A Short Outlook to the Issue of 'Ethics in Risale-i Nur'

Cemiyetlerin maddî ve manevî kalkınması, asâyişi, huzuru ve refahı,
fertlerinin ahlakî yapısıyla yakından ilgilidir.

Gazete havadisleri veya bizzat karşılaşılan hadiseler vesilesi ile, cemiyetteki
bazı insanların ahlâkî zaaflarından sadece "dert yanmakla" kalınır ve gereği yapılmazsa,
şikayet sebepleri ortadan kalkmaz ve şikayetler devam edip gider. "Kırk gün karanlıktan
şikayet etmektense, bir gün bir mum yakmak daha hayırlıdır."

İnsanların ferdî ve içtimaî meselelerinin odak noktasında bulunan ahlâk, çok
geniş ve çok mühim bir mevzudur. İnsanlara ahlâk olarak neyi, niçin ve nasıl telkin
etmek gerektiği, ferdî ve içtimaî hastalıkları önlemek ve gidermek için iyi bilinmeli
ve iyi yapılmalıdır.

İnsanların maddî hastalıkları için nasıl mütehassıs hekimlere müracaat ediliyorsa,
manevî hastalıkları için de, bu sahada ulaşılabilecek en iyi mütehassıs araştırılmalı;
onun teşhis ve tedavi usulleri dikkate alınmalıdır.

Beşeriyetin en yüksek temsilcisi olan Peygamberimiz (a.s.m.), ahlâk hususunda
da en önde gelen rehberimizdir. "Ben ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim",
"İslâm güzel ahlâktan ibarettir" gibi hadis-i şerifleriyle ahlâkın mahiyetine ve
ehemmiyetine dikkatimizi çeken Resululllah'ın (a.s.m.) ahlâkının nasıl olduğu sorulduğunda
Aişe validemiz; "Onun ahlâkı Kur'an ahlâkıydı" şeklinde kısa ve tatminkâr bir cevabı
vermeyi kafi görmüştür. Bediüzzaman da, "Yaşayan Kur'an" olan Peygamberimizi (a.s.m.)
anlayabilmemiz için, onu "Rabbimizi bize tarif eden üç büyük küllî muarriften biri"
olarak tanıtmağa çalıştığı Risale-i Nur eserlerinde, aynı zamanda bize en mühim
ahlâk derslerini de vermiş olmaktadır.

Ahlâkı çeşitli bakış açılarından ele alan çok sayıda kitap vardır. Ahlâkın temeli
semavî dinler ve onlar arasında da asliyetini bozulmadan muhafaza etmiş olan İslâm
dinidir. İnsanı kâinatın misal-i musağğarı (kâinatın küçültülmüş bir misali), eşref-i
mahlukât ve arzın halifesi olarak yaratan Allah (c.c.) elbette uyması için ona yapması
ve yapmaması icap edenleri de bildirmiştir ki, bunlar da âyetler ve hadisler başta
olmak üzere İslâmî kaynaklarda mevcuttur. Bu sebeple, ahlâk mevzuundaki İslâm dışı
çeşitli felsefî görüşlerde boğulmamalı; İslâm ahlâkı üzerinde durulmalı; İslâm ahlâkının
bilhassa Peygamberimizin (a.s.m.) örnekliğiyle lâyıkı ile tanıtılması yolunda mesai
sarf edilmelidir.

Bediüzzaman Said Nursi, âyet ve hadislerden süzülmüş manâlar halinde İslâm ahlâkı
ile ilgili olarak eserlerinde geniş olarak bahsetmiştir. Bunlardan, kısaca ve özet
olarak misal verebileceğimiz bazı mevzular şunlardır:

1- Güzel şeylerimiz gayrimüslimler eline geçtiği gibi, Batı ülkelerinin bize
güzel görünen bazı ahlâkî hususiyetleri de semavî dinlerden ve bilhassa İslâm dininden
alınmıştır. Sanki İslâm'ın yüksek ahlâkının bir kısmı İslâm ülkelerinde revaç bulmadığından
darılıp onlara gitmiş ve onların bir kısım ahlâksızlıkları da, kendileri içinde
çok revaç bulmadığından, İslâm ülkelerinin ahlâkî değerler pazarına getirilmiştir.

2- Bir ülkenin ilerleyebilmesinde en sağlam esaslardan biri olan; "Ben ölsem
milletim sağ olsun. Çünkü milletimin içinde bir hayat-ı bakiyem var." düşüncesi,
aslında din-i Hak'dan ve iman hakikatlerinden çıkar; onun asıl kaynağı İslâmî imandır.
Buna tamamen zıt olan, "Benden sonra tufan" kötü seciyesiyle yaşayan bir adam; "Ben
susuzluktan ölsem, hiç yağmur bir daha dünyaya gelmesin. Eğer ben saadet görmesem,
dünya istediği kadar bozulsun." diyebilir ki, âhireti bilmemekten ve dinsizlikten
çıkan bu sözler, insan cemiyetleri için manevî bir zehir gibidir ve cemiyetlerin
içine düştüğü zaaf ve sefaletin de başlıca sebebidir. Çünkü, herkesin millet menfaatini
düşünmeyip, şahsî menfaatini düşünmesi halinde, bin adam bir adam hükmüne düşer.
Ruhuyla, canıyla, fikriyle ve vicdanıyla; "Biz ölsek hakikat dini İslâmiyet hayattadır,
milletim sağ olsun; sevab-ı uhrevî bana kafidir. Milletimin hayatındaki manevî hayatım
beni yaşattırır, âlem-i ulvîde beni mütelezziz eder." diyebilenlerin teşkil ettikleri
insan cemiyetlerinin yüksek özellikleri ve bunların semereleri, tarihin şahadetiyle
de sabittir. Bu yüksek haslet, aslında hakikî dindarlığın, İslâm dininin muktezasıdır
ve cemiyetimizin maddî ve manevî bir çok hastalıklarına karşı bir deva hükmündedir.
Bunun gibi, ahlâkın esası olan ahlâk-ı İslâmiye'yi lâyıkı vechile, mantıkî, ilmî,
delilleriyle tanıtmak, hem fertlerin hem de onların teşkil ettikleri cemiyetlerin
ve bütün küre-i arzın sulhu, sükûnu, huzuru, refahı ve saadeti için büyük bir ihtiyaçtır.

3- Bediüzzaman, Peygamberimizin (a.s.m.) gençliğinden itibaren taşıdığı "Muhammedü'l-Emîn"
sıfatına da dikkati çekerek, insan ahlâkının inşasında her şeyden önce ve ona lazım
olan "doğruluk" üzerinde ısrarla durur ve küllî bir hakikatin, cüzleri ile münasebetini
göstererek gerekçelerini açıklar. Doğruluğun, niçin içtimaî hayatımızın esası olduğunu,
küfrün bütün çeşitleriyle yalan; imanın ise doğruluk olduğunu, bu sırra binaen doğruluk
ve yalancılık arasında hadsiz bir mesafe olduğunu, şark ve garp kadar birbirinden
uzak olması icap ettiğini, nâr ve nur gibi birbirine girmemesi lazım geldiğini,
doğruluğu içimizde ihya edip onunla manevî hastalıklarımızı tedavi etmemizin zaruri
olduğunu, zihinlere kabul ettirecek bir mana genişliği ile beyan eder.

4- Bediüzzaman'ın insanların ahlâkî eğitimi mevzuunda yapılacak çalışmalar için
üzerinde ehemmiyetle durup dikkat çektiği diğer mühim bir mevzu, fertlerde âhiret
akîdesinin tesisine ve kuvvetlenmesine çalışmaktır. Ahiret akidesinin ruhî faydalarının
ve içtimaî hayattaki müspet neticelerinin pek çok olduğundan bahsederek buna dair
misaller verir ve insan hayatının, içtimaî hayatının, saadetinin ve kemalinin esasını
ahiret akidesinin teşkil ettiğini belirtir. Bediüzzaman, bu mühim mevzuu Kur'an-ı
Kerim'in üçte birini teşkil eden haşir meselesi ile ilgili ayetlerden ve hadislerden
süzülmüş manalar halinde aklî, mantıkî deliller göstererek gerekçeleriyle geniş
bir şekilde açıklar. Bu açıklamalarında insan cemiyetlerindeki gençlerin, çocukların,
ihtiyarların ve insan cemiyetlerinin en küçük birimi olan ailenin ahiret inancı
yönünden durumlarını ayrı ayrı ele alır ve tahlil eder. Onun bu tahlillerini özetlersek:

a) İçtimaî hayatta dinamik unsur olan gençlerin şiddetli galeyana gelebilen hislerini,
ifratkâr nefis ve arzularını, tecavüzlerden, zulümlerden, tahribattan koruyan ve
içtimaî hayatın iyi cereyanını temin eden yalnız Cehennem fikri olabilir. Cehennem
endişesi olmazsa, "el-hükmü li'l-galip" kaidesiyle, sarhoş delikanlılar, hevesleri
peşinde zayıflara dünyayı cehenneme çevirebilirler ve yüksek insaniyeti gayet süflî
bir hayvaniyete dönüştürebilirler.

b) Çocuklar, gayet mukavemetsiz olan ruhî mizaçlarında, ancak Cennet fikriyle
bir ümit bulup, etraflarında kendileri gibi çocukların ve büyüklerin ölümleri karşısında
tahammül gösterebilirler.

c) İhtiyarlar, ölüm ve yok olmak fikrinden gelen dehşetli yeise karşı, ancak
dünyadaki ölümlerinden sonra, âhirette bâki hayata kavuşmak ümidiyle mukabele edebilirler.

d) Aile hayatının saadeti, hakikî hürmet ve samimî merhamete dayanır. Dünya hayatında
evlilikle kısacık bir beraberlikten sonra ebedî bir ayrılığa uğrayan arkadaşlık,
esassız, muvakkat, hayvan gibi bir cinsî rikkat, sun'î bir hürmet ve merhamet verebilir.
Hayvanlarda olduğu gibi, başka menfaatler ve diğer galip hisler, o hürmet ve merhameti
mağlûp edip, o dünya cennetini cehenneme çevirebilir.

Özetle verilen bu misallerde görüldüğü gibi, âhiret akidesinin neticeleri insanlardan
çıkınca, aslında çok yüksek ve mühim olan insaniyetin mahiyeti murdar bir ceset
hükmüne dönüşebildiğinden, Bediüzzaman ahlâk mevzuunda cemiyet üzerinde müessir
olmaya çalışılırken, insanın ferdî ve içtimai hayatının, saadetinin, kemâlinin esasını
teşkil eden âhiret akidesini, haşri, vicdanlarda ve şuurlarda yerleştirmeye çalışmanın
önemine dikkati çeker.

5- Bediüzzaman, kâinatta dindarlık ile dinsizliğin Hz. Âdem (a.s.) zamanından
beri cereyan edip geldiğini ve kıyamete kadar devam edeceğini belirterek, insanları
dindarlık saflarına davet eder.

6- Dinsizliğe karşı dindarlığın bu zamanda takip edebileceği en selâmetli bir
yol ve hareket tarzının, aynen ihtiyar bir annenin şefkatle evlâdını tehlikeden
kurtarmak için yılmadan ve hiç vazgeçmeden fedakârane didinmesi gibi, akılları tenvîr
ve kalpleri mutmaîn etmek için yılmadan feragatle ve şefkatle yapılacak "nuranî
bir müdafaa" olabileceğini söyler.

7- Felsefe-i tabiiyenin karanlık fikirleriyle, medeniyetin kötülüklerini iyilik
zannederek insanlık âlemini sefahate ve dalâlete sevk eden Avrupa'nın bozuk kısmının
tesiri altında, bütün dünyanın ve bilhassa İslâm âleminin ekser yerlerinde dinin,
çeşitli tazyikler altında tutulmakta veya ihmâle uğramakta olduğuna dikkati çeker.

8- Buna rağmen, dindarların, zalim düşmanlarına ve dinde alâkasızlara karşı her
çareye başvurarak haklarını müdafaa ve hâkimiyetlerini idame ettirmek ve dinde alâkasızlığı
kırmak için, aynen zalimlerin tarzında, izafî adaletle iktifa, siyaset topuzuyla
hareket ve menfî bir şekilde maddî ve manevî tahripten kaçınmayarak boğuşmaya atılmalarının;
çekici, fakat pek tehlikeli, gürültülü ve korkulu olup kazanç ihtimâli az, fakat
zarar ihtimâli pek fazla bir yol olduğunu ve bundan sakınılması gerektiğini belirtir.

9- Bu durumda, tam ve mutlak adâlet dersiyle, içtimâî hayatta emniyet, selâmet,
insaf, uhuvvet ve muhabbeti temin edip Kur'ânî ve nuranî ispatlarla insanları ikna
ve irşad etmek suretiyle, Hak yolunda tamirci ve müsbet bir tarzda çalışmayı tavsiye
eder.

10- "Vazifemiz hizmettir. Muvaffakiyet, muzafferiyet vazifemiz değildir. O, vazife-i
İlâhiyedir. Vazife-i İlâhiyeye karışmak haddimiz değil." diyerek her dindarlığın
özü olan ihlâsla, Allah rızası için, îman hakikatlerine hizmet etmekte maddî muvaffakiyeti
esas tutmamak ve sırf uhrevî neticeye müteveccih olmak gerektiği şeklinde verdiği
çok mühim ölçüyle hareket edilmesinin önemini ısrarla vurgular.

11- Anarşi ve terör, maalesef asrımızın gündemden düşmeyen bir belası olmaya
devam etmektedir. Anarşi ve terörün sebepleri, önlenmesi ve giderilmesiyle alâkalı
çok mühim ferdî ve içtimaî ahlâk reçeteleri veren Bediüzzaman'ın, bu hususta mahkeme
müdafaalarında da tekrarladığı mühim bir ahlâkî reçetesi vardır:

"Bu milletin ve bu vatanın hayat-ı içtimaiyesini anarşilikten kurtarmak ve büyük
tehlikelerden halâs etmek için beş esas lâzımdır ve zarurîdir:

Birincisi: Merhamet

İkincisi: Hürmet

Üçüncüsü: Emniyet

Dördüncüsü: Haramı helali bilip haramdan çekinmek

Beşincisi: Serseriliği bırakıp itaat etmektir."

Bediüzzaman'ın bu ahlâk reçetesinin her bir maddesinin ayrı ayrı çok iyi tahlil
edilip anlamaya ve anlatılmaya, kabule ve kabul ettirilmeye, yaşamaya ve yaşatılmaya
çalışılmasının, ferdî ve içtimaî ahlâkımıza katkı ve faydası çok büyük olabilir.

12- Asrımızdaki ahlâkî meselelerin bir kısmının da, "aşk" kelimesine yüklenen
bazı yanlış, sadece nefsanî ve eksik manalarla ilgili olduğu inkâr edilemez. Bediüzzaman,
Risale-i Nur'da "şiddetli muhabbet" dediği aşkın hakikî olanının dersini de verir.
Bu kelimeyi en büyük günahlardan zinanın ve ona yakın günahların kılıfı veya çeşitli
kitle iletişim vasıtalarında reyting, yazılı basın ve neşriyatta da yüksek tiraj
ve rantiyecilikle maddî menfaat için istismar malzemesi olarak kullananlara mukabil
o, aşkın hakikîsini ve en yüksek manâda olanını açıklar. Aşkın, öncelikle ona en
lâyık ve hakikî mâşuk olan Allah'a (c.c.) ve ondan sonra da Allah'ın (c.c.) hesabına
O'nun mahlukâtına ve mutlaka meşru dairede olması gerektiğinden geniş şekilde bahsederek,
bunun aksinin tehlikelerine dikkat çeker. Şefkatin, aşktan da üstün bir his olduğunu
ve mesleğinin dört esasının ilkini teşkil ettiğini belirtir.

13- Türkiye'deki Batılılaşma hareketinin ilk dönemlerinde, öz manevî değerlerimizi
hafife alıp, bilim ve teknikte bizi geçmiş Avrupa ve Amerika ülkelerine karşı marazî
bir aşağılık duygusunu hissedenler ve bunu içinde bulundukları cemiyette, dehşetli
bir manevî hastalık halinde başkalarına da bulaştırmaya çalışanlar, maalesef olmuştur.
İslâmiyet hakikatleri, hem manen hem de maddeten terakkiye vesile olduğu halde;
"Din terakkiye manidir" teranesiyle yapılan hakikat tahrifâtıyla, dinî inançlarına
bağlılık gösteren Müslüman halkımız hafife alınmış, hor görülmüş ve yıllarca tedirgin
edilmiştir. Maalesef halkımızdan bu tahrifata kapılanlar da olmuş ve hakikat dini
olan İslâm'dan koparak hem kendilerinin hem de onları taklit ile aldananların ebedî
hayatlarını mahvetmişlerdir.

Temelleri ve kaynakları bakımından hakikatte yine İslâm'ın malı olan fen ve sanatı,
tevhid nuruyla yoğurarak, Kur'an'ın bahsettiği tefekkür ve mana-yı harfî nazarıyla,
yani onun sanatkârı ve ustası namı ile onlara bakmaya ve baktırmaya çalışmak, ferdî
ve içtimaî ahlâkımızın çok mühim hedeflerinden biri olmalıdır. O dehşetli manevî
buhran devirlerinde yaşamış ve maneviyatları, ebedî hayatları mahvolan o nesli görmüş
olan Bediüzzaman, ahlâk problemimizin bu yönü üzerinde de fevkalade müessir ve mükemmel
yapıcı faaliyetleri göstermiş; yüz binlerce kişinin imanlarının ve ebedî hayatlarının
kurtulmasına vesile olmuştur.

Netice olarak, Risale-i Nur eserlerinde Kur'an ve hadislerden süzülmüş manalar
halinde en mühim hakikatleri anlayışımıza yaklaştırmaya çalışıp bizim istifademize
sunarak -kendi tabiriyle- bu mevzuda "tercümanlık" yapan Bediüzzaman'ın, eserlerindeki
imanî ve diğer hususlar yanında, yukarıda kısa ve özet olarak vermeye çalıştığımız
bazı örneklerdeki gibi, insanlığa ders verdiği ahlakî prensipleri de anlamaya ve
tatbike çalışmak, asrımız insanlarının çok mühim bir ihtiyacıdır.

Öz

Cemiyetlerin maddî ve manevî kalkınması, asâyişi, huzuru ve refahı, fertlerinin
ahlakî yapısıyla yakından ilgilidir.

İnsanların ferdî ve içtimaî meselelerinin odak noktasında bulunan ahlak, çok
geniş ve çok mühim bir konudur. İnsanlara ahlak olarak neyi, niçin ve nasıl telkin
etmek gerektiği, ferdî ve içtimaî hastalıkları önlemek ve gidermek için iyi bilinmeli
ve iyi yapılmalıdır.

Bu çalışmada Bediüzzaman Said Nursi'nin, eserlerinde genişçe olarak bahsettiği
ahlak konusuyla ilgili görüşleri kısaca özetlenmektedir.

Anahtar Kelimeler: Ahlak, asayiş, huzur, refah

Abstract

The material and spiritual development, the security, peace and welfare of societies
are closely related to the ethical features of their members.

Ethics is a very broad and important issues, which stands in the focal point
of the personal and social affairs of the human being. What should be suggested,
why and how as good ethics should be well-known and properly conducted in order
to prohibit and remove the individual and social diseases.

This work summarizes Bediüzzaman Said Nursi's views on ethics shortly, which
is a broad subject in his works.

Key Words: Ethics, security, peace, welfare