeti
görmez. Bir dirhem hazır lezzeti, ileride bir batman lezzete tercih eder; bir dakikalık
intikam zevki için bir adamı katleder. Bir dakikalık gayri meşru hazza karşılık
seksen bin saat hapis elemi çeker. Bir saatlik bir sefahat keyfi ile, bir namus
meselesinde, binler gün hem hapsin hem de düşmanın endişesinden sıkıntılarla ömrünün
saadeti mahvolur. Bunlar gibi, biçare gençlerin çok vartaları var ki, en tatlı hayatı,
en acı ve acınacak bir hayata çeviriyorlar.

Allah'ı tanıyan ve ahirete inanan bir genç ise, kendisine verilen gençlik nimetinin
Allah'ın hediyesi ve ihsanı olduğunu düşünür, onun emaneten verildiğine inanır.
Emaneti, sahibinin emri ve rızası yönünde kullanmakla bu güzel nimetin ebedi bir
surette ahirette tekrar verileceğine inanır.

Gençliğin iman, iffet ve taatte kullanılmaması sadece Allah'a karşı değil, kişinin
kendine, ailesine ve milletine karşı hesapsız zarar ve ziyanlara yol açmaktadır.
İşte bakınız hastaneler, gençliğini kötüye kullanan insanların feryatlarıyla inlemektedir.
Hapishaneler gençlik taşkınlığı ile meşru olmayan hayatın tokatlarını yiyen bedbaht
gençlerle doludur. Sefahat köşeleri manevi gıdasızlık nedeniyle sıkıntılarını içki
ve eğlenceyle kapatmaya çalışan insanların uğrak yerleridir

Toplumsal yapının en canlı ve hareketli unsuru gençlerdir. Yaşları gereği hissiyatları
çok şiddetli, nefisleri ifratkardır. Bu hususiyetlerinden dolayı tecavüze, hakları
ihlal etmeye, zulüm ve tahribata çok yatkındırlar. Toplumsal hayatın ahengini bozacak,
huzuru dinamitleyecek bu risklere karşı tek çare cehennem fikridir. Eğer gençlerde
cehennem endişesi olmazsa güçlü olan haklıdır ilkesiyle o sarhoş delikanlılar, heveslerinin
tutsağı o gençler zayıflara, acizlere, ihtiyarlara dünyayı cehenneme çevirebilirler.
Bediüzzaman, Allah'a ve ahirete imanın, toplumun her kesiminde olduğu gibi, gençlerde
de hükmetmesi halinde, sosyal birçok problemin, anarşinin, tahrip ve tecavüzün önlenebileceğini
ifade eder.

Sonuç

İnsana ve topluma zarar veren davranışlarla, toplumdaki ahlaki sorunlar arasında
yakın bir bağ vardır. Aile yapısını ve kamu düzenini bozan, toplumun temellerine
ve moral değerlere zarar veren, toplum barışını dinamitleyen, zulüm, haksızlık,
kan davası, gasp, soygun, şiddet, intikam, içki, kumar, hırsızlık, kin beslemek,
yetim malı yemek, yalan, fuhuş, gıybet gibi davranışlar çağımızın temel sorunlarıdır.

Oysa, İslam'ın en başta gelen hedeflerinden birisi, toplum huzurunun korunmasıdır.
Hz. Peygamber, hayatı boyunca zulmün yerine adaleti, düşmanlığın yerine kardeşliği,
sürtüşmenin yerine dayanışmayı getirmiştir. Toplumda barışın hakim olmasını hedeflemiştir.
Doğruluk, adalet, güven, nezaket, hoşgörü, cömertlik gibi ahlaki davranışlarıyla
ve sevgi, şefkat ve merhamet dolu aile hayatıyla tüm insanlığa örnek olmuştur.

Günümüzde, uyuşturucu kullanımı ve madde bağılılığı çocuklarımızı ve gençlerimizi
tehdit etmektedir. Bu konuda, Sağlık Bakanlığının yaptırdığı bir araştırmada, Türkiye'de
okullarda uyuşturucu madde kullanımının giderek yaygınlaştığı ve ürkütücü boyutta
olduğu belirlenmiştir. Alkol ve sigarada durum daha da vahimdir. Çocuklarımızı bu
kötülüklerden korumanın ve kurtarmanın yegâne yolu, imanlı ve güzel ahlaka sahip
bir nesil yetiştirmektir. Bunun için örneğimiz, modelimiz bellidir: Hz. Peygamber.

Bugün dünyada insanların %15-20'si aşırı beslenirken, %20'si orta derecede, %50'si
yetersiz beslenmektedir. Geriye kalan %10 ise açlık sınırının altındadır. Öte yandan
Allah Resûlü, "Komşusu açken tok yatan bizden değildir" buyurmaktadır. İşte insanlığa
güzel bir model…

Bugün dünya, İslam'ın insaniyete getirdiği güzellikleri aramaktadır. Çünkü, onun
mesajı evrenseldir. O, tüm insanlığa huzur ve saadetin, barış ve kardeşliğin, iyilik
ve yardımlaşmanın yollarını göstermiştir. Bugün, Hz. Peygamberin ortaya koyduğu
eşsiz ahlak prensiplerine, her zamankinden daha çok ihtiyacımız vardır. Bu sebeple
onun hayatını öğrenmek ve uygulamak en büyük görevimiz olmalıdır.

Öz

Bu makalede, toplum huzurunun korunmasını hedefleyen İslam'ın ahlaka verdiği
önem Hz. Peygamber'in hayatından örneklerle ortaya konularak irdelenmektedir. Bu
bağlamda İslam, insan ilişkileri üzerinde durulmakta, huzurlu bir aile ve toplum
yapısı için çocuklarda ve geçlerdeki ahlak eğitiminin önemi gözler önüne serilmektedir.

Anahtar Kelimeler: Ahlak, İslam, aile, toplum, çocuk, genç

Abstract

This article examines the importance of morality in Islam that seeks for the
protection of the social peace with particular examples from the life of Prophet
(s.a.v). In this context, the author examines the relationship between Islam and
human being, and brings into our attention the significance of the moral education
of children and youth for a peaceful family and social structure.

Key Words: Ethics, Islam, family, society, child, youth

Dipnotlar

1. Ragıb, Müfredat, Kahire 1961, 158; Asım Efendi, Kamus Terc. III, 837.

2. Rum Suresi, 30.

3. Buhari, Rum Suresi tefsiri, 1; Müslim, Kader, 22, 25.

4. Ebu Davud, Sünen, 4.

5. Nahl , 78.

6. Sözler, 293.

7. Canan, İbrahim, Hz. Peygamberin Sünnetinde Terbiye, 48.

8. Buhari, Cenaiz, 80.

9. Müstedrek, 4:263.

10. İbn Mâce, Edeb, 3.

11. Ebû Dâvut, Vesaya, 14.

12. İbni Haldun, Mukaddime, 1295.

13. Emirdağ Lahikası, I, 40.

14. Şualar, 435.

15. Emirdağ Lahikası, II, 65.

16. Emirdağ Lahikası, I, 40.