III. Ulusal Risale-i Nur Kongresi – "Ahlak" / III. National
Congress of Risale-i Nur – "Ethics"

Giriş

Ahlak için tek bir tanım yoktur. Ancak genel olarak ahlakın bir davranış kodu
ve toplum fertleri için bir rehber olduğunu söylemek mümkündür. Bu davranış kodlarının
ya da ahlakî ilkelerin kendisi kadar kaynakları da önemlidir.

Filozofların bir kısmı ahlakın temelinin insan tabiatı, kimileri akıl, bazıları
da din olduğunu söylemişlerdir. Günümüz toplumlarında bu üç kaynağa dayalı ahlakî
rehberlikler görüyoruz. Ahlakın toplum ile birlikte bir anlam taşıdığı tartışılmaz
bir gerçektir. Her toplumun adetleri, gelenekleri, düşünceleri farklı olduğundan
farklı ahlak kodları ya da ilkeleri ortaya çıkmaktadır. Bir toplum için ahlaki görülen
bir davranış, bir başka toplum tarafından ahlak dışı olarak görülebilmektedir. Bu
yüzden ahlak filozofları tarih boyunca birbirlerine zıt ahlak doktrinleri geliştirmişlerdir.

İlk çağdan günümüze kadar gelen ahlak filozları, ahlakın özünün bilgi, haz, toplum,
birey, sevgi, bencillik gibi hususlar olduğunu ifade etmişlerdir. Bütün ahlak filozofları
ahlakın amacının insanı mutlu etmek olduğunu söylemektedirler. Ancak her filozof
farklı şeyler dile getirdiğinden ve ahlakı teoriden pratiğe geçirmede etkili bir
vasıta bulunamadığından insanların çoğunluğunu mutlu edecek ahlakî prensipler ortaya
çıkmamıştır.

Burada şu sorular akla gelmektedir. Acaba herkesi mutlu edecek evrensel ahlak
kodları var mıdır? Varsa bunlar nelerdir? Bu evrensel ahlak ilkelerinin kaynakları
nelerdir? Vahiy ile evrensel ahlak arasında nasıl bir ilişki vardır? Ahlakın toplum
hayatında uygulanması nasıl olacaktır? Uygulandığında nasıl bir sonuç ortaya çıkacaktır?
Bu sonuç bildirisinde bu soruların cevaplarını kısaca paylaşmak istiyoruz.

1. Evrensel Ahlak

Günümüzde üç önemli ahlak doktrini ön plana çıkıyor. Bunlardan birincisi amoralizm
denilen, ahlak kurallarına karşı çıkan doktrindir. Bu doktrin ahlakî gerçek diye
bir şey olmadığı düşüncesindedir.

İkincisi ahlakî rölativizmdir. Bu da ahlak kurallarının toplumdan topluma, bölgeden
bölgeye değişeceğini savunmaktadır. Buna göre herkes için geçerli olan ahlak kuralları
yoktur. Bu iki ahlak doktrini antik çağdaki hedonist, egoist ahlak anlayışlarına
tekrar dönüşü yansıtmaktadır. Günümüzde hakim olan ahlak anlayışı da bu iki unsuru
ön plana çıkarmaktadır. Bunlara dayalı ahlak ilkeleri dünyayı bir kaosa sürüklemiştir.

O halde üçüncü bir ahlak doktrinine ihtiyaç gözükmektedir. Bu da insanların hepsi
için geçerli olacak, herkesi gerçek mutluğa eriştirecek evrensel ahlak kodları olmalıdır.
Bugün insanlık yaşadığı tecrübelerden de yola çıkarak bu ahlak ilkelerini belirlemektedir.
Genel olarak saygılı, güvenilir, sorumluluk sahibi, adil, şefkatli olmak gibi hususlar,
evrensel ahlakın genel ilkeleri olarak kabul edilmektedir. Ancak bu beş esasta toplanan
evrensel ahlak kodlarının açılımlarının da bilinmesi gerekmektedir. Bunların da
yalan söylememek, kendine davranılmasını istediğin gibi başkasına davranmak, hırsızlık
yapmamak, aldatmamak, başkalarını haksız yere itham etmemek, fuhşiyattan kaçınmak,
tecavüz etmemek, adam öldürmemek, çevreyi tahrip etmemek gibi pozitif yönleri olduğu
gibi; dürüst, iyilik sever, aile ve arkadaşlara sadakatli olmak, güçsüz ve zayıflara
yardım etmek, çevreyi korumak gibi negatif yönleri de vardır. 'Sana yapılmasını
istemediğin bir davranışı, sen de başkalarına yapma' 'bir şeyi yaptıktan sonra kendini
iyi hissediyorsan o davranışın ahlakidir. Eğer iyi hissetmiyorsan gayr-i ahlakîdir'
gibi ifadeler, çeşitli dinlerden alınan, bütün evrensel ilkelerin de ortak noktasını
teşkil ediyor. İslam dininde de bu görüşler vicdanın tefessüh etmemesi şartıyla
geçerlidir.

İnsanlar fıtraten benzer özellikler sergilemektedir. Allah'ın kainatta koyduğu
nizam, intizam kanunu insanlar için de geçerlidir. İnsan bedenindeki azaların benzerliğinden
hastalıklar tespit edilmektedir. Eğer insanların bedenleri, azaları arasındaki birlik,
benzerlik, olmasaydı tıp ilminin, farmakolojinin gelişmesi mümkün olmayacaktı. Bu
da teşhis ve tedaviyi olumsuz olarak etkileyecekti. Aynı şekilde insan fıtratının
manevi boyutu da benzer özellikler taşıyor. Yaratılıştan Allah insanların hepsine
benzer özellikler veriyor. Bu yüzden insanın ortak özelliklerine uygun, birlikte
barış ve mutluluk içinde yaşayacakları herkes için geçerli ahlak kodları gerekmektedir.
İşte bu ahlak ilkeleri evrensel ahlak ilkeleridir. Akıl, ruh, kalp, ana duygular
ve kuvveler herkeste vardır. Herkes de mutlu olmak istiyor. Mutlu olmak da bu duygu
ve kuvveler arasındaki dengeye, uyuma bağlıdır. Bu da bu evrensel ahlak kodlarının
uygulanmasıyla mümkündür.

2. Ahlakın Kaynakları

Ahlak filozofları ahlakın insan tabiatı, akıl, bilim, din, sevgi gibi çeşitli
kaynaklarından bahsederler. Said Nursi de ahlakın Kur'an, nübüvvet, vicdan ve kainat
gibi dört önemli ana kaynağı olduğunu beyan eder.

a. Kur'an

Kur'an en son indirilen ilahi hitap ve kitaptır. Bütün semavi dinlerin asılları
Kur'an'da mevcuttur. Kur'an evrensel bir kitaptır. Ayetlerin nüzul sebepleri olmasına
rağmen, ifadelerinin ekserisinin umumî mesajlar içermesi, insan fıtratına uygun
ilkeler ve hükümler taşıması, her şeyi akla, düşünmeye havale etmesi, ayetlerinde
yer yer 'ey insanlar' hitabını kullanması onun evrenselliğinin delillerindendir.
Ahlak ilkelerinin belirlenmesinde ve tatbik edilmesinde niçin Kur'an'a ihtiyaç duyulmaktadır?

Nursi'ye göre insan, bütün hayvanlardan farklı bir mizaçla yaratıldığından türlü
türlü meyillere ve arzulara sahiptir. Bu meyil ve arzuların gereğince, yiyecek,
giyecek ve diğer ihtiyaçlarını güzel bir şekilde karşılamak için çok sanatlara ihtiyacı
vardır. İnsanın o sanatların hepsinde maharet sahibi olması mümkün olmadığından,
diğer insanlarla 'teşrik-i mesai' etmeye mecburdur. Bu sayede herkes çalışmasıyla
elde ettiği ürünleri karşılıklı olarak değiştirir. Çoğunlukla günümüzde bu ticaret
yoluyla olmaktadır.

İnsanın şehevi, gadabi ve akli kuvveleri yaratılış bakımından sınırlandırılmamıştır.
Bunun da sebebi insanın cüzi iradesiyle terakkisini temin etmektir. Bu yüzden muamelelerde
zulümler, haksızlıklar, tecavüzler olabilmektedir. Bunları önlemede adaletli olmak
gerekir. Fakat her ferdin aklı adaleti tamamen idrak etmekten acizdir. Bu yüzden
külli bir akla ihtiyaç vardır ki, fertler o külli akıldan istifade etsinler. Öyle
bir külli akıl da ancak kanun şeklinde olur. Öyle bir kanun da ancak Allah tarafından
vaz'edilmiştir. O halde insanın şehvet, gazap ve akıl kuvvelerini aşırılıklardan
koruyacak, toplumu zulümlerden, tecavüzlerden muhafaza edecek olan kanunların bulunduğu
kitap Kur'an'dır.

b. Nübüvvet

Nübüvvet mutluluğun fihristesidir. Kur'an'da anlatıldığı şekliyle bütün peygamberler
insanlar için güzel örnektir. Ancak Kur'an'da bildirilen Allah'ın ahlakını bütün
insanlığa Hz. Muhammed (sav) göstermiştir. Bunun için Kur'an'da onun yüksek bir
ahlak üzere olduğu vurgulanır. Zaten Muhammed Aleyhisselam da güzel ahlakı tamamlamak
için gönderildiğini ifade etmiştir. Peygamberimiz (sav) peygamber olarak gönderilmeden
önce de Allah'ın lütfuyla yüksek bir ahlak üzere bulunuyordu. O halde Kur'an'ın
insanları mutlu edecek ahlak kodları Hz. Muhammed'in şahsında toplanmıştır. Peygamberimizin
Kur'an'-dan sonra en büyük mucizesi Kur'an ahlakıdır. Kendi döneminde insanların
İslam'a girmesinde en önemli etkenlerden birisi de onun bu güzel ahlakıdır. Zaten
Kur'an-ı Kerim de insanları Hz. Muhammed'e tabi olmaya davet ediyor. Allah sevgisinin
ona tabi olmayı gerektirdiğini vurguluyor.

c. Kainat ve vicdan

Bediüzzaman'a göre iki çeşit kanun (şeriat) vardır. Her bir şeriatın hüküm sahası
farklıdır. Kısmen tabiat yasaları olarak bilinen "fitrî şeriat" tabiatı, kelamî
şeriat ise insan ve toplum hayatını tanzim eder. Fitrî şeriatın kanunları Müslim
gayrimüslim, insan veya eşya fark etmeksizin bütün kainatta geçerlidir. Fakat kelamî
şeriat sadece Müslümanlar için onların rızası ve hür iradelerini kullanarak İslam'ı
kabulü neticesi geçerlidir. Cüz-i ihtiyarî ile birlikte mesuliyet de geliyor. Ancak
mesuliyetin ne olduğu tabiattan veya sadece aklın kullanımından hareketle tespit
edilemez.

Kainat Allah'ın varlığının işaretleri ile doludur. Bediüzzaman, kainatı bir 'kitab-ı
kebir' olarak tasvir etmektedir. Kur'an ile Kainat aynı kitabın farklı ifadeleri
gibi görülür. Her iki kitap sırasıyla içtimaî ve maddî alemleri tanzim eden kanunlar
getirirler. Bediüzzaman'ın kainata ilişkin ontolojik tasavvurunda kainat esma-i
hüsnanın yansıdığı bir ayna hükmündedir.

Ayrıca Bediüzzaman'a göre insanlar fıtraten mükerremdirler ve hakkı ararlar.
Fakat insanın fıtratı tek başına neyin doğru, neyin yanlış olduğunu tespit etmede
yeterli değildir. Aynı şekilde insan aklı vahiy olmadan vahyin bildirdiklerini tek
başına çıkaramaz Yani aklın ahlaka kaynaklık edemediği söylenemez, ancak kaynaklık
ettiği ahlak yetersiz kalacaktır.

Bediüzzaman, vicdanı 'fitrat-ı zîşuur' olarak tanımlıyor. Fıtrat müyulat ile
sezgi ile Allah'ın varlığını bulabilir veya iyinin varolması gerektiğini tespit
edebilir. Ama Allah'ın isim ve sıfatlarının mahiyetini veya iyinin sınırlarını bilemez.
Bu anlamda fıtratın vahye ihtiyacı devam etmektedir. Nasıl vahiy kainatı tamamlıyorsa,
şeriat da vicdanı tamamlıyor. Doğru ve yanlış, vahiyden once de varolabilir ancak,
vahiy olmadan hudutları tespit etmek mümkün değildir.

Bediüzzaman'a göre ahlakın birinci kaynağı vahiydir. Fakat ahlakın tek kaynağı
değildir. Genel bir ahlak anlayışı kainattan, fitrattan ve vicdandan hareketle çıkarılabilir.
Kur'an bu anlayışla uyuşan ilkeleri getirmiştir.

3. Din-Ahlak İlişkisi

Ferdin dinden bağımsız olarak ahlaklı olması mümkündür. Ancak böyle bir ahlak
eksik ahlak olacaktır. Ahlakı din teşvik eder, ahlakın ölçüsünü fıtrata uygun, en
güzel şekilde din tesbit eder. Bu din de hükümlerini akla tesbit ettiren ve fıtratı
ön plana çıkaran İslam dinidir. Fıtrat ahlakı gerektirir. Ahlakı besleyen de inançtır,
dindir. Dinin prensiplerini de Kur'an belirlemektedir.

4. Ahlakın Uygulanması ve Sonuçları

Ahlakın temel kaynaklarından birisi olarak Kur'an insanı düşünce tarihi boyunca
en genel ahlak kodları olarak kabul edilen iffet, şecaat ve hikmetten oluşan adalete
ulaştırmak için üç önemli vasıtayı kullanıyor. Bunlar da Allah'a iman, ahirete iman
ve Allah sevgisidir. Allah'a iman tanımayı, o da Allah'ı sevmeyi gerektirir. Allah'ı
seven bir insan, onun sevdiği davranışları yapmak için gayret gösterir, sevmediği
davranışlardan da uzaklaşır. Böylece kulluk bilinci içerisinde en yüksek insani
mertebeye ulaşır, kamil bir insan olur. Allah'ı seven bir insan, bütün insanları
ve varlıkları da Allah için sever. Varlıkları ve insanları düşman değil, dost olarak
telakki eder. Bu da insanın kendisiyle, toplumla ve tabiatla barışık olmasını sağlar.

Diğer taraftan Kur'an; ahiret inancının da fertlerin, ailelerin ve toplumların
ahlaklı olmasında önemli bir rolü olduğunu ifade eder. Ahiret inancının kuvvetli
olması, gençlerin duygularını kontrol altına almakta yardımcı olur, kalpte bir yasakçı
meydana getirir. Bu sayede gençleri nefsin azgınlıklarından, tecavüz ve zulümlerden
kurtarır, kendilerinin ve toplumun mutlu ve huzurlu olmasını sağlar.

Ahiret inancı çocukları ölümlere karşı dayanıklı kılar, yaşlılara ebedi saadeti
müjdeleyerek ölümü sevdirir, hayatlarından lezzet almalarını sağlar. Bu inanç aynı
zamanda toplumun zembereği olan ailede saygı, sevgi ve şefkati gerçek anlamda yerleştirir.
Eşine ebedî hayatta birlikte olacağı bir arkadaş nazarıyla bakan bir insan, onu
daha çok sever, şefkat eder, vefasızlık göstermez. Bu inancın olmadığı ya da zayıf
olduğu toplumlarda ailenin dejenere olduğu bir realitedir.

Diğer taraftan Nursi, Kur'an'ın şefkat prensibini de ahlaklı olmakta önemli bir
unsur olarak değerlendirir. O, tasavvufta ön plana çıkan ama sosyal yönü bulunmayan
aşk yerine, daha kapsamlı olan şefkati ön plana çıkarır. Şefkatli olmak, Allah'ın
Rahim isminin tecellisine mahzar olmaktır. Allah bütün insanlara nasıl rahmetini
tecelli ettirmişse, insan da bu rahmetin yansıması olan şefkatle hareket etmelidir.
Bir anne kendi evladına şefkat eder, onu bütün tehlikelerden korumaya çalışır. Bu
duygu sadece o çocuğa yönelmekle kalmaz, bütün çocuklara, kainata yönelir. Şefkatin
en yüksek derecesi ise, insanların imanlarını kurtarmak için çalışmaktır. Şefkatli
olan bir insan güzel ahlakın da zirvesine çıkar. Bu sebeple Nursi, iman ve sevgi
ile birlikte şefkati de ahlaklı olmada önemli bir unsur olarak zikreder.

Said Nursi, Kur'an'ın bu esaslardan yola çıkarak bunların açılımlarını sunar.
Kur'an insanların tespit ettikleri evrensel ahlak ilkelerini daha geniş ve mükemmel
şekilde on dört asır önce belirlemiştir. İnanç ve sevgi ile de ahlak ilkelerinin
pratize edilmesini ve beşer için en yüksek bir hedef olan mutluluğa erişilmesini
sağlamıştır.

Nursi'ye göre Kur'an, ruhlarda, akıllarda, kalplerde ve davranışlarda bir değişim
meydana getirme gücüne sahiptir. Allah'a ve diğer iman esaslarına imanı kuvvetli
olan, Hz. Muhammed'i kendisine ahlakta bir rol modeli olarak kabul eden bir kimse,
duygularını, kuvvelerini dengelemesini bilir ve aşırılıklardan kurtulur. İnsandaki
şehvet kuvvesi menfaatli şeyleri almak için verilmiştir. Eğer İslam dininin sağlam
iman esaslarıyla dengelenmezse ya hiçbir şeye arzu duymamak ya da helal haram demeden
her şeye saldırmak gibi tecavüzlere, aşırılıklara sebep olur. Bu da fıtratın bozulması
demektir. Halbuki bu duygu, inanç ve ibadetlerle dengelendiğinde iffetli bir insan
modeli ortaya çıkar. İşte insanın yeme, içme, giyinme, barınma ve karşı cinsle münasebetlerinde
genel bir güzel ahlak kodu olan iffet insana gerçek mutluluğu verir.

İnsandaki gazap kuvvesi de zararlı şeyleri uzaklaştırmak için verilmiştir. Eğer
İslam dininin sağlam inanç esaslarıyla dengelenmezse ya her şeyden korkmak ya da
hiçbir şeyden korkmamak gibi aşırılıklar ortaya çıkar. İkisi de bireysel ve toplumsal
hayatın mutluluğunu bozacak durumlardır. Ama bu kuvve dengelendiğinde şecaat dediğimiz
bir özellik meydana gelir. Bu durumda insan kimseye haksızlık yapmaz. Ama dini ve
dünyevi hukuku için gerekirse canını verir.

Akıl ise iyi ile kötüyü birbirinden ayırt etmek için verilmiştir. Eğer İslam
dininin sağlam inanç esaslarıyla dengelenmezse ya ahmaklık ya da cerbeze ortaya
çıkar. İnsanın hiçbir şeyden anlamaması insan olma özelliğini kaybetmesidir. Cerbeze
ile herkesi aldatması, hakkı batıl, batılı hak göstermesi de sosyal ahlakın hedefi
olan mutluluğu, huzuru bozucu bir durumdur. Bu kuvve dengelendiğinde hikmet sahibi,
akıllı bir insan karşımıza çıkar. Böyle bir insan hakkı hak bilir uyar, batılı batıl
bilir ondan uzaklaşır. İffet, şecaat ve hikmet adalet kodunu meydana getir. Bunların
hepsi birden ise 'sırat-ı müstakim' olarak isimlendirilir. Bu sayede insan bencilce
davranışlardan, hazzının peşinde koşmaktan, başkasına zarar vermekten kurtulur.
Böyle insanlardan oluşan toplumları yöneten kişiler de adaletli, istikametli bir
ahlaka sahip olurlar. İnanç ve sevgi ile ahlaklı bir insan olmak, insanı sadece
bu dünyada mutlu etmez, aynı zamanda Allah'ın hoşnutluğu kazanıldığından dolayı
onu ahirette Allah'ın fazlıyla ebedi mutluluğa da eriştirir.

Sonuç

İnsanların akılları ve tecrübeleriyle tespit ettikleri evrensel ahlak ilkelerinin
sınırlarını en ayrıntılı bir şekilde Kur'an çizmektedir. Saygılı, güvenilir, sorumluluk
sahibi, adil, şefkatli, özgeci, yardımsever olmak gibi evrensel olarak kabul edilen
ahlak kodları en ayrıntılı şekilde Kur'an'da mevcuttur. Kur'an'ın tespit ettiği
evrensel ahlak ilkeleri insan fıtratına, vicdanına ve kainattaki umumi işleyişe
de uygundur.

Evrensel ahlak ilkelerinin tespit edilmesi kadar hayata geçirilmesi de önemlidir.
Kur'an bu ahlak kodlarının, insanın bireysel, ailevi ve toplumsal hayatında uygulanmasını
sağlamak için Allah ve ahiret inancı ile Allah sevgisini aracı olarak kullanmaktadır.
Allah'a ve ahiret gününe inanan bir insan, Allah'ın sevgisini ve sevginin tezahürü
olan ebedi mutluluğu kazanmak için kulluk bilinci içinde yaşar. İnsanın kulluk bilinci
içinde yaşaması, iyi ahlaklı bir insan olmasını doğurur. Bu da bireyi, aileyi ve
toplumu mutluluğun zirvesine çıkarır. Aksi takdirde bugün birçok toplumda görüldüğü
gibi güzel ahlak ilkelerinin pratiğe geçirilmeside büyük sorunlar yaşanır.