The Qur’anic Foundations of Universal Principles of
Ethics
Giriş
Ahlak (morality, ethic) için tek bir tanım yoktur. Ancak genel olarak ahlakın
"bir davranış kodu" ve "toplum fertleri için bir rehber" olduğunu söylemek mümkündür.
Bu davranış kodlarının ya da rehberin kendisi kadar temelleri de önemlidir. Kimi
filozoflar ahlakın temelinin insan tabiatı, kimileri akıl, bazıları da din olduğunu
söylemişlerdir. Günümüz toplumlarında bu üç temel üzerine kurulu ahlaki rehberlikleri
görüyoruz. Ahlakın toplum ile birlikte bir anlam taşıdığı tartışılmaz bir gerçektir.
Her toplumun adetleri, gelenekleri, düşünceleri farklı olduğundan farklı ahlak prensipleri
ortaya çıkmaktadır. Bir toplum için ahlakî görülen bir davranış, bir başka toplum
tarafından gayr-ı ahlakî. Çünkü sadece bir bölgede yaşama şansı olan bir insanın
herkesi mutlu edecek ahlak prensiplerini tespit etmesi mümkün değildir. İlahi dinlerin
asıllarından uzak bir şekilde hazırlanan ahlak kodları ise, kişilerin bireysel duygu
ve düşüncelerini, şahsi arzu ve isteklerini yansıtmaktadır. Bunların da çoğu insanı
sadece bu dünyada yaşayan, hazlarını tatmin etmesi gereken bir varlık olarak gördüklerinden
ahlak teorileri de bu düşünceyi tamamlayıcı unsurlar içermektedir.
İnsanları yaratıcısından bağımsız bireyler olarak algılayan ve ona göre prensipler
ortaya koyan bu tür ahlak telakkilerinin topluma huzur ve barış getirmesi, insanları
mutlu etmesi mümkün değildir. O halde bir toplum için değil, bütün insanlar için
ve insanların iki dünyada da mutlu olmaları için ahlak kodlarını belirlemek gerekir.
Bunu da bizim gibi bir insanın ortaya koyması imkansızdır. Bu ahlak kodları, insanı
yoktan yaratan ve ona sayısız duygular ve değişik kuvveler veren Allah tarafından
belirlenmelidir. İşte bu ahlak kodları en gelişmiş ve evrensel bir şekilde Kur'an'da
bulunmaktadır. Bu kodlar sadece teorik nasihatlerden ibaret değildir. Peygamberimiz
Hz. Muhammed (s.a.v.) de, bunların hayatıyla göstermiş ve insanlığa Kur'an'ın ifadesiyle
"üsve-i hasene" olmuştur.
Kur'an'ı Kerim ahlakının temelini iman ve sevgi olarak tespit eder. Bu temellere
dayalı ahlak prensiplerinde ise insanın kendisini ve toplumu tekamül ettirici özellikler
taşır. İnsanın kendisine olduğu kadar başkalarına da değer vermesini, onların haklarını
gözetmesini öngörür. İnsanın kendisini, ailesini ve içindeki yaşadığı toplumu ve
dünyayı da hesaba katan Kur'an, huzurlu, barış içinde, birbirini seven bir fert,
bir aile, bir toplum ve bir dünya oluşturmak ister. Kur'an'ı ve onun yaşayan örneği
olan Hz. Muhammed'i kendisine referans alan Said Nursi de, eserlerinde ahlakın temelinin
iman ve sevgi olduğu noktasından hareket eder. İslam'ın özünde de imanın ve sevginin
göstergesi olan muavenet, özgecilik, şefkat, başkasına da kendine de zarar vermeme,
insanlığın faydası için çalışma gibi evrensel ilkeler vardır. Said Nursi'nin ahlak
öğretisi, hükümlerini akla tespit ettiren İslam dininin iman, sevgi, şefkat, fedakarlık,
yardımlaşma, affetme, kardeşlik gibi temelleri üzerine oturmaktadır.
A. Felsefe Tarihinde Belli Başlı Ahlak Teorileri
İlkçağın büyük düşünürlerinden Sokrates, ahlakta üstün olmanın bilgiye bağlı
olduğunu, ancak doğru bilginin doğru eyleme ulaştıracağını bildirir. Ona göre ahlaklı
olmanın özü, iyiyi bilmektir. Bilgi insanın iradesine etki eder. Hiç kimse bile
bile kötülük işlemez, kötülük bilginin eksikliğinden ileri gelir. Bilgi öğrenildiği
gibi ahlak da öğrenilir. Sokrates'e göre ahlak ile mutluluk (eudaimonia) aynıdır.
(Gökberk, Macit, Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, İst. 1980, s. 50)
Sokrates'ten etkilenerek ortaya çıkan Kyrene okulu, ahlakta hedonizmi esas almıştır.
Bu okula göre hazzı istemek ve aramak insan ve hayvan için doğal bir duygudur. İradenin
biricik amacı hazdır. Haz iyinin kendisidir. Hazzı sağlayan şey iyi, acı veren şey
ise kötüdür. Bu ikisi dışında kalan şeylere de aldanmamalıdır. (Gökberk, A.g.e.,
s. 55)
Kyrene okulunun kurucusu Kyreneli Aristippos'tur. Bu şahıs aynı zamanda hedonizmin
de kurucusudur. Sokrates mutluluğun ruhun sağlığı olduğunu dile getirirken, Aristippos
ise, mutluluğun bir anlık haz duygusu olduğu ileri sürer. Ona göre maddi hazlar,
manevi hazlardan daha üstündür. (Gökberk, a.g.e., s. 56) Bu okul bireycidir. Toplum
hayatına önem vermez.
Platon ise, Sokrates'ten etkilenerek ortaya çıkan okulların aksine bireyci değildir.
Onun ahlak telakkisi sosyal ahlaktır. Ona göre tek kişinin değil, toplumun mutluluğu
önemlidir. (Gökberk, a.g.e., s. 65)
Aristoteles bütün Yunan ahlakçıları gibi, bütün çabalarımızın en yüksek amacının
mutluluk olduğunu söyler. İnsanın özü akıldır. İnsan ancak aklının etkinliği ile
mutlu olabilir. (Gökberk, a.g.e., s. 87) Aristoteles'e göre iyinin ne olduğunu bilmek,
onu yapabilmek değildir. İnsan ancak iradesini eğitmekle güçlü isteklerine karşı
koyabilir, aklın gösterdiğini yapabilir. (Gökberk, a.g.e., s. 88) Aristoteles, bazı
erdemleri derin bir anlayışla işlemiştir. Ona göre bazı etik erdemler vardır. Cesaret,
ölçülü-düşünceli olma, cömertlik, yüksek ruhluluk, adalet, dengeli olma, şan-şeref
sevgisi, edep, şeref duygusu, ağırbaşlılık, dostluk bu çeşit erdemlerdendir. Bu
çeşit erdemlerin özü de "doğru olan ortayı" bulmadır. Bu şu demektir: İsteklerimiz
bizi hep kötü olan aşırılıklara doğru itip sürükler. Bu arada doğru görüş, bize
iki aşırılığın ortasındaki doğruyu, "pek çok" ile "pek az"ın ortasını buldurur.
Doğruyu yapa yapa edinilen alışkanlık da, hep bu doğru ortayı bulacak gibi irademizi
ayarlar. Cesaret delice atılganlık ile korkaklığın, cömertlik müsriflik ile cimriliğin,
ölçülü-düşünceli olma, dizginsizlikle düşüncesizliğin, adalet, haksızlık yapma ile
haksızlığa katlanmanın; dengeli oluş, deli gibi kızıp köpürme ile vurdumduymazlığın
arasında bulunan "doğru ortalar"dır. Ona göre insan, "zoon politikan"dır. Yani sosyal
bir varlıktır. Bu yüzden ahlak olgunluğuna ancak toplumda erişilebilir. (Gökberk,
a.g.e., s. 88)
Epikuros, hedonist ahlak felsefesini yeniden canlandırır. Ona göre mutlu olmak
isteyen filozof evlenmemelidir. Aile yükü ve sorumluluğu mutluluktan uzaklaştırır.
(Gökberk, s. 101)
Aquino'lu Thomas, bütün skolastik çığırın en büyük düşünürüdür. Öğretisi bugün
de Katolik kilisesinin resmi felsefesidir. (Gökberk, s. 170) Onun ahlak öğretisi,
intellektualisttir. Yani akılcıdır. Ona göre akıl ruhtan daha üst sıradadır. Çünkü
akıl değerleri bilmesi ve amaçlar koymasıyla iradeye yön verir. Ancak irade kendi
bakımından özgürdür. Onda bir özgür olarak seçme yeteneği vardır. İrade özgürlüğü
her türlü ahlakın ön şartıdır. Bizim eylemimiz, Allah tarafından yaratılmış olan
nesnelerin değer düzenine uygunsa iyidir. (Gökberk, s. 173) Thomas, Yunan felsefesinin
dört ana erdemini (yiğitlik, ölçülülük, bilgelik ve adalet) benimser. Ama bunlara
şu üç Hıristiyan erdemini de ekler. Bunlar inan, sevgi ve umuttur. İnan, alçak gönüllülükle
inanmayı, sevgi yakınları sevmeyi, umut da Allah'ın inayetiyle kurtulmayı umut etmeyi
ifade eder. (Gökberk, s. 174)
Malebrance, insanın eylemlerinin en olgununun Allah sevgisine ulaşmak olduğunu
söyler. (Gökberk, s. 292)
Aydınlanma Çağında Shaftesbury, antikçağın dinden uzak ahlak anlayışına tekrar
dönenlerinin başında gelir. Ona göre ahlak duygusu, insanın eğilim ve eylemlerine
uygulanan estetik bir duygudur. Bu ahlakî estetik duygu, bütün doğal olmayan, sosyal
olmayan duyguları, yani çekememezlik, kötülük etmek, zulüm gibi ne kendimizin ne
de başkalarının iyiliğini göz önünde bulunduran eğilimleri uygun bulmaz. Ona göre
özgecilik önemlidir, ama bencillik de ihmal edilmemelidir. (Gökberk, s. 370)
Bernard de Mandeville ise, kendini beğenmişliğin, para ve mal hırsının, lükse
ve eğlenceye düşkünlük gibi fenalıkların, eylemlerimizin zorunlu olan güdüleri olduğunu
söyler. Bunlarsız bir toplum ne zengin olabilir, ne icat ve keşiflere varılabilir,
ne de ticaret ve sanayi gelişebilir. Ona göre doğal insan, erdemli insan değil,
egoist insandır. Ona göre ahlak, kendimizi herkesten üstün tutma çabası ile bunun
okşanmasında doğan bir şeydir. (Gökberk, s. 372-375)
Bir Fransız düşünür olan Claude Adrien Helvetius da, Mandeville gibi, Hobbes'un
bencillik sistemini geliştirmiştir. Ona göre de doğal durum egoizmdir. İstediği
de elden geldiğince çok ve sık duyusal hazza erişmektir. Erdem insanların toplum
hayatlarında ortaya çıkan bir takım bencil davranışlardır. (Gökberk, s. 373)
Yine Fransız materyalistlerinden Lamettrie'ye göre de insan hayatının en son
amacı mutluluktur. İnsan duyusal bir varlık olduğuna göre, duyu hazzı eylemin en
yüksek amacıdır. Onun haz teorisinde esas olan maddi hazlardır. Mutluluk dayanağı,
insanın düşünme bakımından olgun olması değil, maddi zevk alma yeteneğidir. Vicdan
azabı ve günah duygusu yararsız ve temelsiz üzüntülerdir. (Gökberk, s. 374. Ayrıca
bütün bu ahlak teorileri ile ilgili olarak geniş bilgi için bkz: Turgut, Ali, Kur'an-ı
Kerim'e Göre Ahlak Esasları, Şamil Yayınevi, İst. 1980; Çubukçu, İbrahim Agah, Ahlak
Tarihinde Görüşler, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara, 1994;
Güngör, Erol, Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak, Ötüken, İst. 1997; Bertrand Alexis,
Ahlak Felsefesi, çev: Salih Zeki, sadeleştiren: Prof. Dr. Hayrani Altıntaş, Seba
Yayınları, Ankara, 1999; Akarsu, Bedia, Mutluluk Ahlakı, İnkılap, İst. 1998)
B. Felsefi Ahlak Teorilerinin ve Kodlarının Çağımıza Yansıması
Geride bıraktığımız 20. asırda ve şu anda içinde bulunduğumuz 21. asırda, antikçağdan
itibaren ortaya çıkan ahlak telakkilerinin etkisi görülmektedir. Özellikle de insanı
dinin değerlerinden, inançtan uzaklaştıran ahlak teorileri Batı ülkeleri ve onların
mukallitleri üzerindeki etkisini hala sürdürmektedir. Çağımızda baktığımızda medeniyetin
maddi yönü, teknolojik boyutu baş döndürücü bir şekilde ilerliyor. Ahlakta ise,
ilerleme değil, gerileme var. Erich Fromm yaptığı uygarlık eleştirisinde, insanoğlunun
tekniği ve maddi tüketime tek taraflı ağırlık vermekle, kendisiyle ve hayatla olan
bağını yitirdiğine dikkat çekerek, "dinsel inancını ve ona bağlı insanca değerleri
yitirince, teknik ve maddi değerler üzerine yoğunlaştı; derin coşkular duyma kabiliyetini,
bu duyguların getirdiği sevinç ve üzüntüyü duyma kabiliyetini yitirdi." (Fromm,
Erich, Umut Devrimi, s. 16-84.) demektedir.
Dinden uzak felsefenin insana hediyesi, ferdiyetçilik, insanın kendi kendine
yeterli olduğu düşüncesidir. (Graudy, Roger, İslam ve İnsanlığın Geleceği, çev.
Cemal Aydın, Pınar Yayınları, İst. 1996, s. 37) Batının bireycilik ve madde üzerine
kurulan bir uygarlık olduğunu dile getiren Rene Guenon, bu uygarlığının ilkesizliğinden
dolayı insanlığa zararlarının daha fazla olduğuna dikkat çekiyor. (Guenon, Rene,
Modern Dünyanın Bunalımı, çev: Mahmut Kanık, Verka Yayınları, 1999, s. 91-143.)
Allah'a iman olmadığında bütün ahlaki değerler bozulur. (Fromm, Erich, Umut Devrimi,
s. 145-146) Çünkü Cahiliye döneminde de görüldüğü gibi bir olan Allah inancından,
ona bağlı Allah sevgisinden ve ahiret inancından mahrum toplumlarda ahlaki ilkelerin
adı olsa bile içleri boş olmakta, bazen de insanlara zarar veren şeyler "ahlak"
olarak telakki edilebilmektedir. Ahlakı İlahi bir otorite belirlemeyince onu insanın
aklı, nefsani arzuları, menfaati, hazzı, lezzeti belirlemektedir.
Bu gayr-i ilahi ahlak telakkilerinin etkisinde kalan, hiçbir sınır tanımadan
herkesin her istediğini yapabilmesini sağlayan faydacı ve zevk ahlakına uyan kimseler,
başkalarına da kendilerine de zarar verir duruma gelmişlerdir. Bu zararlar içinde
soygunlar, cinayetler, tecavüzler, zulümler, uyuşturucu kullanımı ve ticareti sayılabilir.
Bunun olumsuz etkileri, fert, aile, toplum ve genel olarak dünyada açık bir şekilde
görülmektedir. Evrensel olarak ahlakın temeli kabul edilen, "kendine yapılmasını
istemediğin bir davranışı, sen de başkalarına yapma" prensibini (Karl, Hans Küng,
Kuschel, Josef, Evrensel Bir Ahlaka Doğru, çev. Nezvak Y. Aşıkoğlu. Cemal Tosun,
vd, Gün Yayıncılık, Ankara, 1993, s. 10) Peygamberimiz (s.a.v) de asırlar öncesinde
kendisini için sevip istediğini, başkasını için de sevmeyen, istemeyen bir kimsenin
iman etmiş olamayacağını dile getirmiştir. (Müslim, Sahih, İman, 71-72)
Bediüzzaman Said Nursi, bütün bu felsefi akımların ahlak teorilerinin Batıda
nasıl bir insan ve toplum modelini ortaya çıkardığını tahlil ediyor. Onun dinsiz
felsefenin yetiştirdiği bir kişinin Firavun tabiatında bir kişi olduğu, menfaati
için her şeye tapacak kadar alçalabildiği, sadece lezzeti için çalıştığı, tek amacının
hayvansal hazlarının doyurmak olduğu şeklindeki yorumları, felsefe tarihindeki "hazcı,
egoist, bencil" teorilerin çağımızda ne kadar etkili olduğunu gösteriyor. Zaten
insanlığın bir kaos içinde olması, zulümlerin, haksızlıkların, tecavüzlerin artması
da hep bu kodların hayata hakim olmasından kaynaklanıyor.
C. Ahlak Doktrinleri İçinde Evrensel Ahlak
Günümüzde üç önemli ahlak doktrini ön plana çıkmaktadır. Bunlardan birincisi
amoralizm denilen, ahlak kurallarına karşı çıkan doktrindir. Alman düşünürü, Friedrich
Nietzsche'nin başını çektiği bu doktrine göre ahlaki gerçekler diye bir şey yoktur.
Ahlaki rölativizm ise, ahlak kurallarının toplumdan topluma, bölgeden bölgeye
değişeceğini savunmaktadır. Buna göre herkes için geçerli olan ahlak kuralları yoktur.
Modernitenin dayattığı ahlak ilkeleri dünyayı kaosa sürüklediği gibi, postmodernizmin
insanları sevk ettiği rölatif ahlak da bir kaosa sürüklemektedir.
Halbuki insanlar, fıtraten benzer özellikler sergilemektedir. Allah'ın kainatta
koyduğu nizam, intizam kanunu insanlar için de geçerlidir. İnsan bedenindeki uzuvlar
aynıdır, iç organlar aynıdır. Bunların hastalıkları da bellidir. Eğer insanlar arasındaki
bir benzerlik olmasaydı tıp ilminin ortaya çıkması mümkün olmayacaktı. Aynı şekilde
insan mana alemi de aynı ortak özellikler taşıyor. Bu yüzden insanların ortak özelliklerine
uygun, birlikte barış ve huzur içinde yaşayacakları herkes için geçerli ahlak kodları
gerekmektedir. İşte bu ahlak ilkeleri evrensel ahlak ilkeleridir.
Ruh, kalb, ana duygular ve kuvvetler herkeste var. Bu yüzden herkesi mutlu edecek,
kötü ahlak ilkelerinden uzaklaştırıp iyi ahlak ilkelerini yerleştirecek olan da
tarih boyunca ilahi dinler olmuştur. Bin dört yüz senedir ise bu ilahi dinlerin
ortak yönlerini içinde barındıran, yanlışlarını tashih eden İslam dini bu görevi
yapıyor. Eğer herkes için geçerli ahlak kodları benimsenmezse, şu anda dünyanın
içinde bulunduğu durum daha da vahimleşir ve dünya, toplumlar için yaşanmaz hale
gelir.
Konfiçyüs'ün evrensel ahlak kuralı: "Sana yapılmasını istemediğini, sen de başkasına
yapma."
Ernest Hawingway: "Ahlak konusunda inandığım ilke şudur: Bir şeyi yaptıktan sonra
kendini iyi hissediyorsan o davranışın ahlakidir. Eğer kendini iyi hissetmiyorsan
gayr-i ahlakidir." (http://www.canaktan.org.)
Evrensel ahlak Kant'ın ahlak felsefesiyle irtibatlandırılmaktadır. Ona göre ahlakın
temelini herkes için aynı olan ve bütün insanlar için değişmeyen bir şey oluşturmalıdır.
Herkes için aynı kalan değişmez temel, "iyiyi isteme, iyi niyet ve ahlak kavramı"dır.
İnsanda temel olan iyiyi istemedir. Ona göre iyiyi istemenin kaynağı da saf isteme
olan pratik akıldır, yani vicdandır. (http://www.aksiyon.com.tr)
Hadislerde kendisi için istediğini başkası için de istemedikçe bir kimsenin gerçek
iman sahibi olamayacağı bildirilir. Aynı zamanda "müminlerin imanca en mükemmel
olanı, ahlakça en iyi olanıdır" buyrulmaktadır. Diğer taraftan "Müslüman diğer Müslümanların
elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir" ifadesi zikredilmektedir. Filozofların
tesbit ettiği evrensel ahlak kuralları Hadisler ve Kur'an ayetlerini teyit etmektedir.
Nitekim, şu esaslar evrensel ahlak kuralları olarak kabul edilmektedir:
Saygı: İnsanların kendisine ve diğerlerine saygı göstermesini, yani başkalarının
fiziksel ve ruhsal sağlığını bozacak davranışlardan kaçınılmasını ifade etmektedir.
Güvenilirlik: Her bakımdan güvenilecek bir insan olmayı ve başkalarına da güvenmeyi
anlatmaktadır.
Sorumluluk: İnsanın ailesine, çevresine, arkadaşlarına, işyerine, dinine karşı
sorumluluklarını yerine getirmesini, topluma karşı genel olarak iyi olanı yapmasını
dile getirmektedir.
Adil olmak: Başkalarına karşı adil olmayı ve herkese eşit şartlarda eşit muamele
etmeyi ifade etmektedir.
Şefkatli olmak: Duyarlılığı ve nezaketi anlatır.
Bu beş esasta toplanan evrensel ahlak kodlarının açılımlarının, nasıl yaşayacağımız
ve birbirlerimize karşı nasıl davranacağımızın da bilinmesi gerekmektedir. Yalan
söylememek, kendine nasıl davranılmasını istiyorsan başkalarına da öyle davranmak,
hırsızlık yapmamak, aldatmamak, başkalarını haksız yere itham etmemek, zina yapmamak,
tecavüz etmemek, adam öldürmemek, çevreyi tahrip etmemek bunlar arasındadır. Diğer
taraftan, adaletli olmak, dürüst olmak, iyiliksever olmak, aile ve arkadaşlara sadakatli
olmak, küçüklere şefkatli, büyüklere merhametli olmak, güçsüz ve zayıflara yardım
etmek, bütün hayata saygılı olmak, çevreyi korumak da yapılması gereken evrensel
ahlak kuralları olarak değerlendirilebilir. (http://www.universalmoralcode.com)
D. Kur'an'da Evrensel Ahlak ilkeleri
Kur'an en son indirilen ilahi hitap ve kitaptır. Bu yüzden mesajı da evrenseldir.
Ayetlerin bir kısmının belli nüzul sebepleri olmasına rağmen, ifadelerin ekserisinin
umumi mesajları içermesi, insan fıtratına uygun hükümleri taşıması, her şeyi akla
havale etmesi, ayetlerinde "ey insanlar" hitabını kullanması onun evrenselliğinin
delillerindendir. Nitekim her milletten insanların İslam'ı kolaylıkla kabul edebilmesi
de bu evrenselliğin canlı şahididir.
Cenab-ı Hak insanı bir sınava tabi tutmak için bu dünyaya gönderdiğinden dolayı
insanın fıtratına hem iyilik, hem de kötülük yapma kabiliyetini yerleştirmiştir.
Yani insanda iyi ahlakın tohumları da, kötü ahlakın tohumları da var. (Şems, 91/8)
Kur'an-ı Kerim iyi ahlakın, ya da kötü ahlakın neler olduğunu tespit etmeyi sadece
insanın aklına bırakmamıştır. Çünkü akıl da istikameti bulması gereken bir kuvvedir.
İnsan o kadar kompleks bir yapıya sahiptir ki, bütün duyguların birbirleriyle alakası
vardır. Hepsinin ötesinde ise insanın iyi ya da kötü ahlaka yönelmesini sağlayacak
olan özgür bir iradesi vardır. Kur'an insanların hem dünya, hem de ahiret mutluluklarını
sağlamak maksadıyla iyi ve kötü ahlak prensiplerini ortaya koymuştur. Buna uyup
uymama da ise serbest bırakılmıştır. Ancak Kur'an insanların dünya ve ahiret mutluluklarını
sağlamak amacıyla geldiği için, insanları hep iyi ahlak ilkelerine uymaya teşvik
etmiştir. Çünkü insanın mutluluğu buna bağlıdır. İnsan iyi ahlaklı olması, kendisini,
ailesini ve toplumu mutsuz edecek olan kötü ahlak ilkelerinden uzaklaşması, iyiyi
elde ederek mutlu olması için de, inanç ve sevgi gibi temel esasları belirlemiştir.
Bunlar, Kur'an ahlakının kaynağını oluşturuyor. Bunun sonucunda ise iki dünya mutluluğu
meyvesi karşımıza çıkıyor. Bu iki kaynak, ahlakın evrensel kaynağı olarak kabul
edilen,"kendine yapılmasını istemediğin bir davranışı, sen de başkalarına yapma"
ilkesinin de aslında teoriden pratiğe geçmesini sağlıyor. Acaba insan niçin kendisine
yapılmasını istemediği bir davranışı başkasına yapmayacak? Eğer kendisini bundan
alıkoyacak bir manevi güç yoksa, bu ilke teoride kalır. Halbuki hadis-i şeriflere
aynı ilke iman şartına bağlanıyor. O halde insanın kendisine yapılmasını istemediği
bir davranışı başkasına yaparsa imanı kemale ermemiş demektir. İman, Allah'a, ahiret
gününe ve diğer iman esaslarına iman etmeyi içine alıyor. Kur'an-ı Kerim'e baktığımızda
güzel ahlak ilkelerini uygulamanın Allah sevgisiyle ilişkisini görürüz. Cahiliye
döneminde Allah'a inandıklarını söyleyen ama elleriyle taştan, yiyecekten yaptıkları
putları Allah'a ortak koşan, Kur'an'ın ifadesiyle putları "Allah'ı sever gibi seven"
bir topluluk vardı. (Bakara,2/165.) Cahiliye toplumunda görülen toplumun huzurunu
bozan zulüm, gösteriş, zina, içki, kız çocuklarını diri diri öldürmek gibi ahlaksızlık
ve cinayetlerin altında hep Allah sevgisi yerine ikame edilen put sevgisi vardı.
Çünkü putlar Kur'an'ın ifadeleriyle onlara ne zarar verebilirlerdi, ne de menfaat.
Yaptıkları kötülükleri cezalandıracak, iyilik yaptıklarında mükafatlandıracak, seven,
şefkat eden ve adaletli olan bir Allah inancı yoktu. Bu yüzden toplum büyük bir
kaos içindeydi. Ama Kur'an önce onları tevhide çağırdı. Sonra da "müminlerin Allah
sevgisinin, müşriklerin putlarına olan sevgisinden çok fazla" (Bakara, 2/165.) olduğunu
beyan etti. Böylece tevhid inancı ile birlikte Kur'an Allah sevgisini merkeze aldı.
Sevgi üzerine kurulu ahlaklı bir toplum oluşturmayı hedefledi. Şirki bırakan, bir
tek Allah'a inanan insanlar, Allah'ın kendilerini sevdiği, kendilerinin de Allah'ı
sevdiği, aynı zamanda birbirlerini seven insanlardır. Zaten Kur'an'ın istediği toplum
da Allah'ı seven, Allah'ın da kendilerini sevdiği, birbirlerini seven insanların
oluşturduğu bir toplumdur. "Ey iman edenler, sizden kim dininden dönerse bilsin
ki, Allah, sevdiği ve kendisini seven, müminlere karşı alçak gönüllü, şefkatli,
kafirlere karşı onurlu, zorlu bir toplum getirecektir." (Maide, 5/54) ayeti de bunun
delilini oluşturmaktadır. Putları seven ve putlar için birbirlerini seven insanlar,
aslında kendi bencilliklerine ve menfaatlerine, çıkarlarına kılıf geçiren insanlardı.
Ve bu sevgi onları kin, düşmanlık, tecavüz, zina, içki, kumar gibi fertlerin, ailelerin
ve toplumun huzurunu bozacak davranışlara sevk etmişti. Cahiliye şiirlerinde bütün
ahlaksızlık türlerinin övülmesi bunun delilini teşkil ediyor. Kur'an ise, tek Allah
inancı, Allah sevgisi ve bunlara bağlı olarak insan sevgisi ve şefkatini merkeze
aldı. Bu toplumun huzurunu bozan olumsuz ilkelerini kısa bir süre içinde değiştirdi.
Kur'an-ı Kerim, bir taraftan insanları iman etmeye davet ederken, diğer taraftan
Allah'ı sevmeye davet ediliyor. Aynı zamanda Allah tarafından sevilmek için de güzel
ahlaktan yana tavır alınmasını istiyor. Cenab-ı Hakkın, müttakileri, muhsin olanları,
sabırlı, adaletli olanları, tövbe ve tevekkül edenleri seveceğini bildirmesi, güzel
ahlak prensiplerinde Allah inancının ve onun sevgisini kazanmanın en önemli bir
vasıta olduğunu gösteriyor. Yine Cenab-ı Hakkın kafirleri, zalimleri, müfsidleri,
haddini aşanları, israf edenleri, hainleri, kibirli ve gururlu insanları sevmeyeceğini
bildirmesi de, kötü ahlak ilkelerinden uzaklaşmada Allah inancının ve sevgisinin
oynadığı rolü gösteriyor. (Bu konudaki ayetler ve ayrıntılı açıklamalar için bkz:
Yargıcı, Atilla, Kur'an'ın Önerdiği İdeal İnsan Modelinin Oluşmasında Sevginin Rolü,
yayınlanmamış doktora tezi, Ankara 2002, s. 101-162)
İnsanın güzel ahlak ilkelerini uygulamasını sağlamada Allah inancı ve sevgisi
ile birlikte ahiret inancı da önemli bir rol oynuyor. Kur'an-ı Kerim'in dört ana
konusundan birisi de ahiret inancıdır. Kur'an'a göre insan öldükten sonra tekrar
diriltilecek, Allah huzurunda toplanacak ve dünyadaki hayatının hesabını verecektir.
Bu hesap, insanın dünya sınavında başarılı olup olmadığını gösterecek olan bir hesaptır.
Hesap vermenin sonunda, insan mükafat ve ihsan için cennete, ya da ceza çekmek için
cehenneme gönderilecektir. Bu durumda ahiret inancı insanı Allah'a hakkıyla kulluk
yapmaya, bu da emirleri yapıp yasaklardan kaçınmaya teşvik ediyor. Emirleri yapıp
yasaklardan kaçınan bir insan ise, Allah tarafından sevilen bir insan olmakla birlikte
toplum tarafından da sevilen bir insan konumuna yükselir. Kur'an'da bildirilen ve
inanç ve sevgi ile bağlantılı olan ahlak ilkeleri de teoride kalmamış, Hz. Muhammed
(s.a.v.) bu ahlakın yaşayan bir timsali olmuştur. Kur'an'da peygamberimiz (s.av.)'in,
"büyük bir ahlak üzere olduğu"nun (Kalem, 68/4) beyan edilmesi de, onun Kur'an ahlakına
sahip olduğu gösteriyor. Kur'an'ın inanç, sevgi ve şefkat odaklı ahlak kodları bütün
insanların gerçek iyiyi bulmalarını, mutlu olmalarını sağlayacak kodlardır.
Bu ahlak kodlarını şu şekilde sıralamak mümkündür: Doğruluk (Bakara, 2/177; el-Ahzab,
33/70), takva (el-Araf, 7/96, et-Talak, 65/2), tövbe (Nisa, 4/26-27; et-Tevbe, 9/104;
eş-Şura, 42/25), şükür (ed-Dehr, 75/3; İbrahim, 14/7), ihlas (el-Bakara, 2/138.),
sabır (el-Asr, 103/2-3; el-Ahzab, 33/35), merhamet (el-Araf, 7/156; el-Mü'minun,
233/110; el-Beled, 90/17-18), hilm (Al-i İmran, 3/159), iffet (en-Nur, 24/33; el-Maide,5/55;
el-Ahzab, 33/35), güzel söz (en-Nisa, 4/114; el-İsra,17/53; en-Nahl, 16/125) salih
amel (el-Maide, 5/9; en-Nisa,4/173; Al-i İmran, 3/114)
Diğer taraftan Kur'an'ın belirlediği herkes tarafından kabul gören ve fertlerin,
ailelerin ve toplumların menfaatine olan yok edilmesi gereken kötü ahlak kodları
da vardır. Bunlar da yalan söylemek (en-Nahl, 16/105,116; ez-Zümer, 39/3), sefahet
(el-Bakara, 2/113,242; el-Araf,7/155; el-Cin,72/4), azgınlık (Hud, 11/16; el-İsra,
17/16, Seb'e, 34/34), nankörlük (Hud,11/9; el-Hacc, 22/16; lokman, 31/32; Fatır,
35/36), israf (el En'am, 6/141; el Furkan, 25/67; el Araf, 7/34,81), cimrilik (En
Nisa, 4/53; el-İsra, 17/100; Muhammed, 47/38; el-Bakara,2/268), ümitsizlik (er-Rum,
30/37; Hud, 11/11; ez-Zümer,39/53), başa kakmak (el-Müddessir, 74/6; el-Bakara,
2/262,264; el-Hücurat, 49/17), tecavüz (en-Nisa, 4/29; el-Maide, 5/2; en-Nur, 24/22),
kibir (en-Nahl, 16/22; en-Nisa, 4/172; el-Mümin, 40/60), fuhuş ve zina (e-Araf,
7/28; en-Nahl, 16/90; el-Müminun, 23/5; el-İsra, 17/32; en-Nur, 24/3) kumar ve içki
(Maide, 5/90) gibi hususlardır.
E. Said Nursi'nin Ahlak Felsefesi
Said Nursi'nin ortaya koyduğu ahlak Kur'an'ın evrensel ahlakını esas alıyor.
Dünyada genel olarak ahlaki değerle büyük bir yozlaşma yaşanıyor. Son birkaç asırdır
Cahiliye toplumunu aratacak derece bir dejenerasyon görülüyor. Said Nursi'nin tespitleriyle
bunun en önemli sebebi, imanın esaslarına saldırıların olmasıdır. Ateizm, darwinizm,
hedonizm, materyalizm gibi doğru inançtan mahrum teori ve ideolojiler doğrudan ya
da dolaylı olarak insanlara eğitim, medya, sinema, kitaplar ve internet yoluyla
enjekte ediliyor. Bilim ilerlerken, doğru din, inanç ve onlara bağlı güzel ahlak
ilkeleri de görmezden gelinmiş, akıl kutsallaştırılmış, insanın dünyevi, geçici
hazları ön plana çıkarılmıştır. Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, onların sağlayacağı
güzel ahlak kodlarından mahrum kalan insanların ruhlarında, akıllarında meydana
gelen boşluğu, birbirlerine zıt fikirleriyle ahlak felsefecileri dolduruyor. Genellikle
doğru inançtan mahrum olan, bencilliği, hedonizmi esas alan bu felsefi akımların
ahlak kodları, bilim ve teknolojinin imkanları da kullanılarak gittikçe yaygınlaşıyor.
Nursi, İsevilik din-i hakikisinden uzaklaşan Avrupa'yı "ikinci Avrupa" olarak
isimlendiriyor. Bu ikinci Avrupa'yı tahlil ederken, onun natüralist felsefenin zulmetiyle,
medeniyetin kötülüklerini iyilik zannederek, insanlığı sefahate ve sapıklığa sevk
ettiğini bildiriyor. "Bozuk" diye nitelendirdiği bu Avrupa, bir elinde "sakim ve
dalaletli felsefeyi", diğer elinde de, "sefih ve muzır medeniyeti" tutuyor ve insanlığının
mutluluğunun bu ikisiyle olacağını iddia ediyor. (Nursi, Said, Lem'alar, Yeni Asya
Neşriyat, İst. 2001, s. 168) Sefahat, insanın sadece dünyaya yönelmesi, ahireti
unutması, bedensel hazları ön plana alarak aklın ve ruhun lezzetlerini hesaba katmaması
demektir. Bu görünüşüyle Avrupa, antikçağdaki hedonist, yani hazcı, lezzetçi, zevkçi
ve indivudialist ahlak teorilerini hayata geçirmiş gibi gözüküyor. Said Nursi'nin
sakim ve dalaletli felsefe tabirinden bu manaları da anlamak mümkündür. Elbette
bunun kaynağını da Allah inancı yerine tabiatı koymaya çalışan naturalist felsefe
oluşturuyor. Çünkü Allah'a inanmayan, ahirete inanmayan, Allah'ı sevmeyen ve Allah
tarafından sevilmeyi düşünmeyen bir kimsenin hedonizmi, bireyselciliği, kötülük
yapmayı meşru görmemesi mümkün değildir. Böyle bir insanın kendi menfaatinden başka
bir şey düşüneceğini ummak doğru olmaz. Bu inanç ve değerlerden mahrum insanların
bedensel hazların peşine düşmesi kolaylaşıyor. Ölümü kendisine hatırlatan aklını
içki, uyuşturucu ve eğlencelerle uyuşturarak kendisini ölümün pençesinden kurtaracağını
zannediyor. Aldığı geçici ve elemli mutluluğu gerçek mutluluk zannediyor. Bu yüzden
Said Nursi, hedonist, bireyselci ve naturalist ikinci Avrupa'nın cismi yalancı cennette,
kalbi ve ruhu cehennem azabı çeken, görünüşte mutlu, aslında mutsuz ve umutsuz bir
insan tipi ortaya çıkardığını ifade ediyor. (Nursi, Lem'alar, s. 168) Avrupa'nın
bu felsefi doktrini, insanların tek hedefinin bu dünyada yaşamak ve varlıklarını
devam ettirmek olduğunu ifade ediyor. Bunun için de bedensel menfaatler ve hazlar
peşinde koşmak gerekir. Bu anlayış hayvanlardan çok yüksek duygularla ve cihazlarla
yaratılmış olan insanı bir basit hayvanla aynı seviyeye getiriyor. Halbuki insanın
hayvan gibi olması mümkün değildir. Bu anlayış hayatı bir mücadele suretinde gördüğü
için, toplumda gönüllü yardımlaşma, fakir ve fukaranın gönlünü alma ortadan kalkıyor.
Üstelik bu mücadele prensibi, çatışmayı, bu da toplumsal huzursuzluğu beraberinde
getiriyor. Bu anlayış bazı fertleri zenginleştirerek azdırıyor, çoğunluğu ise yoksul
olarak bırakıyor. Bu felsefeye göre insan sadece kendi menfaatini düşünmeli, kendi
lezzetini takip etmelidir. Böylece bir insanın nefsini de ilah derecesine çıkarıyor.
Büyük bir narsistlikle kendinden başka hiçbir kimseyi sevmiyor, beğenmiyor. (Nursi,
Lem'alar, s. 170)
Said Nursi, eserlerinde önce içinde yaşadığı ülkeden, Türkiye'den başlayarak
bu insanlığı en alçak derecelere sürükleyen gidişatı durdurmak için, Kur'an'ın evrensel
ahlak kodlarına dayalı bir ahlak felsefesi geliştirmektedir. Birçok yönüyle Cahiliye
dönemine benzeyen bir çağda, Kur'an ilkelerine dönmekten başka çare yoktur. Kur'an
ruhlarda, akıllarda, kalplerde ve davranışlarda bir değişim meydana getirme gücüne
sahiptir. Bu yüzden Nursi, "İmanın insanı insan edeceği, belki de insanı sultan
edeceği" gerçeğini dile getirerek, inancı temel alır. Çünkü bütün bu ahlak yozlaşmalarının
altında sağlam ve doğru bir inançtan mahrumiyet vardır. İman esaslarının tamamının
üzerinde duran Nursi, özellikle de Allah'a iman ve Ahiret'e iman üzerinde daha fazla
tahşidat yapar. Ona göre toplumsal kargaşanın, anarşinin kaynağı dinsizlik tohumlarının
ekilmesidir. Allah inancından, ahiret inancından ve diğer inanç esaslarından mahrum
bırakılan bir toplumun, onların sağladığı yüksek ahlaki değerlerden uzak kalması
da tabii bir sonuç olacaktır ve öyle de olmuştur. Bu yüzden Nursi, bütün mesaisini
iman üzerine yoğunlaştırır. Hastalık teşhis edilmiştir: "Zaaf-ı diyanet". İşte bunu
tedavi etmek için iman esaslarını bilimin verilerine dayanarak aklın alabileceği,
ruhun ve kalbin tatmin olabileceği şekilde anlatmıştır. Onun ahlak felsefesinin
temelinde "tahkiki" diye nitelendirdiği kuvvetli bir Allah inancı vardır. İnsanın
kendisini ve kainatı bir kitap gibi okuyarak, her şeyde Allah'ın isimlerinin, fillerinin
yansımalarını okuyacak dereceye gelen bir insan, kendisini her zaman Allah'ın huzurunda
hisseder. Yani "huzur-u daimi" kazanır. Bu düşünce insanı Allah'ın emrettiklerini
yapmaya, yasakladıklarından da kaçınmaya sevk eder. O halde güzel ahlaklı olmak
için yüzeysel bir iman olarak isimlendirebileceğimiz, Nursi'nin ifadesiyle "taklidi"
bir iman yetmez. İmanın tahkiki hale gelmesi gerekir. Aynı tahkikilik diğer iman
esasları için de geçerlidir. Nursi'nin esas vurgusu Allah'a, ahirete iman ve Allah
sevgisi üzerinedir. Sevginin daha geniş bir anlamını ifade eden şefkat de çok önemli
bir ilkedir.
Allah'a inanan, O'nu isim ve sıfatlarıyla tanıyan bir insan O'nu sever. Bu da
kişiyi O'nun sevgisini kazanmaya sevk eder. Onun sevgisini kazanmak için de O'nun
sevdiği zat olan Hz. Muhammed (s.a.v.)'e tabi olur. Zaten ona tabi olmak, İslam'ı
yaşamaktır, Kur'an'ın evrensel olan ahlak kodlarını uygulamaktır. Diğer taraftan
Allah'a inanmak, Hz. Muhammed'e inanmayı, meleklere inanmayı, ahirete inanmayı,
kadere inanmayı ve kutsal kitaplara inanmayı gerekli kılar.
Nursi'ye göre bütün iman esaslarına tahkiki bir şekilde inanan bir insan, ihlaslı
bir kul, mütevazi bir insan, fakrını, zaaf ve acziyetini bilen ama Allah'ın kudretini
arkasında hisseden, Allah rızası için ve fazilet için çalışan bir kişi olur. (Nursi,
Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İst. 2001, s. 122) Ona göre böyle bir şahsın sahip olduğu
bazı faziletler vardır. Bunlar toplumsal hayatın huzuru ve mutluluğu için önemlidir.
Bu faziletler şunlardır: Kuvveti değil, hakkı üstün tutmak; faydacılığı değil, Allah'ın
rızasını esas amaç haline getirmek; ırkçılığı değil, din, sınıf ve vatan bağını
önemsemek; nefsin kötü arzularına set çekip, ruhu yüce şeylere teşvik etmek; böylece
insanı kamil bir insan haline getirmektir. Bütün bu faziletlere sahip olmak toplumdaki
tecavüzleri, haksızlıkları, çarpışmayı, kavgayı, boğuşmayı ortadan kaldırır. İttifak,
dayanışma, yardımlaşma, kardeşlik, sevgi meydana getirir. Bu da insanın iki dünyada
da mutlu olmasına sebep olur. (Nursi, Sözler, s. 122)
Bu faziletleri, asılları Kur'an'da bulunan temel ahlak kodları olarak da isimlendirebiliriz.
Nursi'nin, insanın iman vasıtasıyla elde edeceği, antik yunan felsefesinde izlerini
gördüğümüz ama farklı bir şekilde ele aldığı ahlak kodlarına "şecaat, iffet ve hikmet"i
katıyor. Ona göre bu üç ahlak kodunun birleşmesinden dördüncü ve daha yüksek bir
kod meydana gelir. Bu da adalettir. Nursi, bu dörtlüye "sırat-ı müstakim" diyor.
(Nursi, İşaratü'l-İcaz, Yeni Asya Neşriyat, İst., s. 29)
Nursi'ye göre insan, bütün hayvanlardan farklı bir mizaçla yaratılmıştır. Bu
mizaç sebebiyle insanda türlü türlü meyiller, arzular meydana gelmiştir. Bu meyillerin
gereğince yiyecek, giyecek ve diğer gereksinimlerini istediği gibi güzel bir şekilde
karşılayabilmek için çok sanatlara ihtiyacı vardır. İnsanın o sanatların hepsinde
maharet sahibi olması mümkün olmadığından, diğer insanlarla "teşrik-i mesai" etmeye
mecburdur. Bu sayede herkes çalışmasıyla elde ettiği ürünleri karşılıklı olarak
değiştirir. Günümüzde bu ticaret yoluyla olmaktadır. Yani ihtiyaçlarını bu şekilde
sağlar. Fakat insanda şehvet, gazab ve akıl kuvveleri yaratılış olarak sınırlandırılmamıştır.
Bunun da sebebi insanın cüz-i iradesiyle terakkisini temin etmektir. Bu yüzden muamelelerde
zulümler, haksızlıklar, tecavüzler meydana gelir. Bu haksızlıkları, zulümleri ve
tecavüzleri önlemede insan toplumları ticaret yaparken, ürünleri alıp satarken adalete
muhtaçtır. Fakat her ferdin aklı, adaleti idrak etmekten acizdir. Bu yüzden külli
bir akla ihtiyaç vardır ki, fertler o külli akıldan istifade etsinler. Öyle bir
külli akıl da ancak kanun şeklinde olur. Öyle bir kanun da ancak şeriattır. (Nursi,
İşaratü'l-İcaz, s. 141) O halde insanın şehvet, gazab ve akıl kuvvelerini dengeleyecek
olan şeriat dediğimiz, İslam dinidir. Yani Kur'an ve Hz. Muhammed (s.a.v.)'in hadisleridir,
sünnetidir.
İnsandaki şehvet kuvvesi menfaatli şeyleri almak için verilmiştir. Eğer İslam
dininin sağlam inanç esaslarıyla dengelenmezse, ya humud ya da fücur ortaya çıkar.
Humud helal ve harama da insanın arzusunun olmamasıdır. Böyle bir insan "insanlık"
özelliklerini kaybeder. Fücur ise, helal haram demez, saldırır, namus ve ırzları
payimal etmek ister. Bunun orta mertebesi ise iffettir; helal olan şeyleri arzular,
haramlar kaçınır. (Nursi, İşaratü'l-İcaz, s. 29) İşte, insanın yeme, içme, giyinme,
barınma, karşı cinsle münasebetlerinde iffetli olmasını ancak İslam dininin inanç
ve ibadet esasları sağlar.
İnsandaki gazap kuvvesi, zararlı şeyleri uzaklaştırmak için verilmiştir. Eğer
İslam dininin sağlam inanç esaslarıyla dengelenmezse, ya cebanet ya da tehevvür
ortaya çıkar. Cebanet korkulmayacak şeylerden bile korkmaktır. Bu durumda korku
insanın başına bela olur. Tehevvür de, maddi manevi hiçbir şeyden korkmamaktır.
Bütün haksızlıklar, zulümler, tecavüzler bu duygusunu sınırlandıramamış insanlardan
çıkar. Halbuki bunun orta mertebesi şecaattir. Yani yiğitliktir. Böyle bir insan
kimseye haksızlık yapmaz. Ama dini ve dünyevi hukuku için gerekirse cana feda edecek
derecede cesur olur. (Nursi, İşaratü'l-İcaz, s. 29)
Akıl ise iyi ile kötüyü birbirinden ayırt etmek için verilmiştir. Eğer İslam
dininin sağlam inanç esaslarıyla dengelenmezse, ya gabavet ya da cerbeze ortaya
çıkar. Gabavet ahmaklık demektir. İnsan bu durumda hiçbir şeyden haberi olmaz. Zararını
menfaatini ayırt edemez. İyi ile kötüyü fart edemez. Cerbeze ise, insanın hakkı
batıl, batılı hak gösterecek kadar aldatıcı bir zekaya sahip olması demektir. Bunun
orta mertebesi hikmettir. Hikmet hakkı hak bilip uymak, batılı ve yanlışı yanlış
bilip ondan uzaklaşmaktır. (Nursi, İşaratü'l-İcaz, s. 29)
İffet, şecaat ve hikmet adalet kodunu meydana getirir. Bunların hepsi birden
ise insan için "sırat-ı müstakim"dir.
Bütün ahlak kodlarını pratik hayata aksettirmede Allah inancı ile birlikte ahiret
inancı da önemli bir rol oynar. Ona göre ahiret inancı, ferdin ve toplumun hayatının
ve mutluluğunun temelidir. Özellikle gençlerin şiddet-i galeyanda olan hislerini
kontrol altına almanın önemli yollarından birisi de cehennemin varlığına inanmaktır.
Bu inanç gençleri, ifratkar bulunan nefis ve hevalarını tecavüzlerden, zulümlerden
ve tahribattan uzaklaştırır ve sosyal hayatın güzel bir şekilde devam etmesini sağlar.
(Nursi, Sözler, s. 89)
Aynı zamanda ahiret inancı mutlu bir aile modeli ortaya çıkarmada yardımcı olur.
Ailenin mutluğu Nursi'ye göre, "samimi, ciddi, vefalı hürmet" ve "hakiki, şefkatli
ve fedakarane merhamet"tir. Hürmet saygıyı, merhamet ise şefkati ifade etmektedir.
Her ikisi de evrensel ahlakın önemli kodlarından birisidir. Bu gerçek saygıyı ve
şefkati sağlamak ancak ahirette ebedi bir arkadaşlık fikriyle olabilir. Eğer inançlı,
ibadetini yapan bir insan olursa eşiyle ebedi alemde birlikte olacağını düşünen
bir insan, bu dünyada ona saygısızlık yapmaz, vefalı davranış, onun zahiri güzelliği
bozulsa bile, ona bir huri gibi muamele eder. (Nursi, Sözler, s. 89) Gerçek saygıyı
ve şefkati gösterir, onu rencide etmez. Sevginin, saygının ve şefkatin gerçek manada
kullanılması ve aile hayatının mutlu bir yuva haline gelebilmesi, ahiret inancının
sağlam olmasına bağlıdır. Ahiret inancı olmazsa, ölümle ebedi bir şekilde birbirinden
ayrılacaklarını düşünen karı-koca birbirlerine sadakatli, şefkatli ve saygılı olmazlar.
Batı dünyasında aile hayatının ortadan kalkacak dereceye gelmesinin, boşanma oranlarının
%70'ler seviyesine çıkmasının altında yatan en önemli sebeplerden birisi de bu ahiret
inancındaki boşluk olsa gerektir.
Diğer taraftan da Allah inancı ve Ahiret inancı ile birlikte sevgi de güzel ahlak
kodlarının hayata tatbikinde önemli bir rol oynar. Nursi, sevgiyi, kainatın varlığının
sebebi, bağı, nuru ve hayatı olarak nitelendirir. Ona göre insan evrenin en kapsamlı
bir meyvesidir. Bu yüzden insanın kalbine kainatı kuşatacak genişlikte bir sevgi
duygusu verilmiştir. Nursi, sevginin ya mahlukata, ya Allah'a yöneltilmesinin kaçınılmaz
olduğuna dikkat çekerek, önce Allah'a yöneltilmesini öngörür. (Nursi, Sözler, s.
331-333) Ona göre insan, Allah'a tahkiki bir şekilde inanıp O'nu sevdiği zaman,
bütün varlıkları da onun namına sevebilir. Bu da teorik olan ahlak kodlarını pratize
etmenin en önemli sebeplerinden birisidir. İnsan lezzetli yiyecekleri Allah namına
sevdiği zaman bunun en önemli alameti, meşru dairede kanaatkarane kazanmak, tefekkür
ve şükrederek yemektir. (Nursi, Sözler, s. 597) Yani insan vücudunun ihtiyacı olan
nimetleri Allah için sevdiği zaman, haram yoldan değil, helal yoldan kazanç sağlayacaktır.
Bu da başkalarına haksızlık, kötülük yapmayı engelleyecektir. Bu durumda insan Allah'ı
sevdiği için, Allah'ın sevgili bir kulu olmak için din tarafından konulan sınırlara
riayet edecektir. Nursi, zaten bunu iffetin tarifi içinde değerlendirmektedir. İffet
de çok önemli olan bir ahlak kodudur.
İnsan anne-babasını da nefsi hesabına değil, Allah hesabına sevmelidir. Bunun
alameti ise, onlar ihtiyar olduklarında ve sana hiçbir faydaları kalmadığı bir zamanda,
onları daha çok sevmek, onlara daha çok merhamet ve şefkat etmektir. Böyle bir insan
pederini haksız görse de isyan edemez. (Nursi, Sözler, s. 597) Annesine saygısızlık
edemez. İmanı zayıf olan, bu yüzden de anne-babalarını nefisleri hesabına seven
kimseler, menfaat elde etmek için onları öldürmekten bile geri kalmıyorlar. Bu da
insanın vicdanın tefessüh etmesi demektir. Bundan daha kötü bir ahlak olamaz.
Çocuğunu Allah için seven bir kimsenin onu Allah için sevdiğinin alameti, o çocuğu
öldüğü zaman sabır ve şükür içinde bulunmaktır. Ümitsiz bir şekilde bağırıp çağırmamaktır.
(Nursi, Sözler, s. 597)
Bir insanın eşini Allah için sevmesinin alameti de, onu ahlakı güzel olduğu için,
şefkati güzel olduğu için sevmesi, geçici güzelliğine bel bağlamamasıdır. Çünkü
şefkatin ve ahlakın güzelliği hayatın sonuna kadar devam eder. Eşler Allah için
sevilmezse, suret güzelliğinin bozulmasıyla aile de dağılır. (Nursi, Sözler, s.
598)
Sonuç
İnsanların tecrübeleriyle elde ettikleri evrensel ahlak ilkelerini en ayrıntılı
ve gelişmiş şekilde Kur'an ilk nazil olduğu zamanda tespit etmiştir. Saygı, güvenilir
olmak, sorumluluk, adil olmak, şefkatli olmak, özgeci olmak, yardımsever olmak gibi
evrensel olarak kabul edilen ahlak kodları, on dört asır önce nazil olan Kur'an'da
en gelişmiş şekilde bulunmaktadır. Evrensel ahlak ilkelerinin tespit edilmesi kadar
hayata geçirilmesi de önemlidir. Bu da evrensel ahlak kodlarının kaynağı sorununu
gündeme getiriyor. Bu ahlak kodları tek bir Allah inancı, ahiret inancı ve Allah
sevgisi gibi bunları en güzel şekilde pratize etmeye sebep olacak kaynaklardan mahrum
bir şekilde düşünülürse, ahlak kodlarının uygulanmasında büyük sorunlar yaşanır.
Günümüz dünyası bu sorunların yaşandığını açık bir şekilde gösteriyor. Kurallar
var. Kodlar, ilkeler mevcut. Ama bunları uygulatacak güç yok. Bu yüzden insanlar
sanki kendilerine hiç kutsal kitap gelmemiş gibi davranıyorlar. Bu ilkeler, kodlar
bir tarafta bekler, toplumlarda zulümler, haksızlıklar, tecavüzler engellenemiyor.
İşte Kur'an bu ahlak kodlarını teoriden pratiğe geçirecek kaynağı da dile getiriyor.
O da Allah inancı, ahiret inancı ve Allah sevgisidir. Bu yüzden çağımızın ahlak
kaosundan kurtulması için Kur'an'ın evrensel ahlak kodlarına ve bunları sosyal hayatta
uygulanabilir kılan Allah inancı, ahiret inancı ve Allah sevgisine dönmekten başka
çare yoktur.
Öz
Ahlak (morality, ethic) için tek bir tanım yoktur. Ancak genel olarak ahlakın
"bir davranış kodu" ve "toplum fertleri için bir rehber" olduğunu söylemek mümkündür.
Bu davranış kodlarının ya da rehberin kendisi kadar temelleri de önemlidir. Kimi
filozoflar ahlakın temelinin insan tabiatı, kimileri akıl, bazıları da din olduğunu
söylemişlerdir. Günümüz toplumlarında bu üç temel üzerine kurulu ahlaki rehberlikleri
görüyoruz..
Bu çalışmada bu üç temele göre ahlak kavramının değerlendirilmesi yapılmakta
ve Said Nursi'nin ahlak felsefesine yer verilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Ahlak, felsefe, akıl, din, evrensel ahlak
Abstract
Ethics does not possess a single definition. However, we can generally say that
ethics embraces 'a behavioral code', or it is a 'guide for the members of society'.
The foundations of this code or this guide are equally important as itself. Some
of the philosophers claim that the human nature, some that reason, and some of them
claim thet it was religion. In the current societies, we are coming across to moral
guidances that are constructed according to these three bases.
This work analyzes the concept of ethics according to these three basics. It
also mentions the moral philosophy of Said Nursi.
Key Words: Ethics, philosophy, reason, religion, universal morality