Seeing Crisis from Temple

Yedi Ekim 2008’de gazetelere ilginç bir haber düşmüştü. “Dünya’yı
saran ekonomik krize Vatikan’ın yorumu İlahi ikaz şeklinde oldu” şeklinde özetleyebileceğimiz
haberde Papa’nın sözlerine geniş yer verilmişti. Yaşanan küresel mali krizle ilgili
olarak; Papa’nın “Hayatlarını sadece başarı, kariyer ve para gibi gözle görülür
ve hissedilir şeyler üzerine bina edenler, evlerini kum üzerine kurmuşlardır. Gerçekçi
gibi görünen bu şeyler eninde sonunda geçip gidecektir”1 şeklinde ifadeleri
satırları süslemişti.

Bu bağlamda yaşadığımız küresel krizi anlamamıza ve analiz etmemize
yardımcı olan ekonomist Sami Uslu’nun yazılarıyla üzerinde sıkça durduğu bir gerçek
var. Yaşanan ekonomik krizle ilgili olarak 8 Ekim 2008 tarihli yazısında Uslu’nun
çok net bir şekilde ifade ettiği; Papanın açıklamalarıyla örtüşen cümleler dikkate
değer. Üzerinde çokça düşünülmesi, konuşulması gereken bir tablonun ortaya çıktığını
görmekteyiz. Sami Uslu, yazısında birçok konuya değinerek, özelde finans genelde
ise iktisadi, sosyal, beşeri münasebetlerin temelinde yer alan güven unsurunun yok
olduğunu ifade ederek meseleyi şöyle izah ediyor; “Mesela CEO’lar kişisel menfaatlerini
her şeyin üstünde tutarak yönettikleri şirketlere ihanet etti. Bankalar asırlardır
kendilerini ayakta tutan doğruluğu kanıtlanmış ilkeleri alenen çiğnediler. Hukukçular
her zamanki gibi ellerini taşın altına hiç sokmadan işin kaymağını alıp götürdüler.
Tümüyle finans sektörü ekonomide aracı rolünü unutup, parazitliği tercih etti. Mortgage
müşterileri başlarını sokacakları bir konut edinmek veya gelecekte refah seviyelerini
yükseltecek bir yatırım yapmak gibi masum amaçlardan saptı. Bunun yerine yalanlarla
dolu beyanlarla kredi değerliliklerini olduğundan çok fazla gösterip kaldıramayacakları
miktarlarda kredi yükünün altına girdiler. Politikacılar görevlerini istismarda
sınır tanımadı. Dünyanın birçok merkez bankası, inanılmaz basiretsizlik göstererek
Amerika’daki mortgage borçlularının ”insafına bağımlı olan ABD borç senetlerine,
devlet parasıyla hem de yüz milyarlarca dolarlık yatırım yaptı”2.

Krizin bizi etkileyip etkilemeyeceği bir tarafa, yanıldığımız önemli
bir nokta var ve bu dillendirilmiyor veya dillendirilmek istenmiyor. Modernleşme;
ekonomik anlamda kapitalizm, siyasal anlamda demokrasi, felsefi ve hukuki anlamda
liberal anlayışla kendini inşa etti. Etti etmesine de Bacon ve Descartes’in temellendirdiği
kartezyen (ayrıştırıcı) bakış açısı, ruhun ve maddenin, ahlak ve hukukun, kazanmanın
ve paylaşmanın, imanın ve aklın ayrılamaz bir bütün olduğu hakikatlerinin inkârıyla
“yeni” bir süreç başlattı. Bu süreç günümüz insan tipini ve ekonomik, siyasi ve
sosyal sistemleri ortaya çıkardı. Batı düşüncesinde bir çok düşünür ve filozof her
ne kadar bu gayri tabii gidişatı görüp yerküreyi büyük felaketlerin beklediğini
söyleyip çözüm üretmeye çalışsalar da, neticede dünyanın yarısından fazlasının açlık
sınırında yaşadığı bir tablo ortaya çıkmış oldu. Mesela Nietzsche modernleşmenin
küresel ölçekte bunalım inşa ettiğini, yerküreyi çok büyük krizlerin beklediğini
yüzyıl öncesinden söylemişti. Modern insanın, zihninde ve kalbinde Tanrıyı öldürdüğünü,
bunun neticesinde de büyük yıkımların geleceğini öngörerek ve içinde bulunduğu zeminde
de Batı din anlayışının ve algısının çözüm üretemediğini görmüş felsefi, dini, ahlaki
bunalımı çok derinden yaşayarak bu dünyaya veda etmişti. O varlığın tabiatını bozan,
insanın maddeyle olan ilişkisinde insanın firavunlaşmasını frenleyen ahlâkın, erdemin
ve sevginin paramparça edildiğini fark etmiş, kötü ile iyinin bir arada olamayacağını
söyleyerek, tüm modernleşmeci, eklektik zihniyete ağır, bir o kadarda tutarlı eleştiriler
getirmiştir. Ne yazık ki Batı’nın bu gidişatını gören Nietzsche de tedavi reçetesi
sunamamıştır. Sonrası mâlum; iki dünya savaşı, yıkım, sömürgeleştirilen Doğu ve
Güney. Şu anda yaşanan ve yukarda Sami Uslu’dan iktibasla izah etmeye çalıştığım
ortaya çıkan çözümsüzlüğü, yıkımı ve güven bunalımını yüzyıl öncesinden inşa edip
izah edemeyen ve çözemeyen de yine Batı’nın kendisidir. Marks’ın da, sosyalizmin
de açmazı buradadır. İnsanın ve kozmik sistemin tabii, süreklilik arz eden akışına
müdahale eden, onu yok sayan bir anlayış çözüm getirmedi. Bizde, özellikle Nurettin
Topçu’nun gördüğü ve izah ettiği ve çözüm sunmaya çalıştığı şey tam da budur. Modern
dünya bunalımları, hastalıkları ve yeryüzünü kan gölüne çevirmesiyle vadettiği üç
temel argümanın, var olma ümitlerinin azalmasına sebep olmuştur. Dünya’ya mutluluk
hatta cennet vadeden, sonrasında tüm hastalıkları bitireceğini savunan ve güvenli
emin gelecek vadeden modernizmin geldiği nokta budur.

Tüm bunlardan sonra yaşanan kriz(ler)in temel sebebinin; aşkın,
ilahî olandan insanlığın irtibatının koparılmasıdır diyebiliriz. Sonrasında da alınacak
önlemlerin, kurulacak yeni sistemin adı ne olursa olsun doymak bilmeyen, paylaşamayan,
yaşadığı çevreyi ve yerküreyi muhafaza etmenin bütün çıkar hesaplarından daha önemli
olduğu anlayışını es geçmeyen putkırıcı bir ruhun yeryüzünde ses vermeye başlamasıyla
krizlere çözüm bulabiliriz. Unutmayalım, krizsiz bir dünya değil çözüm bulma konusunda
umudun diri tutulduğu bir dünya istiyoruz. Maalesef bugün gelinen noktada mekânik,
ruhsuz çözüm anlayışlarının ümitleri azalttığı da bir gerçektir. Modern zamanlara
kadar bu umut hep korunmuştu. Bu bağlamda kapitalizm tek bir açıyla izah edilemez.
Yıkıldığı iddia edilen şey kapitalizm değil. Tıpkı Sovyet Rusya’da yıkılan şeyin
sosyalizm olmadığı gibi. Ne ifade edilen sosyalizm inşa edilmişti orada, ne de şu
anda ekonomi kitaplarında anlatılan kapitalizm var. Zaten ideal bir sistemi, ifade
etmeye çalıştığımız gibi sorunsuz, problemsiz görmüyoruz. Fakat çözüm üretebildiğiniz
ölçüde sisteminiz varlığını idame ettirebilecektir. Bu meyanda çatırdayan, yıkılan
insanlığın erdemleridir, varlık sebebidir. Papa “Hayatlarını para, başarı, kariyer
üzerine bina edenlere Tanrı’nın uyarısıdır bu…” demişti. Yoksa hayatımızdaki tüm
bu hedefler, beklentiler miydi çatıyı başımıza çökerten?

Tüm bunları söyledikten sonra, kişisel gelişim adına ciltlerce kitabın
yazıldığı şu zaman diliminde, “teşekkür” etmenin bin bir türlü yolunu gösteren bu
uzmanlar; insana kulluğunu, varoluş gayesini ona acziyetini ifade edecek bir teşekkür
bilincini vermekten çok uzaktalar. Bırakın acziyeti ifade etmeyi insanın rububiyet
iddiasının teorik altyapısının ortaya konulduğu eserler olarak karşımıza çıkıyor.
Bu hakikati Gazali şöyle dile getiriyor; “Mal vasıtasıyla insan, köleleri mülkiyetine
geçirmeye, hür insanları da köleleştirmeye; gönüllerini kendine bağlayamasa bile,
bedenlerinde ve şahsiyetlerinde tasarrufta bulunabilmek için, gerekirse zor ve galebe
yoluyla onlara baş eğdirmeye çalışır”.3

Bu meyanda Said Nursi “benim karnım tok başkalarından bana ne?”,
“sen çalış ben yiyeyim” anlayışlarını reddetmiş4 zekâtın ehemmiyetini
ve ribanın, insanın emeğini ve hakkını nasıl sömürdüğünü ortaya koymuştur.

Şüphesiz İslam; zekât ve ribasız helal kazançla biriktirme ve aşırı
tasarrufa yönelik sermaye birikiminin yerine infak, paylaşma ve yatırımlarla canlı
bir piyasayı vazeder. Anlık ve sürekli kendi çıkarını düşünen döngüde, ekonomik
düzlem sürekli kazanma hırsını tetikleyecektir. Said Nursi’ye göre akıl, ahlâki
duygular zayıflayacak; insafsızlık, yalancılık, hırs, israf, fuhuş gibi Allah’ın
(c.c) yasakladığı rezillikler ortaya çıkacaktır. Burada âcizane, iman esaslarının
özellikle Allah inancıyla ahiret inancının birlikteliğinin öneminin ortaya çıktığını
düşünüyorum. Hesap vereceği ve bu hesabın karşılıksız kalmayacağı inancını, özellikle
Hz. Peygamber’in ve Kur’an’ın zekat ve yardımlaşmayı terk edenin akıbetiyle ilgili
şiddetli uyarılarıyla birlikte düşündüğümüzde özelde Müslümanların, genelde de insanlığın
iktisadi krizlerden önce ahlaki, felsefi, insani değerlere bağlı yeni bir sosyo-politik
bir yapılanmaya gitmesi gerektiği açıktır.

Öz

Son yaşadığımız ve etkisi derinleşerek devam eden krizin teknik
olarak birçok izahı olsa da krizin arkasında çok derin bir insani ve ahlâki kırılmanın
ve bunalımın olduğunu görmekteyiz. Modern dünyayı inşa eden akıl, ahlâk ile birlikteliğini
terk ederek insanlığın bir çok alanda ve değerlerinde ciddi kayıplar yaşamasına
neden olmuştur. Burada amacımız düşünsel anlamda Batı Medeniyeti’nin hâkim paradigmasının
ciddi anlamda sorgulanması gerektiğidir. Said Nursi’nin düşüncelerini de bu çerçevede
okumak şu an yaşadığımız süreci daha iyi anlamamızı sağlayacaktır.

Anahtar Kelimeler: Kriz, modernleşme, ahlâk, kartezyen felsefe,
ahiret, iman

Abstract

Even though the crisis, effect of which gradually goes on deeper
and that we already expose today, has many technical explanation, we observe a deep
moral, humanitarian offense and depression in the background of it. Disappearing
of union between mind and morality has caused serious losses in many fields of humanity.
Our goal is to show the need of substantial intellectual criticizing on dominant
paradigm of Western Civilization. Reading ideas of Said Nursi from this aspect,
will provide us to understand the process we live today.

Keywords: Crisis, modernization, Morality, Cartesian Philosophy,
the Hereafter, Belief

Dipnotlar

1- Bkz. Zaman, 7 Ekim 2008.

2- Bkz. Zaman, 8 Ekim 2008.

3- Bkz. Mustafa Özel İktisat, Siyaset ve Din, İstanbul,1995,
s.13.

4- Bkz. Said Nursi, Mektubat, s. 265-266