Judiciary and Scarf in Turkey
Türkiye’de siyasi iktidarın kılık kıyafet üzerindeki yasama
faaliyetleri, modernleşme sürecinin yönünü ve ana fikrini ortaya koyan,
neticeleri itibariyle bugün bile siyasi tansiyonun yükselmesine neden olan, kamu
kurum ve kuruluşlarının uygulamasını, hatta yargıyı bile, etkileyen radikal
adımlardan birisi olarak okunabilir. Kılık ve kıyafete yönelik düzenlemeler
hukuki düzlemde önce devletin çağdaş bir kıyafet tanımı yaparak bunu öngörmesi,
ileri ve psikolojik boyutuyla da dini hatırlatan kıyafetlerin çağdaşlık karşıtı
bir statüye sokulmasıyla gerçekleştirilmiştir. 25.11.1925 Tarihli Şapka İktisası
Hakkında Kanun ile devletin resmen bir kıyafet benimsemesi ve bunun giyilmesini
zorunlu kılması, hatta şapka dışındaki kıyafetlerin memnu kılınması, ülkemizdeki
modernleşme zihniyeti ile kılık kıyafetin yani “insan şeklinin” yakın ve gergin
ilişkisini de gözler önüne serer. Türk toplumunu çağdaşlaştırma adı altında
yapılan bu düzenlemeler giyimi bireysel tercih alanından çıkardığı için özü
itibariyle antidemokratik ve totaliter bir özellik taşımaktadır.
Batı uygarlığında genel kabul görmüş siyasal rejimin yine Batı
uygarlığı ile uyumlu bir vatandaş profili ile devam ettirilebileceğini, bunun
çağdaşlığın ve kalkınmanın olmazsa olmaz koşulu olduğunu düşünen kurucu iktidar,
kılık kıyafet devrimi ile birlikte çağdaş vatandaşları ortaya çıkarabileceğini
düşünmüştür. Bu siyasetin merkezine “Batılı yaşam tarzının üstünlüğü” düşüncesi
yerleştirilmiş, bu düşünceden sapma doğurabilecek her hareket illegal olarak
tanımlanmıştır. Devletin kanuni düzenleme ile resmi bir kıyafet benimsemesi,
yurt çapında bu kıyafetin yaygınlaştırılması hatta inzibati tedbirlerle
desteklenmesi İslami değerlerin rejime yönelik muhtemel tehdidini de ortadan
kaldırmayı amaçlayan bir siyasetin ürünüdür.
Türkiye’de kılık kıyafet üzerinde yapılan değişiklikler
toplumsal yaşamı dönüştürme idealinin bir parçası olarak görülmelidir. Siyaset
Bilimci Ayşe Kadıoğlu’nun belirttiği gibi “Cumhuriyet dönemi aydınları, yerel
bir oryantalist tavır ile kendi benliklerinden kopmaya, kendilerini sevmemeye ve
özellikle de Müslüman kültürden pek hazzetmeyen bir tavır takınmaya
başlamışlardır.”1 Aydın sınıfın bu tercihi kişisel ölçekte kalmamış,
yasal düzenlemelerle topluma şamil edilmiştir. Bu süreçte yasama organının
çıkardığı kanunlarla toplumsal dönüşümde doğrudan rol oynadığını biliyoruz. Bu
maksatla özellikle kadının kılık ve kıyafetinde, toplumsal hayata katılım
tarzında yapılacak köklü değişiklikler asrileşmenin en mühim unsurlarından
birisi kabul edilmiş, bizzat yüksek devlet erkanı kadınların katılımının arttığı
toplantı ve yemekleri çağdaşlıkla birebir ilişkilendirmiş ve bunun öncüsü
olmuşlardır. Falih Rıfkı Atay’ın şu sözleri kadın ve çağdaşlaşma konularında
dönemin düşüncesini özetleyecek niteliktedir: “…Kadını kurtaracaktı. Kurtarmak
için önce açmalı idi. Haremi yıkmalı idi. İlk yapılan işlerden biri İstanbul
tramvayları ile vapurlarındaki perdelerin kaldırılması olmuştur.”2
Sosyolog Nilüfer Göle toplumsal dönüşüm projesine dikkat çektiği
tespitinde Batılılaşmanın en önemli simgelerinden birisi olan şapkanın resmi
kıyafet olarak kabul edilmesini yeni kadın imajı projesinin de ön hazırlığı
olduğunu belirtir.3 Kurucu iktidar cinsiyet ayrımı yapmaksızın, tüm
toplumda Batılı hayat tarzının yerleştirilebilmesi için kılık kıyafet
anlayışının da değişmesi gerektiğine inanmış, buna uygun kanunları ihdas
etmiştir.
Bu süreçte devletin İslam’a ve İslam’ı hatırlatan sembollere
siyasal anlam yüklemesi kılık kıyafet düzlemindeki tartışmaların
siyasallaşmasına ve sertleşmesine neden olan faktörlerin başında gelmektedir.
İktidarın kılık kıyafet reformuyla birlikte toplumsal değişimi gerçekleştirmek
istemesi, bu değişimin olmazsa olmaz bir zorunluluk olduğu yönündeki psikolojik
baskısı modernleşme dinamiğinin normal seyrinde devam etmesine engel olmuş, bu
sürecin şekli boyuttan öteye gitmemesine neden olmuştur. Kılık kıyafet devrimi,
taşra ekonomisi ve zihniyeti içinde “Kara Avrupası” modasını yeşertmiş ve
popülerleştirmiş, ancak hiçbir zaman taşralılık ve fakirlik gerçeğini yok
edememiş, sanayiye, eğitime ve bilime katkı sağlamamıştır. Bu süreçte medya ve
eğlence sektörü de Batılı giyim tarzının yaygınlaşmasında, tesettürün
gericilikle özdeşleştirilmesinde doğrudan rol oynamıştır. Taşrada Batılı kılık
ve kıyafetten haberi olmayan çarıklı Mehmet Ağa kasabasına gelen çağdaş
gazetelerle çağdaşlığı ve çağdaş bireyi, özellikle çağdaş kadını tanımıştır. Dr.
Ufuk Özdemir, “Türkiye’de Kadın Kıyafetinde Modernleşme Süreci ve Medyanın
Etkisi” başlıklı kapsamlı incelemesinde mahrem ile namahrem alan arasındaki
sınır çizgisini belirleyen kadın kıyafetinin geleneksel ile modern, dini olanla
seküler olanın mücadelesinin en şiddetli yaşandığı alan olduğunu belirterek
medyanın da bu mücadelenin en önemli araçlarından birisi olduğuna işaret
etmiştir.4 Dr. Özdemir medyanın Batılı giyim ve yaşam tarzının
sözcülüğüne soyunarak toplumsal yaşam üzerinde belirleyici olmasını “bizim nasıl
yaşayacağımıza, nasıl giyineceğimize, nasıl eğleneceğimize, neleri öncelikli
göreceğimize medya karar vermekte ve bunu uygulatmada büyük ölçüde başarılı
olmaktadır”5 sözleriyle ifade etmiştir. Türk medyası kadının kılık ve
kıyafeti üzerinden yürütülen çağdaşlık projesinin hem tamamlayıcısı hem de
taşıyıcısı rolündedir.
Kılık ve kıyafet üzerindeki ilk yasal düzenlemelerden birisi
Şapka İktisası hakkında Kanun’dur. 671 Sayılı Şapka İktisası Hakkında Kanun’un
1. maddesinde6 meclis üyelerinin ve kamu görevlilerinin, Türkiye
halkının umumi serpuşunun şapka olduğu açıkça belirtilmiş, kanunda tanımlanmış
şapka dışındaki kişisel başlıkların kullanılması yasaklanmıştır. Bu hükme
aykırılık eski 765 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Salahiyattar Mercilerin
Emirlerine İtaatsizlik” başlıklı 526. maddesinin ikinci fıkrasına göre suç
oluşturmaktaydı. Suçun yaptırımı hafif hapis cezası veya para cezasıydı. Yeni
5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 222. maddesinde de Şapka İktisası Hakkında
Kanun’un koyduğu yasak ve yükümlülüklere aykırı hareket edenlere iki aydan altı
aya kadar hapis cezası verileceği öngörülmüş, böylece Şapka İktisası Hakkında
Kanun’un meriyeti ve yaptırım gücü devam ettirilmiştir. Bugün yasal düzlemde
Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi kıyafeti şapkadır. Ancak kanunun cinsiyet ayrımı
yapıp yapmadığı, erkeklere mi yoksa kadınlara mı şamil olduğu doktrini meşgul
etmiştir. Anayasa mahkemesi kanunun tüm vatandaşlarını kapsadığı yönünde karar
vererek kadınların da şapka giymesi gerektiğine hükmetmiştir.
Türkiye’de siyasi zeminde kılık kıyafet denildiği zaman ilk akla
gelen kadınların kıyafet problemidir, dolayısıyla başörtüsüdür. Bugün erkeklerin
yasada tanımlanan şapkayı takmıyor oluşu ideolojik tartışmalara konu
olmamaktadır. Ancak kadın kıyafeti denildiği zaman akan sular durmakta,
modernleşme ve çağdaşlık nutukları atılmakta, iş rejim tehdidine kadar
götürülebilmekte ve başörtüsü hedef tahtası haline getirilmektedir. Bu
tartışmalar içinde kendi dinamiklerimizle ürettiğimiz bazı kavramlar şunlardır:
Sıkma baş usulü başörtüsü, nenelerimizin taktığı tarzda başörtüsü, bir rejim
tehdidi olarak başörtüsü, kadın özgürlüğüne darbe olarak başörtüsü, çağdaşlık
karşıtı başörtüsü, köylülük ve cahillik sembolü olarak başörtüsü…
Bugün başörtüsü meselesi ekseninde kamu kurum ve kuruluşlarında
başörtülü personel istihdam edilemeyeceği anlamında kullanılan “kamusal alan
yasağı”, yine kamusal alan yasağı bağlamında üniversitelerin başörtülü
öğrencilerin eğitimine kapatılması, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarda
başörtüsü takılamayacağı yönündeki uygulama, başörtülü kadının özgür olmadığı
yönündeki Türk modernist görüşler, başörtüsünün siyasal bir simge olarak
adlandırılarak rejim tehdidi olduğuna hükmedilmesi, başörtüsünün modern kadın
imajına uygun olmadığı yönündeki popüler ve ideolojik görüşler belli başlı
tartışma konularıdır.
Bugün başörtüsü üzerinden yürütülen tartışmalarda kendilerini
laik olarak tanımlayan insanlar başörtüsünün siyasal bir sembol olduğunu iddia
etmekte, bu sembolün laik Türkiye Cumhuriyeti için tehdit ifade ettiğini ileri
sürmektedirler. Resmi söylemde başörtüsü Laik Cumhuriyet’e karşı gelmenin bir
sembolü olarak görülmekte, dolayısıyla siyasallaştırılmakta, başörtülüler de
doğal olarak Laik Cumhuriyet için tehdit olarak görülmektedir. Kılık kıyafet
devrimi ile birlikte İslami kıyafetlerin bizzat rejim tarafından siyasal olarak
tanımlanmış olması, yani başörtüsüne başörtülü olmayanlar tarafından ideolojik
bir işlev yüklenmesi, başörtüsünün siyasal zemin dışında tartışılabilmesine de
olanak tanımamaktadır. Bugün kılık ve kıyafet denildiği zaman kamusal alan ve
başörtüsü ilk akla gelen konulardır. Prof. Dr. Oliver Leeman üniversitelerde
başörtüsünün özellikle İslam ülkelerinde yasaklanmasına hayret ederken başörtüsü
ile laik rejim arasındaki uyuşmazlığı ve yasaklamanın nedenini şu sözlerle ifade
eder: “Hicap rejimin laik doğasına meydan okuyan dindarlık stilinin bir simgesi
olarak görülmektedir.”7 Hatta aşağıda da vurgulanacağı üzere yargısal
incelemede bile başörtüsünün dini boyutu görmezden gelinmekte, başörtüsü siyasal
tartışma malzemesi haline getirilmektedir.
Ülkemizde, devlet ve başörtüsü arasındaki ilişki devlet ve
vatandaşlık ilişkisinin çok uzağında, ötekileştirme ve güvensizlik havasında
devam etmektedir. Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün şu ifadeleri devlet ve
başörtüsü arasındaki ilişkinin türünü ve gerginliğini çok iyi özetlemektedir:
“TSK olarak hiçbir şekilde tartışma konusu yapmayacağımız meşru temel
değerlerimiz vardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin laik, demokratik ve üniter yapısı,
Atatürk ilke ve inkılapları konusunda taviz vermemiz mümkün değildir. Esasen
bunlar Anayasamızda yer alan hükümlerdir. Herkesin dini inancını ve bunları özel
yaşamlarında ifade etme tarzına saygı duyarız. Hiç kimseyi inanç, inançsızlık ve
ibadetlerinden dolayı dışlamayız. Ancak bunların, özellikle türbanın, mevzuata,
Anayasa Mahkemesi ve Danıştay kararlarına aykırı olarak siyasi bir dayatma ve
Cumhuriyet geleneklerini aşındırma sembol ve eylemi olarak kullanılmasını hoş
görmemiz beklenmemelidir.”8 Sözlerden de anlaşıldığı üzere başörtüsü
kişisel vicdana ait bir olgudur. Ancak başörtüsü ile kamuya katılmak mümkün
değildir. Çünkü başörtüsü “Cumhuriyet geleneklerini aşındırma sembol ve eylemi”
işlevini görmektedir.
Modernleşme süreci içinde kadın kıyafeti adeta devletin beka ve
haysiyet sınavına dönüşmüş, kıyafet olgusunun kişisel alışkanlıklara veya dini
duyarlılıklara göre şekillenmesine müsaade edilmemiştir. Bu konuda devlet bizzat
müdahil olmuş, konuda açıkça taraf olduğunu beyan etmiştir. Bugün Türkiye
Devleti’nin resmen benimsediği, kabul ettiği bir kıyafet tarzı uygulamada
yoktur, bunu Batılı moda ve estetik standartları belirlemektedir. Ama devletin
kötülediği, yasakladığı, üzerinden siyaset ürettiği bir kıyafet vardır ki bu
başörtüsüdür.
Bugün ülkemizde başörtüsü konusunda temel hak ve özgürlükleri
önceleyerek başörtüsüne özgürlük alanı açabilecek herhangi bir adım
atılamamaktadır. Çünkü başörtüsünün temel hak ve özgürlükler bağlamında
tartışılabileceği bir zemin yoktur. Meselenin yüksek yargı organlarına intikal
etmiş olması da beklenen huzuru getirmemiş, bilakis meselenin önünü tıkamıştır.
Çünkü Yüksek Yargı da başörtüsünün “laiklik karşıtı insanların kötü niyetle
kullandığı siyasal sembol” olduğuna kanaat getirmekte, kararlarını bu içtihat
çerçevesinde şekillendirmektedir. 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in “2547 Sayılı
Yükseköğretim Kanunu’nun 44. maddesinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bir Ek ve
Dört Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun” ile 2547 Sayılı Yükseköğretim
Kanunu’na eklenen “Yükseköğretim kurumlarında, dershane, laboratuar, klinik,
poliklinik ve koridorlarında çağdaş kıyafet ve görünümde bulunmak zorunludur.
Dinî inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü veya türbanla kapatılması
serbesttir” şeklindeki kanuni düzenlemeyi iptal amacıyla Anayasa Mahkemesi’ne
taşıması, Anayasa Mahkemesi’nin de 1989/1 E. Sayılı karar ile kanunu iptal
etmesi, yine bu iptal kararına ve gerekçesine göre oluşturulmuş Danıştay
içtihatları başörtüsünün kamusal alanda yasaklanmasının yargısal temellerini
oluşturmaktadır. Aşağıda Anayasa Mahkemesi’nin başörtüsüne serbestlik tanıyan
kanuni düzenlemeyi iptal eden kararı ile konu ile ilgili Danıştay kararları
incelenecek, Türk Yüksek Yargı Organları’nın başörtüsü konusundaki tavırları
irdelenecektir.
TÜRK YARGISI ve BAŞÖRTÜSÜ
Türk yargı organları başörtüsü ile ilgili önlerine gelen
dosyaları genel olarak 1982 Anayasasında düzenlenen devletin temel nitelikleri,
hususan laiklik ilkesi çerçevesinde tartışmaktadır. Yüksek yargıda başörtüsü
yasağının laiklik ilkesinin bir uzantısı ve zorunluluğu olduğu şeklinde değişmez
bir görüşün hakim olduğu söylenebilir. Bunun ötesinde Yüksek Yargı başörtüsüne
bireysel hak ve özgürlük problemi olarak bakmamakta, başörtüsünü siyasal sembol
ve tehdit olarak görmektedir. Bu nedenle başörtüsü ile ilgili değerlendirme ve
tespitlerde “tehdit ve güvensizlik” duygularının hakimiyeti gözlenmektedir.
Ülkemizde başörtüsü problemini doğrudan ilgilendiren Anayasa
Mahkemesi’nin 7.3.1989 Tarihli, 1989/1 E., 1989/12 K. Sayılı Kararı ile yine bu
konuyu karara bağlayan Danıştay içtihatları başörtüsü yasağının yargısal
temellerini oluşturmaktadır. Danıştay Kararlarının “kamusal alanda başörtüsüne
serbestlik tanınamayacağı” yönündeki görüşünün istikrar kespettiği söylenebilir.
Yüksek Mahkemelerin başörtüsü sorununu temel hak ve özgürlükler bağlamında
değerlendirmekten ısrarlı ve bilinçli bir şekilde kaçındığı, hatta laiklik
ilkesine aykırı temel hak ve özgürlükten bahsedilemeyeceği şeklinde dogmaya
yakın bir görüşe sahip olduğu bir gerçektir.
Türk yargısının başörtüsüne bakışını ve bu konuda kural koyan
kararlarını 2 başlık altında incelemek mümkündür:
1. Anayasa Mahkemesi ve Başörtüsü: Bu başlıkta
üniversitelerde başörtüsünün serbest bırakılmasına yönelik yasal düzenlemeyi
iptal eden Anayasa Mahkemesi’nin 7.3.1989 Tarih, 1989/1 E., 1989/12 Sayılı
Kararı incelenecektir.
2. Danıştay ve Başörtüsü: Bu başlıkta başörtülü oldukları
gerekçesiyle idari işlem veya yaptırıma muhatap olan vatandaşların idari işleme
karşı başlattıkları yargı yolunun Yüksek Mahkeme sıfatına sahip olan Danıştay
tarafından nasıl karara bağlandığı incelenecek, Danıştay’ın başörtüsüne yönelik
tespitlerine değinilecektir.
1- ANAYASA MAHKEMESİ ve BAŞÖRTÜSÜ
1982 Anayasasının 148. maddesinde düzenlendiği üzere Anayasa
Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu
denetlemekle görevli Yüksek Mahkeme’dir. Anayasa Mahkemesi yargı organının bir
parçası olmak ve bir yüksek mahkeme niteliği taşımakla beraber, fonksiyonunun
mahiyeti, ona yargı organı içinde özel ve öncelikli bir mevki vermiştir. Bu
nedenle Anayasa Mahkemesi özel bir “Anayasa Organı” olarak da tanımlanmaktadır.9
Anayasa Mahkemesi Kararlarının niteliği de bu hususu doğrulamaktadır.
Anayasa’nın 153. maddesinde düzenlendiği üzere “Anayasa Mahkemesinin kararları
kesindir…Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını
veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya
yol açacak biçimde hüküm tesis edemez. Kanun, kanun hükmünde kararname veya
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal
kararlarının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar… Anayasa
Mahkemesi kararları Resmî Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı
organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.”
Burada Türkiye’deki başörtüsü yasağının hukuki dayanağı Anayasa
Mahkemesi kararları olarak gösterildiği için dikkat çekmek istediğimiz bir husus
vardır. Bu husus Anayasa Mahkemesi Kararı’nın etik yönüdür. Anayasa mahkemesi
tarafından verilen kararın aynı zamanda içtihat olması, resmi gazetede
yayımlanmakla birlikte de bağlayıcı nitelik kazanması karşısında Meclis’in görev
ve yetkilerinin nasıl tanımlanacağı önemli bir Anayasal sorundur. Anayasa
Mahkemesi Anayasa’da tanımlanan “yasama organı yerine geçmeme” konusundaki
anayasal hassas dengeyi nasıl koruyacaktır? Anayasa mahkemesi kararlarının
meclis açısından da bağlayıcı olması, meclisin bu kararın içeriği ve ana fikri
dışında kanun yapabilme yetkisinin olmaması anlamına gelmektedir. Daha önceleri
Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen bir kanuni düzenlemenin tekrar
yasalaştırılmasını imkansız kılan bu durum bugün başörtüsü konusunda özgürlük
yolunu açan bir düzenleme yapılmasını da imkansızlaştırmaktadır. Çünkü Anayasa
Mahkemesi’ne Anayasaya aykırılık iddiasıyla taşınan kanunun içeriği eğer Anayasa
Mahkemesi’nin daha önceki bir kararı ile iptal edilmişse ve Anayasa Mahkemesi de
içtihat değişikliğine gitmemişse verilecek karar yine iptal olacaktır. Yani
meclisin bu konuda adım atma ihtimali yok gibidir. Bu nedenle aşağıda
incelenecek olan Anayasa Mahkemesi Kararı’nın başörtüsü sorununda “gizli kanun”
hükmünde olduğu söylenebilir.
7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren tarafından Yüksek Öğretim
Kanunu’nda yapılan değişiklik ile üniversitelerde başörtüsü kullanmayı serbest
bırakan kanun değişikliğinin Anayasa Mahkemesi’ne iptal istemiyle taşınması ve
Anayasa mahkemesi’nin bu kanuni düzenleme ile ilgili vermiş olduğu 7.3.1989
tarihli, 1989/1 E., 1989/12 K. Sayılı iptal kararı bugün Türkiye genelinde
kamusal alandaki başörtüsü yasağının hukuki dayanağını oluşturmaktadır. Bu karar
başörtüsü ve başörtülüler konusunda yaptığı yorum, tespit ve nitelendirmelerle
Danıştay İçtihatlarında da belirleyici rol oynamıştır. Danıştay da başörtüsü ile
ilgili birçok kararında Anayasa mahkemesi’nin tespitlerini aynen benimsemiştir.
İptal davası sonucunda, Anayasa Mahkemesi 7.3.1989 tarih, 1989/1
E., 1989/12 K. Sayılı kararı ile 10.12.1998 tarih ve 3511 sayılı “2547 Sayılı
Yükseköğretim Kanunu’nun 44. maddesinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bir Ek ve
Dört Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun” ile 2547 Sayılı Yükseköğretim
Kanunu’na eklenen “Yükseköğretim kurumlarında, dershane, laboratuar, klinik,
poliklinik ve koridorlarında çağdaş kıyafet ve görünümde bulunmak zorunludur.
Dinî inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü veya türbanla kapatılması
serbesttir.” hükmünü öngören Ek madde 16’nın Anayasa’ya aykırı olduğuna karar
vermiş, yasayı iptal etmiştir. Karar içeriği itibariyle Türkiye’deki çağdaşlık,
Atatürk İlke ve İnkılapları, hususan laiklik ilkesinin nasıl anlaşılması
gerektiği yönünde yaptığı tespitler nedeniyle de önemlidir. Zira mahkeme kararı
laikliğin nasıl anlaşılması gerektiği hususunda adeta emredici kurallar
koymuştur.
Kararın gerekçelerine ve tespitlerine geçmeden önce yasa
değişikliğini Anayasaya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne taşıyan 7.
Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in itiraz ve iddialarına değinmek faydalı olacaktır.
Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in itiraz ve iptal talebine ilişkin gerekçeleri
şunlardır:
“Görüldüğü üzere, sadece İslâmi kurallara göre kadınlar için
örtünme (tesettür) hususları göz önüne alınarak, dinî inanç yönünden
Yükseköğretim Kurumlarında öğretim yapan bayan öğrencilere eşitlik ve genellik
ilkelerini de aşarak lâikliğe aykırı bir biçimde imtiyaz tanınmaktadır.”10
“Daha önce Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilen
16 Kasım 1988 tarih ve 3503 sayılı Kanun ile de, örtünme konusu değişik bir
biçimde ele alınarak, “Anayasanın 174’ üncü maddesinde yer alan İnkılâp
Kanunlarına aykırı olmamak kaydı ile Yükseköğretim Kurumlarında öğretim
elemanları ile öğrenciler için kılık ve kıyafet serbesttir. Bu konu ile ilgili
olarak kişi veya kurumlarca sınırlayıcı işlem yapılamaz, karar alınamaz.”
şeklinde düzenlenmişti. Bu hüküm gerek Anayasal açıdan, gerekse mevzuat yönünden
ele alınarak incelenmiş, aşağıda niteliği belirtilen 18 Kasım 1988 tarih ve
1662-8088 sayılı yazımızla bir daha görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına iade edilmişti. Bu iade yazısında düzenlemenin, Atatürk
İlke ve İnkılâplarına ve özellikle çağdaş düşünce ve lâiklik ilkesine aykırı
olduğu üzerinde durulmuş ve konunun hiçbir yasal sınırlama ve kısıtlamaya tabi
olmamasının ise, Anayasa’nın özellikle eşitlik ilkesiyle çeliştiği ve bir kısım
kişilere imtiyaz niteliğinde hak verildiği görüşü savunulmuştur.”11
Bilindiği üzere Anayasa’nın 2’nci maddesi Atatürk
Milliyetçiliğine bağlılığı belirledikten sonra Başlangıç bölümünde bulunan temel
ilkelere de atıfta bulunmuştur. Anayasa’nın Başlangıç bölümünde yer alan
ilkelerden biri de, üç ve yedinci paragraflarda belirlenen, “Atatürk inkılâp ve
ilkelerine bağlılık” ilkesidir. Gerek 24 Ocak 1925 tarihli “Bilumum Devlet
Memurlarının Kıyafetleri Hakkında Kararname”, gerekse 1961 Anayasası’nın 153 ve
1982 Anayasası’nın 174’üncü maddesinin Anayasanın hiçbir hükmünün, Türk
toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyeti’nin
lâiklik niteliğini koruma amacını güden inkılâp kanunlarının Anayasanın
halkoyuyla kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin Anayasaya
aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaması ve yorumlanamaması biçimindeki amir
hükümleri, Atatürk’ün, Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atıldığı ilk
yıllarda Türk Devletinin ve toplumunun muasır medeniyetler seviyesine
çıkarılması doğrultusunda ortaya koyduğu görüş ve düşünüşlerinin açık bir
şekilde ifadesinden başka bir şey değildir.12
İşte bu görüş ve düşünüşler doğrultusunda çağdaş giyim, Atatürk
milliyetçiliği ilke ve inkılâplarının vazgeçilmez bir öğesini oluşturmaktadır.
Atatürk’ün gençlere emanet ettiği ve nitelikleri arasında lâiklik ilkesi de
bulunan Cumhuriyet’in bu temel taşının yerinden oynatılması ve gençlerin lâiklik
ilkesinden saparak teokratik fikirlere yöneltilmesini sağlayacak yasal
değişikliklerin yapılmasını maddi ve manevi mutluluğu ile çağdaş medeniyet
düzeyine ulaşma azmi yönündeki Türkiye Cumhuriyeti ile bağdaştırmaya imkân
bulunmamaktadır. Türk ulusunun amacı, gayet açık ve net bir biçimde “Çağdaş
uygarlık seviyesine ulaşma” biçiminde saptanmıştır. Bu amaçtan sapmaların,
Anayasanın amacı, ruhu ve esprisi içinde kabul ve değer görmesi düşünülemez.13
“Anayasa’mızın 24’üncü maddesinde yer alan vicdan, dini inanç ve
kanaat hürriyetine sahip olma, bunun sonucu ibadete, dini ayin ve törenlere
katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamama, dini inanç ve
kanaatlerden dolayı kınamama ve suçlanamama hükmüdür. Bu hürriyet, herkesin
dilediği dini inanç ve kanaate sahip olabileceğini belirttiği gibi, ayrıca
dilerse hiçbir dini inanca sahip olmama hakkını da içermektedir. Diğer taraftan,
inanç hürriyetinin doğal bir uzantısı olarak, ibadet hürriyeti ile de kişinin
inandığı dinin gerektirdiği ibadetleri ayin ve törenleri serbestçe yapabilme
hakkı tanınmaktadır. Bu iki hürriyetin de özü, dini inanç ve ibadet
serbestliğini ortaya koymaktadır. Anayasa’nın 24’üncü maddesi hükümleri, vicdan,
dini inanç ve kanaat hürriyeti ile ibadet hürriyeti dışında, bunlara bağlı
olarak kılık ve kıyafetle ilgili bir düzenlemeyi içermemektedir. Zira, lâiklik,
Devlet hükmü şahsiyeti ile doğrudan ilişkili olup Devletin resmi bir din sahibi
olmaması biçiminde de tezahür etmektedir. Bu durumda Devlet kuruluşlarında dini
inanış ve düşünce sebebiyle belli kişilere örtü veya türban örtme hakkının
tanınması, Anayasanın 24’üncü maddesinde belirlenen din ve vicdan hürriyeti
sınırlarını aşan ve lâiklik ilkesi ile tamamen çatışan bir durum arz etmektedir.
Kaldı ki, Anayasa’nın 24’üncü maddesinde yer alan hürriyetler dahi Anayasa’nın
14’üncü maddesine aykırı olmamak şartı ile serbesttir.”14
“Türkiye Cumhuriyeti’nde sadece belli bir dini inançta bulunan
kesimin yıllardır oluşturmak istediği Atatürk ilke ve inkılâplarına aykırı yaşam
biçimi benimsedikleri kılık ve kıyafetle simgelenmekte ve böylece toplumda ayrı
bir yeri ve kamplaşmayı ortaya koymaktadır. Lâiklik ilkesinin göz önüne alınması
gereken unsurlarından biri de, Devletin belli bir dini olmaması ve benimsememesi
nedeniyle çeşitli dinlerin mensupları arasında kanun önünde ayrılık gözetmemesi,
hepsine eşit işlemde bulunmasıdır. Anayasa’nın 10’uncu maddesinin birinci
fıkrasında eşitlik ilkesi; “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce,
felsefî inanç din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun
önünde eşittir” biçiminde dile getirilmiştir. Bu durumda ortada haklı bir neden
ve kamu yararı olmaksızın sadece bir dinin, o da çok azınlıkta bulunan bir
kesimine yukarıda belirtildiği şekilde hak tanımak, Anayasa’nın lâiklik ilkesi
dışında eşitlik ilkesiyle de çelişki meydana getirmektedir. Ayrıca, yapılan
düzenlemede salt bayan öğrencilere bu hakkın tanınıp, diğer öğrencilere ve
bilimsel yönden her türlü serbest düşünce ve fikir hürriyetine sahip öğretim
üyelerine ve Yükseköğretim Kurumu’nun idari personeline böyle bir hakkın
tanınmaması kendi içindeki eşitsizliği ve çelişkiyi de gözler önüne sermektedir.
Mahkemeniz, Türk Ceza Kanunu’nun 175 ve müteakip maddeleri ile ilgili E. 1986/
l, K. 1986/26 sayılı ve 4 Kasım 1986 tarihli iptal kararında da belirttiği üzere
belli din mensuplarına bir takım haklar ve avantajlar sağlamanın Anayasa’nın
lâiklik ve eşitlik ilkesine aykırı olduğunu vurgulamış bulunmaktadır.”15
Lâikliğin Türk-İnkılâbı yönünden taşıdığı büyük önem göz önüne
alınarak 1924 tarihli Teşkilatı Esasiye Kanunu’nda 1928 yılında yapılan
değişiklikle “Devletin dini, dinî İslâm’dır” yolundaki hükmü çıkarılmış ve 1937
yılında 3115 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikle de Cumhuriyet’in niteliklerini
belirleyen 2’nci maddesine “lâiklik ilkesi” ilave edilerek günümüze kadar
Anayasalarda yer almıştır. Atatürkçü lâiklik anlayışı, 1925 tarihli Kararnamede
de yer aldığı gibi, çağdaş giyimi benimseyen, kapalı yerlerde başın
örtülmemesini ve kapalı tutulmamasını öngören bir düşünce biçimini de ortaya
koymaktadır. Yapılan düzenlemede, Yükseköğretim kurumlarında çağdaş kıyafet ve
görünümde bulunmanın zorunlu olduğu vurgulandıktan sonra, dini inanç sebebiyle
boyun ve saçların örtü veya türbanla kapatılmasının serbest bırakılması, çağdaş
kıyafet ve görünümden duraksamada bulunmaksızın sapmadan başka bir şey olmayıp,
bu dahi kendi içinde çelişki yaratmaktadır. Çağdaş kıyafet ve görünüm, Türkiye
Cumhuriyeti’nin temellerinin atıldığı ilk yıllarda belirlenmiş olup, bugüne
değin Resmi Daireler yönünden başörtüsü ve türban çağdaş giyim olarak kabul
edilmemiş ve değer görmemiştir. Bugün için, yukarıda açıklanan ilkelerden
ayrılmayı ve laiklikten, çağdaş kılık ve kıyafetten dolayısıyla muasır
medeniyetlerin benimsediği görüş ve düşünüş biçiminden ödün verilmesini
gerektiren hiçbir haklı neden ve kamu yararı bulunmamaktadır.”
Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan
vatandaşlardan meydana gelen Türk Milletinin, değişik statülerinde bulunan
bireyleri bir kenara bırakarak, yükseköğretim kurumlarının bayan öğrencileri
yönünden özel bir düzenlemeye gitmek, hukuk tekniği ile de bağdaştırılması güç
bir düzenleme olduğu gibi, bir kesime imtiyaz tanıyacak nitelik de taşımaktadır.
Bir sureti ilişikte sunulan Danıştay 8 inci Dairenin; Esas No: 1984/636, Karar
No: 1984/1574, 13.12.1984 Tarihli Kararında; Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde
bir öğrencinin başörtülü gelmesi nedeniyle bir ay süreyle üniversiteye devamdan
yasaklanmasına ilişkin işleme karşı açılan davayı reddeden İzmir 1 No’lu idare
Mahkemesi kararının temyizen incelenmesi sırasında;
“Yeterli öğretim görmemiş bazı kızlarımız hiç bir özel
düşünceleri olmaksızın içinde yaşadıkları toplumsal çevrenin gelenek ve
göreneklerinin etkisi altında başlarını örtmektedirler. Ancak bu konuda, kendi
toplumsal çevrelerinin baskısına veya gelenek ve göreneklerine boyun eğmeyecek
ölçüde eğitim gören bazı kızlarımızın ve kadınlarımızın sırf lâik Cumhuriyet
ilkelerine karşı çıkarak dine dayalı bir devlet düzenini benimsediklerini
belirtmek amacı ile başlarını örttükleri bilinmektedir. Bu kişiler için
başörtüsü masum bir alışkanlık olmaktan çıkarak kadın özgürlüğüne ve
Cumhuriyetimizin Temel İlkelerine karşı bir dünya görüşünün simgesi haline
gelmektedir. Davacı yükseköğretim düzeyinde eğitim gördüğüne “göre bu ilkelerin
Cumhuriyetimizin kuruluşunda ve korunmasındaki önemini bilmesi gerekmektedir.
Aydın, uygar ve Cumhuriyetçi gençler yetiştirmekle görevli eğitim kurumlarının
bazı kuralları öğrencilere uygulaması doğaldır. Bu kurallar herkesçe bilinen ve
benimsenen Cumhuriyet’in kurallarıdır. Bu kuralları öğretmek ve benimsetmekle
görevli eğitim kurumlarının bunlardan ödün vermesi düşünülemez. Bu nedenle
Yükseköğrenim görmek üzere okula geldiği sırada dahi başörtüsünü çıkartmamakta
direnecek ölçüde laik devlet ilkelerine karşı bir tutum içinde bulunan davacının
okuldan uzaklaştırılmasında yasalara aykırılık yoktur.16
Bu nedenle 1 No’lu İdare Mahkemesi’nce verilen 25.4.1984 gün, E:
1983/855, K: 1984/477 Sayılı Kararda sonucu itibarı ile bir isabetsizlik
görülmediğinden temyiz isteminin reddi ile anılan kararın onanmasına ….
oybirliğiyle karar verildi.” denilmektedir. Danıştayın bu kararı dahi örtü ve
türban konusunda, laik Cumhuriyet ilkelerinin temel alındığını ortaya
koymaktadır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle 10 Aralık 1988 tarih ve 3511
Kanunun Çerçeve 2’nci maddesi ile 4 Kasım 1981 tarih ve 2547 sayılı Kanuna
eklenen Ek 16’ncı madde Anayasa’nın Başlangıç kısmı ile 2, 10, 24 ve 174’üncü
maddelerine aykırı görülmektedir.”17
Kenan Evren’in İtiraz gerekçelerinden şu sonuçların çıkarılması
mümkündür :
1- Türkiye’de başörtüsünü “siyasal sembol ve rejim tehdidi”
olarak tanımlayan ve başörtüsünü laiklik ilkesi ile bağdaştıramayan, laiklik
nedeniyle başörtüsüne cephe alanlar Anayasa’daki din ve vicdan özgürlüğü ile
temel hak ve hürriyetleri düzenleyen hükümleri de bu önyargıyla yorumlamakta
yani özgürlük alanını kendi laiklik anlayışlarına göre tanımlamaktadırlar.
Dolayısıyla laikliğe karşı olduğunu düşündükleri fikir ve hakların yasaklanması
eğilimi güçlüdür.
2- Başörtüsünün siyasal sembol olarak görülmesi “başörtülü
öğrencilerin eğitim talebini ve eğitim hakkını” dikkate değer görmemekte,
başörtülülere kötü niyet yüklemektedirler.
3- Başörtüsü özgürlüğünü dini hassasiyet nedeniyle savunanlar
azınlık olarak görülmekte, aşırılıkla suçlanmakta, dini taleplerine itibar
etmemek gerektiği ileri sürülmektedir. Bir başka ifadeyle başörtüsünün fıkhi
yönden tartışılması imkansızlaştırılmaktadır.
4- Başörtüsünün tarihselliği veya dini niteliği tartışma konusu
edilmeden mesele siyasal malzeme haline getirilmekte, laik-antilaik çatışma
zemini yaratılmaktadır. Başörtüsü sanki laik rejimle birlikte doğmuş gibi bir
psikolojik hava oluşturulmaktadır.
5- Başörtüsüne serbestlik tanımanın bunu takmayanlar için baskı
oluşturacağı, buna müsaade edilmesinin devletin tarafsızlığına engel
oluşturacağı düşünülmektedir.18
6- Çağdaşlık batılı kılık ve kıyafet anlamına gelmektedir.
Çağdaşlığın ve laikliğin ön koşulu başörtüsüz olmaktır. Bir başka ifadeyle
devletin resmen kabul ettiği kıyafet vardır, bu Batıya aittir ve bu doğrudur.
7- Giyim konusu Türk Devrimi ve Atatürk İlkeleriyle sınırlıdır.19
8- Laiklik ilkesi dışında alternatif bir modernleşme anlayışı ve
yorumu dinlenemez, korunamaz, böyle fikirlere müsaade edilemez. Bu nedenle
laiklikle çelişen temel hak ve özgürlükler de korunamaz.
Anayasa Mahkemesi yapılan iptal başvurusunu Anayasa’nın 176.
maddesine göre “Anayasa’nın dayandığı temel görüş ve ilkeleri belirten”
“Başlangıç” kısmına, “Cumhuriyetin Nitelikleri” ni düzenleyen 2. maddesine,
“Kanun Önünde Eşitlik” ilkesini düzenleyen 10. maddesine, “Din ve Vicdan
Hürriyeti” ni düzenleyen 24. maddesine ve “İnkılap Kanunlarının Korunması”
başlıklı 174. maddesine göre incelemiş, yasal düzenlemenin bu maddelere göre
Anayasa’ya aykırı olduğunu tespit ederek iptal kararı vermiştir. Mahkemenin
iptal kararında öne çıkan ve gerekçenin özünü oluşturan siyasi ve hukuki
kavramların “laiklik, çağdaşlık ve Atatürk İlke ve İnkılapları” olduğu
söylenebilir. Anayasa mahkemesi’nin başörtüsü ile ilgili tespitlerine ve
başörtüsü özgürlüğüne yönelik kanuni düzenlemeyi niçin Anayasa’ya aykırı
bulduğuna anlayabilmek için kararı yakından incelemekte fayda vardır. Mahkeme
kararı içeriği itibariyle “yorum karar” olduğu için laiklik ilkesinin Yüksek
Yargı’da nasıl anlaşıldığını ve Türkiye’de nasıl uygulanması gerektiğini de net
bir şekilde ortaya koyması nedeniyle büyük öneme haizdir. Anayasa Mahkemesi
kararının tamamının buraya alınması makale ölçülerine sığmayacağı için
mahkemenin iptal başvurusunu incelediği Anayasa hükümleri göz önüne alınarak
ilgili maddelerle ilgili mahkemenin yaptığı aykırılık tespiti başlıklar altında
incelenecektir. Ayrı bir başlık altında da çoğunluk görüşüne katılmayan üye
Mehmet Çınarlı’nın karşı oy yazısına değinilecektir:
A-) ANAYASA’NIN BAŞLANGIÇ BÖLÜMÜ YÖNÜNDEN İNCELEME :
Anayasa mahkemesi üniversitelerde başörtüsünün serbest
bırakılmasına ilişkin kanuni düzenlemeyi Anayasa’nın başlangıç bölümünde yer
alan ilkeler ve değerlere aykırı bulmuş, bu aykırılığı iptal kararına gerekçe
yapmıştır. Anayasa’nın Başlangıç Bölümü Anayasa’nın 176. maddesine göre
Anayasa’nın dayandığı temel görüş ve ilkeleri belirten metindir ve Anayasa’ya
dahildir. Başlangıç bölümü Anayasa’nın ruhu olarak yorumlanabilir. Anayasa
Mahkemesi iptal kararında Başlangıç bölümünün bu hususiyetine değinmiş,
başlangıç bölümünün Anayasa maddelerinin amacını ve yönünü belirleyen kaynak
olduğuna hükmetmiştir. Başlangıç bölümü yönünden incelemede Anayasa
Mahkemesi’nin başörtüsüne yönelik yaptığı tanım iptal kararının ana fikrini ve
gerekçesini de oluşturmaktadır. Anayasa’nın başlangıç bölümünde Atatürk ilke ve
inkılaplarıyla medeniyetçiliği karşısında hiçbir düşünce ve görüşün korunma
görmeyeceğine ilişkin hükmün başörtüsü özgürlüğüne yönelik kanuni düzenlemede de
uygulanma yeri olduğunu tespitini yapan Mahkeme başörtüsünün “Atatürk ilke ve
inkılaplarıyla medeniyetçiliğine karşı gelişin bir sembolü” olduğuna hükmederek
tıpkı dava dilekçesinde dile getirildiği gibi başörtüsünün ideolojik ve siyasal
yönleri olduğu düşüncesini kabul etmiştir. Bunun başörtüsü karşısında peşinen
taraf tutma olduğu söylenebilir. Esasen başörtüsünün “laik rejime karşı geliş
sembolü” olarak tanımlanması yani siyasallaştırılması başörtüsünün dini
niteliğinin de görmezden gelinmesine neden olmaktadır. Mahkeme kararın birçok
bölümünde başörtüsünden bahsederken bilinçli bir şekilde “dinsel buyruk olduğu
iddia edilen” şeklinde spekülatif tabirler kullanmıştır. Bunun hukuki anlamı
başörtüsü meselesinde ehlivukuf görüşüne başvurulması imkanının ortadan
kaldırılmış bulunmasıdır. İptal kararına muhalif kalan Anayasa mahkemesi
üyesinin karşı oy yazısında başörtüsünün dini niteliğine atıf yapılmış, kanuni
düzenleme din ve vicdan özgürlüğü bağlamında değerlendirilmiş, Diyanet İşleri
Başkanlığı, Din İşleri Yüksek Kurulu’nun “başörtüsünün dini bir mükellefiyet”
olduğu yönündeki kararına atıf yapılarak başörtüsü meselesi hakkında ehlivukuf
görüşüne ihtiyaç bulunduğu ve bu görüşe itibar etmek gerektiği dile
getirilmiştir. Ancak bu görüş tek oydan ibaret kalmıştır.
Başlangıç bölümüne ilişkin incelemede dikkat çeken bir nokta
“başörtüsü kullanımına dinsel inanç nedeniyle geçerlik tanımanın, kamu hukuku
alanındaki bir düzenlemeyi dinsel esaslara dayandırmak suretiyle laiklik
ilkesine aykırılık oluşturduğu” yönündeki tespittir. Anayasa mahkemesi bu
görüşüyle dini görüşe ve inanca ilişkin herhangi bir hakkın kamusal alanda
varlık gösteremeyeceğine dikkat çekmiş, dini hukukun kaynakları arasından
tamamen çıkarmıştır. Türkiye’deki laiklik uygulaması dinin yalnızca vicdani bir
olgu olarak kabul edilebilir olduğu noktasından hareket ederek dini değerlerin
temel hak ve özgürlükler bağlamında değerlendirilmesi yolunu da kapatır. Kamusal
alanda başörtüsü yasağı devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerde
hiçbir dini değerin hukuki kaynak olarak kabul edilemeyeceği, himaye
göremeyeceği anlamına da gelir. Din bir düşünce zenginliği olarak bile kabul
edilmez.
Anayasa Mahkemesi giyim konusunun dinsel nedenlerden ötürü
şekillenmesinin laikliği doğrudan ilgilendirdiği yönündeki tespiti ile laikliğe
gerektiğinde bireysel kılık ve kıyafete müdahale etmeyi meşrulaştıran işlevsel
bir rol yüklemiştir. Giyimin çevre koşulları, kişisel görüşler, kültür ve
gelenekle biçimlenebileceğini kabul eden ve bunu doğal bulan Mahkeme dinin bu
konuda belirleyici olmasının kabul edilemeyeceğini, böyle bir durumda laik
devletin müdahale hakkının doğacağını savunmuştur. Mahkeme dini inanç nedeniyle
belli bir giyim tarzının benimsenmesini adeta tarihin akışına aykırı bir eylem
olarak görmektedir.
Yüksek Mahkeme laikliğin toplumların düşünsel ve örgütsel
evrimlerinin son aşaması olduğunu belirterek Türkiye’deki laiklik uygulamasının
Batılı ülkelerdeki laiklik uygulamasından farklılığına değinir ve bu farklılığın
zorunluluktan kaynaklandığını ileri sürer. Dini değerlerin Batı’dakine oranla
daha fazla dışlanması, dinin kamusal alan dışına çıkarılması Türk laiklik
anlayışının en önemli özelliklerinden birisidir. İslamiyet ve Hıristiyanlık
dininin farklılıkları nedeniyle Türkiye’de ve Batı’daki laiklik uygulamalarının
farklı olmasının normal olduğunu ileri süren Anayasa Mahkemesi aslında bu
tespitiyle Türkiye’deki laiklik uygulamasının nevi şahsına münhasır olduğunu,
antidemokratik özellikler gösterdiğini de kabullenir; ancak nedense bunu
meşrulaştırma gayretine girer. Anayasa Mahkemesi’nin Türkiye’deki laiklik
uygulamasının farklılığını kabul etmesi aynı zamanda İslamiyet karşısında
uygulanabilecek laiklik modelinin Türk laikliği olabileceğini kabul ettiğini de
gösterir. Mahkeme Türkiye’de din ve din anlayışının Batı’dan çok farklı olması
nedeniyle devletin din konusunda daha fazla müdahil olması gerektiğini, devletin
laikliğe aykırı gördüğü olgulara doğrudan müdahale ederek laikliği her daim
canlı tutmasının anayasal bir görev olduğunu düşünür. Şüphesiz nelerin laikliğe
aykırı olup olmadığı da siyasal bir yorum olduğu için bu konuda elle tutulur bir
şey söyleyebilmek mümkün olmayacaktır.
Anayasa Mahkemesi din olgusunu akıl ve bilim dışı düşünce
kategorisinde ele alır. Laikliğin dinsellikle bilimselliği birbirinden
ayırdığını, dinin bilimin yerine geçmesini engellediğini, uygarlık yürüyüşünü
hızlandırdığını ileri süren Anayasa Mahkemesi din konusunda katı pozitivist bir
bakış açısına sahip olduğu gibi İslam dinine bakışı da Batılı oryantalistlerden
öteye geçmemektedir. Büyük çoğunluğu hukukçu olan Anayasa Mahkemesi’nin hangi
yasaya veya yasal gerekçeye göre böyle bir din tanımını kabul ettiği gerekçeli
karardan anlaşılamamaktadır.
Mahkeme devletin dini konularda denetim ve gözetim hakkına sahip
olmasının demokratik toplum düzenine ve din ve vicdan özgürlüğüne aykırı
olmadığına karar vermiş, laikliği Türkiye’nin yaşam felsefesi olarak
tanımlamıştır. Devletin dine müdahalesini meşru ve gerekli bulan Anayasa
Mahkemesi “dinsel kurallardan arındırılmış, akla ve bilime dayanan, dinsel
inancı kişilerin vicdanlarına bırakan laik devlette, hukuk düzeninin dinsel
gereklerle sağlanıp sürdürülmesi benimsenemez” ilkesi ile dini hukukun
kaynaklarından tamamen çıkarmış, dini kamusal alanın dışına itmiştir.
Anayasa mahkemesi başörtüsü özgürlüğünün üniversite öğrencileri
arasında ayrılıkçılığa neden olacağına da değinmiştir. Üniversitelerde
başörtüsünün serbest bırakılmasının öğrenciler arasındaki kardeşlik, arkadaşlık
ve dayanışma duygularını ortadan kaldıracağı tespiti yapan Anayasa Mahkemesi,
başörtüsünü “kimin hangi inançtan olduğunu gösteren bir işaret” olarak
tanımlamıştır. Bu işaretin (sembolün) öğrencilerin yakınlaşmalarını, birlikte
çalışıp karşılıklı yardımlaşmalarını ve işbirliğini önleyici olduğunu,
ayrılıklara, dinsel inanç ve görüşler nedeniyle çatışmalara yol açacağı
tespitini yapar. Anayasa Mahkemesi’nin bu gerekçesi dinin kimlik aidiyetine
ilişkin belirleyici bir unsur olmasının istenmediğini de gösterir. Bu kurgu
başörtülü öğrencilerin diğer öğrenciler tarafından muhakkak dışlanacağı
görüşünden sudur etmiş yani Anayasa Mahkemesi adeta diğer öğrenciler adına
konuşmuştur. Bu görüşün hangi hukuki gerekçeye dayandığını anlamak zordur.
Tespit kurgusaldır, soyuttur.
B-) CUMHURİYETİN TEMEL NİTELİKLERİNİ DÜZENLEYEN 2. MADDE
YÖNÜNDEN İNCELEME:
Anayasa Mahkemesi Anayasa’nın “Cumhuriyetin temel nitelikleri”
başlıklı 2. maddesi20 yönünden de başörtüsü serbestliğine ilişkin
düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olduğuna hükmetmiştir. Cumhuriyetin temel
nitelikleri yönünden yapılan incelemede dikkat çeken bir nokta Atatürk
milliyetçiliği ile başörtüsü özgürlüğünün bağdaştırılamaz olduğu yönündeki
tespittir. Anayasa mahkemesinin Atatürk milliyetçiliğine getirdiği yorum, bu
milliyetçilik tipinin aynı zamanda bir vatandaş yaratma projesi olduğuna kanaat
getirildiğini göstermektedir. Mahkeme Atatürk milliyetçiliğinin gelişme ve
ilerleme yolunda, uluslar arası işlem ve ilişkilerde çağdaş uluslara uygun ve
onlarla uyum içinde yürümeyi gerektirdiğine değinmiştir. Anayasa mahkemesi
ilerleme ve çağdaşlık kavramlarına Batı’yı ve Batılı değerleri önceleyen ve
bunlara üstünlük tanıyan bir milliyetçilik tanımı ile yaklaşmıştır. Bu nedenle
başörtüsü Batılılıktan uzaklaşmanın bir simgesi olarak da görülmüş, dolayısıyla
çağdaşlıktan uzaklaşma emaresi olarak görülmüş ve Atatürk milliyetçiliği ile
bağdaştırılamaz bulunmuştur. Mahkeme kararında Batı ve çağdaşlık kavramlarının
ne olduğu, somut olarak neyi ifade ettiği yönünde bilgi bulmak mümkün değildir.
Kararda Batı ve çağdaşlık kavramlarının hukuki boyutta ne ifade ettiğine hiç
değinilmemiştir. Bunun yerine Türkiye’de kılık ve kıyafet üzerinde yapılan
devrimler batılılık ve çağdaşlık yolunda atılan adımlar olarak değerlendirilmiş,
çağdaşlığa aykırı olduğu kabul edilen başörtüsü irticai-gerici bir sembol olarak
görülmüştür. Anayasa Mahkemesi’nin düz ilerlemeci tarih zihniyetine sahip
olduğu, kılık kıyafet devrimiyle Türk tarihinde ilerici bir adım atıldığına
inandığı, başörtüsünü ise ilerleme fikrini donduran bir sapma olarak gördüğünü
söylemek mümkündür.
Başörtüsüne serbestlik tanınmasını Atatürk milliyetçiliğine
aykırı bulan Anayasa Mahkemesi Atatürk milliyetçiliğinde dinsel öge yer almadığı
için başörtüsünün Anayasa’ya aykırı olacağına hükmetmiştir. Dinsel bağda
birleştiriciliğin kabul edilemez olduğunu ileri süren Anayasa Mahkemesi
birleştiriciliğin ancak ulus bağında, ulusal değerlerde olabileceğine, bunların
dışındakilerin sapma olduğuna karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi bu tespitiyle
birleşmenin sınırlarını belirlerken aynı zamanda bir ayrılık yolu açabileceğini
fark etmemiş görünmektedir.
Hukukun kaynağı yönünde ikili bir ayrım yapan Anayasa Mahkemesi
Tanrı İradesinden kaynaklandığını ileri sürdüğü dini kurallara göre yapılan
düzenlemelerin hukuksal nitelik taşımadığını ileri sürmüştür. Mahkemeye göre
hukukun kaynağı hukuku yaratan istenç olarak kendi ulusunun istencidir.21
Laik devletin dine bakışını Mahkemenin şu tespiti özetleyecek niteliktedir:
Hukuksal düzenlemeler dünya işidir, din işi değildir. Başörtüsü konusundaki
düzenleme de bu yönüyle hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmaz. Çünkü dine ilişkin
bir konu yasama faaliyetine konu edilmiştir.
C-KANUN ÖNÜNDE EŞİTLİK İLKESİNİ DÜZENLEYEN 10. MADDE YÖNÜNDEN
İNCELEME:
Anayasa’nın “Kanun Önünde Eşitlik” başlıklı 10. maddesi22
de Anayasa’ya aykırılık gerekçelerinden birisi olarak kabul edilmiştir. Anayasa
Mahkemesi’nin bu inceleme bölümünde din konusunda yaptığı tanımlama ve din ile
başörtüsü özgürlüğü arasında kurmuş olduğu ilişki, yargının kamusal alanda dinin
sınırlarını belirlemesi olarak da tanımlanabilir. Bu tanımlama dinin
yaşanabilirlik sınırlarının bizzat devlet tarafından belirlenmesi şeklinde
tezahür eder. Devlet dine ait değerleri siyasal tartışma malzemesi haline
getirerek meseleyi hukuki zeminden siyasal zemine taşır. Bu nedenle çizilen
sınırların dışına çıkmak isteyen bir dindarlık talebi illegal kabul edilir. Cuma
hutbesi Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından gönderilirse legaldir, çünkü
devletin kontrolünden geçmiştir. Üniversitelerde başörtüsü kullanmak illegaldir,
çünkü çağdaşlık siyasetine aykırı bir eylemdir.
Başörtüsü kullanımının serbest bırakılmasını eşitlik ilkesi
yönünden değerlendiren Anayasa Mahkemesi dinsel nedenle başörtüsüne serbestlik
tanınmasını bir yönlendirme olarak yorumlamakta, bunu zorlama olarak
görmektedir. İptale konu olan yasa maddesinde başörtüsü kullanmayı serbest
bırakan yani kullanmayı tercih edenlere serbestlik getiren dolayısıyla özgürlük
alanı açan yasa hükmünün hangi hukuki gerekçe ve okumayla zorlama olarak
yorumlandığını anlayabilmek mümkün değildir.
D-) DİN ve VİCDAN HÜRRİYETİ BAŞLIKLI 24. MADDESİ YÖNÜNDEN
İNCELEME:
Anayasa’nın “Din ve Vicdan Hürriyeti” başlıklı 24. maddesine23
göre yapılan incelemede de başörtüsü özgürlüğüne yönelik getirilen kanuni
düzenleme “Din özgürlüğünün anayasal sınırlarını ortadan kaldıran bir yasama
faaliyeti” olarak değerlendirilmiştir. Karara göre içerik ve amacı ne olursa
olsun dinden kaynaklandığı bariz şekilde anlaşılan bir konu yasama faaliyetine
konu edilemez. Böyle bir işlem devletin tarafsızlığı ilkesini zedeler. Bu
bölümde başörtüsünü çağın gereklerine aykırı gören görüşler tekrarlanmış, böyle
bir kıyafete müsaade edilmesinin laiklik ve çağdaşlık ilkesiyle bağdaşmasının
mümkün olmadığına değinilmiştir. Bu bölümdeki gerekçeler başlangıç bölümüne
aykırılığın incelendiği bölümle benzerlik gösterdiği için tekrara mahal vermemek
için oraya atıf yapmakla yetiniyoruz.
E-) İNKILAP KANUNLARININ KORUNMASI BAŞLIKLI 174. MADDE
YÖNÜNDEN İNCELEME:
İnkılap Kanunları’nın Korunması başlığını taşıyan Anayasa’nın
174. maddesi yönünden yapılan değerlendirmede başörtüsüne özgürlük tanıyacak bir
yasal düzenlemenin inkılapların aşınmasına neden olacağına değinilmiştir.
Mahkemece yapılan değerlendirmede “İnkılap Kanunları”nın Türk Devrimi’nin ve
Atatürk ilkelerinin gerçekleşme aracı olduğuna dikkat çekilmiştir. Kararda yer
alan önemli bir nokta “laikliğin bütün Anayasal kurallara egemen olan
vazgeçilmez bir kural” olduğu yönündeki tespittir. Anayasa’da yer alan tüm
kuralların öncelikle laiklik ilkesi ışığında değerlendirilmesi gerektiğini
düşünen Mahkeme, laikliğe “totaliter” bir anlam ve işlev yüklemiştir. Mahkemeye
göre “laiklik, düşünsel yapının değiştirilmesidir.” Bu tanım Türkiye’nin kendine
özgü şartlarında değerlendirildiği takdirde Anayasa Mahkemesi’nin laiklik
anlayışının “dinden arınmış bir vatandaş idealine” yakın olduğu söylenebilir.
Zira din ilerlemenin ve çağdaşlaşmanın önünde bir engel olarak görülmektedir.
Din vicdanda kaldığı müddetçe masumdur, vicdandan çıkarak kamusal alanda
görünürlük kazanması tehlikelidir ve illegaldir. İptal kararında başörtüsü
kullanılması dini bir duyarlılıktan kaynaklanıyor olsa dahi laiklik ilkesi
nedeniyle hoş görülemeyeceği yönünde çok sayıda vurgu yapılmış olması bu tespiti
doğrulamaktadır.
Anayasa Mahkemesi 25.11.1925 günlü, 671 Sayılı Şapka İktisası
Hakkında Kanun’un 1. maddesinin kadın erkek ayrımı yapılmaksızın herkesi
kapsadığını ileri sürerek kanunun ideolojik işlevine ağırlık verir. Yasa
metninde geçen “memurin ve müstahdemin” sözcükleri ile “Türk milleti” ve
“Türkiye halkı” tamlamalarının kanundaki kıyafet tarzının herkes için zorunlu
kıldığını belirten Anayasa Mahkemesi şapka kanunu ile dinsel gereklerin yerine
toplumsal gereklerin alınması ile giyim konusunun doğal seyrine sokulduğunu
ileri sürmüştür. Bu kararıyla Anayasa Mahkemesi Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlarının resmi bir kıyafetinin olduğunu, bunun ise şapka olduğunu açık
şekilde belirtmektedir. Kamu kurum ve kuruluşlarında kıyafet olgusunun ancak
hukuksal gerekçelerle düzenlenebileceğini belirten Anayasa Mahkemesi kıyafet
konusundaki düzenlemenin hukuki nitelik kazanabilmesi için işlemin ancak çağdaş
batılı kıyafeti öngörmesi ile mümkün olabileceğini ileri sürmüştür. Bu nedenle
başörtüsüne serbestlik tanıyan kanuni düzenleme toplumsal talepleri karşılıyor
olsa dahi hukuksal nitelikten uzaktır.
F-) KARŞI OY YAZISI:
Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararına muhalif kalan üye Mehmet
Çınarlı karşı oy yazısında Anayasa’nın Başlangıç bölümünde yer alan ifadelerin
bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiğine dikkat çekmiştir. Sayın Çınarlı,
Anayasa’nın 2. maddesinde düzenlenen “Türkiye Cumhuriyeti’nin insan haklarına
saygılı” olacağı yönündeki hüküm ile Anayasa’nın 5. maddesinde düzenlenen ve
devletin temel amaç ve görevleri arasında sayılan “kişinin temel hak ve
hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette
sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve
manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak”
yönündeki hükmün hukuki yorum ve takdir hakkında başlangıç noktası yapılması
gerektiğine dikkat çekmiştir.
Sayın Çınarlı Anayasa’daki “dini inanç ve kanaat hürriyeti”nin
kişinin mensup olduğu dinin emrettiğine inandığı bir başörtüsü veya türban
kullanarak saçlarını ve boynunu kapatmasına izin verilmesini gerektirir”
şeklinde görüş bildirerek başörtüsü meselesine özgürlükçü boyut kazandırmıştır.
Çınarlı, çoğunluk görüşünün tam tersine başörtüsü özgürlüğünü kısıtlayan
düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olduğuna, örtülü öğrencilerin kınanması, hor
görülmesi, tedirgin edilmesi, derse veya sınava sokulmaması gibi idari
tasarrufların Anayasa ihlali olduğu yönünde görüş bildirmiştir. Çoğunluk
görüşüne aykırı olarak başörtüsünü “laik rejim karşıtlığı” anlamında kullanılan
“siyasal sembol” olarak tanımlamaktan kaçınan Çınarlı başörtüsünün dini bir
gereklilikten kaynaklandığına işaret ederek meselenin fıkhi boyutuna dikkat
çekmiştir. Dava dosyasına da girmiş olan Diyanet İşleri Başkanlığı, Din İşleri
Yüksek Kurulu’nun 30.12.1980 tarihli ve 77 sayılı kararında başörtüsü takmanın
“bazı çevrelerde sanıldığı gibi belli bir zümrenin sonradan ortaya çıkardığı bir
adet veya işaret değil, İslam dininin bir hükmüdür” şeklinde tespit edilmesine
atıf yapan Çınarlı bu kararın bütün Müslüman kadınları şümulüne alan bir içerik
taşıdığına dikkat çeker. Başörtüsü takmanın dindeki yerinin bu olduğu
tespitinden yola çıkan Çınarlı, devletin bu inanç ve ibadet hürriyetine uygun
zemini yaratmakla görevli olduğunu belirtmiştir. Giyim konusunu devletin
müdahale alanından çıkararak kişisel beğeni ve inanç alanına dahil eden Çınarlı,
Anayasa’nın 174. maddesinde Anayasa’ya aykırılıklarının ileri sürülemeyeceği
belirtilen “İnkılap Kanunları”24ndan hiçbirinin kadınların kılık ve
kıyafetine yönelik düzenleyici hüküm ihtiva etmediğine dikkat çekmiştir.
Çoğunluk görüşünde fazlasıyla zorlama ile Şapka İktisası Hakkında Kanun ile
kadınların da şapka takmak zorunda oldukları yönündeki görüşü dolaylı yoldan
eleştiren Çınarlı İnkılap Kanunları ile başörtüsüne serbestlik tanıyan kanuni
düzenleme arasında ilişki kurulması ve birbirlerine muhalifmiş gibi yorumlar
yapılmasının hukuksal dayanağı olmadığını savunmuş ve iptal kararına esastan
muhalif kalmıştır.
Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli kararından şu sonuçların
çıkarılması mümkündür :
1- Yüksek Mahkeme, başörtüsü kullanmayı temel hak ve özgürlükler
bağlamında değerlendirmenin laiklik ilkesine aykırılık taşıdığını, laiklik
ilkesine aykırı temel hak ve hürriyetlerden bahsedilemeyeceğini düşünmektedir.
2- Başörtüsü laik rejimi tehdit edenlerin sembolüdür.
3- Laiklik temel hak ve hürriyetlerin öncesinde yer alan,
Anayasa’nın bütün hükümlerinin nasıl anlaşılması gerektiğini belirleyen, Türkiye
Cumhuriyeti’nin beka ve varlık sebebidir. Türkiye’nin yaşam felsefesidir.25
4- Devletin dine tanıdığı hürriyet dinin vicdani bir olgu olarak
kabul edildiği sürece geçerlidir. Bu nedenle başörtüsü sokakta, evde, kafede
serbesttir. Ancak devlete ait olan kamusal alanlarda başörtüsü yasaktır.
5- Yasama organı din kaynaklı konularda dini hükümleri temel
alarak kanun çıkaramaz. Din, hukukun kaynağı olamaz. Kaynağı din olan bir
düzenleme hukuki nitelik taşımaz.
6- Türkiye’de Laiklik 20. yüzyılın ilk yıllarında nasıl
uygulandıysa bugün de aynı şekilde uygulanmalıdır. Batılı ülkelerde özgürlükleri
önceleyerek uygulanan laiklik bu yönüyle Türkiye’ye örnek olamaz. Çünkü
Türkiye’nin kendine özgü şartları laikliğin bu şekilde uygulanmasını
gerektirmektedir. İslamiyet karşısında uygulanabilecek laiklik modeli Türk
laikliğidir.
7- Türkiye’ye özgü laiklik Türkiye’ye özgü demokrasi demektir.26
8- Başörtüsü yasağı soyut tehdit algısı üzerine kurgulanmıştır.27
9- Çağdaş giyim şeklinin somut unsurları “şapka takmak” ve “dini
simge mahiyetinde olan türban ya da başörtüsü takmamak”tır.28
10- Kamusal alan, laiklik ilkesi kullanılarak icad edilmiş dine
yasak bir bölgedir.
2- DANIŞTAY ve BAŞÖRTÜSÜ:
İdari işlemlere karşı açılan iptal davalarının temyiz mercii
olan Danıştay, başörtüsü ile ilgili önüne getirilen davalarda vermiş olduğu
kararlarla başörtüsü serbestliğinin sınırlarını belirleyen kararlara imza
atmıştır. Yüksek Mahkeme’nin üniversitelerle kamu kurum ve kuruluşlarında
başörtüsü kullanılmasını laiklik ilkesine aykırı bulduğunu, bu nedenle
içtihatlarını yasaklama yönünde oluşturduğu görülmektedir. Danıştay’ın bu konuda
uygulamaya yol gösteren ve kural koyan kararlara imza attığı bir gerçektir.
Danıştay’ın başörtüsü tanımı ile başörtüsü kullanma taleplerini hukuka aykırı
bulan kararlarının istikrar kesp ettiği söylenebilir. Bu nedenle köklü bir
içtihat değişikliği olmadığı sürece Danıştay Dairelerinin başörtüsünün hukuki
durumu ile ilgili görüşlerinin sabit olacağı muhakkaktır. Aşağıda başörtülü
olarak çalışma veya eğitim görme taleplerine yönelik başlatılan idari işlemlere
karşı açılan davalarda Danıştay’ın nasıl kararlar verdiği, başörtüsünü nasıl
tanımladığı incelenecektir.
1- DANIŞTAY 8. DAİRESİ’NİN, 23.2.1984 T., 1983/207 E.,
1984/330 K. SAYILI KARARI:29
Üniversitede başörtüsü ile eğitim görmeye devam eden bayan
öğrenciye başörtülü olması gerekçesiyle üniversite yönetimi tarafından
yönetmelik maddesine dayanılarak verilen kınama cezasının iptali amacıyla açılan
davada Danıştay 8. Dairesi, Yüksek Öğretim kurumlarının Atatürk Devrim ve
ilkeleri doğrultusunda öğrenci yetiştirmek amacına yönelik olarak disiplin
işlemlerini yönetmelikle düzenleyebileceğine, bu nedenle başörtüsü takılmasının
kınama cezası ile cezalandırılmasına ilişkin düzenlemenin yasaya uygun olduğuna
karar vermiştir.
2547 Sayılı Yüksek Öğretim Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 4.
maddesinde düzenlendiği üzere Türkiye’de Yüksek Öğretimin amacı öğrencilerin
Atatürk inkılapları ve ilkeleri doğrultusunda Atatürk milliyetçiliğine bağlı
olarak yetiştirilmesini de kapsamaktadır. Danıştay 8. Dairesi Yüksek Öğretimin
Amacı yönünden de yaptığı incelemede üniversitelerde başörtüsü kullanılmasını
Yüksek Öğretim Kanunu’nun “Amaç” bölümünde açıklanan ilkelere aykırı bulmuştur.
Danıştay’a göre başörtüsü Atatürk inkılap ve ilkeleri doğrultusunda, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı öğrenci yetiştirilmesi idealine engeldir.
Danıştay başörtüsü kullanma fiilini iki başlık altında
incelemiştir. Buna göre birinci grup başörtülüler “hiçbir özel düşünceleri
olmaksızın içinde yaşadıkları toplumsal çevrenin gelenek ve göreneklerine uyarak
veya onların etkisi altında kalarak başlarını örtmektedir.” İkinci grup
başörtülüler ise “sırf laik Cumhuriyet ilkelerine karşı çıkarak dine dayalı bir
devlet düzenini benimsediklerini belirtmek amacı ile başlarını çoğu zaman aynı
biçimde örtmektedirler.30 Bu kişiler için başörtüsü masum bir
alışkanlık olmaktan çıkarak kadın özgürlüğüne ve Cumhuriyet’imizin temel
ilkelerine karşı bir dünya görüşünün simgesi haline gelmiştir.”
Danıştay, aydın, uygar ve Cumhuriyetçi gençler yetiştirmekle
görevli eğitim kurumlarının bazı kuralları öğrencilerine uygulamasının yasal
olduğunu, bu kuralların da cumhuriyet kuralları olduğuna değinir. Bu nedenle
başörtüsü takarak eğitimine devam etmek isteyen öğrencinin başörtülü olması,
kınanmasını gerektirir. Çünkü eylemi Cumhuriyet’e aykırıdır. Danıştay’ın
Cumhuriyet tanımı ilgi çekicidir. Yüksek Mahkeme Cumhuriyet’i yalnızca bir
siyasal rejim olarak görmemiş, Cumhuriyet terimini kurucu iktidarın modernleşme
siyaseti ile eş anlamlı kullanmış, Dairenin de bu siyaseti aynen benimsediğini
gösteren bir tavır sergilemiştir.
2- DANIŞTAY 8. DAİRESİ, 1984/636 E., 1984/1574 K. SAYILI
KARAR:
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde bir öğrencinin üniversiteye
başörtülü gelmesi nedeniyle bir ay süreyle üniversiteden uzaklaştırılmasına
ilişkin idari işleme karşı açılan dava İzmir 1. İdare Mahkemesi tarafından
reddedilmiş, bunun üzerine yapılan temyiz başvurusu Danıştay 8. Dairesinde
incelenmiştir. Temyiz incelemesinde yukarıda yer verdiğimiz Danıştay 8.
Dairesi’nin 23.2.1984 T., 1983/207 E., 1984/330 K. Sayılı Kararındaki başörtüsü
tanımı tekrarlanmış, başörtüsünün laik Cumhuriyet’e karşı gelişin bir sembolü
olduğu tespiti yapılmıştır. Danıştay Dairesi öğrencinin başörtülü olarak eğitime
devam etmek istemesini “Öğrencinin Yükseköğrenim görmek üzere okula geldiği
sırada dahi başörtüsünü çıkartmamakta direnecek ölçüde laik devlet ilkelerine
karşı bir tutum içinde bulunması” tespitini yapmış ve davacının okuldan
uzaklaştırılmasına ilişkin idari işlemi yasaya uygun bulmuştur.
3- DANIŞTAY 8. DAİRESİ, 16.11.1987, 1987/128 E., 1987/486 K.
SAYILI KARAR:31
Davanın konusu Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin
Yönetmeliği’nin 7/H fıkrasında yer alan Yükseköğretim kurumlarının dersane,
laboratuar, klinik, poliklinik ve koridorlarında çağdaş kıyafet ve görünüm
dışındaki bir kıyafet ve görünümde bulunmanın kınama cezası gerektirdiğine
ilişkin kural ile aynı içeriği taşıyan YÖK Başkanlığı’nın 24.12.1984 tarihli
genelgesinin iptali talebidir. Dava dilekçesinde başörtülü olarak üniversiteye
devam etmenin Anayasa ve Milletlerarası Sözleşmeler gereği tanınmış bir hak
olduğu, disiplin yönetmeliğinin 7/H maddesinin kanuni dayanağının olmadığı, YÖK
genelgesi ile yönetmeliğin amacının saptırıldığı iddia edilmiştir.
Temyiz incelemesi neticesinde Yüksek Öğretim Kanunu’nun “Yüksek
Öğretimin Amacı” başlıklı 4. maddesinde Atatürk İlke ve İnkılapları
doğrultusunda öğrenci yetiştirmenin Yüksek Öğretimin Amacı olduğuna değinilmiş,
başörtülü eğitimin bu amaca aykırılık teşkil ettiği tespiti yapılmıştır. Yüksek
Mahkeme başörtüsü hakkındaki tavrını yine Danıştay 8. Dairesi’nin 23.2.1984 T.,
1983/207 E., 1984/330 K. Sayılı Kararında belirtilen gerekçelere dayandırmış
yani başörtüsüne yine laik Cumhuriyete karşı gelişin bir sembolü olarak
bakmıştır. Danıştay’ın başörtüsüne siyasal sembol olarak bakması ve bunu laik
Cumhuriyet’e yönelik bir tehdit olarak nitelemesi başörtüsü kullanma fiilinin
temel hak ve özgürlükler bağlamında değerlendirilmesi imkanını da ortadan
kaldırmaktadır.
4- DANIŞTAY İDARİ DAVA DAİRELERİ GENEL KURULU, 17.6.1994 T.,
1993/61 E., 1994/327 K. SAYILI KARAR:32
Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu’nun karara bağladığı
dava, derslere başörtüsü ile giren ve üniversite yönetiminin uyarılarına rağmen
başörtüsü takmakta ısrar eden öğrenciye bu fiili nedeniyle Yükseköğretim
Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği’nin 7. maddesinin (a) ve (e) bentleri
uyarınca verilen kınama cezasının iptali talebiyle açılmıştır.
Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu vermiş olduğu
gerekçeli kararda Anayasa’nın Başlangıç bölümünde Atatürk İlke ve Devrimlerine
bağlılık ve laikliğin ilke olarak benimsendiğine, yine Anayasa’nın 2. maddesinde
Türkiye’nin demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğuna, Anayasa’nın
42. maddesinde de bu ilkelerin eğitim ve öğretimde de geçerli olduğuna dikkat
çekerek başörtüsü meselesinin bu kurallara göre incelenmesi gerektiğine
hükmetmiştir. Yine, Yüksek Öğretim Kanunu’nun 4. maddesinde Yükseköğretimin
amacının öğrencilerine, Atatürk İnkılapları ve İlkeleri doğrultusunda, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı hizmet bilincinin kazandırılması yönündeki hüküm
başörtüsü kullanımına ilişkin fiilin değerlendirilmesinde esas alınmış,
başlangıç noktası yapılmıştır.
Danıştay, bu temel hükümleri esas aldıktan sonra yükseköğretim
kurumlarında öğrencilerin kılık ve kıyafetinin Anayasa’nın 174. maddesiyle
Anayasal güvence altına alınan devrim yasalarına, Anayasa’nın ilke ve
kurallarına, Cumhuriyet’in özgün niteliklerine ve 2547 Sayılı Yüksek Öğretim
Kanunu’nun 4. ve 5. maddelerinde belirlenmiş olan amaç ve ilkelere uygun olması
gerektiği tespitini yaparak kıyafete siyasal anlam yüklemiş, başörtüsü kullanma
fiilini rejim problemi olarak görmüştür. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda yer
verdiğimiz üniversitelerde başörtüsü kullanmayı serbest bırakan kanunu iptal
ettiği 1989/1 E. Sayılı kararına atıf yapan Danıştay, Anayasa Mahkemesi’nin
kararı ile başörtüsünün çağdaşlığa ve Türk Devrimi’nin ilkelerine aykırı
olduğunun saptandığını belirtmiştir. Bu durum saptamasını aynen benimseyen
Danıştay, “boyun ve saçların başörtüsü ve türbanla kapatılması” fiilinin kılık
ve kıyafet serbestisi dışında tutulduğunu belirtmiştir. Bu tespitlere yapan
Danıştay, başörtüsü takmakta ısrar eden öğrencinin Atatürk ilke ve inkılapları
dışındaki davranışlarıyla Yükseköğretim öğrencisi olma sıfatının gereklerini
yerine getirmediğinin belli olduğunu, bu nedenle itibar ve güven duygusunu
sarstığına hükmederek öğrencinin kişilik hakları üzerinde de tespitte bulunmuş,
başörtüsü kullanımından ötürü verilen kınama cezasını hukuka uygun bulmuştur.
Danıştay Dairelerinin kararlarından şu sonuçların çıkarılması
mümkündür :
1- Danıştay, Anayasa Mahkemesi’nin 1989/1 E. Sayılı kararında
başörtüsü ile ilgili yapılan saptamaları aynen benimsemektedir. Bir başka
deyişle Danıştay da başörtüsünü laik rejime karşı gelenlerin bilinçli olarak
kullandıkları siyasal sembol olarak görmektedir.
2- Danıştay’ın başörtüsünün laikliğe ve laik devlet düzenine
aykırı olduğu yönündeki tespitleri istikrar kespetmiştir.
3- Danıştay da tıpkı Anayasa Mahkemesi gibi başörtüsünü temel
hak ve özgürlükler bağlamında ele almaktan kaçınmış, başörtüsünü siyasal
tartışma malzemesi haline getirilmiş haliyle değerlendirmiştir.
4- Danıştay başörtülü öğrencilere güvenmemekte, onların rejim
düşmanı olduğunu düşünmektedir.
5- Danıştay’ın başörtüsüne yönelik yasaklama kararları somut bir
kanun maddesine dayanmamakta, laiklik ve Atatürkçülük ilkelerinin yorumuyla
yasaklama meşrulaştırılmaktadır.
6- Danıştay, dindarlık ile laikliğin aynı çatı altında
barınamayacağına, laik devletin dindarların taleplerine yönelik olumlu düzenleme
yapamayacağına inanmaktadır.
7- Danıştay başörtüsü ile ilgili davalarda siyasal tespitlere
ağırlık vermekte, hukuku bu tespitleri meşrulaştırma vasıtası olarak
kullanmaktadır.
NETİCE
Bizdeki yargı kültürü, parlamentonun yasama yetkisini “asıl”
olarak görmekten ziyade, yasama yetkisini Anayasa’nın iznine, dolayısıyla
Anayasa’yı yorumlayan, Yüksek Mahkeme’nin “yerinde” bulmasına bağlı bir yetki
gibi görme eğilimi taşımaktadır.33 Bu hakim yargı kültürü nedeniyle
başörtüsü meselesi üzerinde yapılacak bir yasama faaliyetinin kanunlaşabilmesi
de Anayasa Mahkemesi’nin bunu “yerinde” bulmasına bağlıdır. Meclisin başörtüsüne
serbestlik tanıyan kanun çıkarması büyük ihtimalle iptal davası konusu edileceği
için bu konuda yine son sözü Yüksek Mahkeme söyleyecektir. Bu nedenle Anayasa
Mahkemesi başörtüsü olgusuna bakışını değiştirerek içtihat değişikliğine
gitmediği sürece başörtüsü kullanımını yasaklayan fiili durum devam edecektir.
Anayasa’daki laiklik ilkesini devletin başörtüsü kullanmayı
serbest bırakacak yasal düzenleme yapamayacağı anlamında yorumlayan Yüksek Yargı
kararları ile yasağın meşrulaştırılması, bunun da ötesinde Anayasa Mahkemesi
Kararlarının “herkes için bağlayıcı olduğu” yönündeki hukuki niteliğini meclisin
yasama yetkisine set çekecek surette kullanılması hukuk devleti ilkesini
zedeleyen önemli bir problemdir. Devletin kılık ve kıyafete ideolojik anlamlar
yüklemesi ve bunu bir rejim problemi haline getirmesi bu hukuki problemin
çözümünü zorlaştıran ve hatta imkansızlaştıran bir tavır olarak görünmektedir.
Ümidimiz başörtüsü olgusunun siyasal tartışma malzemesi halinden uzaklaşması,
tartışmalarının siyasal zeminden bilimsel (fıkhi) zemine çekilmesi ve
kavramların yerli yerine oturmasıdır. Başörtüsü kullanma talebinin temel hak ve
özgürlük problemi olduğu yönündeki iddialar ancak bu normalleşme sürecinden
sonra tartışılabilir hale gelecektir.
Özet
Türkiye’deki yargı kültürü, parlamentonun yasama yetkisini
“asıl” olarak görmekten ziyade, yasama yetkisini Anayasa’nın iznine, dolayısıyla
Anayasa’yı yorumlayan, Yüksek Mahkeme’nin “yerinde” bulmasına bağlı bir yetki
gibi görme eğilimi taşımaktadır. Bu hakim yargı kültürü nedeniyle başörtüsü
meselesi üzerinde yapılacak bir yasama faaliyetinin kanunlaşabilmesi de Anayasa
Mahkemesi’nin bunu “yerinde” bulmasına bağlıdır. Devletin kılık ve kıyafete
ideolojik anlamlar yüklemesi ve bunu bir rejim problemi haline getirmesi bu
hukuki problemin çözümünü zorlaştıran ve hatta imkansızlaştıran bir tavır olarak
görünmektedir. Bu makalede Anayasa Mahkemesi’nin başörtüsüne serbestlik tanıyan
kanuni düzenlemeyi iptal eden kararı ile konu ile ilgili Danıştay kararları
incelenmekte, Türk Yüksek Yargı Organları’nın başörtüsü konusundaki tavırları
irdelenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Yargı, Anayasa Mahkemesi, Başörtüsü,
laiklik, laikçilik, Atatürkçülük, temel hak ve hürriyetler
Abstract
The judicial culture in Turkey do not recognize the legislative
authority of the parliament “essential”. Instead, the tendency seems to perceive
this authority as an authority under the permission of the High Court as it
comments for the new laws as suitable. Due to this dominant judicial culture,
any legislative act on the head scarf issue should be interpreted by the High
Court as “suitable” before this act becomes a law. As the state loads cloths and
dressing with ideological meanings and considers this issue as a regime problem,
the solution of this judicial problem becomes more difficult, even impossible.
This article tries to analyze the sentence of the High Court abrogating the law
regulation that makes head scarf free. In addition to this, the sentences by the
Council of State on this issue will be discussed, and the attitudes of the
Turkish High Law Institutions on this issue will be investigated.
Keywords: Law, Consitutional Court, Head scarf, secularism,
laicism, Kemalism, main rights and freedom
Dipnotlar:
1. Ayşe Kadıoğlu, Milletini Arayan Devlet: Türk
Milliyetçiliğinin Açmazları, Türkiye Günlüğü, Sayı:75, s.142
2. Falih Rıfkı Atay, Çankaya, s.411, Betaş Yayınları,
İstanbul, 1998
3. Nilüfer Göle, Modern Mahrem, Metis Yayınevi, İstanbul,
1998, s.87-88
4. Dr. Ufuk Özdemir, “Türkiye’de Kadın Kıyafetinde
Modernleşme Süreci ve Medyanın Etkisi”, Köprü Dergisi, No:84, s.81
5. Dr. Ufuk Özdemir, a.g.m., s.82
6. 671 Sayılı Şapka İktisası Hakkında Kanun, madde 1 :
Türkiye Büyük Millet Meclisi âzaları ile idare-i umumiye ve hususiye ve
mahalliyeye ve bilûmum müessesata mensup memurin ve müstahdemin Türk milletinin
iktisa etmiş olduğu şapkayı giymek mecburiyetindedir. Türkiye halkının da umumi
serpuşu şapka olup buna münafi bir itiyadın devamını hükümet men eder.
7. Prof. Dr. Oliver Leeman, “Tesettür ve Kıyafetlerin Sosyal
Rolü”, Köprü Dergisi,, Sayı:84, s.86
8. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün Basın
Kokteyli Konuşma Metni, aktaran Prof. Dr. Suna KİLİ, Atatürk Devrimi: Bir
Çağdaşlaşma Modeli, s.243, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2006
9. Prof. Dr. Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, s.345,
Yetkin Yayınevi, Ankara, 1998
10. Bu itiraz ve iddia ile, başörtüsü yasağı meselesinin
Türkiye’nin önemli bir problemi olduğu görmezden gelinmekte, dini inanç yönünden
başörtüsü takılmasına müsaade eden bir düzenlemenin eşitlik, genellik ve
laiklikle bağdaşmadığı iddia edilmektedir. Ancak hangi yönden eşitlik ihlali
olduğuna değinilmemiştir.
11. Başörtüsü özgürlüğünün doğrudan Atatürk ilke ve
inkılaplarına, özellikle çağdaş düşünce ve laiklik ilkesine aykırı olduğunun
iddia edilmesi başörtüsü meselesinin doğrudan rejim tehdidi olarak algılanması
anlamına da gelir. Dolayısıyla başörtülüler ve başörtüsü özgürlüğünü savunan her
birey rejimi yıpratmakla ve yıkmaya çalışmakla suçlanacaklardır. Önemli bir
diğer nokta da başörtüsü özgürlüğünün Anayasal karşılığının din ve vicdan
hürriyeti ile temel hak ve özgürlükler kapsamında değerlendirilmesi gerektiği
hiç bahis konusu edilmemekte, genel ve sübjektif ifadelerle eşitlik ilkesinin
ihlali ve imtiyaz tanınması gibi muğlak yorumlara girişilmektedir.
12. Muasır medeniyet seviyesinin kılık ve kıyafetle birebir
ilişkilendirilmesi Türk modernleşmesinin önemli özelliklerinden birisidir.
Kadının dinin tavsiye ve emrettiği kıyafeti tercih etmesi tarihin gerçeklerine,
modernliğe, Atatürk ilke ve inkılaplarına aykırı telakki edilmektedir. 2.
Meşrutiyet döneminde Garpçılar tarafından da benzer görüşler dile getirilmiş,
modern insanın batılı insan gibi yaşaması gerektiği şeklinde bir görüş hakim
olmuştu. İtiraz gerekçeleri de bu görüşün yenilenmiş halidir.
13. “Gençlerin laiklik ilkesinden saparak teokratik
fikirlere yöneltilmesini sağlayacak yasal değişiklikler” ibaresi resmi
ideolojinin fikir ve ifade özgürlüğüne bakışını da göstermektedir. Aynı zamanda
bir temenni barındıran bu ifadeler Yükseköğretim öğrencilerinin nasıl olması
gerektiğini de belirleyerek toplum mühendisliğini hatırlatmakta, laiklik ve
çağdaşlık fikrini dogmalaştırmakta, durağanlaştırmaktadır.
14. Başörtüsünün niteliği sadece laiklik karşıtı bir sembol
olarak tanımlandığı için başörtüsü özgürlüğü de bu düzlemde
değerlendirilmektedir. Yani başörtüsü takma hakkı temel hak ve hürriyetler
düzleminde tanımlanmamakta, siyasallaştırılarak söylem sertleştirilmekte, hayali
bir düşman üretilmektedir. Başörtüsü serbestliği temel hak ve özgürlükler
bağlamında değerlendirilse bile bu Anayasa’nın 14. maddesine göre mümkün
değildir. Çünkü “… Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri demokratik
ve laik cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde
kullanılamaz.”
15. Başörtüsünün İslami tanımdan uzaklaştırıldığı bu görüş
başörtüsünün dinin gereği olduğuna inanan insanları da çok küçük bir azınlık
olarak göstermekte, neredeyse sapkınlık ve aşırılıkla suçlamaktadır. Bu devletin
dini kontrol altında tutma politikasının da bir uzantısıdır aynı zamanda.
Kamusal alanda dini sembollerin yasaklanması ancak özel hayatta serbest
olduğunun belirtilmesi Türkiye’deki din-devlet ilişkisinin ve laiklik
uygulamasının ana fikridir.
16. İptal talebine göre “Başörtüsü dine dayalı devlet kurmak
isteyenlerin bilinçli olarak kullandıkları bir semboldür. Öte yandan cahil,
eğitimsiz, yardıma muhtaç kızların kullandığı bir giysidir. Çıkarılması
modernliktir.”
17. Anayasa Mahkemesi Kararları Dergisi, Sayı:25, Ankara,
1991, s.133-165
18. Prof. Dr. Semih Gemalmaz, Türk Kıyafet Hukuku ve Türban,
s. 11, Legal Yayınevi, İstanbul, 2005. Dava dilekçesinde başörtüsü özgürlüğüne
yönelik düzenlemenin eşitlik ilkesine aykırı olduğu yönündeki iddia, başörtüsü
karşısında tavır alan yani eşitlik ilkesini düşünmeksizin taraf olmayı tercih
eden bir görüşten sudur etmiştir. Buna rağmen eşitlik ilkesinin savunulması
hayret vericidir.
19. Prof. Dr. Semih Gemalmaz, a.g.e., s. 13
20. ANAYASA, MADDE 2: “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru,
millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir.”
21. İstenç tabiri kararda iradenin yerine kullanılmıştır.r.
22. ANAYASA, MADDE 10 : Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet,
siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir.
Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Hiçbir kişiye,
aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare
makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket
etmek zorundadırlar.
23. Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine
sahiptir. 14’üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dini âyin ve
törenler serbesttir. Kimse, ibadete, dinî âyin ve törenlere katılmaya, dinî
inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı
kınanamaz ve suçlanamaz. Din ve ahlâk eğitim ve öğretimi devletin gözetim ve
denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlâk öğretimi ilk ve ortaöğretim
kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din
eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanunî
temsilcisinin talebine bağlıdır. Kimse, devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya
hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî
veya kişisel çıkar yahut nüfus sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun dini
veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve
kötüye kullanamaz.
24. ANAYASA m.174 : I. İNKILAP KANUNLARININ KORUNMASI
Anayasanın hiçbir hükmü, Türk toplumunu
çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyeti’nin lâiklik
niteliğini koruma amacını güden, aşağıda gösterilen inkılâp kanunlarının,
Anayasanın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin,
Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz:
1. 3 Mart 1340 tarihli ve 430 sayılı
Tevhidi Tedrisat Kanunu;
2. 25 Teşrinisâni 1341 tarihli ve 671
sayılı Şapka İktisâsı Hakkında Kanun;
3. 30 Teşrinisâni 1341 tarihli ve 677
sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım
Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun;
4. 17 Şubat 1926 tarihli ve 743 sayılı
Türk Kanunu Medenisiyle kabul edilen, evlenme akdinin evlendirme memuru önünde
yapılacağına dair medenî nikâh esası ile aynı kanunun 110 uncu maddesi hükmü;
5. 20 Mayıs 1928 tarihli ve 1288 sayılı
Beynelmilel Erkamın Kabulü Hakkında Kanun;
6. 1 Teşrinisâni 1928 tarihli ve 1353
sayılı Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki hakkında Kanun;
7. 26. Teşrinisâni 1934 tarihli ve 2590
sayılı Efendi, Bey, Paşa gibi Lâkap ve Unvanların Kaldırıldığına dair Kanun;
8. 3 Kânunuevvel 1934 tarihli ve 2596
sayılı Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun.
25. Bu ibare Anayasa Mahkemesi kararından alınmıştır.
26. Prof. Dr. Semih Gemalmaz, Türk Kıyafet Hukuku ve Türban,
s.9
27. Prof. Dr. Semih Gemalmaz, Türk Kıyafet Hukuku ve Türban,
s.12
28. Prof. Dr. Semih Gemalmaz, Türk Kıyafet Hukuku ve Türban,
s.14
29. Danıştay Dergisi, Sayı:56, 1985, s.317
30. Danıştay Dairesi “aynı biçimde örtme” tabiriyle türban
olarak da tanımlanan başörtüsü biçimini ifade etmektedir. Bugün başörtüsüne
karşı gelenlerin hamasi nutuklarında dile getirdikleri “nenelerimiz de
örtülüydü” şeklindeki ifade samimiyetten uzaktır. Çünkü nenelerimizin örtünme
biçimi cahillik ve köylülükle eş anlamlı olarak kullanılmakta, bu nedenle tepki
çekmemektedir.
31. Danıştay Dergisi, Sayı:70, 1988, s.390-393
32. Danıştay Dergisi, Sayı: 90, 1996, s.140-146
33. Taha Akyol, Milliyet Gazetesi, 16 Haziran 2007, s.19