Bediüzzaman from Consttutional Monarchy to Democracy

Bediüzzaman Said Nursi, özgürlüğün önemini “Ekmeksiz yaşarım,
hürriyetsiz yaşayamam” diyerek ifade eder. Bediüzzaman’a göre hürriyet "insanı
insan yapar ve hayvanlıktan kurtarır". O’nun hayatına baktığımız zaman kendi
hürriyetinden ve özgürlük düşüncesinden asla taviz vermemiş olduğunu görürüz. O,
“şahsi menfaatini, aklını, hayatını” feda etmiş, padişahlara, en zalim reislere,
yıkıcı komitelere, dış güçlere asla boyun eğmemiştir. Hakkı her şeyin üstünde
tutmuş, her zemin ve zamanda Kur’an’dan ders aldığı yüce hakikatleri ifade
etmiştir. Bu cesaretiyle de tahkiki iman davasının en büyük özelliği olan
hürriyet meşalesini asla elinden bırakmamıştır.

Bediüzzaman, dünyanın geçirdiği büyük değişimlere sahne olan 20.
yüzyılın başlarında İstanbul’dadır. Bu dönemde, özgürlük düşüncesi dünyanın her
yerinde etkili olmaya başlamıştır. Hürriyetin baş döndürücü etkisi en otoriter
yönetimleri değişikliğe zorlamaktadır. En güçlü mutlak monarşiler tarihe
karışmaya başlamıştır.

Yüzyıldır yenileşme çabası içinde olan Osmanlı Devleti, 23
Temmuz 1908’de 2. kez Meşrutiyet’i ilan ederek demokratikleşme yolunda en büyük
adımı atmış oldu. Aydınlar, ulema, askeri ve sivil bürokrasi ve halkın ileri
gelenlerinin tam desteğini alan Jön Türkler, Bediüzzaman’ın ifadesiyle bir
"inkılab-ı azim" gerçekleştirdiler. Artık ülkemiz, mutlak monarşi yerine, yetki
ve sorumlulukları anayasa ile belirlenen parlamenter bir rejime kavuşmuştu.
Siyasi partilerin katıldığı seçimlerin sonucunda meclisi, anayasal sınırları
içinde padişahı ve kabinesiyle yeni yönetim çalışmaya başlamıştı.

Ancak böylesine büyük bir inkılâbın sorunsuz gerçekleşmesi
mümkün değildi ve siyasal çatışma devam etmekteydi. Mutlakıyet dönemindeki
konumlarını ve çıkarlarını korumak isteyen çevreler anayasal parlamenter rejime
karşı propagandaya başladılar. Demokratikleşmeye bir şekilde karşı olanlar
halkın hassasiyetlerini, özellikle dini duygularını kullanmaktan da
çekinmiyorlardı. Meşrutiyet aleyhinde faaliyet gösteren ve din adına
demokratikleşmeye karşı çıkanlara Bediüzzaman "ruh-u meşrutiyet, Şeriattandır;
hayatı da ondandır” diyerek cevap verdi. Şeriatın bu âleme gelmesinin en büyük
sebeplerinden birinin “dünyadan baskıyı ve zorbalığı kaldırmak, hürriyeti
yerleştirmek” olduğunu söyledi. O bu iddialarını Kur’an ve Hadis’e dayandırarak,
kesin delillerle ispatlamıştı.

Said Nursi, “İşlerinde onlarla istişare et, onların işleri
aralarında danışmayla olur” âyetlerinin ışığında, demokratik sistemin dinin
esasıyla çelişmediğini belirtmişti. Dört halifenin, Sahabelerin seçimiyle iş
başına geçtiğini belirten Bediüzzaman, "Kavmin efendisi, ona hizmetkâr olandır”
hadisinin işaretiyle, millet hakimiyetinin gerekliliğine dikkat çekmişti. Bu
hakimiyetin bir ifadesi olan meclis, meşvereti emreden ayetlerin tecellisi idi.

Meşrutiyetin ilanının üçüncü gününde Sultan Ahmet mitinginde ve
daha sonra Selanik Meydanı’nda tekrarladığı “Hürriyete Hitap” nutkunda, bütün
bir milletin hürriyete olan özlemine tercümanlık etmiş ve bu metin o zaman
birçok gazetede yayımlanmıştı. Bediüzzaman birçok gazetede yayımlanan
Meşrutiyet’i destekleyen yazılarıyla sistemin düzgün işlemesinin önünde büyük
bir engel oluşturan medyayı da uyarmıştı. Onları asıl vazifelerini yapmaya
çağırmış, halkın “doğru haber alma hakkına” saygı duymalarını ve kamuoyunu
rencide etmemelerini istemişti.

O, demokratikleşmenin, Osmanlı coğrafyasında yaşayan
toplulukların ve İslam dünyasının kalkınmasında tetikleyici unsur olacağından
emindi. Bu yüzden Doğu illerinde en etkili altmış aşiret reisine başbakanlık
yoluyla telgraflar çekerek, onları rejim karşıtı provokasyonlara karşı uyardı.
Onlardan Meşrutiyet’i desteklemelerini istedi ve bu isteğine bütün aşiretlerden
olumlu cevaplar geldi.

Bu sancılı değişim sürecinde provokasyonların etkisiyle yaşanan
ayaklanmalarda, Bediüzzaman hep yatıştırıcı rol oynadı, Meşrutiyet’ten asla
taviz verilmemesini her fırsatta savundu. 31 Mart Hadisesi’nde Meşrutiyet’in
gerektirdiği teknik alandaki gelişmelere karşı isyan bayrağını açan sekiz tabur
askeri bir tek nutukla ikna etmeyi başardı.

1910 yılında İstanbul’dan Doğu illerine yaptığı seyahatte, Kürt
aşiretlerine, Meşrutiyet’in esaslarını İslam dininden aldığını anlattı.
Demokratik sistemin aleyhinde zihinlerde oluşan bütün sorulara, aydınlatıcı
cevaplar verdi.

Demokrasinin bir gereği olan azınlık haklarının korunması
konusunda adaleti ön planda tuttu. Özellikle yeni rejimin sağladığı azınlık
haklarına İslam dini açısından yapılan itirazlara, “Acaba bir şeriat, karıncaya
bilerek ayak basmayınız dese, tâzibinden men etse, nasıl benî Âdem’in hukukunu
ihmâl eder?” diyerek, kanun karşısında herkesin eşit olduğunu savundu. Hukukta
“şah ve geda birdir”, “müsavatsız adalet adalet değildir” hakikatleri ışığında,
dini, ırkı, makamı ne olursa olsun, herkesin kanun önünde eşit hakları
taşıdığını ifade etti.

Ayrıca, azınlıkların, mecliste söz sahibi olup milletvekilliği,
valilik ve kaymakamlık yapabileceğini, zira demokratik bir devlette makamların
bir ayrıcalık ve üstünlük vasıtası değil, hizmetkârlık ve mesuliyet gerektiren
vazifeler olduğunu söylemişti. Milletin saadet ve selametinin Ermeniler ve diğer
komşularla kurulacak dostluklarla sağlanacağını, düşmanlık ve tahammülsüzlüğün
her cihette ülkemize zararlı olacağını vurgulamıştı.

1911 yılında zamanın büyük âlimlerinin ısrarlı davetleri
neticesinde; Şam’da Emeviye Camii’nde bir hutbe vermişti. On bin kişinin büyük
ilgiyle dinlediği ve daha sonra kitap halinde yayınlanan bu hutbede Bediüzzaman,
Avrupa’nın hızla ilerlemesi ve medeniyet yarışında ön safta yer almasına rağmen,
İslam aleminin neden geride kaldığı sorularına cevaplar veriyordu. Müslümanları
geride bırakan en önemli sebep olarak, İslam alemindeki mutlakiyet idarelerini
gösteriyor, istibdat yönetiminin sonucu olan problemleri teşhis ederek,
Kur’an’dan aldığı çözümleri sunuyor ve şöyle diyordu: “En büyük kıta olan
Asya’nın geri kalmasının bir sebebi, şura-i hakikiyi yapmamasıdır”.

Osmanlı topraklarının Avrupalı devletler tarafından işgaline
karşı başlayan Bağımsızlık Mücadelesi’nde de, Bediüzzaman’ı hep ön saflarda
görüyoruz. O, hayatı boyunca olduğu gibi, Millî Mücadele sırasında da hep birlik
ve beraberlikten yana olmuş, bu alanda atılan her adımı desteklemişti. Birinci
Dünya savaşında gönüllü alay komutanı olarak Bitlis ve Muş’un savunmasında
savaştığı gibi Kurtuluş Savaşı’nda da hem kendisi, hem talebeleri canlarını
ortaya koyarak büyük fedakârlıklar göstermişti. İstanbul’un işgal eden
İngilizlerin etkisi altına giren Şeyhülislam ve bazı âlimlerin Kurtuluş Savaşı
aleyhine yayınladıkları fetvaya karşı bir fetva ile cevap vermişti. İstiklal
Mücadelesi’ni cihad, savaşanları da mücahit olarak ilan ederek, ülkenin
Bağımsızlık Mücadelesi’ni sonuna kadar desteklemişti. İngiliz yanlısı
propagandalara karşı “Hutuvat-ı Sitte” eserini neşrederek, ücretsiz dağıtmış, bu
eser halka büyük moral ve heyecan vermiş, İngiltere hükümetini büyük bir
çaresizliğe uğratmıştı. Kamuoyunda İngilizlere karşı büyük bir etki yapan bu
eser yüzünden işgal komutanı Bediüzzaman için vur emri çıkartmıştı.

Said Nursi, bu sıralarda birlik ve beraberliği bozma çabalarının
bir uzantısı olan bölücülüğe karşı oldu. Bağımsız bir Kürt devleti kurma çabası
içinde olan Kürt Teali Cemiyeti liderlerinden Şerif Paşa gibi zatlara gazeteler
vasıtasıyla bir protesto yayınlanmasında Kürt aydınlarına öncülük etti.
Kürtlerin onları tanımadığını ve temsil yetkilerinin de olmadığını belirterek,
bu oyuna alet olanların Kürtlerin ve vatanın düşmanı olduğunu söyledi. Ülkenin
maddi-manevi birlik ve bütünlüğünü sonuna kadar muhafaza etme gayretinde oldu.
Bu çalışmalar kısa bir sürede netice verdi ve bu cemiyet ve mensupları tarih
sayfasından çok kısa bir sürede yok olup gitti. Bediüzzaman hem içte, hem de
dışta ülkenin bütünlüğünü bozucu her türlü faaliyetin karşısında yer alarak, her
zaman ve zeminde demokratik toplum esaslarının sağlam zeminlere yerleştirilmesi
için çalıştı.

Bediüzzaman’ın İstanbul’daki çalışmalarını ve mücadelesini
yakından takip eden Mustafa Kemal ve arkadaşları, müteaddit defalar çektikleri
telgraflarla Bediüzzaman’ı ısrarla Ankara’ya davet etmişlerdi. Bu davete icabet
ederek, 1922 yılının Kasım ayı ortalarında Ankara’ya gitmiş, BMM’nde düzenlenen
resmi hoşgeldin merasimiyle karşılanmıştı. Kürsüde alkışlarla okunan
beyannamesinde Bediüzzaman, yeni kurulacak düzenin hangi esaslar çerçevesinde
oturtulması gerektiğine dair hükümete tavsiyelerde bulundu. “Şu inkilab-ı azimin
temel taşları sağlam gerek” uyarısını yaparak, Meclisin kamuoyunun
hassasiyetlerini daima göz önünde bulundurarak hareket etmesini istedi.

Bediüzzaman’ın fikirleri ve çabalarının ülke için lüzumuna
inanan Ankara hükümeti kendisine milletvekilliği, Şark Umumi Vaizliği gibi
makamları teklif ederek birlikte çalışma arzusunu gösterdi. Ancak Bediüzzaman
yeni oluşan iktidarın görüşleriyle uzlaşamayacağının farkına vararak bu
teklifleri geri çevirdi.

Bediüzzaman, demokrasinin temel ilkelerinden biri olan Kanun
Üstünlüğü’nü "kuvvet kanunda olmalı yoksa istibdat tevzi edilmiş olur" diyerek
dile getirdi. İstibdadın sadece şahıslarda değil, kurumlarda da söz konusu
olabileceğini, komitecilikle daha da şiddetlenip çok zulümlere sebebiyet
verebileceğini belirtti. Bu uyarılarda da zaman onu haklı çıkardı, toplum
Cumhuriyet döneminde yirmi yedi yıl süren tek parti diktatörlüğünü yaşadı.

Bediüzzaman, tek parti iktidarı boyunca uygulanan keyfi
muamelelere karşı muhalefetini, hep meşru zeminde sürdürdü, “müsbet hareket”i
tercih etti. Hiçbir zaman şiddet eylemlerine yönelmedi ve hem talebelerini hem
de halkı bu konuda ikaz etti. Muhalefetini fikri alanda yürüterek, eserler
neşretti ve “düşüncelerini özgürce ifade” hakkından hiçbir zaman vazgeçmedi.

Bediüzzaman, eserlerinde hiç kimseyi ayırıma tabi tutmadan,
herkese önce insan olarak değer verdi. O “ferdi devlete feda eden” yaklaşımın
aksine, “Hak haktır, küçüğüne, büyüğüne bakılmaz”, “bir masumun hakkı umumun
hatırı için de olsa feda edilemez” diyerek, birey hak ve hürriyetlerini öne
çıkardı. Hürriyetin ve demokrasinin en geniş şeklini göstererek, insan merkezli
bir yönetim ve adalet anlayışını savundu.

Çok partili hayata geçildiğinde demokrasiyi ve temel
özgürlükleri savunduğu için Demokrat Parti’yi destekleyen Bediüzzaman,
talebelerinin ve çevresinin de demokrat görüşün güçlenmesine katkıda
bulunmalarını sağladı. Bununla birlikte parti yöneticilerini de ikaz ederek,
demokrat bir partinin taşıması gereken özellikleri onlara her vesileyle
hatırlattı. Bu coğrafyada yaşayan insanların mutluluğu için Demokrat Parti’nin
gösterdiği her çabayı tebrik ederek, desteğini belirtmekten geri kalmadı.
Asya’nın ve İslam âleminin istikbalde kalkınmasının birinci kapısının demokrasi
ve hürriyet esasları olacağını vurguladı.

23 Mart 1960’da vefat eden Bediüzzaman’ın bıraktığı bu
hürriyetçi mirasa sahip çıkan talebeleri gerek ülkemiz gerekse bütün insanlık
için onun demokrasi, barış ve hoşgörü anlayışını devam ettirdiler. Günümüzde de,
yayınlarıyla, sosyal ve kültürel faaliyetleri ile Türkiye’nin devam etmekte olan
demokratikleşme sürecine önemli katkılarda bulunmaktadırlar.

Öz

Bediüzzaman Said Nursi, özgürlüğün önemini “Ekmeksiz yaşarım,
hürriyetsiz yaşayamam” diyerek ifade eder. O’nun hayatına baktığımız zaman kendi
hürriyetinden ve özgürlük düşüncesinden asla taviz vermemiş olduğunu görürüz.
Bediüzzaman, dünyanın geçirdiği büyük değişimlere sahne olan 20. yüzyılın
başlarında İstanbul’dadır. Bu dönemde, özgürlük düşüncesi dünyanın her yerinde
etkili olmaya başlamıştır. Bediüzzaman’ı bundan sonra tahkiki iman davasıyla
birlikte bu davanın en büyük özelliği olan hürriyet mücadelesi içinde görürüz.
Bu kısa çalışmada bu mücadelenin kısa bir özetini ve Bediüzzaman’ın bu
hususlardaki görüşlerini bulacaksınız.

Anahtar Kelimeler: Meşrutiyet, hürriyet, demokrasi,
demokratikleşme, kanun hakimiyeti

Abstract

To express the importance of liberty Bediüzzaman Said Nursi said
‘I can live without bread but not without liberty.’ If we look at his life, we
notice that he never makes concession about his freedom and his idea of
liberity. Bediüzzaman had been in Istanbul at the beginnig of the 20th century
in which big changes took place in the world. At that time, the idea of liberty
began to be effective all around the world. We see Bediüzzaman in the effort of
real faith and ,as an important character of this effort, the struggle of
liberty. In this short study, you will find a short summary of that struggle and
Bediüzzaman’s ideas about these issues.

Key words: Constitutional monarchy, liberty, democracy,
democratization, rule of law