Alevilerle Sünniler arasında bir karşılaştırma yapıldığında önce
dikkat edilecek husus şudur: Bütün dünya Sünnilerini birleştiren Allah’a, ahiret
gününe, namaz, oruç, zekat ve haccın farz olduğuna ortak noktalar ve
birleştirici bağlar olduğu halde; Aleviler arasında böyle ortak noktalar (usûl
ve fürû) yoktur. Bu bakımdan bölgelere, etnik kökenlere göre Alevi zümreleri
arasında büyük farklar bulunmaktadır. Hatta komşu iki Alevi köy arasında dahi
inanç ve ibadet bakımından fark vardır. Alevilerin yazılı bir dini kaynaklarının
bulunmaması, inanç ve ibadetlerinin söz ve rivayetlere dayanması da mukayese
yapmayı güçleştirmektedir. Kısaca Sünnilere çok yakın olan Alevi cemaatlarından
tutun da Sünnilikle hiçbir temel ortak noktası bulunmayan, Sünnilikten çok,
başka dinlere yakın bulunan pek çok Alevi cemaatı bulunmamaktadır. Bu bakımdan
Alevileri, sırf teorik açıdan üç ana gruba ayırmak mümkündür:

I. Sünniler gibi iman ve ibadet esaslarına inanmakla beraber,
Hz. Ali, Ehl-i Beyt, On İki İmam ve Kerbela gibi hususlara ağırlık veren,
köylerinde cami ve imam bulundurmakla beraber Dede de bulunan ve Cem ayini
yapılan Aleviler. Bunlar daha çok Caferiler’e benzerler. Sünniler gibi Kabeleri,
kıbleleri ve mezhepleri vardır. Mezhepleri Caferilik, kıbleleri Mekke’deki
Kabe’dir. Bunlar Kabesiz, kıblesiz ve mezhepsiz değillerdir. Anadolu’da
özellikle şehirde veya şehirlere yakın köylerde oturan Alevilerin önemli bir
bölümü böyledir. Çorum’da Milönü mahallesinde Ehl-i Beyt Camii çevresinde
örgütlenen aleviler böyledir.

II. Ali-İlahiler ve Ali-Allahi (müelliha) denilen ve Hz. Ali’nin
Allah olduğuna inanan Aleviler. Bunlarda ne Sünnilerdeki inanç esaslarına ne de
ibadet ha-yatına rastlanır. Bunlar gusül, abdest bilmezler. “Namazımız kılınmış,
orucumuz tutulmuş” derler. Kendilerine göre Ramazan ayı dışında daha çok perhize
benzeyen bir oruç tutarlar. Melek, peygamber, kutsal kitap, ahiret inancı da son
derece yüzeysel ve simgeseldir. Ahiret, kıyamet, mahşer, cennet, cehennem
ye-rine tenasühe (ruh göçüne) inanırlar. Allah, Muhammed, Ali, Kur’an, Al-i
Beyt, On İki İmam, Kerbela hususlarından sık sık söz ederler ama bunlara
verdikleri anlamın Sünnilerin bunlara verdikleri anlam ile hiçbir benzerliği
yoktur. Benzerlik sadece isimdedir, içerik çok farklıdır. Bu anlamdaki
Aleviliğin hem Sünnilik hem de İslam dışı olduğu tartışılmaz olmakla beraber
kendileri Müslüman olduklarını ısrarla ifade ederler. İslam’dan başka bir dine
mensup olduklarını asla iddia etmezler. “Müslüman değilsiniz” sözüne tepki
gösterir, üzülürler. Bunlarla Sünniler arasındaki en önemli ortak nokta Müslüman
olduklarını söylemeleridir. Bu da son derece önemlidir. Onların bu konudaki
ikrara ve beyanlarına değer verilmelidir. Bu zümre daha çok şehirlerden uzak,
ücra yerlerde yaşar, bazıları da uzun zaman göçebe hayatı yaşamışlardır.
Bilgisizlikleri ortadan kalktıkça birinci gruptaki Alevilere yaklaşmaları olası
görülen bu zümre, şehirleşme olayı neticesinde epey değişime uğramıştır. Bu
sürecin devam etmesi beklenebilir.

III. Bu gruptaki Alevilerin bir kısmı bi-rinci gruba, bir kısmı
da ikinci gruba yakındır. Üçüncü bir kısmı da ikisi arasında bir yerdedir.
İkinci gruba yakın olanlarında ve ortada bulunanlarında Hz. Ali’yi Hz.
Muhammed’den daha üstün görme, hatta onu Tanrılaştırma, tenasühe inanma, Cem
ayiniyle yetinip namaz, oruç ve hac gibi ibadetlere yanaşmama gibi hususlara
rastlanır. Bunlar çoğu zaman Aleviliği “Muhammed Ali yolu” diye tanımlar, inanç
ve ibadet hayatları için Kur’an’dan deliller bulmaya çalışır. Hz. Muhammed, Hz.
Ali, Ehl-i Beyt, On İki İmam ve Kerbela olayını, hatta Muaviye-Yezit meselesini
tarihteki gerçekliğinden uzaklaştırıp, kendilerine göre yorumlarlar. Bunların bu
tür yorumları genellikle Batıniye mezhebinin yorumlarına benzer. Ayetlere hiç
olmayacak anlamlar yükler, buna da “Kur’an’ın içsel (Batıni) yorumu” adını
verirler. Fakat Kur’an’ı kursal kitap olarak kabul, Müslüman olduklarını beyan
ederler. Dedelik kurumu ve Cem ayini bunların dini hayatının merkezini
oluşturur.

Yukarıda verilen bilgilere göre Alevilerin İslam ve Ehl-i Sünnet
karşısındaki yerleri neresidir sorusunu burada sormak lazımdır. Aleviler birkaç
gruba ayırdıktan sonra bunların tümünü bir yerde görmek mümkün değildir. Birinci
grup ile üçüncü gurubun bunlara yakın olanları bir bakıma Şiilere benzerler.
Bunlarla Sünniler arasında bazı esaslı görüş ayrılıkları bulunmakla birlikte
ortak noktalar daha çoktur. En önemli ortak nokta camiye karşı olmamaları,
köylerinde cami bulunması, ezan okunması, seyrek de olsa namaz kılmaları, ayrıca
Cem ayinini namazın, Cem evini caminin bir alternatifi olarak görmemeleridir. Şu
halde İslam’ın temel şiarı (simgesi) olan namaz ve cami bunlarda mevcut
olduğundan bunlar ehl-i kıbledir. Kabeleri de vardır. Sünnilerle birlikte aynı
kıbleye yönelmektedirler. Bunlar Mutezile, Caferiye ve Zeydiye gibi
Müslümanlardır. Hatta eğer kendilerini Sünni sayarlarsa bunlara Sünni demekte
mümkündür. Ama Sünni saymazlarsa bunlara Alevi Müslüman demek gerekir; Zeydi
Müslüman gibi.

Diğer Alevilere gelince, Müellihe’nin, yani “Ali Allah’tır”
diyenlerin, İslam’a göre bir heterodoks, hatta bir heretik zümre oldukları
muhakkaktır. Bunların İslam dışında görülmeleri tabiidir. Bizzat Alevi yazar ve
aydınların bir bölümü bile bu gerçeği görmüş ve seslendirmeye başla-mıştır.
Bunlar Aleviliğin kaynağı olarak Zerdüşt, Mani, Mazdek gibi dinleri ve Şamanlığı
görmektedirler.

Mesela Alevi yazar Reha Çamuroğlu Aleviliğin heterodoks bir
İslam olduğunu söyler. Diğer bir Alevi yazar Cemşid Berder Aleviliği Zerdüşt
dininin bir uzantısı olarak görür. Başka bir Alevi yazar Nejat Birdoğan da
Aleviliğin İslam dışı bir hareket olduğunu savunur. Alevi yazar Lütfi Kaleli de
bu görüştedir. Türk Aleviler Aleviliğin kökünü eski Türk inançları ve Şamanlıkta
görürken, Kürt Aleviler Aleviliğin kökünün Zerdüşt dini olduğunu ileri sürerler.
Yine Alevi yazarlardan İsmail Kaygusuz Aleviliği maddenin dini diye nitelerken,
diğer bir Alevi yazar Rıza Yörükoğlu Aleviliğin Marksist ve Komünist unsurlar
içerdiğini iddia eder. Aleviliği bir “hayat tarzı”, bir “kültür” olarak görenler
de bu hareketin İslam ile olan bağının zayıf olduğunu belirtmektedirler. Buna
karşı İzzettin Doğan, Muharrem Naci Orhan, Mehmet Yaman ve Ali Haydar Cilasun
gibi Alevi Dedeler Aleviliği “İslam’ın Türklere özgü yorumu”, “Muhammed Ali
yolu” şeklinde tanımlamaktadırlar. 1960’lı yıllara kadar Alevi Dedelerinin
kendilerini tanımlamaları yegane geçerli tanımlamalardı ve bunlar ısrarla
Aleviliğin İslam’ın içinde bir hareket olduğunu söyleyegelmişlerdir. 1960’lı
yıllarda ve izleyen senelerde Alevilik Sosyalist, Solcu, Marksist ve hatta bazen
ateist bir hareket olarak tanımlandı. Bu dönemdeki Alevi aydınlar ve yazarlar
Aleviliği böyle tanımlamışlardı. Hala bu tür tanımlamalarda ısrar eden Alevi
aydın ve yazarlar vardır.

Şehirleşme sürecinden önce Alevilerin önder tanıdıkları, sözünü
dinledikleri kişiler sadece Dedelerdi. Şehirleşme sürecine gi-rildikten sonra
Alevi aydınlar ve yazarlar diye bir zümre daha ortaya çıktı. Aleviler bunlara da
kulak vermeye ve sözlerini dinlemeye başladılar. Hatta okur-yazar olan kültürlü
Aleviler, bunların sözlerini daha doğru ve inandırıcı buldu. Bu ise Dedelerin
etkisini azalttı ve Dedelere olan güveni de bir ölçüde sarstı.

Şehirleşme sürecine girilmesi Alevilerdeki “soy gütme”,
“Dedelerin ocakzade olmaları” gibi anlayışlarını zayıflattı. Zira şehirde
aşiret, kabile ve soy anlayışı yürümez. Şehrin çeşitli yerlerinde dağınık olarak
yaşayan Alevilerin türdeş bir toplum olarak yaşamaları zordur. Alevilere “köy
Bektaşiler”, Bektaşilere “şehir Alevileri” denilmesi eğer doğru ise kentlileşen
Alevilerin Bektaşileşecekleri, köy Alevilerinden farklı bir hal alacakları
söylenebilir.

Alevilik ya bir dindir ya bir mezheptir veyahut da bir
tarikattır. Bunun dışında bir şey olmaları din ve onun şekilleri açısından
imkansızdır. Aleviler çoğunlukla Aleviliğin bir tarikat veya mezhep veya
İslam’ın dışında ve ondan ayrı bir şey olduğunu kabul etmezler. Geleneksel alevi
inancına göre Alevilik, İslam’ın ta kendisidir. Aleviliği değişik şekillerde
tanımlayanların bu tanımlamaları otuz-kırk seneyi geçmez. Bu duruma göre İslam
ile Alevilik arasındaki uçurum ne kadar derin olursa olsun, dini açıdan
Alevileri nitelerken onların beyanlarını esas almaktan başka yapılacak bir şey
yoktur. Yani Aleviler ne olduklarını söylüyorlar ise odurlar.

Aleviliğin tarihi, kültürü ve kaynakları araştırılmaya değer bir
konu olma özelliğini korumakla beraber Alevilik bir sır, bir muamma değildir.
Çeşitli Alevi zümrelerinin inanç ve ibadetleri birbirinden çok farklı olmakla
beraber, bunlar bellidir, dini hayatları bilinmektedir. Bazı ayinlerin belli bir
safhasının gizli yapılması, bu ayinlere alevi olmayanların alınmaması,
Alevilerin bazı hallerde kendilerin yabancılara açmamaları, onları esrarengiz,
ne oldukları bilinmeyen, gizli bir cemaat haline getirmez. Alevilik basit ve
sade ama Alevi toplumlarına değişen bir çok inanç ve davranış biçimlerinden
oluşan din içerikli sosyal bir olgudur. Uzun yıllar değişmeden XX. Yüzyıla kadar
gelmiş, bu yüzyılın ikinci yarısında bir değişme sürecine girmiştir. Bu
değişimin nerede karar kılacağını şimdiden kestirmek oldukça güçtür.