Yunus Peygamberin Kıssası Örnekliğinde

Sözlükte olay, haber, söz, hikaye, anlatım gibi manalara gelen
kıssa kelimesi1 tefsir ıstılahı olarak Allah’ın Kur’an-ı Kerim’den
geçmiş ümmetler, peygamberler ve salih kullarla ilgili verdiği bilgi , hadise ve
anlatımlar demektir.2 Ayet-i kerimede belirtildiği üzere Allah Hz.
Peygambere ve onun şahsında ümmetine düşünülmesi ve ibret alınması için "bir
takım kıssalar" anlatmıştır.3 Kur’an’da 25 dolayında peygamberin
kıssasına atıfta bulunulmuş, bunların hayatlarından pasajlar aktarılmıştır.

Kur’an’daki kıssalarla ilgili geçmişte ve yakın dönemde bir
kısım tartışmalar yapılmış, günümüzde de zaman zaman yapılmaya devam etmektedir.
İlk dönemlerden itibaren yazılan tefsir usulü kitaplarında genel metodoloji
içerisinde kıssaların nasıl ele alınması gerektiği üzerinde durulmuş,
müfessirler telif ettikleri eserlerde bu usuller çerçevesinde yorumlar
yapmışlardır. Bazı İslam alimleri ise peygamber kıssalarıyla ilgili müstakil
eserler telif etmişlerdir. "Kısasü’l-enbiya" veya "Kasasü’l-enbiya" isimleriyle
meşhur olan bu eserlerde muhtelif peygamberlerin kıssaları nakledilmiş,
bunlardan çıkartılan dersler verilmeye çalışılmıştır.4

Yakın dönemdeki tartışmalarda -Kur’an araştırmaları yapan
oryantalistlerin de etkisiyle- ya bu noktadaki itirazları cevaplandırmaya ya da
savunmaya yönelik olarak kıssaların otantikliği meselesi üzerinde durulmuştur.
Bazıları bunların otantik değil, ifade ettiği anlam itibarıyla ele alınmasını
ileri sürmüş, bazıları da ilahi kelamda yer almış olmaları hasebiyle bunların
otantikliğinden şüphe edilemeyeceğini, ancak bu yapılırken fiziki vakıaların
arkasındaki asıl mesajın da göz ardı edilmemesi gerektiğini savunmuştur.

Kur’an-ı Kerim’de kıssaların yer alış hikmetiyle ilgili çeşitli
hususlar üzerinde durulmuştur. Bunların başlıcaları şöyle özetlenebilir:

1.Hz. Peygamberin nübüvvetini tasdik etmek. Zira herkesçe
bilindiği üzere o ümmi bir şahıstı. Her hangi bir bilginden ders almamış, geçmiş
ümmetlerle ilgili eserler okumamıştı. Aksine Cebrail kendisine gelmiş ve önceki
ümmetler ve bazı peygamberlerin yaşadıkları olaylar hakkında bilgiler
arzetmiştir. Ümmi bir insanın asla söyleyemeyeceği anlatımlar, onların vahiy
olduğunu, Hz.Muhammed’in de peygamber olduğunu gösterir.

2.Kendisine ve ümmetine örnek teşkil etmek. Önceki ümmetlere
gönderilmiş peygamber ya da salih insanların kıssaları, Hz. Peygamber ve onun
ümmeti için örnek ve model teşkil etmiştir. Esasen ona diğer peygamberlere
verilen mucizelerin tamamı verildiği gibi, aynı zamanda O, bütün peygamberlerin
güzel hasleti ile de donatılmıştır.

3.Kendisinin ve ümmetinin şerefini bildirmek, evvelki
peygamberlerin çektiği sıkıntıyı hatırlatmak ve yaşanılan sıkıntılara karşı
teselli etmek. Zira gönderilen hiçbir peygamber tebliği görevini kolaylıkla
yerine getirmemiş, büyük sıkıntılarla karşı karşıya kalmış hatta bu sıkıntılar
bazı peygamberlerin kavmi tarafından öldürülmesine kadar varmıştır.

4.Ümmeti irşad ve terbiye etmek. Zira kıssalar peygamberlerin
yaptıkları tebliğ görevi karşısında kendilerine uyan, davetlerini kabul eden
insanları ve bunların ulaşacağı sonuçlar ile; onlara uymayan ve bildiği hayatı
sürdüren kimselerin dünyada karşılaştıkları akıbeti ve ahirette uğrayacakları
azabı tasvir eder; bu suretle eğitir, irşad eder.

5.Bu genel hikmetlerden başka her kıssanın özel bir yeri ve
ihtiva ettiği hikmetleri bulunmaktadır.5

Kur’an kıssalarının ihtiva ettiği hikmet ve mesajlar, tefsir
kaynaklarında müfessirlerin meşreb, ilmi birikim ve metoduna göre farklı
biçimlerde tefsir edilmiştir. Bilindiği gibi Kur’an yorumu demek olan tefsir;
rivayet, dirayet ve işari tefsir olmak üzere üç temel kategoriye ayrılır.
Rivayet tefsirleri, metotları gereği kıssalarla ilgili uzun rivayetlere yer
vermiş, söz konusu kıssa etrafında -varsa- Hz. Peygamberin veya sahabenin
kavillerini nakletmiştir. Dirayet tefsirleri, kıssalara rivayetlerden başka akli
unsurları katarak yaklaşmaya çalışmış; işari tefsirler ise sarih ve zahir
manalarının yanısıra tasavvufî hayatla ilgili işaret ve nükteler yakalamaya
çalışmıştır.

Kendisine has usûl ve özellikleri olan Risale-i Nur tefsirinin
peygamber kıssalarını ele alışı ve hikmetlerini ortaya koyuşu diğer tefsirlerin
ortak yönlerini muhafaza ile birlikte, bazı farklı açılımlar sunan bir karakter
arzetmektedir. Burada Nurların kıssaları ele alışıyla ilgili metodolojik
özellikleri sıralamak amaçlanmadığı için bir temel prensibe işaret edip Hz.
Yunus (a.s.)’ın kıssası örnekliğinde bazı tespitler yapmaya çalışmakla
yetinilecektir.

Said Nursi’nin İşaratü’l-İ’câz’ın başında belirttiği üzere
Kur’an’ın takip ettiği temel maksatlar tevhid, nübüvvet, ahiret, adalet ve
ibadet olmak üzere dörttür. Bu maksatlar Kur’an’ın bütününde, surelerinde,
ayetlerinde, kelamlarında hatta kelimelerinde sarahaten veya işareten ya da
remzen bulunmaktadır.6 Dolayısıyla Kur’andaki peygamber kıssalarının
verildiği ayetlere öncelikle bu temel prensip içinde bakmak, asıl hedeflenen
hususun bu dört konuyla ilgili olduğunu dikkate almak gerekir.

Kur’an-ı Kerim’de Yunus (a.s)’ın kıssasına üç yerde temas
edilir. Kısmen ayrıntılı olarak Saffat suresi’nde 10, Enbiya suresinde 2, Yunus
suresinde de 1 ayetle açıklamada bulunulur. Saffat suresindeki (139-148) ayetler
şöyledir: "Doğrusu Yunus da peygamberlerdendir. Dolu bir gemiye kaçmıştı. Gemide
olanlarda karşılıklı kura çekmiş ve sonuçta yenilenlerden olmuştu, bu sebeple de
denize atılmıştı. Kendini kınarken onu bir balık yutmuştu. Eğer Allah’ı tesbih
edenlerden olmasaydı tekrar diriltileceği güne kadar balığın karnında kalacaktı.
Halsiz bir durumda iken kendisini sahile çıkardık. Onun için geniş yapraklı bir
bitki yetiştirdik. Onu yüzbinden daha çok kişiye peygamber olarak gönderdik.
Sonunda da inandılar. Bunun üzerine biz de onları bir süreye kadar geçindirdik."

Yunus suresinde (ayet:98) ise şöyle zikredilir: "Bir bölge halkı
inanmalı değilmiydi ki imanları kendilerine fayda versin! İşte Yunus’un milleti
inandığı zaman dünya hayatında aşağılığı gerektiren azabı onlardan kaldırdık ve
onları bir süre daha bu dünyada geçindirdik."

Enbiya suresindeki (ayet:87-88) ayetler de şöyledir: "Zünnun
(Yunus) hakkında söylediğimizi de hatırla. O, öfkelenerek, kendisini sıkıntıya
sokmayacağımızı sanmıştı; fakat sonunda karanlıklar içinde "Senden başka ilah
yoktur. Sen münezzehsin, doğrusu ben haksızlık edenlerdenim" diye yalvarmıştı.
Biz de ona cevap vermiş ve üzüntüden kurtarmıştık. İnananları böyle kurtarırız."

Görüldüğü gibi Yunus suresindeki ayette onun kavminden
bahsedilmiş, Saffat suresinde gemiye binişi, kurada yenik düşmesi, denize
atılması, balık tarafından yutulması, tesbih ehlinden olduğu için kurtarılışı;
;Enbiya suresindeki ayetlerde ise onun öfkeli olarak kavminden ayrılışı,
karanlıklar içinde (balık karnında) Allah’a münacaat edişi, Allah’ın da bu
münacaatı kabul edip onu kurtarışı anlatılmaktadır.

Tefsir kaynakları söz konusu ayetlerle ilgili geniş yorumlar
yapmaktadır. Risale-i Nur (Bakara suresini 33. ayetine kadar tefsir eden
İşaratü’l-İ’caz hariç) Fatiha’dan Nas suresine kadar ayetleri sıra ile alıp
yorumlayan bir tefsir olmadığı için, bu üç suredeki yaklaşımları inceleme imkânı
yoktur. Ancak Said Nursi, Yunus (a.s)’ın balık karnında Allah’a yaptığı
münacaatla ilgili bir bahis telif etmiş (Birinci Lem’a), bu vesileyle Enbiya
suresindeki 87. ayet çerçevesinde bazı noktalar üzerinde durmuştur. Aynı zamanda
dua olarak da okunan ve okunması tavsiye edilen "manacaat"ın pek çok "envarı"
bulunduğunu belirtmiş ve bunlardan yalnız birisine temas edeceğini kaydetmiştir.
Şu halde bu Lem’a’da ele alının husus Kur’an kıssalarına nasıl yaklaşılacağının
tek ve kesin yaklaşımını değil, bunlardan birisini ifade etmektedir.

Said Nursi’nin bu ayet vesilesiyle yaptığı izaha geçmeden önce
küçük bir mukayese imkânı vermesi açısından bir rivayet, bir dirayet bir de
işari tefsirden örnek vermek isabetli olacaktır.

En önemli rivayet tefsirlerinden olan Taberi’nin
"Camiü’l-beyan"ında Yunus’un münacaatıyla ilgili ayet hakkında İbn Abbas,
Katade, Vehb b. Münebbih gibi şahıslardan nakiller yapılır ve rivayetlerin
farklılığına göre onun 1 gün ile 40 gün arasında değişen bir sürede balık
karnında kaldığı aktarılır, bu münacaatı okumanın faziletiyle ilgi hadis
zikredilir sonra diğer ibarelerle ilgili nakillere geçilir.7

İslam dünyasında gördüğü rağbet dolayısıyla dirayet
tefsirlerinin önde gelenlerinden sayılan Fahreddin er-Razi’nin Yunus’un
münacaatıyla ilgili yorumu şudur: Ayette yer alan "en La ilahe" ifadesi "bi
ennehü… " takdirindedir ve teyid ifade eder. "Sübhaneke"nin takdiri "Allah’ım
seni, bunu bir zulüm olarak veya intikam alma arzusuyla yahut da, beni bu
balığın karnından kurtarmaktan aciz olduğun için yapmış olmamdan tenzih ederim.
Aksine sen bunu, uluhiyyetin hakkı ve hikmetinin muktezası olarak yaptın"
şeklindedir. "İnni küntü mine’z-zalimin" ifadesiyle de O şöyle söylemek
istemiştir: Ben zalimlerden oldum, şimdi ise tevbe edip pişman olanlardanım.
Binaenaleyh bu sıkıntıyı benden kaldır! Ayrıca Razi bir rivayetten yola çıkarak
Yunus’un balığın karnında iken balığın tesbihini duyduğunu sonra da kendisinin
Allah’ı tesbih ettiğini anlatır.8

İşari tefsirler içinde özel bir yeri olan "Ruhu’l-meâni" de ise
dünya denizine atılan, nefs-i emmare balığı tarafından çiğnenip öğütülen, nefis
balığınca da yutulan insan ruhunun durumu, Yunus peygamberin durumuna
benzetilir. Bundan kurtulmanın son derece zor olduğu belirtilir ve çarenin Yunus
peygamber gibi Allah’ı tesbih ve tenzih etmek olduğu söylenir.9

Yunus kıssasında "onun duası, münacaatı" ile ilgili üç türdeki
tefsirlerin yaklaşımı kabaca böyle olmakla birlikte bunların tamamında kıssa
geniş bir şekilde ortaya konur. Müfessirler kendi metotları çerçevesinde konuyla
ilgili nakilleri, ayetler arasındaki irtibatları, kurra arasındaki
farklılıkları, ayetteki bazı hususların farklı gibi görünen diğer ayetlerle
tevfiki gibi konuları beyan ederler.

Yukarıda işaret ettiğimiz üzere Said Nursi, Lem’alar isimli
eserinin Birinci Lem’asını Yunus (a.s)’ın münacaatına tahsis etmiştir. Müellif
bahsin başında bu münacaatın en azim bir münacaat ve dualara en mühim bir icabet
vesilesi olduğunu söyledikten sonra onun kıssasını10 iki cümleyle
şöyle özetler: "Denize atılmış, büyük bir balık onu yutmuş. Deniz fırtınalı ve
gece dağdağalı ve karanlık ve her taraftan ümit kesik bir vaziyette "La ilahe
ente Sübhaneke inni küntü mine’z-zalimin" münacaatı, ona sür’aten vasıta-i necat
olmuştur."11

Said Nursi tamamen teknik bilgiler olan ve kıssanın mesajıyla
doğrudan alakalı olmayan, Kur’an’da geçmediği için kesin olarak bilinmesi de zor
olan detaylara girmeksizin kıssayı bu şekilde özetledikten sonra Yunus’un
kurtulmasına vesile olan bu münacaatın sırrını zikreder. Ona göre Yunus
peygamberin balık karnında iken bulunduğu şartlarda bütün sebepler devre dışı
kalmıştır. O’nu o şartlardan kurtaracak yalnız hükmü balığa, denize, geceye ve
semaya geçebilen bir Zat olabilir. Çünkü gece, deniz ve balık onun aleyhinde
birleşmişlerdir. Onu ancak emrini bu üçüne birden geçiren Zat kurtarabilir ve
sahile çıkarabilirdi. Aksi halde bütün insanlar onun hizmetçisi ve yardımcısı
olsaydılar bile yapacakları hiçbir şey olmazdı. Zira sebeplerin tesiri yoktur.
Yunus (a.s.) bu hakikatı bizzat gördüğü için samimi bir münacaatta bulunmuş, "La
ilahe illa hu" diyerek onun mutlak uluhiyetini ve birliğini söylemiş,
"Sübhaneke" diyerek onu bütün noksanlıklardan tenzih etmiş, "inni küntü
mine’z-zalimin" diyerek de kendisinin haksızlık yapanlardan olduğunu belirtmiş,
hatasını itiraf edip yardım talebinde bulunmuştur. Bu münacaat üzerine bütün
sebepleri elinde bulunduran Allah yardımını esirgememiş; geceyi, denizi ve
balığı onun emrine vermiştir. Bu suretle Allah, balığın karnını bir çeşit
denizaltı hükmüne getirmiş, dalgalı denizi bir sahra haline dönüştürmüş,
gökyüzünü bulutlardan arındırıp ayı, bir lamba gibi başı üzerinde
bulundurmuştur. Yine bu sayede kendisini tehdit eden bütün mahlukatı kendisine
dost olan ve tebessümde bulunan bir şekle çevirmiş, nihayet onu sahile
çıkarmıştır.12

Yunus peygamberin münacaatındaki sırrı bu şekilde beyan eden
Said Nursi, kendi durumumuzla Yunus’un durumu arasında benzerlikler kurarak,
daha doğrusu benzerliklere dikkat çekerek Yunus (a.s.)’ın münacaat etmeden
önceki durumundan yüzderece daha müthiş bir vaziyette olduğumuzu söyler. Ona
göre gecemiz, istikbaldir. Gaflet dolu bir bakışla istikbalimiz onun gecesinden
çok daha karanlık ve dehşet vericidir. Denizimiz, üzerinde yaşadığımız şu yer
yuvarlığıdır. Bu denizin her dalgasında binler cenaze bulunuyor. Yunus’un
denizinden bin derece daha korkuludur. Balığımız, nefsani isteklerimizdir. Ebedi
hayatımızı sıkıp bizi Yaratıcımızdan uzaklaştırmaya çalışıyor. Bu balık,
Yunus’un balığından bin derece daha zararlıdır. Zira onun balığı yüz sene bile
olmayan dünya hayatını tehdit ederken, bizim balığımız milyonlarca senenin
mahvına çalışmaktadır.13

Çeşitli açılardan içinde bulunduğumuz durumu Yunus (a.s.)’ın
durumuyla karşılaştırıp ondan bin derece daha korkutucu olduğunu belirten Said
Nursi, bu durumda yapılacak tek şeyin hazreti Yunus gibi bütün sebeplerden
yüzümüzü çevirip, tüm sebepler zincirini elinde tutan Allah’a yönelerek "La
ilahe illa ente Sübhaneke inni küntü mine’z-zalimin" demek olduğunu belirtir ve
şöyle der: "Kesin olarak anlamalıyız ki gaflet ve dalaletimiz sebebiyle
aleyhimize ittifak eden istikbal, dünya ve heva-yi nefsin zararlarını def edecek
yalnız O Zat olabilir ki istikbal emri altında, dünya hükmü dairesinde, nefsimiz
idaresi tahtındadır". Sonra sorar: "Acaba en ince ve en gizli hatırat-ı
kalbimizi bilen göklerin ve yerin yaratıcısından başka kim vardır? Ve bizim için
istikbali ahiretin icadıyla ışıklandıracak ve dünyanın yüz bin boğucu
dalgalarından kurtaracak -haşa- Zat-ı Vacibü’l-Vücud’dan başka hiç bir şey,
hiçbir cihette, O’nun izin ve iradesi olmadan imdad edemez ve halaskâr olamaz."14

Yaptığı münacaat sayesinde balığın onun için bir binek, denizin
güzel bir sahra, gecenin de mehtaplı bir hal aldığını tekrarlayan Said Nursi,
kurtuluşa ulaşmamız için halimizin, haline çok benzediği Yunus gibi münacaat ve
dua etmemiz gerektiğini vurgular. Bu münacaat dolayısıyla "’la ilahe illa ente’
cümlesiyle istikbalimize, "sübhaneke" ifadesiyle dünyamıza, "inni küntü
mine’z-zalimîn" fıkrasıyla nefsimize ilahi merhamet nazarını celbetmeliyiz" der.
İmanın verdiği bakış açısıyla istikbale nazar etmeyen ve geleceği Kur’an’ın
aydınlığıyla görmeyen kimseler için geceler sürekli, karanlıklar kalıcıdır.
Geleceğin aydınlanması, karanlığın delinmesi ancak iman nuru ve Kur’an
mehtabıyla gerçekleşir. Kur’an’ın hakikatlari çerçevesinde hayata bakan kimseler
bu hakikatlardan oluşan manevi gemiye binip hayatını aydınlıklar içerisinde
geçirebilir ve dünya-ahiret selametine ulaşabilirler. Aynı zamanda Kur’an
terbiyesiyle nefis, onun bize değil bizim ona bindiğimiz bir binek, ve bizi
ebedi hayatımızda selamete götüren kuvvetli bir vasıta olur.15

Said Nursi söz konusu Lem’ada, son olarak, insanın küçük bir
mikroptan kıyametin kopmasına kadar etrafındaki her çeşit olumsuzluktan korkan
ama aynı zamanda evini, çevresini, alemi seven ve cennete iştiha duyan bir
varlık olduğunu belirterek "Elbette böyle bir insanın Ma’budu, Rabbi, melcei,
halaskârı, maksudı öyle bir Zat olabilir ki umum kâinat O’nun kabza-i
tasarrufunda, zerrat ve seyyarat dahi taht-ı emrindedir. Elbette öyle bir insan
daima Yunusvari "La ilahe illa ente sübhaneke inni küntü mine’z-zalimîn" demeye
muhtaçtır" der.16

Görüldüğü gibi Said Nursi, Yunus (a.s.)’ın kıssasında daha
ziyade onun münacaatı üzerinde durmuş, Lem’anın başına koyduğu ibarede
anlattıklarının bu münacaatın tüm çerçevesini değil, taşıdığı binler hikmet ve
nurundan yanlız biri olduğunu bildirmiştir. Bu Lem’ada Yunus peygamberin
kıssasının detayı yerine, onun bizim hayatımıza bakan yönüne ağırlık vermiştir.
Bu çok önemli bir metodolojik bakıştır. Zira kıssanın detayının, elamenter bilgi
listesini artırmanın dışında çok önemi yoktur. Yunus peygamberin gönderildiği
bölge, bindiği geminin özellikleri, atıldığı denizin ismi, karnında kaldığı
balığın cinsi, orada geçirdiği günlerin sayısı, denizden çıkarıldığı sahil ve
orada sarındığı bitkinin adı vs. hususlar önem teşkil etmemektedir. Asıl
üzerinde durulan husus, bizim hayatımızın onun hayatıyla benzerlik arzeden
yönlerini görmek, ilgili ayetin verdiği dersi alarak yapmamız gereken görevleri
tespit etmektir. Said Nursi, Yunus peygamberin kıssasını bu temel üzerin
oturtarak sunmuştur. Bu, aynı zamanda diğer peygamber kıssalarına (hatta evliya
menkıbelerine) nasıl yaklaşılacağına dair de çok önemli bir metodolojik yaklaşım
teşkil etmektedir.17

Esasında ayet-i kerimelere bakıldığında kıssalardan söz
edilişinin de temelinde bu vardır. Bundan dolayı ayetlerde hem kıssalarla ilgili
detay yoktur hem de bazen bir kıssanın tamamı değil sadece bir parçası yahut bir
safhası vardır. Ayetler kıssalardaki hadisenin meydana geldiği yer, kişiler ve
zamandan genellikle söz etmez. Zira ayetlerde verilen mesaj, nerede ve hangi
zamanda yaşamış yahut yaşamakta olursa olsun bütün insanlaradır. Bu bakımdan
bütün kıssalar tarihte olup bitmiş kuru olaylar yığını değil, ilahi hikmet ve
mesajlarla dolu canlı ve taze hadiselerdir.

Zamana ve yaşanılan bölgelere göre adetler, eğitim durum,
teknolojik gelişim değişiklikler arzetmekle beraber, insan aczi, zayıflığı,
çeşitli hastalık ve sıkıntılara maruz kalması ve ölümlüğü gibi temel yapısı
itibarıyla aynıdır. İnanma-inanmama, iyi-kötü gibi hususlar açısından insan
toplulukları yaşadıkları yer ve zaman ne olursa olsun aynıdır. Dolayısıyla hemen
her peygamber kıssasında kendi psikolojik yönümüz ve içinde yaşadığımız toplum
açısından çok benzerlikler görebiliriz. Bu noktadan hareketle Adem ve İblis’i,
İbrahim ve Nemrud’u, Musa ve Firavn’ı, Hz. Peygamber ve Ebu Cehil’i inanç ve
tutumları itibarıyla her zaman hem içimizde hem çevremizde görebiliriz. Bu
noktada Kur’an kıssalarının mesajına çok ihtiyacımız vardır. Kıssalara bir
dönemde vuku bulmuş tarihi hadiseler olarak değil, insan gerçeğinin yansıması
olarak bakıldığında dünyevi ve uhrevi açmazlarımız, türlü problemlerimiz ve
sıkıntılarımız için ilahi beyanın canlı, açık ve keskin mesajlarını alabilir.
Said Nursi’nin Yunus (a.s.)’ın münacaatı ile ilgili izahları bizim için güzel ve
sağlam bir örnek niteliğindedir.

Dipnotlar

1- Bkz.İbn Manzur, Lisanü’l-Arab, KSS md.

2- Ragıb el-Isfehani, Müfredatü’l-Kur’an (Beyrut 1412/1992).
s.671

3- en-Nisa (4) 164.

4- Bkz. İsmail Paşa, İzahü’l-meknun (Tahran 1378), II, 228.

5- Ebu İshak Ahmed b. Muhammed en-Nişaburi, Kasasü’l-enbiya
(Beyrut 1405/1985), s. 2-3.

6- Bkz. Said Nursi, İşaratü’l-İ’caz (trc. Abdülmecid Nursi),
İstanbul 1978, s. ll-l2.

7- Bkz. Ebu Ca’fer Muhammed b. Cerir et-Taberi,
Camiü’l-beyan (Beyrut 1405/1984), XVII, s.79.

8- Fahreddin er -Razi, Tefsir-i Kebir (trc. Suat Yıldırım ve
dğr.) Ankara 1993. XVI, s. 220.

9- İsmail Hakkı Bursevi, Tefsiru ruhi’l-meani (İstanbul
1389), V, s. 517.

10-Yunus Peygamberin kıssası çeşitli kaynaklarda kısmen
değişen bazı farklılıklarla sunulmakla beraber kısaca şöyle verilebilir:
İsrailoğulları peygamberlerinden olan Yunus, gönderildiği Ninova halkını hakka
davet etmiş, fakat onlar eski inançlarını sürdürmüşlerdir. Bunun üzerine O,
inkârlarına devam etmeleri halinde 40 güne kadar kendilerine bir azap geleceğini
ve şehrin yerle bir olacağını bildirmiştir. Onların buna da aldırış etmemeleri
üzerine üzülerek ve kızarak yanlarından ayrılmış ve dolu bir gemiye binmiştir.
Halbuki bulunduğu yeri terketmesi için Allah’tan bir emir gelmemiştir. Bu yüzden
gemi hareket edememiş, kaptan "içimizde suçlu bir adam olmalı, kur’a atalım kime
çıkarsa onu denize atalım" demiştir. Atılan kura Yunus’a çıkmış o da "suçlu
benim" diyerek kendisini denize atmıştır. Akabinde onu bir büyük balık
yutmuştur. Rivayetler farklı olmakla biraber 1 gün veya 40 gün civarında balığın
karnında kalan Yunus (a.s.) yaptığına pişman olmuş ve tevbe etmiştir. Allah da
onun tevbesini kabul etmiş ve sahile çıkarmıştır. Allah ona yeniden sağlık ve
kuvvet vermiş, yeniden Ninova’ya doğru yönelmiştir. Ancak öğrendiğine göre
kendisinin denize atladığı gün gök kararmış, şehri kara bir bulut kaplamış,
ahali büyük bir korkuya kapılmıştır.Yunus’u aramış fakat bulamamışlardır.
Yüksekçe bir tepeye çıkıp samimi tevbe etmişler, Allah’ta üzerlerinden azabı
kaldırmıştır. Yunus peygamber şehre yeniden döndüğünde ahali kendisini dinleyip
davetine icabetmiştir. Sonradan yine bir çok olay vuku bulmuştur. (bk. Semih
Atıf, Kasasü’l-enbiya (Beyrut 1408/1988), s, 625-532; İbn Kesir, Kasasü’l-enbiya
(Beyrut 1402/1882), s. 390-402.

11-Said Nursi, Lem’lar (İstanbul 1990), s.5.

12-Lem’alar, a.y.

13-Lem’alar, a.y.

14-Lem’alar, a.y.

15-Lem’alar, a.y.

16-Lem’alar, a.y.

17-Nitekim İkinci Lem’ada Eyyûp Pergamberin Kıssasına temas
eden Said Nursi meseleyi aynı bakış açısıyla inceler ve manevi hastalıklarımız
bakımından Eyyûp peygamberden daha fazla hasta olduğumuzu belirtir, ilgili
kıssadaki mesaj çerçevesinde yorum ve değerlendirmeler yapar.