Islam, Politics and State

Kur’an-ı Kerim’de siyaseti kavram ve kurum olarak belirleyen ve
çerçevesini bize veren (dokuz) anahtar kelime vardır. Bu kelimeler, tevhid,
itaat, hilâfet, bey’at, şûra, emir bi’l-maruf nehiy ani’l-münker, velâyet, mülk
ve hükümdür. Bu dokuz kavramın açılımı yapıldığında İslâm’ın siyaset teorisi
ortaya çıkarılmış gibi olur.

Kur’an-ı Kerim’de, bir kavram veya kurumun yahut da bir
talimatın yer almasında hacim pek önemli değildir. Yani Kur’an-ı Kerim’de bir
emrin bir kez dahi yer alması yeterlidir. Bizim için o emrin bağlayıcılığı
önemlidir. Şöyle de söyleyebiliriz: Bir emir 10 kere yer alır; ama ibaha için
olur, tavsiye için olur, haberdar etmek için olur. Fakat bir kere geçen bir emir
de vücûb için olursa her surette inananlar için bağlayıcıdır. Ve onlar bu emir
ya da emirlere itaat etmek zorundadırlar. Dolayısıyla kemiyet önemli değildir.

Şimdi bu kelimeleri/kavramları açalım:

Tevhid:

Allah’ın yaratıcı, ma’bûd, kâinata hâkim (kayyûm), hüküm koyucu
ve hükmedici olarak bir, tek, eşsiz, ortaksız, benzersiz olduğu gerçeğidir.
Diğer ilkeler bu tevhid ilkesinin açılımı sayılabilir. Objektif bilgi ile
Allah’ın verdiği sabit olan izin ve selâhiyet bulunmadıkça veya kullar meşru
yollardan, sözleşmelerle razı olmadıkça hiçbir kimsenin diğeri üzerinde
“hakimlik, sahiplik, üstünlük, yöneticilik” hakkı ve selâhiyeti yoktur. Bütün
insanlar aynı unsurdan yaratılmışlardır, kulluk ve itâat yalnız Allah’adır.

İtâat:

Allah’a, Hz.Muhammed (s.a.v)’e ve Ulü’l-emre itaat edilmesi
gerektiğine dair emirler Kur’an’da sıkça geçmektedir. Bu sıralama, aynı zamanda
bir hiyerarşik sıralamadır. Aşağıdan yukarıya doğru bu hiyerarşiyi açmamız
gerekirse: “Mahlûk kim olursa olsun Hâlik’a isyan noktasında ona itaat
edilemez.” Ya da yaratan ile yaratılanın emirleri yan yana geldiğinde, tercih
mutlak olarak Yaratanın emirleri doğrultusunda yapılmalıdır. Bu noktadan
değerlendirdiğimizde, Ulü’l-emre itaatın şartı, onların emirlerinin Allah’ın
emirleriyle mutabık olmasıdır. Resul’e itaat için de aynı şey geçerlidir. Fakat
burada ayrı bir özellik vardır. Resul kavramının zımnında “emri ve
buyruklarının, tabii olarak Allah’ın emir ve buyruklarıyla mutabık ve muvafik
olması” zarureti vardır. Bu vasfın zımnen bulunmuş olması hasebiyle, ayrıca
üzerinde durmamıza gerek kalmıyor. Çünkü Peygamber’in hataya düşmesi ve günah
işlemesi, ümmete örnek olacağı için, Allah tarafından engellenir. Şayet hata ve
zelle olsa bu da yine ümmete bir örnek tatbikat olarak intikal etmez; etmesine
Allah izin vermez. Bu yüzden de Allah tarafından ikaz edilen beşer nev’i,
Peygamberlerdir. Bu itaat kavramı bize İslâm’ın siyaset teorisinde, siyasetin
aşkın referansını veriyor. Bu ilke, İslâm’da siyasetin, siyaset mekanizmasında
geçen din-devlet, din-toplum, devlet-toplum ve fert-toplum ilişkisi ve devlet
kavramı içerisinde yer alan yasama, denetleme, yürütme gibi bütün ilişki ve
fonksiyonların bir İlâhi referansa bağlı olduğunu ve Allah’a itâat mükellefiyeti
içerisinde cereyan edeceğini gösteriyor. İtâat kavramı ile ileride açıklanacak
hüküm ve mülk kavramları arasında bir iç içelik ilişkisi bulunduğuna da burada
işaret etmek gerekir.

Hilâfet:

Bunun da Kur’an-ı Kerim’de defaatle geçtiğini görüyoruz. İnsan,
Cenab-ı Hakk’ın yarattığı yeryüzünün halifesi sıfatına sahiptir. Burada hilafet
dendiği zaman “birinin yerini alma, birinin yerine geçme ve onun namına tasarruf
etme selâhiyetine sahip olmayı” anlıyoruz. Dolayısıyla ister Allah’ın halîfesi
olalım, ister Allah Teala’nın bize bu sıfatı uygun gördüğünü düşünerek
yeryüzünün halifesi olalım, durum aynıdır; kendisine bu yetki verilenin üstten
bağımsız olmadığı ortadadır. Yani, insanın yeryüzündeki tasarrufu, ilâhî tayine
istinat eder ve kayıtlıdır. Hilafetin en üst kamu yöneticisine sonradan ünvan
olarak verildiğini biliyoruz. Ama Kur’an terminolojisine göre her insanda,
bilkuvve özellikle de her sâlih müminde bilfiil bu vasıf vardır, olmalıdır.
Bunun yüklediği misyon, ilahî iradeyi yeryüzünde pratiğe aktarma misyonudur.
Şimdi bu sıfatla bir fert, hayatında Allah iradesini tatbik etmekle yükümlüdür.
Kamu alanında bu iradeyi tatbik etmek nasıl bir mekanizmayı gerektiriyorsa, onu
kurmak da yine fertlerin ve onların oluşturduğu toplumun vazifesidir. İşte
buradan devletin mekanizması, makamları, o makamlara uygun olan insanlar ve
vasıfları… ortaya çıkar.

Bey’at:

Dördüncü anahtar kelime, kamu alanında İlahi iradenin hakimiyeti
ile fert-kamu temsilcisi arasındaki ilişkinin gereği olan bey’attır. O halde
ben, bendeki hilafet yükümlülük ve selahiyetini, kamu adına kullanmak üzere bir
yerlere, birilerine vermeliyim, şartlı olarak vermeliyim ve o kişi, şartlara
riayet ettiği müddetçe de ona itaat etmeliyim. Böylece birinci kavramla da
bağlantı kurulmuş olur. İşte bu aktin adı bey’attır. Bu yüzden, bey’atı alelade
bir seçimle eş tutmak pek doğru değildir. Bey’atta, diğer anahtar kavramlarla
bağlantılı, daha geniş, daha derin, daha aşkın manalar vardır.

Şûrâ/meşveret:

Kamu hayatı, toplum hayatı gerekli kıldığı için bir fert hilafet
çerçevesinde sorumlu olacaktır. Ve bir şartla onu, kamu hayatında selahiyetli
kılmamız gereken makamların başına getirdik. Bizim o makamlara karşı, o
makamların bize karşı hak ve sorumlulukları vardır. İşte bu da denetim ve şûra
sorumluluklarıdır; yani beşinci anahtar kelime meşverettir. Meşveret, sadece
Kur’an-ı Kerim’de buyrulduğu için değil, İslam siyaset teorisinin bütünlüğünün
iktizâsıdır.

Denetim/emir bi’l-ma’r’uf…:

Diğer kavramları birlikte düşündüğümüz zaman denetim mekanizması
ortaya çıkar. Bunun Kur’an’daki karşılığı, “emir bi’l-maruf, nehiy ani’l münker”
vazifesinde de bulunabilir. Meşveret (şûrâ) meclisi tesis edildiği zaman, bu
meclisin temelde iki vazifesinin olduğunu görürüz:

Birincisi: Bunlar halk adına, yönetime danışmanlık yaparlar ve
fertlerin denetimine açıktırlar. Çünkü bütün fertler onlara bu selahiyetlerini
bir şartla devretmişlerdir. Bu şartların yerine getirilip getirilmediğini
kontrol etmek bütün fertlerin vazifesidir.

İkincisi: Denetimin kaynağı da burasıdır, bu meclistir. Toplum
genişleyip yapılanması şekillendikçe, danışma ve denetimde temsili sistem bir
zaruret olarak meydana gelmiş olur.

Denetim olumsuz sonuç verirse ne yapılır?

En başta itaat kavramından hareketle, kendisine itaat edeceğimiz
Ulü’l-emr’in bir takım şartları taşıması gerektiğini de çıkarmıştık. Biz bu
insanı, bu şartları taşıdığı için, bu vazifeyi yerine getireceği umuduyla bir
makama getiriyor ve denetliyoruz. Ya şartları kaybettiğini ya da yetersiz
kaldığını gördüğümüzde, Allah’ın bizi yükümlü kıldığı vazifeyi yerine
getiriyoruz. Fıkıh diliyle konuşmak gerekirse, küfre, zulme, fıska, fücura sapan
ya da yetersiz hale gelen bir selahiyet sahibini o makamdan uzaklaştırmak (azil)
ümmetin vazifesidir. Burada pek ihtilaf yoktur. İhtilaf ancak uygulamada söz
konusudur. Dengenin ve düzenin sağlanması ve önceliklerin belirlenmesi tartışma
konusudur.

Velâyet:

Emredici, bağlayıcı tasarruf ve temsil selâhiyeti demek olan
velâyet ancak dini bir olanlar arasında caridir. Özel hukuk alanında din farkı
velâyeti engellediği gibi kamu hukuku alanında da engeller.

Mülk:

Hâkimiyet ve sahiplik manasında kullanılmıştır. Mutlak hâkim ve
sahip Allah’tır. Kulların bu sıfat ve selâhiyetleri hilâfet ve vekâlet
yoluyladır, iyretidir, şartlıdır ve sınırlıdır.

Hüküm:

Bu kelimenin anlam ve içeriğinde “hâkimiyet” kavramının,
özellikle yasama ve yargı unsurları vardır. Kanun vâzı’ı (hâkim) Allah’tır.
Kulların yaptığı (şekillendirdiği) kanunlar, kaideler, hükümler ya O’nun açık
ifadesinin kanun kalıbına konmuş şeklidir, yahut da -ilâhi ifadede kapalılık
varsa veya aranan hüküm hikmet dahilinde açıklanmamış olursa- ictihad yoluyla
İlâhi hükmün keşfedilmiş, ortaya çıkarılmış şekli hüküm olur.

Yargı da Allah’ın koyduğu kanunlara ve irşat buyurduğu usûle
dayanarak dâvayı hükme bağlamak, hâkimin kanâat ve ictihadına göre O’nun hükmünü
tesbit edip uygulamaktır.

Bu dokuz temel kavram ve ilkeye emaneti, ehliyeti ve
mükellefiyet gereği hürriyet (veya sorumluluğa dayalı selahiyet) ilkelerini
ilave etmek de mümkündür, bunları yukarıdaki dokuz ilke içinde görmek de imkân
dahilindedir.

Hilafet emanettir, emanet ehliyete riayeti gerektirir, insanlar
emanete riayet, dünyaya geliş amaçlarını gerçekleştirmeye gayret ile yükümlü,
bundan sorumludurlar. Sorumluluk ve yükümlülük ancak kişinin hak ve
selahiyetleri olursa anlam kazanır ve yerine oturur. Bütün insanlar emaneti
yüklenme ve hilâfeti îfa bakımından fırsat eşitliği içinde yaratılmışlardır.
Dinde zorlama yoktur; dileyen mümin, dileyen kâfir olur (hürriyet ilkesi),
hiçbir kimsenin diğeri üzerinde peşin üstünlüğü yoktur (eşitlik ilkesi);
üstünlük hür irade ve çaba ile elde edilecek fazilete (takvâ), üstün vasıflara
bağlıdır. Emanet, ehliyet, hüküm ve mülk birlikte işletilince sosyal ve hukuki
adâlete de ulaşılır.

Özet

Kur’an-ı Kerim’de siyaseti kavram ve kurum olarak belirleyen ve
çerçevesini bize veren (dokuz) anahtar kelime vardır. Bu kelimeler, tevhid,
itaat, hilâfet, bey’at, şûra, emir bi’l-maruf nehiy ani’l-münker, velâyet, mülk
ve hükümdür. Bu dokuz kavramın açılımı yapıldığında İslâm’ın siyaset teorisi
ortaya çıkarılmış gibi olur. Bu çalışmada bu kavramların açıklaması yapılarak
İslam’ın siyaset teorisi özetle ortaya konulmaktadır.

Anahtar Kavramlar: İslam, siyaset, tevhid, itaat, hilâfet,
bey’at, şûra, emir bi’l-maruf nehiy ani’l-münker, velâyet, mülk, hüküm

Abstract

There are nine keywords in the Qur’an that define the politics
as a concept and institution and draw its borderlines. Those words are unity,
obedience, caliphate, pledging allegiance, assembly, ordering the good,
preventing the bad things, guardianship, property and ruler. The unfolding of
those nine concepts will enable us to reach the political theory of Islam. This
study explains each of these concepts and manifests the political theory of
Islam in summary.

Keywords: Islam, politics, unity, obedienca, caliphate,
pledging allegiance, ordering the good, preventing the bad things, guardianship,
property and sentence