The Ethics and Change in Public Sphere

A. Kamusal Alan

Kamusal alan kavramı sosyal siyaset açısından son on-on beş yıldan bu yana önemli
hale gelmiştir. Ancak üzerinde uzlaşılan bir tanımı bulunmamaktadır. Genellikle
temel hak ve özgürlüklere ilişkin hukuki bir kavram gibi algılanmaktadır. Oysa anayasada
ve kanunlarda bu kavram ne kullanılmakta ve dolayısıyla ne de tanımlanmaktadır.

Dolayısıyla sosyolojik bir tartışmada bu kavrama bir anlam yükleyerek sonuca
ulaşmaya çalışmak anlamlı olabilirse de hukuki sonucu da olan bir tartışmada kullanılması
faydasızdır.

Kamusal alandaki kamu, sözlük anlamı itibariyle, amme veya umum ya da "Biz kimseye
kin tutmazuz, kamu âlem birdir bize" diyen Yunus Emre'nin dilindeki anlamıyla "cümle
alem-herkes" olarak anlaşılabilir.

Buna göre cümle aleme, yani "ben"den başkasına yani, "biz"e ait ortak alan kamusal
alandır. Yoksa birilerinin dediği gibi devlet kamu değildir ve kamusal alan da devlete
ait alan değildir. Esasen devlet bir şeyin ya da bir alanın sahibi değildir. Kamusal
alandaki kamu düzenin sağlanmasının yükümlüsüdür.

B. Ahlak

Ahlakın bazı temel özellikleri vardır.

1. Bir davranışın ahlaki olup olmadığı o davranışın vicdani olması ile de ilgilidir.
İnsanı hayvandan ayıran ve insan yapan ilk özelliği vicdanıdır. Vicdan vahye muhatap
olur. Bu nedenle her dinde ilk insan, aynı zamanda vicdan sahibi ilk varlık ve vahyin
ilk muhatabı, yani Adem-Peygamber'dir.

2. Ahlak yukarıdaki anlamıyla kamusal alana ait bir kavramdır. Zira insanın yalnızken
ahlak kurallarına ihtiyacı yoktur. Yalnız bir insan, tabiat kuralları, duyuyorsa
din kuralları (vahiy-Allah'ın buyrukları) ve vicdanının sesi ile baş başadır. Mesela
Robinson (Adem) dünya adasında yalnızken davranışlarının ahlaki olup olmadığı önem
taşımaz.

İnsanlar, başka insanlarla ilişkilerinde ahlak kavramına ihtiyaç duyar. Ahlaki
davranılmasını ister ve kendisi de ahlaki davranmaya çalışır. Örnekteki Robinson'un
(Adem'in) yanına, adaya Cuma (Havva) geldiğinde hem Robinson hem de Cuma için ahlakilik
kaygısı başladığı gibi.

3. Ahlakın ölçüsünün ve kaynağının ne olduğu tartışılabilir. Ancak ahlak vicdandan
ayrı bir varlıktır. Vicdandan sadece etkilenir.

Bu nedenle Robinson adada gereğinden fazla balık öldürürse sadece vicdansızlık
yapmış olur. Ahlaksızlık yapmış olmaz.

4. Ahlakın algılanışı tüm diğer algılar gibi bir dimağ (beyin) faaliyetidir.
Ancak ahlak, insanın başka insanları da etkileyen sosyal davranışları ile ilgilidir.
Bu davranışlara dış iletişim de denilir.

Bu nedenle "Ahlak insanın beynindedir" yaklaşımı yanlıştır. Bir kişinin kalbinin
temiz olup olmadığını, vicdan ve vahiy ölçeği yardımıyla ancak Allah bilir. Önemli
olan kişinin kalbi gibi elinin ve dilinin de temiz olmasıdır. Zira diğer insanlar
kalbe ve niyete değil, ele ve dile (beyana) bakarlar.

5. Bir davranışın ahlaka aykırı olması ile dine aykırı olması da birbirinden
farklıdır. Ahlaki olmayan bir davranış aynı zamanda özünde dine de aykırıdır. Ancak
dine aykırı her davranış (günah) aynı zamanda ahlaksızca bir davranıştır denilemez.

Mesela, ibadet etmemek Allah'a olan teşekkürü yerine getirmemektir. Robinson
yalnızken de toplum içindeyken de bu teşekkürü yerine getirmeliydi. Yapmasının ya
da yapmamasının karşılığını Allah'tan alacaktır. Bu hak Allah'ın hakkıdır, hukukullahtır.

Buna karşılık Robinson ahlaksızlık yaparsa karşılığını hem Allah'tan hem de toplumdan
alacaktır. Bu ise hukuku'l-ibaddır.

C. Kamusal Alan ve Ahlak

1. Ahlaka aykırı her davranış esasen kamusal alanın düzenine (kamu düzenine)
de aykırıdır. Kamu düzenini bozucudur ve mütecavizdir.

Mütecaviz olmayan günahkarlığın sonucu Allah'ın hesabı ile ilgilidir. Buna karşılık
mütecaviz olan günahkarlığın, yani ahlaksızlığın hem diğer insanlara karşı hesap
vermek hem de Allah'a karşı hesap vermek yönünden sonucu vardır. Bu nedenle ahlaksızlık
aynı zamanda kul hakkı ihlalidir.

2. O halde günahkarlıkla ahlaksızlık aynı düzleme ait kavramlar da değildir.

Bu nedenle Bediüzzaman Hutbe-i Şamiye'de "… düşmanlarımızın seyyiatı -tecavüz
olmamak şartıyla- adâvetinizi celb etmesin. Cehennem ve azab-ı İlâhî kâfidir onlara.
… adâvet hakikatiyle kalbde bulunsa, o vakit muhabbet, mümaşat ve karışmamak, zahiren
dost olmak suretine döner. Bu ise tecavüz etmeyen ehl-i dalâlete karşı olabilir."
demektedir.

Bu cümledeki "seyyiat" iki alt gruba ayrılmaktadır: Mütecaviz seyyiat; yani ahlaksızlık
ve mütecaviz olmayan seyyiat; yani günahlar.

3. Bu ayrımı, yani tecavüz eden seyyiatın ölçüsünün ne olduğunu esasen akıl belirleyebilir.
Ancak şüphesiz akıl vahyin de yardımıyla çalışacak ve ortak akıl biçiminde tecelli
edecektir.

4. Mütecaviz seyyiata karşı ne yapılacaktır?

Birincisi, toplum bu tür davranışları görmezden gelmemeli ve tepki göstermelidir.
Bu tepki, mümkünse diliyle düzeltmek ve mümkünse bunun mümkün olacağı günün gelmesi
için çalışmak ve o güne kadar hazır beklemek (kalben buğz etmek) biçimindedir.

Hiç kimse inanç ve kanaatleri nedeniyle kınanamaz. Ancak herkes mütecaviz ahlaksızlık
türünden davranışları nedeniyle en azından kınanmalı ve dışlanmalıdır ki, eylemini
tekrar etmeye cesaret edemesin.

İkincisi, toplum meşru otoriteyi harekete geçirmeli ve meşru otorite bir maddi
müeyyide uygulamalıdır. Bu ise kamu düzenini korumak ve tecavüzü engellemek ya da
tekrarını önlemek amacıyla ortamı el ile düzeltmek biçimindedir.

Her ikisi de gerek birey ve gerekse toplum ve devlet için sadece bir hak değil
yükümlülüktür. Hatta öncelikle bir yükümlülüktür denilebilir.

5. Devletin ahlaksızlığa karşı alacağı tedbir öncelikle ahlaksızca davranışları
suç sayması ve cezalandırmasıdır.

Böylece devletin günahı suç sayması gerektiği gibi yanlış düşüncelerin de önüne
geçilmiş olur. Gerçekten Allah insana küfür gibi en büyük günahı işleme hakkını
vermiş ve sonucunu kendisinin belirleyeceğini bildirmiş olduğuna göre Allah'a karşı
işlenen suçun, yani günahın (Hukukullahın ihlalinin) müeyyidesini de insanlar değil,
Allah belirleyecek ve uygulayacaktır. Aksini düşünmek devlet adına kural koyma ve
icraat yapma yetkisi kullananların kendilerini tanrı yerine koymalarından farksızdır.

6. Devletin ahlaksızlığı cezalandırıyor olması, insanların devlet zoruyla ahlaklı
olmak zorunda kalmaları anlamına gelir. İçinden gelmediği halde mecburen ahlaklı
olan bir kişi riyakarca ahlaklıdır denilemez. Zira riya kalbe ve niyete ilişkindir.
Oysa ahlak kalbe ait değil, davranışa ait bir kavramdır.

Bu husus ahlaksızlığın günahkarlıktan farklı bir kavram olmasının da sonucudur.
Bir kişi Allah'tan başkası için ibadet ederse ya da Allah'tan başkasından korktuğu
için günahtan çekinirse riyakarlık söz konusu olabilir. Ancak bir kişi kuldan utandığı
için ya da devletten korktuğu için ahlaksızlık yapmaktan da kaçınıyorsa bu davranış
sonuç itibariyle ahlakidir ve kamu düzeninin bozulması (tecavüz) önlenmiş olur.

Topluma karşı riyakarlık endişesi önemli bir kavram değildir. Zira toplum tanrı
değildir. Riyakarlık ya da samimiyet (ihlas) Allah'a karşı olmalıdır. Aksi halde
toplum ve otorite tanrılaştırılmış olur.

Nitekim Bediüzzaman'ın da Hutbe-i Şamiye'de "Hac ve zekât gibi, cihadda da niyetin
tasarrufu azdır. Hattâ adem-i niyet dahi asıl nokta-i nazarından niyet hükmündedir"
ifadelerinde belirttiği üzere toplumsal davranışlarda ve bu türden ibadetlerde niyetin
tesiri pek azdır.

Şüphesiz ideal insan ahlaki davranışa başkalarının (çevrenin ya da devletin)
değil, doğrudan doğruya kendi vicdanının ve vahyin sesini dinleyerek ulaşmalıdır.
Ancak bu her zaman mümkün olamaz.

D. Ahlak ve Değişim

Ahlakın ölçüsü esasen vicdan ve vahiyle belirlidir ve evrenseldir. Ancak bir
dönemde bir toplumda ahlaksızlık artınca bu değişiklik ahlakın ölçüsünün değiştiği
biçiminde yorumlanmaktadır.

Bir toplumda, ideal ahlak ile reel ahlak ölçüleri arasındaki fark arttıkça toplumda
çöküş de artıyor demektir. Çoğunluk herhangi bir ahlaki değeri yok saymaya başladığında
artık azınlık için bir çıkış yolu kalmamaktadır. Meşru otoritenin ahlaksızlığa karşı
müeyyide uygulamaması toplumun da sessiz kalmasına sebep olmamalıdır. Zira hiç bir
toplum sadece devlet müeyyidesiyle uzun süre ayakta kalamaz.

Bu nedenle ahlaki değerleri tahrip eden toplumsal hareketlere karşı müsamahalı
olmamak ve bu hareketlerin mihrak noktasını deşifre ederek ortadan kaldırmak ya
da en azından etkisini azaltmak gerekmektedir.

Yine bu bağlamda, hoşgörü sadece farklılıklara karşı olmalı, yoksa ahlaksızlığa
karşı hoşgörüye dönüşmemelidir.

Seküler ahlakın da bulunabileceği kabul edilmeli ancak bu husus abartılmamalı
ve toplumu ayakta tutacak temel değerin dinler ve vahiy olduğundan yola çıkılarak
farklı dinlerin mensupları arasında bu yönden de diyaloglar geliştirilmelidir.

Öz

Bu makalede kamusal alan ve ahlak tanımlarından yola çıkılarak kamusal alan ve
ahlak ilişkisi üzerinde durulmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Ahlak, kamusal alan, değişim

Abstract

This article discusses the relationship between public sphere and ethics focusing
on the definitions of each of the concepts.

Key Words: Ethics, public sphere, change