Environment and Economy

Günümüz dünyasının acilen çözülmeyi bekleyen en büyük problemlerinden
biri olan çevre kirliliği ve tabii dengenin bozulmasının ana sebeplerinden birisi
hiç şüphesiz ki israftır. İsraf, sosyal hayatın her alanında yok edici bir hastalık
olarak insanlığın geleceğini tehdit etmektedir. Ev ekonomisinden başlayarak üretim-tüketim,
sanayi ve teknoloji gibi her alanda kendini gösteren israf, adeta insanlığın daha
fazla tüketmek ve yok etmek için yarıştığı hissini veriyor. Tüketim ekonomisine
dayalı dayatmalarla suni ihtiyaçlar meydana getiriliyor ve suni yere tabii kaynaklar
tüketiliyor. Bu noktada Türkiye’nin Avrupa’da doğal kaynakları son on yılda en hızlı
tüketen ülke konumunda olması son derece düşündürücüdür.1 Aşırı israf
ve tüketim sonucunda tabii denge bozulmakta, hava ve sular kirlenmektedir. Sağlıklı
bir çevre için ise her türlü israftan kaçınmak gerekiyor.

Çağdaş insan, bilimsel ve teknik gücünün gelişmesinden duyduğu coşku
içinde doğayı kirleten bir üretim sistemi ve insanı sakat bırakan bir toplum kurmuştur.
Bu günümüz dünyasının en büyük çıkmazlarından biridir. Servetin sürekli artmasıyla
herşeyin yoluna girebileceği, her şeyin üstesinden gelinebileceği yanılgısı çağımız
insanına hakim olmuştur. Bu yanılgıyla üretimin geliştirilmesi ve servet birikimi
çağdaş dünyanın en yüce amaçları haline gelmiştir. Oysa insanlığın ihtiyaçlarla
orantılı bir tüketim içinde olması gerekir. Kur’an-ı Kerimde israfla ilgili olarak
şöyle buyurulmaktadır “Yiyiniz, içiniz fakat israf etmeyiniz. Allah israf edenleri
sevmez”2 “Saçıp savuranlar, şüphesiz şeytanlarla kardeş olurlar, şeytan
ise Rabbine karşı pek nankördür.”3

İsrafı yasaklayan, her şeyde ölçülü olmayı emreden, ihtiyaç fazlasını
infak ettirerek bencilliği ortadan kaldıran, insanı maddi çıkarların kölesi değil,
kainatın efendisi ve en şereflisi sayan; insana, hayvanlara, bitkilere ve tüm kainat
düzenine saygıyı öğreten İslami öğreti, bugünkü çöküntüye karşı en güçlü alternatifi
oluşturmaktadır.

Çevreyi korumada, Kur’an’ın da bir emri olarak, iktisadın önemi,
zamanımızda iyice anlaşılmıştır. Cenab-ı Hak tarafından insanlara birer nimet olarak
sunulan dünya kaynakları, israf yüzünden çabucak bitme tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Bütün insanlık için iddihar edilen nimetler adeta bir mirasyedi hovardalığıyla tüketilmektedir.
Gereksiz yere tüketilen bir madde, aç gözlü insanların iştahını daha da kabartmış
ve bu iştah yeni bir oyuncak daha istemiştir. Böylece doymayan nefisler çoğalmış,
adeta dünyayı yutsa da doymayacak bir hal almıştır. Fazla tüketmek aynı oranda kirletmektir.
İnsanlar, fazla tüketmesinin neticesinde çöp dağların arasında boğulacak gibidir.

Ayrıca gerek enerji ve gerekse diğer ihtiyaç maddelerinin tüketimi
sonucu hasıl olan kirli atıklar yüzünden bütün canlılar tehdit altındadır. Bu sıkıntının
da kaynağında çeşitli israflar yatmaktadır. Çevre ile aramızdaki bağların kopmuş
olması, bir kısım bilim adamlarına göre, insanlığın içine düştüğü bütün bunalımların
temelindeki nedeni oluşturuyor. Ekopsikoloji ise, bütün bunlara çözüm arayan yeni
bir bilim dalı olarak ortaya çıkmıştır. Ekopsikolojiyi ilk ortaya atan kişi Theodor
Roszak, Batı kültürüne karşı ruhu keşfetmeyi öneriyor. “Gezegenin, insanın ihtiyaçlarına
cevap verebilecek yeni bir disipline muhtacız. Yaratılmış olan diğer şeylerle bağlantımızı
sağlayacak, yeni bir gerçekliğe bizi götürme konusunda bize yardım edecek bir disiplin.
İnsanların çevreleriyle olan ilişkileri akıl dışı gelişiyor. Bu psikolojik bakış
açısı ile değerlendirilmesi gereken bir konu. Bunun en başta gelen sebebi ise tüketim.
İnsanların yıkıcı tüketim faaliyetleri ve çevre alışkanlıkları hırstan öte sebepler
içeriyor. Rahatlamak için alış verişe çıkıyorlar. Gördüğüm kadarı ile pek çok insan
tüketerek geçirdiği hayattan yorulmuş ve bezmiş durumda”4 Yine ekopsikoloji
uzmanlarından Michael J. Cohen’e göre de tabiatın kirlenmesi, tahrip edilmesi ve
bireylerin tabiata yabancılaşmasıyla yaygın olarak karşılaşılan psikolojik rahatsızlıklar
arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Bunun tek çaresi de tabiatla yeniden
barışmak, tabiatı yeniden tanımak ve onunla uyum ve barış içerisinde yaşamasını
öğrenmektir. Kısacası tabiata yeniden bağlanmaktır. Bunun en kestirme yolu ise evimizdeki,
bahçemizdeki ve çevremizdeki her canlıyla diyologa geçmek ve onları yeniden keşfetmektir.

Çağımız düşünürlerinin dikkat çektiği bu problemi yıllar öncesinden
farkeden Bediüzzaman Said Nursi, Türkiye’nin kıtlıkta yaşadığı 1935 yılında İktisat
Risalesi’ni yazıyor. Bu kitabın da en az on beş günde bir okunmasını tavsiye ettiği
İhlas Risalesi’yle beraber okunmasını tavsiye etmiştir.5 Onun hayatına
baktığımızda gerek iktisadı rehber etmesi, gerekse hayvanlara olan şefkati ve onlarla
olan diyologu ve ayrıca ağaçlarla dostluğunun çok ileri seviyede olması onun gerçek
bir çevreci olduğunu ve modern bilimin henüz keşfettiği ekopsikolojiyi uyguladığını
bize göstermektedir. İktisat Risalesi’nden ve Bediüzzaman’ın iktisadi uygulamalarından
bazı örnekler sunmak bu hususun anlaşılmasını sağlayacaktır.

“İktisat Risalesi; İktisat ve kanaate, israf ve tebzire dairdir.”

"Yiyin, için, fakat israf etmeyin." Şu ayeti kerime, iktisada kat’i
emir ve israftan nehy-i sarih suretinde gayet mühim bir ders-i hikmet veriyor.

Halık-i Rahim, nev-i beşere verdiği nimetlerin mukabilinde şükür
istiyor. İsraf ise şükre zıttır, nimete karışı hasaretli bir istihfaftır. İktisat
ise, nimete karşı ticaretli bir ihtiramdır. “İktisat eden maişetçe aile belasını
çekmez” mealindeki hadis-i şerifi sırrıyla, iktisat eden maişetçe aile zahmet ve
meşakkatini çok çekmez diye başlayan risalede iktisat etmenin faydaları anlatılmaktadır.

İktisadın faydaları;

1- Şükrü manevi
2- Nimetlerdeki rahmeti İlahiyeye karşı bir hürmet
3- Hem kat’i bir surette sebeb-i bereket
4-Hem bedene perhiz gibi bir medar-ı sıhhat
5- Hem manevi dilencilikten kurtaracak bir sebeb-i izzet
6-Hem nimet içindeki lezzeti hissetmesine kuvvetli bir sebeptir.

Dil ve midenin vücuttaki konumları: Ağızdaki dil bir kapıcıdır.
Mide ise cesedin idaresi noktasında bir efendidir. Yemeklerde lezzetlerin ancak
%5’i tercih edilebilir. Eğer kapıcı olan dile % 5’den fazla verilirse kapıcı olan
dil, efendi benim deyip sadece lezzetli yemekleri kabul etmeye başlayacak. Vücuttaki
dengeyi de bozacaktır. İktisat ise, hikmet-i İlahiyeye uygun hareket olduğu için
dili kapıcı hükmünde tutup ona göre bahşiş verir.

Yemeklerdeki israfın zararları:

1-Mideyi karıştırır.
2- Hakikiyi iştihayı kaybeder.
3- Yemeklerin çeşitliliğinden gelen suni, yalancı bir iştah ile yedirir.
4- Hazımsızlığa sebep olur.
5- Hasta eder.

Günümüz Avrupasında yetişkinlerin üçte biri fazla kiloludur. ABD’de
ise bu oran % 61’dir. Her iki bölgede obezite (aşırı şişmanlık durumu) oranları
1990’larda büyük bir artış gösterdi. Bu sorun doğrudan yağlı ve şekerli gıdaları
ucuzlatma ve bol bulunur hale getirme politikasından kaynaklanmaktadır. Dünyada
en fazla satılan 10 ilaç sınıfından toplam satışın % 18’ini oluşturan beşi; mide
yanması, obezite, kalp hastalıkları ilaçlarıdır. ABD’de 1990’ların sonunda obeziteyle
ilgili sağlık harcamaları, toplamın % 12’sini oluşturmaktadır.

Bediüzzaman Said Nursi, yalnızca yazdıklarıyla değil kendi hayatında
da fiilen iktisadı tavsiye etmiş ve göstermiştir. Bunu eserlerinde de dile getirmiştir:
Evet iktisat kat’i bir sebeb-i bereket ve medar-ı hüsn-ü maişet olduğuna o kadar
kat’i deliller var ki, had ve hesaba gelmez. Ezcümle, ben kendi şahsımda gördüğüm
ve bana hizmet ve arkadaşlık eden zatların şehadetleriyle diyorum ki: İktisat vasıtasıyla
bazan bire on bereket gördüm ve arkadaşlarım gördüler. Hatta dokuz sene (şimdi otuz
sene) evvel benimle beraber Burdur’a nefyedilen reislerden bir kısmı, parasızlıktan
zillet ve sefalete düşmemekliğim için, zekatlarını bana kabul ettirmeye çok çalıştılar.
O zengin reislere dedim, Gerçi param pek azdır. Fakat iktisadım var, kanaate alışmışım.
Ben sizden daha zenginim. Mükerrer ve musırrane tekliflerini reddettim. Cay-ı dikkattır
ki, iki sene sonra bana zekatlarını teklif edenlerin bir kısmı, iktisatsızlık yüzünden
borçlandılar. Lillahilhamd, onlardan yedi sene sonra, o az para, iktisat bereketiyle
bana kafi geldi. Benim yüz suyumu döktürmedi, beni halklara arz-ı hacete mecbur
etmedi. Hayatımın bir düsturu olan “nastan istiğna” mesleğimi bozmadı.6

Az yemekle iktifa etmesi: “neyle yaşıyorsun?” sorularına karşılık,
yemeğindeki bereket ve ikram-i İlahiyi, iktisat prensibini ve az yemekle iktifa
etiğini bilmecburiye anlatmıştır. Bediüzzaman’ın talebeleri de bu durumu teyid etmektedirler.
Üstadımız çok az yerdi, yediği zamanda beş saat geçmeyince tekrar yemek yemezdi.
“Üstadın yemekleri çok sade idi. Ekseri yemekleri şehriye çorbası, pirinç çorbası,
sulu yemekler, yoğurt ve yumurta idi. Üstadımız onbeş günde bir et yerdi.”7

Midenin üç hakkı var: Talebelerinden Molla Hamid anlatıyor “Annem
yetmiş yaşlarındaydı. Yemeğimizi o pişirirdi. Üstad bir gün bulgurları eve götürmemi
istedi. Sabahları çay, peynir, akşamları ise bulgurlu ise bulgurlu çorba ve pilav
yaptırarak günlerimizi geçiriyorduk. Annemin yaptığı çorba ve pilavları alıp getiriyordum.
Üsdad yemek yerken herkesin ekmeğini ayırır, taksim ederdi. Ekmek bana az geliyordu.
Sofradan altı talebe bir de Üstad yedi kişi oluyorduk. Bazan misafirimiz de gelirdi.
Üstad bana şefkat ettiğinden cesaret alarak, ekmeğin az olduğunu söyledim. Evde
çok buğday olduğunu, getirip bol bol yiyebileceğimizi ifade ettim. Üstad tebessüm
ederek: Kardeşim ben azlığı için, olmadığı için böyle yapmıyorum. Siz midenizi neye
benzetiyorsunuz? Midenin üç hakkı üç hissesi vardır. Sadece birisi yemek içindir.
Eğer böyle yapmaz da ölçüsüz doldurursanız, beş davarlık bir ahıra, on beş davar
doldurmaya benzer.”8

Elbiseleri: “Şu üstümdeki sakoyu yedi sene evvel eski olarak almıştım.
Beş senedir elbise çamaşır, papuç, çorap için dört buçuk lira ile idare ettim. Bereket,
iktisat ve rahmet-i İlahiye bana kafi geldi.”9

Dünyalık adına çok az bir şeyle iktifa etmesi: Muhtelif zamanlarda
kendisini ziyaret edenler tarafından anlatılanlara bakıldığında çok sade bir hayat
yaşadığını anlıyoruz. Talebeleri şunları anlatmaktadırlar: “Bediüzzaman Said Nursi’nin
odasında ince bir yer yatağı, ince bir yorgan, bir cep saati, ibrik, çay takımı
vardı. Başkada göze çarpan dünyalık bir şey görmedim.”

“Yerde bir hasır vardı. Bütün evindeki eşyalar, o günkü para ile
yüz lira değerinden az ederdi. Bir de demirden soba vardı.”

“Bildim ve gördüğüm kadarıyla, Bediüzzaman’ın siyah kaput bezinden
bir cübbesi, mestsiz bir gıslavet lastiği, omuzunda bir seccadesi ve elinde bir
ibriği vardı. Dünya malı bu, gittiği yerlere de bunları taşırdı.”10

İnsanı ve insanlığı zor durumda bırakan, onu muhtaç hale düşüren
israfın da çeşitleri vardır. Bunları şöyle gösterebiliriz:

a) Yeme-içmede israf: Yüce dinimiz, ihtiyacımız olan gıdayı
azaltıp iş gücümüzü kaybetmeyi tasvip etmediği gibi, gereğinden fazla yiyip içmeyi
de yasaklamıştır. Peygamberimiz de (s.a.v.) “ Ademoğlu, karnından daha şerli bir
kap doldurmamıştır. İnsana belini doğrultacak Birkaç lokma yeter. Yemek yediği zaman,
midesinin üçte birini yemeğe, üçte birini içmeye, üçte birini de nefes almaya ayırsın”diye
buyurmaktadır.

b) Hayat noktasında en büyük nimet olan ekmeği israfı: Türkiye’de
üretilen günlük 120 milyon ekmeğin yaklaşık 12 milyonu israf edilmektedir. Bunun
ekonomiye günlük zararı 2.6 milyon liradır. Türkiye’de her yıl yaklaşık 44 milyar
adet ekmek üretiliyor. Bu ekmeklerin yüzde 16’sı evlerde olmak üzere yaklaşık 40
milyar adedi tüketiliyor. 4 milyar adedi israf ediliyor.11 Bu durum ekonomik
açıdan da büyük kayıplara yol açmaktadır. Bir İslam ülkesinde sadece ekmekte bu
kadar israfa düşülmesi meselenin bir başka boyutunu oluşturuyor.

c) Su da yapılan israf: Kur’an-ı Kerimde 63 yerde kendisinden
bahsedilen ve “Canlı her şeyin ondan yaratıldığı bildirilen12 “Şerait-i
hayat” ve “umumi nimetlerden olan suyun” da iktisatlı kullanılması gerekmektedir.
Dünyada her yıl, en az 5 milyon kişinin sağlıksız içme suyu yüzününden öldüğü ve
dünyada milyonlarca kişinin ciddi su sıkıntısıyla karşı karşıya olduğu, hatta kimi
Afrika ülkelerinde su yerine hayvan idrarlarının içildiği, su savaşlarının kapıda
olduğu göz önüne alındığında Peygamberimizin (s.a.v.) su konusundaki iktisatlı davranışı
ve tavsiyeleri daha iyi anlaşılmaktadır. Hadislerde abdest alırken dahi gereğinden
fazla su kullanılması mekruh sayılmıştır. Konu ile ilgili nakledilen bir hadis şöyledir:
“Sa’d abdest alırken Hz. Peygamber (s.a.v) çıka geldi. Onun çok su kullanarak abdest
aldığını görünce: “Bu israf da ne? diye müdahale etti. Sa’d’ın: “Abdeste israf olur
mu?” diye sorması üzerine Resulullah (s.a.v) şu açıklamayı yaptı: ”Evet, akmakta
olan bir nehir kenarında olsanız da” diye buyurdu.13

d) Enerjide yapılan israf: Enerjide çok ciddi israf içerisindeyiz.
Evlerde, resmi dairelerde hatta ibadet yerlerinde dahi enerji israf edilmektedir.
Türkiye’de tüketilen enerjinin % 30’luk bölümü israf edilmektedir. Enerji tüketimindeki
% 25 lik tasarruf potansiyeli 11.500.000 ton petrole karşılık gelmektedir. Enerjinin
iktisatlı kullanılması konusunda Said Nursi’nin bu konuda da hepimize örnek bir
davranışı vardır: Bir talebesinin mangala gereğinden fazla kömür koyduğunu gördüğünde
fazla kömürleri mangaldan çıkarttırmıştır. Bugünkü dünya krizine baktığımızda da
mangaldan kömür çıkarma zamanı gelmiştir diyebiliriz. Hiç bitmeyecek sanılan enerji
kaynakları bu günlerde kimi devletleri karşı karşıya getirmektedir. Enerji artık
büyük bir silah olarak kullanılıyor. Devletler birbirlerine karşı gaz vanalarını
sıkıyor. Batı medeniyetinin anlayışında sanki her şey “aşırı tüketim” üzerine kurulmuş
gibi. Alış veriş, aşırı tüketim sanki bir ibadet haline getirilmiştir. Bu da her
alanda dünyanın sonunu yaklaştırıyor.

e) Kaynakların israfı: Kaynaklar denildiğinde, genel anlamıyla
bir ülkenin sahip olduğu yeraltı ve yerüstü zenginlikleri akla gelmektedir. Denizler,
akarsular, ormanlar ve tarıma elverişli araziler, kara ve deniz hayvanları. Çağımızda
her alanda kaynak israfının göz ardı edilemeyecek boyuta ulaştığı bir gerçektir.
Yüce Allah, kainattaki her bir şeyi insanın hizmetine sunmuştur. Yaratılan her şey
denge temeline oturtulmuştur. “Göğü Allah yükseltti ve mizanı (dengeyi) O koydu,
sakın dengeyi bozmayın”14 anlamındaki ayet
bu gerçeği dile getirmektedir. Bu dengenin bozulması, insanlık alemi için zor günlerin
başlangıcının habercisidir.

Ekolojik Denge

Aşırı israf ve tüketimin ekolojik dengeyi de bozduğu artık herkes
tarafından kabul edilmektedir. Ekolojik dengenin önemli unsurlarından olan hayvanlar
ve bitkiler, ekosistemin devamında önemli rol oynamaktadırlar. Fakat günümüzde gerek
hayvan türleri gerekse bitki türleri ciddi bir yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadırlar.
Bu iki unsurda insan hayatıyla çok bağlantılı oldukları için Kur’an-ı Kerimde bir
çok yerde bahis konusu olmuşlardır; hatta bazı surelere adları dahi verilmiştir.
Bakara (inek), Nahl (arı), Ankebut (örümcek), Neml (karınca) ve Tin (incir) Suresi
gibi. Kur’an’ın hayvanlara verdiği öneme paralel olarak Bediüzzaman Said Nursi de
hayvanlara çok önem vermiş ve eserlerinde birçok hayvan türünden bahsetmiştir. Aynı
şekilde eserlerinde 214 yerde ağaçlardan bahsetmektedir.

Bediüzzaman Said Nursi, kainattaki bütün mahlukatı ibadette, kendisine
arkadaş ve dost olarak görmesi çok önemli bir bakış açısıdır. Mahlukat böyle algılanırsa,
hangi insan tabiatı tahrip edebilir? Ayrıca bu dostluktan dolayıdır ki, onlara yapılan
her türlü tahrip ve hakareti engellemiştir. Onun bu düşüncesi, eşeğe eşek denilmesini
bile hakaret kabul ediyor. Onlara işlek denmesini istiyor. “Evet bu bahr-i müsebbih
olan şu semavatın kelimat-ı tesbihiyesi, aylar, yıldızlar olduğu gibi, bir tayr-i
müsebbih ve hamid olan şu zeminin dahi elfaz-ı tahmidiyesi, hayvanlar ve nebatlar
ve ağaçlardır” diyen Said Nursi’nin ağaçlarla olan dostluğu çok manidardır. Her
daim onlarla beraber olmuştur. Çam Dağı, Erek Dağı, Yuşa tepesi… onun tefekkür
yerleridir. Said Nursi’nin ağaçlara bakışı manidardır: “Arzdaki nebatat ve hayvanat,
efrad-ı aile ile erzak vesaire gibi levazımat-ı beytiye hükmündedir. Her bir ağaç
birer mektub-u Rabbanidir.” “Güya çiçek açmış her bir ağaç gibi, o ağaç dahi, nakkaşının
metinlerini teganni eden manzum bir kasidedir.” “Bütün ağaç ve nebatat, yaprakları
ve çiçekleriyle seni bedahat derecesinde tanıttırıyor ve tanıyorlar.” “Bir ağaç
bir kelimedir.” “Her biri ayet-i mücesseme hükmünde olan şu ağaçlardan…” “ Madem
ağaçlar birer cesed oldu, bütün yapraklar dahi diller oldu, demek her biri, binler
dilleri ile havanın dokunmasında “hu, hu” zikrini tekrar ediyorlar.” “Bir ağaç bir
kainat hükmünde.”, “Bir ağaç bir kelimedir, ne kadar sayfası vardır. Bir meyve bir
harf, bir çekirdek, bir noktadır. “Bazan bir ağaç gibi bir kelimede bir kasideyi
yazan…” “Şu ağaçlar raksa gelmiş cezbe istiyorlar…” “Kudret-i Fatıranın büyük mucizelerinden
olan dikenli otları ve ağaçları…” “Ya güya çiçek açmış her bir ağaç, güzel yazılmış
manzum bir kasidedir ki, o kaside Fatır-ı Zülcelalin medayih-i bahiresini inşad
edip şairane lisan-ı hal ile söylüyor.” “Ve umum eşcar ve nebatatın cezbedarane
hareket-i zikriyede bulunan yapraklarından…” “Mesela o Rahmet, her baharda umum
ağaçları ve meyveli nebatları cennet hurileri gibi giydirip süslendirip ellerine
her çeşit meyveleri verip bizlere uzatıp haydi alınız yiyiniz dediği…” gibi ifadelere
Risale-i Nurların muhtelif yerlerinde sıkça rastlamak mümkündür.15 Onun
düşüncesinde ağaçlar odun olmaktan çıkarak farklı bir mertebeye ulaşmakta, Cenab-ı
Hakkı tesbih eden ve bu yolda insanlara yol gösteren varlıklar olarak karşımıza
çıkmaktadırlar. Ondandır ki, bir talebesine şunları söylüyor. “Ehl-i hükümet gelerek;
eğer razı olursan şu ağacın bir dalını keseceğiz. Sana da on bin altın vereceğiz
deseler, vallahi razı olmam”16 demiştir.

Bediüzzaman Said Nursi’nin hayvanlarla ilişkileri ve onlara olan
şefkati de şayan-ı dikkattir. Said Nursi’nin karıncaya ekmek verecek kadar şefkati
hiçbir hayvanseverde yoktur. O, hayvanlara hitap ederken dahi hususi itina göstermiştir.
Mesela, “Üstadımız Barla’da fazla merkep kullanıldığı için, bunlara eşek demeyin,
hayvana hakaret oluyor. İşlek deyin, çünkü bunlar çok çalışkan hayvanlardır.”17
derdi. Sinekleri öldürme noktasında da Bediüzzaman son derece şaşırtıcıdır. “Latif
Nükteler” isimli eserinde başından geçen bir olayı şöyle anlatmaktadır: “Güz mevsiminde
sineklerin terhisat zamanına yakın bir vakitte, hodgam insanlar, cüz’i tacizleri
için sinekleri itlaf istemek üzere hapishanede odamızda bir ilaç istimal ettiler.
Benim fazla rikkatime dokunmuştu. Odamda çamaşır ipi vardı. Bilahare, o insanların
inadına sinekler daha ziyade çoğaldılar. Akşam vaktinde, o küçücük kuşlar, o ip
üstünde gayet muntazam diziliyorlardı. Çamaşırları sermek için Rüştü’ye dedim, ‘Bu
küçük kuşlara ilişme; başka yere ser.’18 Sinekleri değil öldürmek, yerlerinden
uçurularak rahatsız edilmelerini dahi istemeyen bir hayvan sevgisine sahip olan
Said Nursi, “ Fatır-ı Hakim, o küçücük kaderi mektupları ve kudret kelimelerinin
nüshalarını çok teksir etmiş”19 diyerek onlara hangi gözle baktığını
ortaya koyuyor. Bediüzzaman’ın talebeleri de: “Bağlarda bol miktarda yaban elmalarına
rastlamaktaydık. Biz bu elmalardan koparıp yemek istediğimiz zaman Üstad mani olurdu.
“Bizim hissemiz bağlarda ve bahçelerdedir. Bizim rızkımızı, Cenab-ı Hak oralarda
tayin etmiştir. Bu yabani meyveler, yabani hayvanların rızkıdır. Onların kısmetine
dokunmamamız lazımdır” derdi. Yine Erek dağında hayvan kestiğimiz zaman, hayvanın
işkembe, ciğer ve bağırsak gibi organlarını bırakmamızı, hayvanların yiyeceklerini
söylerdi.”20 Sözleriyle onun bu noktadaki örnek yaklaşımını dile getirirler.

Başka bir örnekte; talebelerinden Molla Hamid Ekinci, kendisine
dağda bir kertenkele öldürdüğünü söylediğinde onu şöyle sorguya çektiği anlatılır:
“Evini harap etmişsin.” Ben de, “Bizde yedi kertenkele öldürmenin bir hac sevabı
kazanacağını söylerler” dedim. Bu defa Üstad: “Otur da konuşalım, kim haklı, kim
haksız? O hayvan sana taarruz etti mi" “Hayır” “Elinden bir şeyini aldı mı? “Hayır”.
“O hayvanın rızkını sen mi veriyorsun? “Hayır” “Senin mülkünde, arazinde mi geziyordu?
“Hayır” “Sen mi yarattın”. “Hayır” “Bu hayvanların niçin yaratıldıklarını, fıtri
vazifelerini biliyor musun? Bu hayvanı yaratan Halık senin öldürmen için mi yaratmış?
Sana kim dedi öldür.21

Başka bir örnek: “Bayırın yamacında Üstadın istediği odayı yapıyorduk.
Kazarken karınca yuvası çıktı. Üstad karınca yuvasını gördü. Orayı kazmamızı istemedi.
Sebebini sorduğumuzda, bir ev yıkıp, bir ev yapmak olur mu?” diye cevap verdi. “Bu
hayvanların yuvasını dağıtmayın, başka yeri kazın” diye emretti. Biz başka tarafı
kazmaya başladık. Oradan da karınca yuvası çıktı. Böylece üç yer değiştirdik.”22

Her şeyin İlahi dengeyi sağladığını, Cenab-ı Hakk’ın “Şüphesiz,
biz her şeyi bir ölçüye göre yaratmışızdır.” buyruğunun kainattaki her varlığın
korunmasını gerektirdiğini bilen Said Nursi aynı zamanda varlıkları Esma-i Hüsna’nın
birer tecellisi olarak görmekte ve bu varlıklara hakettiği değeri vermektedir.

Sonuç

İnsanlık bütün davranışlarını fıtri çizgiye çekmek zorundadır. Said
Nursi’nin “Yılanın yuvası” diye adlandırdığı gelir dağılımındaki dengesizliğin dünya
genelinde düzeltilmesi, daha adil ve dengeli bir bölüşümün sağlanılması sulh-u umumi
için ön şarttır. Ayrıca, insanlık kendi hizmetine sunulan bütün nimetlere bakış
açısını değiştirmelidir. Bize verilen nimetler, her yönüyle tabiat; Allah’ın kendisine
verdiği bir emanettir. İnsanlığın bu anlayışla insan dışındaki varlıklara da hak
ettiği değeri vermesi gerekiyor. İnsanlığın huzuru için, gayri zaruri ihtiyaçlarından
feragat edip hazlara karşı kendisini frenlemesi gerekir. İnsanlığın bir çok noktada
kendisini frenlemeyi, aşırı israftan ve tüketimden kaçınmayı öğrenmesi de muhtemel
krizlerden de kendisini koruyacaktır.

Öz

Günümüz dünyasının acilen çözülmeyi bekleyen en büyük problemlerinden
biri olan çevre kirliliği ve tabii dengenin bozulmasının ana sebeplerinden birisi
hiç şüphesiz ki israftır. İsraf, sosyal hayatın her alanında yok edici bir hastalık
olarak insanlığın geleceğini tehdit etmektedir. İnsanlık bütün davranışlarını fıtri
çizgiye çekmek zorundadır. Bize verilen her şey emanettir. İnsanlığın bu anlayışla
insan dışındaki varlıklara da hak ettiği değeri vermesi gerekiyor. İnsanlığın huzuru
için, gayri zaruri ihtiyaçlarından feragat edip hazlara karşı kendisini frenlemesi
gerekir. İnsanlığın birçok noktada kendisini frenlemeyi, aşırı israftan ve tüketimden
kaçınmayı öğrenmesi de muhtemel krizlerden de kendisini koruyacaktır.

Anahtar Kelimeler: Çevre, iktisat, israf, tüketim, ekolojik denge

Abstract

One of the main reasons of environmental pollution and destruction
of ecological balance which is a problem urgently supposed to be resolved by today’s
world, is definitely waste. Waste, in all fields of social life as a disease threat
to humanity’s future. Humanity have to draw the line of creation all his behavior.
Everything is entrusted to us by Allah. With this understanding, humanity also have
to give value to rights that are required to the non-human assets. In addition,
for peace of mankind, humanity have to must brake itself against to the pleasures
by waiving of non-essential needs. To learn how to avoid excessive waste and consumption
will protect humanity from the possible crisis.

Key Words: Environment, economic, waste, consumption, ecological
balance

Dipnotlar

1- Yeni Asya, 8.12.2008 tarihli haber.

2- Araf, 27

3- İsra, 27.

4- Özgür Bilge, Nisan 2002, s. 35.

5- Nursi, Bediüzzaman Said, Kastamonu Lahikası, s. 172.

6- Nursi, Said, Lem’alar, Yeni Asya Neş., İst. 1994.

7- Şahiner, Necmeddin, Son Şahitler, Yeni Asya Yay. İst. 1994.,
c.1, s. 402.

8- A.g.e. s. 408.

9- Nursi, Said, Mektubat, Yeni Asya Neş., İst. S. 367.

10- Şahiner, Necmeddin, Son Şahitler, Yeni Asya Yay. İst. 1994.,
c.4, s. 104, 332.

11- Sağlık Bakanlığı hıfsızsıhha Enstitüsü araştırması.

12- Enbiya Suresi, 30.

13- Ahmed b. Hanbel, Musned, 2, 22.

14- Rahman Suresi, 7.

15- Bkz. Lem’alar, s. 319,357. Sözler, 45, 61, 204, 550.

16- Şahiner, Necmeddin, Son Şahitler, Yeni Asya Yay. İst. 1994.,
C.1, s. 410

17- Bkz. A.g.e.

18- Nursi, Said, Latif nükteler, s. 11.

19- A.g.e. s. 12

20- Şahiner, Necmeddin, Son Şahitler, Yeni Asya Yay. İst. 1994.,
s. 207.

21- Bkz. A.g.e.

22- Bkz. A.g.e.