Pir-i Türkistan” diye anılan Ahmet Yesevi’nin tarihi şahsiyetine
dair belge-ler azdır. Çoğu menkıbelere karışmış eldeki vesikalardan sağlam
neticeler çıkarmak güç olmakla birlikte, Onun “Hikmet”lerinden, onunla ilgili
menkıbelerden ve tarihi kaynaklardan çıkarılacak sonuçlar Yesevi’nin hayatı,
şahsiyeti ve tesirleri hakkında bir fikir vermektedir.

Ahmet Yesevi hakkında bugüne kadar yapılmış en kapsamlı çalışma
olarak, Fuad Köprülü’nün, “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar” (1919) adlı
eseri gösterilebilir. Ayrıca Kemal Eraslan tarafından yapılan “Divan-ı Hikmetten
Seçmeler” (1983) adlı çalışma Yesevi’nin eseri hakkında önemli bilgiler
vermektedir.

Ahmet Yesevi’nin hayatı

Mutasavvıf-şair olarak niteleyebileceğimiz Ahmet Yesevi, Orta
Asya Türklerinin dini-tasavvufi hayatında geniş tesirler icra etmiştir.
Yesevi’nin şöhreti sadece Türkistan’a münhasır kalmamış, Türklerin yaşadığı çok
geniş sahalara yayılmıştır.

Ahmet Yesevi “hacegan” silsilesine (Sayram’da İmam Muhammed b.
Ali neslinden gelenlere “hace” denildiği gibi, onlara bağlı olanlara da aynı
isim veriliyordu) mensup olduğu için ona Hace (Hoca) Ahmet Yesevi de denilir.

Ahmet, XI. asrın ikinci yarısında, Batı Türkistan’da Sayram
kasabasında doğdu. İspicab (İsficab) veya Akşehir olarak da bilinen, o sıralarda
İslam kültürünün önemli bir merkezi olan bu kasabada Türkler ve İranlılar
yaşamaktaydılar. Bazı kaynaklar da ise onun Yesi’de, bugünkü adıyla Türkistan’da
doğduğu yazılıdır.

Ahmet’in babası, Sayram’ın tanınmış şahsiyetlerinden olan Şeyh
İbrahim adlı bir zattır ve Hz. Ali soyundan geldiği kabul edilir. Şeyh
İbrahim’in Gevher Şehnaz adlı kızından sonra ikinci çocuğu olarak dünyaya gelen
Ahmet Yesevi, anne ve babasını küçük yaşlarda kaybedince ablasıyla birlikte
Yesi’ye (Türkistan) gelir.

Ahmet Yesevi tahsiline Yesi’de başlar. Yesi’de o sıralar Arslan
Baba adlı meşhur bir Türk şeyhinin bir tasavvuf ananesi mevcuttu. Küçük yaşlarda
bir takım tecellilere mazhar olan Ahmet Yesevi, çevresindekilerin dikkatini
çeker ve Arslan Baba’ya intisap ederek ondan feyiz almaya başlar. Menkıbelere
göre daha küçük yaştan itibaren Hz. Hızır’ın delaletine mazhar olan Ahmet, yedi
yaşında babasından yetim kalınca diğer manevi bir babasından—Şeyh Baba
Arslan’dan—terbiye gördü. Hz. Peygam-berin (a.s.m.) işaretiyle ashabdan Şeyh
Baba Arslan Sayram’a gelerek onu irşad etti. (Arslan Baba—menkıbeye göre—ashabın
ileri gelenlerindendi. Meşhur bir rivayete göre dört yüz sene, diğer bir
rivayete göre de yedi yüz sene yaşamıştı. Esasen Divan-ı Hikmet’te “sahabeler
ulusu, hass-ı bende-i kird-gâr” olduğu bildirilen Arslan Baba’yı bir gün Hz.
Peygamber (a.s.m.) yanına çağırarak ona bir hurma verir ve bu hurmayı “ümmetimin
zübdesi” dediği Ahmet Yesevi’ye ulaştırmasını emrettikten sonra, Ahmet Yesevi’yi
nasıl bulacağını söyleyerek onun terbiyesi ile meşgul olmasını ister. Bunun
üzerine Arslan Baba Yesi’ye gelir ve üzerine aldığı vazifeyi yerine getirir.)

Arslan Baba’nın terbiyesiyle yüksek bir olgunluk seviyesine
erişen Ahmet, yavaş yavaş etrafta şöhret kazanmaya başlar.

Arslan Baba’nın vefatından sonra Ahmet Yesevi önemli İslam
merkezlerinden bir olan Buhara’ya gider. Burada devrin önde gelen alim ve
mutasavvıflarından Şeyh Yusuf-el Hemedani’ye intisap ederek, onun irşad ve
terbiyesi altına girer. Ahmet Yesevi, Yusuf Hemedani’nin vefatının ardından bir
müddet Buhara’da kaldıktan sonra, Yesi’ye döner. Menkıbeler onun manevi bir
işaretle yesi’ye geldiğinden ittifakla bahsederler. Ahmet Yesevi, vefatına kadar
burada irşad faaliyetine devam eder.

Ahmet Yesevi’nin tasavvufi hüviyeti ve etkileri

Ahmet Yesevi’nin Türk tarihindeki ehemmiyeti yalnız birkaç cilt
tasavvufi manzumeler yazmış eski bir şair olmasından değil, İslamiyet’in Türkler
arasında yayılmaya başladığı asırlarda, onlar arasında ilk defa bir tasavvuf
mesleği vücuda getirmesindendir.

Türkistan’da, Türklerin Müslümanlığı kabullerinin hemen ardından
kitleleri İslam’a, özellikle tasavvufa ısındıran Yesevilik tevazu, sadelik ve
fedakârlığın bir ocağı olarak karşımıza çıkmaktadır.

“Bir vakit namaz kılmayanın domuzdan farkı olmayacağı”nı
söyleyecek kadar Kur’an ve Sünnete bağlı olan Ahmet Yesevi, halka hitaben basit
bir Türkçe ile dile getirdiği hikmetleri ile güçlü bir saltanat kurmuştur.

Yaşar Nuri Öztürk’ün “Tasavvufun Ruhu ve Tarikatler” adlı
eserinde bildirdiğine göre; Ahmet Yesevi, büyük mutasavvıf Yusuf Hemedani’nin
ilim ve irfanından feyizlenerek yetişti. Hemeda-ni’nin mürşidi ve feyiz kaynağı
ise, aynı zamanda Gazali’nin mürşidi olan Ebu Ali Farmadi’dir. Farmadi ise ünlü
Risale yazarı Kuşayri’nin şakirdidir. Bütün bunlar Yeseviliğin temel fikir ve
ruh kaynaklarının Gazali’nin eserinde kristalleşen Sünni tefekkür olduğunu bize
göstermektedir.

Ahmet Yesevi, daha çocukluğundan beri Hz. Peygamber’in (s.a.v)
hiçbir sünnetine bağlılıktan geri kalmamıştır. Ahmet Yesevi’nin, şiirlerinin
toplandığı “Divan-ı Hikmet”inde bir çilehaneden bahsedilir. Ahmet Yesevi, Hz.
Peygamber’in sünnetine öylesine bağlıdır ki, altmış üç yaşına gelir gelmez—Hz.
Peygamber (s.a.v.) altmış üç yaşında vefat ettikleri için—tekkenin bir tarafında
mezara benzeyen bir çilehane yaptırır ve altmış üç yaşında buraya girerek ölümü
burada karşılar. Divan-ı Hikmette: “Bir yaşında ruhlar bana hisse verdi/İki
yaşta peygamberler gelip gördü/Üç yaşımda kırklar gelip halimi sordu/O sebepten
altmış üçte girdim yere” gibi dörtlüklerle anlatılan bu hadise, Ahmet Yesevi’nin
sünnete bağlılık derecesini gösteren örneklerden biridir.

Ahmet Yesevi’nin tasavvufi dünyasını, menkıbelerin yanında onun
“Divan-ı Hikmet” adıyla bir araya getirilen şiirlerinden öğrenmek mümkündür.
Divandaki manzumelerin her biri “Hikmet” adıyla anılmıştır. Anadolu’daki
ilahilere tekabül eden bu manzumeler gerek vezin gerekse dil bakımından İrani
etki taşımamaktadır. Yaşar Nuri Öztürk, “Tasavvufun Ruhu ve Tarikatlar” adlı
eserinde bunun, Köprü-lü’nün Ahmet Yesevi’nin İran etkisinde gelişip yetiştiği
iddiasını geçersiz kılan unsurlardan biri olduğunu söyler. Ayrıca Yesevi’nin
düşünce ve duyuşlarında da İranilik yoktur. Yaşar Nuri Öztürk aynı eserinde,
Yesevilikte İran tesiri, Şiilik, değil açık bir biçimde, kırıntı halinde bile
mevcut olmadığını söyler. Yeseviliğin ve kurucusunun fikir ve duygu kaynakları
İran değil Arap kaynaklıdır. Ne Ahmet Yesevi’de ne de onun takipçilerinde hatta
Hacı Bektaş Veli’de Şiilik yoktur.

Ahmet Yesevi mutasavvıf bir şairdir. Yesevi’nin Divanı’nda
tasavvufi düşünce temaları rahatlıkla görülmektedir. Mevlana ve Yunusta hakim
olan ilahi aşk, Yesevi’de aynen mevcuttur. Ahmet Yesevi’nin Divanı’nın taşıdığı
başlıca özellikler ise şunlardır:

1. Yesevi Divan’ı ahlaki öğretiler içerir.

2. Sünni-Hanefi olan Ahmet Yesevi’nin eserinde Hz. Muhammed’in
sünnetine bağlılık, düşüncesinin temelini oluşturur. Onun tasavvufi anlayışı
Kur’an ve sünnete tamamıyla uygundur.

3. Divan-ı Hikmet’te ilahi aşkın her şeyin esası olduğu görüşü
dikkat çeker.

Yaşar Nuri Öztürk aynı eserinde, ünlü bir Yesevi dervişi olan
Hazini’nin, eseri “Cevahirü’l-Ebrar”da tarikatın esaslarını şöyle anlattığını
zikreder: “Tevhid, şeriat ve sünnete bağlılık, riyazet ve mücahede, halvet ve
zikir.” Ayrıca cemaatle namaz kılmak, seher vakitleri uyanık olmak, sürekli
abdestli olmak, kendini her an Allah’ın huzurunda bilmek Yesevilerin devamlı
uymak zorunda oldukları prensipler arasındadır.

Sülük silsilesi bakımından Hoca Ahmet Yesevi’ye mensup bulunan
tarikatlar başlıca ikidir: Nakşilik ve Bektaşilik.

Nakşibendiliğin Ahmet Yesevi ile alakalı sayılması, tarikatın
piri Hoca Bahaüddin Nakşibend lakabıyla tanınan Muhammed b.
Muhammedü’l-Buhari’nin, Yesevi şeyhlerinden Kasam Şeyh ve Halil Ata ile bir
müddet beraber bulunarak onlardan feyiz almasından dolayıdır.

Ahmet Yesevi’den gelen ikinci büyük tarikat ise Bektaşiliktir.
Hacı Bektaş’ın Ahmet Yesevi’nin müridi olduğu şeklindeki rivayetlere ancak X. ve
daha sonraki asırlarda yazılan Künhü’l-Ahbar ve Evliya Çelebi Seyahatnameleri
gibi kitaplarda rastlanır. Bektaşi ananesi Hoca Ahmet Yesevi’ye dair menkabevi
bir çok bilgi vermektedir. Bu da Hoca Ahmed’in Batı Türkleri üzerinde eskiden
beri büyük nüfuz icra ettiğini göstermektedir.

Eserleri

Divan-ı Hikmet: İslami ilimlere vakıf olan, Arapça ve Farsça
bilen Ahmet Yesevi, çevresinde toplananlara İslam’ın esaslarını, şeriat
hükümlerini, tarikat adap ve gayesini öğretmek amacıyla, sade bir dille ve halk
edebiyatından alınma şekillerle hece vezninde manzumeler söylüyor ve bunlara
“Hikmet” adını veriyordu. “Divan-ı Hikmet”, Ahmet Yesevi’nin “Hikmet”lerini
içine alan mecmuanın adıdır. Ahmet Yesevi’nin dervişleri vasıtasıyla en uzak
Türk topluluklarına kadar ulaştırılan “Hikmet”ler, Türkler arasında bir düşünce
birliğinin teşekkül etmesi bakımından önemlidir.

Fakrname: Bu eserin Ahmet Yesevi’ye ait olup olmadığı tartışmalı
bir husustur. Eser müstakil bir risaleden çok, Divan-ı Hikmet’in mensur bir
mukaddimesi durumundadır.

Kaynaklar

1. Kemal Eraslan, Divan-ı Hikmet’ten Seçmeler, Ankara 1983.

2. M. Fuad Köprülü, İslam Ansiklopedisi, “Ahmet Yesevi”
Mad., I. Cilt, MEB Basımevi, İst. 1978.

3. Kemal Eraslan, İslam Ansiklopedisi, “Ahmet Yesevi” Mad.,
II. Cilt, TDV Yay., İst. 1989.

4. M. Fuat Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, TTK
Basımevi, Ank. 1976.

5. Yaşar Nuri Öztürk, Tasavvufun Ruhu ve Tarikatlar, Sidre
Yay., İst. 1988.