X yüzyıldan itibaren Türklerin İslamı kabul etmeye başlamasıyla
birlikte yarı göçebe hayatı yaşayan muhtelif oymakların yeni din ile birlikte
daha önce mensup oldukları değişik din anlayışlarını mezcetmesi demek olan
Alevilik başlangıçta Vefaî, Kalenderî, Haydarî gibi sufi kalıplar içinde
şekillenmiş, XI-XII. Yüzyılda Anadolu’ya taşındığında buradaki bazı eski
kültürlerden etkilenmiş, bilahare Hurufîlik, XVI. Asırdan sonra da bir dereceye
kadar Batınîlik ile yüzeysel biçimde On İki İmam Şiiliğin’den bazı telakkiler
alarak “karma” bir yapıya sahip olmuştur. İfade etmek gerekir ki bu karma
yapının inanç manzumesi ve ibadet anlayışlarıyla ilgili olarak yerli ve yabancı
araştırmacılar tarafından birçok şey söylenmiş ise de yapının kültürel
kaynakları incelenerek sağlıklı ve doyurucu yaklaşımlar ortaya konmamıştır.

Alevilik her ne kadar itikadi yahut ameli bir mezhep ya da
felsefi bir ekol gibi zengin yazılı kaynaklara sahip değilse de bazı önemli
kültürel kaynaklara malik olduğu muhakkaktır. Ancak ne yazık ki bu kültürel
kaynaklar yeterince gün ışığına çıkarılmadığı gibi bu eserlerde resmedilen
inançlar ve ibadet anlayışları da kendi genel yapısı içerisinde taşıdığı çelişki
ve çeşitlilikle belirlenmiş değildir. Bu husus bir taraftan Alevi geleneğe
mensup yeni kuşakların geleneklerini doğru biçimde tanımasını engellerken bir
taraftan da onun hüma-nizm, sekülerizm, pozitivizm hatta sosyalizm gibi
modernizmin kimi anlayışlarına indirgenerek erime sürecine girmesine yol
açmıştır.

—İhtiyatlı bir kullanımla—Aleviliğin kültürel kaynakları
sayılabilecek, malzeme; menakıbnameler yahut vilayetnameler, deyiş ve nefesler,
çeşitli versiyonlarıyla Buyruk’lar ve öteki bazı eserler olmak üzere dört grupta
verilebilir. Bu yazıda küçük bir deneme olmak üzere vilayetnamelerden süreğe
adını veren Hacı Bektaş-ı Veli’nin Vilayetnamesi, deyiş ve nefeslerden yine
sürek içinde ayrı bir yeri olan Pir Sultan Abdal’ın deyişleri, Buyruk’lardan da
birkaçı esas alınarak Alevi inanç ve ibadet anlayışlarına dair bazı tespitler
üzerinde durulacaktır.

1. Vilayetname-i Hacı Bektaş-ı Veli

Hiç şüphe yok ki Alevi kültür kaynakları içerisinde
vilayetnamelerin çok büyük önemi vardır. Bir veli ya da başka bir ifadeyle bir
erenin şahsı etrafında olup biten kerametleri, olağanüstülükleri ihtiva eden
vilayetnameler Ocak’ın da ifade ettiği üzere o velinin dahil olduğu kültür grubu
hakkında bilgi edinmek için değerli ve eşi bulunmaz kaynaklardır. Onlar hitap
ettikleri çevrelerde ilmihal vazifesini görmüşler ve hala da görmekte olup bir
bakıma yarı mukaddes metinler hükmündedirler1. Menakıbnameler üzerinde Alevilik
ve Bektaşilik hakkında yaptığı çalışmalarla tanınan Ahmet Yaşar Ocak kıymetli
bir inceleme gerçekleştirmişse de araştırma bu eserlerdeki İslam öncesi
motifleri göster-meye hasredilmiş olduğu için sınırlı kalmış, çok önemli bir
boyut olan İslami unsurlar hesaba katılmamıştır. Vilayetnameler içerisinde de
şüphesiz en çok okunan, tanınan ve bilineni Hacı Bektaş-ı Veli’nin
vilayetnamesidir. Bu vilayetname Hacı Bektaş-ı Veli’nin vefatından bir hayli
sonra Firdevsi Uzun tarafından kaleme alınmıştır. Eserin Erich Gross, Abdülbaki
Gölpınarlı, Sefer Aytekin ve Esat Korkmaz tarafından yapılan neşirleri vardır2.

Hacı Bektaş -ı Veli Vilayetnamesi esas itibariyle Hünkârın
sergilediği kerametleri naklettiği için onda sistematik biçimde inanç konularını
ve ibadet anlayışlarını görmek mümkün değildir. Ancak olayların nakli ve
bağlantılar sırasında Hünkâr’ın ve onun içinden geldiği geleneğin dini anlayış
hakkında ipuçları bulmak mümkündür. Ocak’a göre bu vilayetnamede eski Türk
inançları olan Şamanizm ile Uzak-doğu dinlerinden Budizm, Zerdüştîlik ve İran
bölgesi dinlerinden de Maniheizm ve Mazdeizm’den çok çeşitli kültürler
bulunmaktadır. Bunlar dağ ve tepe kültürü, taş ve kaya kültürü, gaipten ve
gelecekten haber verme, ateşe hükmetme, kemiklerden diriltme, kadın-erkek ortak
ayinler, tahta kılıçla savaşma, tenasüh inancı, don değiştirme, ejderha ile
savaşma ve ateş kültürüdür.3 Bunlardan dağ ve tepe kültürü Göktürkler, Moğollar
ve muhtelif Altay topluluklarından; keza taş ve kaya kültürü Orta Asya’daki eski
inançlardan; gaib ve gelecekten haber verme, ateşin yakıcılığından etkilenmeme,
kadın-erkek ortak ayinler ve tahta kılıçla savaşma Şamanizm’den, tenasüh ve don
değiştirme Budizm’den, ejderha ile mücadele Orta ve Uzak Doğu dinlerinden, ateş
kültürü ise Zerdüştilikten gelir.4

Vilayetnamede yer alan bu kültürlerden yola çıkarak Hacı
Bektaş-ı Veli’nin ve geleneğinin tamamen İslam öncesi inanışların uzantısı gibi
görmemek gerekir, zira vilayetnamede çok güçlü, yer yer çok sık İslami inanç ve
ibadet motiflerinin bulunduğu net bir şekilde görülür. Vilayetname daha başında
önemli bir İslami şiar olan Allah’a hamd ve sena, Hz. Muhammed’e ve onun aline
salat ve selamla başlar. Onun Peygambere uzanan soy kütüğü verildikten sonra
doğumu ve sonrası anlatılır ve arkasından Hacı Bektaş’ın doğumundan altı ay
geçtikten sonra şehadet parmağını kaldırdığı ve “Eşhedü en lailahe illallah ve
eşhedü enne Muhammeden abdühü ve rasulüh ve eşhedü enne Aliyyen Veliyyullah”
diyerek şehadet getirdiği söylenir.5

Vilayetnamede Hacı Bektaş-i Veli daima bir Müslüman veli/eren
kimliğiyle tanıtılır. O, velayetini ispatlamak için çeşitli olağanüstülükler
sergilemiştir. Ancak bu olağanüstü velinin kendi gücüyle değil—İslami anlayışa
uygun olarak—“Tanrı’nın izniyle”6 gerçekleşmiştir. Her ne kadar
olağanüstülüklerin nakli sırasında her defasında “Tanrı’nın izniyle” ifadesi
tekrarlanmaz ise de bu manaya gelmek üzere İslami/tasavvufi bir terim olan
“keramet”7 kelimesi kullanılır. Esere göre Hacı Bektaş kafirlerin İslamlaşması
için çalışmış, onları Müslümanlığa çağırmıştır. Söz gelimi Şeyh Ahmed Yesevi
kendisine Bedahşan ilindeki kafirlerin nefes oğlunu esir aldığını, bina-enaleyh
oraya gidip onu esaretten kurtarmasını emrettiğinde o “Ulu Tanrı’nın yardımıyla
Bedahşan iline gidip bütün kafirleri Müslüman yapacağına” ahdetmiştir.8 Yine
Hacı Bektaş-ı Veli, Erzincan bölgesine Karadonlu Canbaba’yı göndermiştir ve
ondan yöre ahalisini İslamlaştırmasını istemiştir.9

İtikadi mezheplerin yorum farklılıklarını hesaba katmadan İslami
inançları genel olarak Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve
ahiret gününe inanmak10 olarak alırsak vilayetnamede bunlara yer yer atıf
yapıldığı görülür. Söz gelimi Ulûhiyet telakkisiyle ilgili olarak Allah’ın
alemlerin Rabbi olduğu,11 onun birliği,12 ayrıca onun kudret, rahmet ve gına
sahibi olduğu çok net biçimde yer alır13. Nübüvvet inancına dair de Hz.
Muhammed’in peygamberliği benimsendiği gibi14 ondan iki cihan güneşi olarak da
bahsedilir15 ve ölmeden evvel Hünkar’ın Peygambere salavat getirdiği
zikredilir.16 Kur’an-ı Kerim inancına gelince vilayetnamenin ilk sayfalarında
Hacı Bektaş-ı Veli’nin ders okumak üzere Lokman-ı Parende’nin mektebinde iken
Hz. Muhammed ile Hz. Ali’nin kendisine gele-rek birisinin Kur’an’ın zahirini,
diğerinin batınını öğrettiği belirtilir.17 Ayrıca kendisinin ölmeden evvel Yasin
suresini okuduğu kaydedilir.18 Ahiret inancı konusunda ise her ne kadar Ocak
bazı karinelerden yola çıkarak—bir dereceye kadar haklı şekilde—Vilayetnamede
tenasüh anlayışının bulunduğunu söylüyorsa da19 bu anlayış kesinlikle sık sık
vurgulanan ve hakim bir konuma çıkartılan inanç değildir. Kaldı ki eserde
kıyametten, mahşerden söz eden cümleler bulunmaktadır.20

Vilayetnamedeki ibadet anlayışına gelince eserin genelinde Hacı
Bektaş-ı Veli her vesileyle Allah’a ibadette bulunduğu, dua ettiği, bazen
riyazet yapıp erbain çıkardığı sıklıkla yer alır. İslâmı ibadetlerden namaz,
oruç, hac ve zekata gelince bunların ilk üçüyle ilgili birtakım atıflar
bulunmakla beraber bunlar yeterince açık, kesin ve ayrıntılı değildir. Sözgelimi
eserde Hünkâr’ın günlük beş vakit namaz kıldığı, bazan sabahlara kadar namaza
devam ettiği belirtilir. Mesela Hünkar Bedahşan’i zaptettikten sonra insanlara
namaz kılmayı ve Kur’an okumayı öğretmiştir.21 Kendisi abdestsiz yere
basmamış22, erenlerden olduğunu göstermek için darı üstünde namaz kılmış; keza
Kadıncık Ana’nın evinde namaza durmuştur.23 Eserde Ramazan orucuyla ilgili
hiçbir atıf olmadığı gibi zekata dair bir gönderme de mevcut değildir. Hac
konusunda ise Hünkar’ın hac yaptığı sayılabilecek biçimde anlatılır.24

Sonuç olarak vilayetnamede eski Türk inançlarına dair bazı inanç
motifleri görüldüğü gibi daha hakim bir anlayış olarak başta Allah inancı ve Hz.
Muhammed’in peygamberliği olmak üzere İslami inanç esaslarına müspet atıflar
bulunmaktadır. İbadet konusunda da Hacı Bektaş’ın hassas olduğu, bir vesileyle
Tanrı’ya ibadet edip dua ettiği bildirilmekle birlikte günlük namazlar net
değildir; Ramazan orucu ve zekat konusunda açık kayıt yoktur. Hac hususunda ise
onun hacca gittiği—takip ettiği güzergahıyla—tasvir edilmektedir.

2. Pir Sultan Abdal Deyişleri

Aleviliğin inanç ve ibadet anlayışlarını ortaya koymak için
başvurulması zaruri bir diğer kaynak türü Alevi-Bektaşi ozanları tarafından dile
getirilmiş olan deyiş ve nefesler, başka bir ifadeyle Alevi-Bektaşi
edebiyatıdır. Her ne kadar bu edebiyatta beşeri aşktan ilahi aşka, ahlaki
kurallardan tabiat sevgisine kadar birçok farklı konular işlenmişse de inanç ve
ibadet anlayışlarına dair kıymetli malzeme de yer almaktadır. Henüz yeterli
seviyeye gelinmemiş olmakla birlikte bu hususta azımsanamayacak neşriyatın
gerçekleştirilmiş olması sevindiricidir. Ancak bu neşriyatta söz konusu edebiyat
içeriği, inanç ve ibadet anlayışı bakımından derli toplu biçimde incelemeye tabi
tutulmuş değildir. Vilayetnameler gibi bu edebiyatın da ihtiva ettiği İslam
öncesi inançlar ve İslami inançlar bakımından tahlil edilmesi şarttır. Özellikle
bu edebi-yatın köşe taşları hükmünde olan ve “Yedi Büyük Ozan” diye bilinen
Nesimi, Hatayi (Şah İsmail), Fuzuli, Pir Sultan Abdal, Kul Himmet, Yemini ve
Virani’nin deyişlerinde şekillenen anlayışların tespiti zaruridir. Burada küçük
bir deneme teşebbüsü olmak üzere bunlardan Pir Sultan Abdal hakkında kısaca
durup, onun deyişlerinde şekillenen inanç ve ibadet anlayışına dair bazı notlar
sunulacaktır.

Hayatı hakkında pek az bilgiye sahip olduğumuz Pir Sultan Abdal
1514-1590 yılları arasında Sivas çevresinde yaşamıştır. Asıl adı Haydar olup
Sivas’ın Yıldızeli ilçesi Banaz köyünde doğmuştur. Dedeleri Horasan’ın Hoy
şehrinden gelmiştir. Şah İsmail’in oğlu Şah Tahmasp zamanında ömür süren Pir
Sultan hakkında kesin olarak bilinen şey onun Safeviler adına ve Osmanoğulları
aleyhine bir isyan tertip ederek mağlup olması ve Hızır Paşa adlı bir Osmanlı
veziri tarafından Sivas’ta astırılmasıdır.25 Onun eski Türk inançlarıyla
birlikte batınî Şiilik ve İran’daki On İki İmam Şiiliği’nden etkilenen Kızılbaş
Türkmenlere mensup olması ve içinde yaşadığı toplumun birtakım iktisadi
zorluklar içerisinde kalması onu, bundan sorumlu tuttuğu Osmanlılara karşı
başkaldırıcı tavra sokmuş ve sürekli olarak İran’daki Safevi şahı lehine çağrı
yapmaya itmiştir. Sonuçta onun bu faaliyetlerini idamla sonuçlanması halkta hem
merkezi idareye karşı hoşnutsuzluğun artmasına hem de Pir Sultan’a duyulan
muhabbetin gelişmesine vesile olmuştur. Onun anlaşılır bir dille söylediği
şiirler devam eden yıllar hatta asırlarda birçok kişi tarafından ezberlenmiş
dahası halk onun şahsı etrafında bir gelenek teşekkül ettirmiş, söylenmesini
istediği mesajları ona atfe-derek dile getirmiş, böylece Pir Sultan Abdal
geleneği oluşmuştur. Araştırmacılar değişik dönemlerde yaşamış sayıları On’a
yaklaşan Pir Sultan tespit etmişler ve hangi şiirin kime ait olduğunu
kestirmenin de zor olduğunu belirtmişlerdir. Meşhur Pir Sultan Abdal’ın şiirleri
pek sınırlı iken ona atfedi-lerek üretilen şiirler bir divan olacak sayıya
ulaşmış—sözgelimi—bunları derleyen bir yayınevi çalışmanın adını Pir Sultan
Abdal Divanı koymuştur.26

Pir Sultan Abdal geleneği içindeki şiirlere bakıldığında tıpkı
vilayetnameler gibi içerisinde yer yer eski Türk inançlarına işaret eden inanç
motifleri açıklıkla görüleceği gibi27 genel İslami inançları ve Batinî, Hurufi,
Şii anlayışları yansıtan telakkiler de müşahede edilmektedir. Bu şiirlerle bir
bütün halinde incelenmeksizin içinden bazı seçmeler yapılarak
değerlendirildiğinde sağlıklı sonuçlara ulaşılamaz. Zira Kızılbaş kültürün
anatomisine bakıldığında bunun İran ve Anadolu’daki yerli itikatlardan,
Hıristiyanlıktan, felsefe ve sufilik fikirlerinden, eski Hint, Çin ve Türk dini
an’anelerinden bir araya gelen bir “halita” olduğu görülür.28 Ancak bu halitada
İslami inanç ve anlayışların önemli bir yer tuttuğunu kabul etmek gerekir. Zira
bu gelenek her şeyden evvel din olarak kendisini İslam dini ile ifade
etmektedir. Bu husus Pir Sultan’ın bir şiirinde şöyle ifadelendirilir:

Muhammed dinidir bizim dinimiz
Tarikat altında geçer yolumuz
Hem Cibril-i Emin’dir rehberimiz
Biz mü’miniz mürşidimiz Ali’dir29

Pir Sultan Abdal şiirlerinde Allah’ın varlığı, birliği, ona dua
ve niyaz ile yakarma açık bir şekilde müşahede edildiği gibi bazı defalar bu
telakkiye uymayan, yani Hz. Ali’yi ilahlaştıran deyişler de bulunur. Sözgelimi
Pir Sultan bir deyişinde

Hak dergaha varırım
Hû didarını görürüm
Bir Allah’a yalvarırım
Şaha padişaha değil30

diyerek “bir Allah’a yalvardığını” söylerken “Gel Muhammed Ali
katarına gel” redifli şiirinde

Allah bir Muhammed Ali’ dir Ali
Gel Muhammed Ali katarına gel
İsmin bu cihanda doludur dolu
Gel Muhammed Ali katarına gel31

demek suretiyle yine Allah’ın birliğine vurgu yapar. Ama aynı
Pir Sultan başka bir deyişinde

Gafil kaldır şu gönülden gümanı
Bu mülkün sahibi Ali değil mi
Yaratmıştır on sekiz bin alemi
Rızıkların veren Ali değil mi32

diyerek Hz. Ali’yi Tanrılaştırır. Yine aynı Pir Sultan başka bir
deyişinde Ali’yi Tanrılıktan nefyedip onu Allah’ın arslanı olarak sunar:

Benim aslım Horasan’dan Hoy’dandır.
Kırklar olduğun Kanber de yandadır
Tanrı’nın arslanı Ali nurdandır
Kırklar’a ser-çeşmesin pirim Ali
Cümlemizden ulusun Kızıl Deli33

Yine o başka bir deyişinde:
Pirimi sorarsan Ali’dir Ali
Altından çakılmış düldülün nalı
Kim sürdü kuyuda kırk arşın yolu
Bu yolun erkanını bilen gelsin34

diyerek Hz. Ali’nin kendisinin piri olduğunu belirtir. Şu şiir
onun dini kimliği hakkında önemli ipuçları verir:

Ey Yezid bizlerde kıl u kal olmaz
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz
Tarikat ehline mezhep sorulmaz
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz

Eğnimize kırmızılar giyeriz
Halimizce her manadan anlarız
İmam Ca’fer mezhebine uyarız
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz

Uluhiyet telakkisinden sonra İslamın bir başka önemli inanç
esası olan nübüvvete gelince Pir Sultan’ın deyişlerinde bir dere-ceye kadar bu
konuda müsbet atıfların bulunduğu görülür. O, bir taraftan Hz. Muhammed’in
peygamberliğini teslim edip ona salavat getirmenin gerekliliğinden söz eder ve36
“Ya Muhammed sana imdada geldim” redifli şiirinde:

Muhammed’dir gönlümüzün aynası
Salavat verenin nur olsun sesi
On sekiz bin alemin Mustafa’sı
Ya Muhammed sana imdada geldim

Ka’benin yapısı bina yapısı
İman etse asilerin hepsi
Beş vakit okunur Ayetü’l -kürsi
Ya Muhammed sana imdada geldim37

diyerek ona duyduğu özlemi dile getirir. Ancak onun şiirlerinde
Muhammed ile Ali aynı nurdan olup çoğu kere Muhammed-Ali şeklinde birlikte
geçer. Mesela onun meşhur bir deyişinde:

Seherin vaktinde cümbüşe geldim
Dağlar ya Muhammed Ali çağırır
Bülbülün sesinden sevişe geldim
Güller ya Muhammed Ali çağırır38

ifadeleriyle Muhammed ve Ali tek bir kişi olarak anılır.

Pir Sultan’ın şiirlerinde genel İslami inançlardan kitaplara
iman, peygamberlere iman ve özellikle Kur’an’a göndermeler de az ve bir dereceye
kadar cılız olmakla birlikte yok değildir. Sözgelimi onun:

Kur’an oldu delilimiz
Sırrı hakikat yolumuz
İmam Ca’fer’dir ulumuz
Mürüvvet kerem erenler39

mısralarda Kur’an’ı delil addettiği belirtilir. Ahiret inancına
gelince bu konuda da yer yer tenasühten, don değiştirmeden bahseden anlayışların
yanı sıra mahşer, cennet, cehennemden bahseden yaklaşımlar da bulunmaktadır40.
Kader inancıyla ilgili ise onun şu şiiri anlamlıdır:

Pir Sultan Abdal’ım
Her ne ki gelirse Allah’tan
Kemliğe iyilik kula Allah’tan
Hamza’yı Battal’ı salsın ha n’olur41

Burada kısaca Pir Sultan’daki Şii öğe-lerden de bahsetmek
gerekir. Diğer Kızılbaş şairleri gibi Pir Sultan’da da Ehl-i Beyt, On İki İmam
ve Hz. Hüseyin’in şehadeti gibi hususlarda bol örnekler bulunmaktadır.42

Pir Sultan deyişlerindeki ibadet anlayışına ait olduğu
heterodoks sufi geleneğe tabi olarak “yol”a ya da “sürek”e ait bazı adap ve
erkanla ilgili önemli yaklaşımlar bulunmakla birlikte genel İslami ibadetlerden
sözgelimi günlük farz namazlar, Ramazan orucu, zekat ve hac gibi hususlarda ne
bunları reddedici ne de farziyyetini ifade edici—birkaç istisna hariç—bir
yaklaşım bulunmaktadır. Ayrıca Pir’in şiirlerinde kuvvetli İslami kodları da
olan tevbe, muhasebe, haram ve helale dikkat etme, kov ve gıybetten sakınma gibi
ahlaki kurallara göndermeler yapan ifadeler43 de mevcuttur.

Sonuç olarak Pir Sultan Abdal geleneğinde İslam öncesi inançlar,
genel İslami inançlar, Hurufi ve Şii telakkiler görülmekte olup ibadet anlayışı
bakımından da İslamın temel ibadetlerine karşı çıkma söz konusu olmaksızın
bunlara açık ve güçlü göndermeler yapılmadığı, onun ye-rine heterodoks sufi
geleneği içerisinde musahiplik başta olmak üzere muhtelif adab ve erkana yer
verildiği anlaşılmaktadır.

3. Buyruklur

Aleviliğin önemli başka bir kaynak türü Buyruk’lardır. Piyasada
bir düzineye yaklaşan Buyruk neşri bulunmasına rağmen hiçbirisinde bu eser ya da
eserlerle ilgili yeterli bilgi verilmemiştir. Fütüvvetname, Menakıbname,
Menakıb-ı evliya, Menakıbü’l-esrar ve Behcetü’l-ahbar, Buyruk, İmam Ca’fer
Buyruğu, Şeyh Safi Buyruğu gibi isimlerle de anılan bu kaynaklar Bektaşilerden
ziyade Kızılbaş grup-lar arasında yayılmış olup bunlarda sınırlı umumi
bilgilerin dışında tamamen “yol”un adab ve erkanına ait bilgiler yer alır.

Hangi isimle anılırsa anılsınlar ve müellifleriyle ilgili
tartışmalar ne olursa olsun buyruklarda İslam öncesi inançlarla ilgili atıflar
sınırlı olup eserler daha çok zikir, tövbe, murakabe, tevazu, pîre bağlanma,
ilahi aşk, insan-ı kamil gibi—İslami temelleri de bulunan—muhtelif sufi
terimlerle doludur. Sözgelimi birçok Buyruğun kendisiyle başladığı “Kırklar
Cemi” tamamen mitolojik bir karakter taşıyıp orada atıf yapılan Hz. Peygamberin
miracı da İslam’da ortaya konan miraçtan neredeyse tamamen farklıdır. Keza
Buyruk’ların çok büyük önem atfettikleri musahiplik erkanı eski Türkler’de sıkı
disiplin kuralları içerisinde gerçekleşen bir âdet olup İslamın kabulünden sonra
Hz. Peygamberin hicreti ile iliş-kilendirilmiştir.

İslami inançlara gelince bir Buyruk versiyonunda “her akıl ve
baliğ olan kişinin Allah’ın varlığı, birliği ve Hz. Muhammed’in peygamberliğine
inanmanın farz-ı ayın olduğu44; bir başka versiyonunda kelime-i şehadetin
“Tanrı’dan başka tapılacak olmadığına, Hz. Muhammed’in Tanrı’nın elçisi olduğuna
ve Hz. Ali’nin de Allah’ın velisi olduğuna inanmak biçiminde söylenmesi
gerektiğine işaret edilir.45 Yine bazı Buyruklarda diğer iman esasları olan
ilahi kitaplara ve peygamberlere inanmanın zaruri olduğuna dikkat çekilir.46
İslamın temel ibadetlerine gelince bu, Buyruklar’ın çoğunda bulunan dört kapı
kırk makam bahsi işlenirken ilk kapı olan şeriat kapısının üçüncü makamında
açıkça ifadelendirilir. Buna göre namaz kılmak, oruç tutmak ve zekat vermek
gerekir.47 Burada sayılmayan hac ibadeti ise Şeyh Safi Buyruğunda geçer ve gücü
yetenin Ka’beyi tavaf etmesinin gerekliliğinden söz edilir.48 Burada hemen ifade
etmek gerekir ki Buyruklardaki bu anlayışlar kitle arasında bir derece kadar
benimsenmiş olsa bile ha-yata geçirilmiş değildir.

Ayrıca Buyruklarda velayet, On İki İmam, On Dört Masum, On Yedi
Kemerbest gibi Şii unsurlar da görülmektedir. Diğer taraftan Buyruklar’da temel
olarak talibin Hakka ulaşıp kamil bir insan olmasına yönelik esaslar üzerinde
durulur. Bunun için de konu dört kapı ve kırk makam anlayışıyla açıklanır. Bir
Buyruk versiyonunda dört kapı kırk makam şöyle sıralanır: Birinci kapı şeriat
kapısı olup makamları inanıp iman getirmek, ilim öğrenmek, ibadet etmek yani
namaz kılmak, oruç tutmak ve zekat vermek, helal kazanç yemek, haramdan
sakınmak, hayız ve nifas durumunda hanıma yakın olmamak, şeriat evine girmek,
şefkat göstermek, pak yiyip pak giymek ve iyiliği emredip kötülükten
sakındırmaktır. İkinci kapı olan tarikat tapısının makamları ise bir mürşitten
el alıp tövbe kılmak, talip olmak, saça ve giysilere önem vermeyip dünya
nimetlerine bağlanmamak, sabırlı olmak, hürmet göstermek, Allah korkusuna sahip
olmak, umut kesmemek, hidayet, toplum içinde uyumlu olmak, öğüt dinlemek ve
sevecen davranmak, aşk, şevk ve sefadır. Üçüncü kapı olan marifet kapısının
makamları ise edep, heybet, sabır, kanaat, utanmak, cömertlik, ilim, teslim ve
rızada olmak, olup bunlar turab olmak, Tanrı’nın birliğine ve Muhammed-Ali’nin
yoluna boyun eğmek, eline, beline, diline sahip olmak, tevekkül göstermek,
sohbet, sır, rıza, tefekkür ve son olarak Tanrı özlemini yürekten
çıkarmamaktır.49 Görüldüğü gibi dört kapı kırk makamın ilk kapısının ilk makamı
iman getirmek olup son kapının son makamı Allah’a ulaşmaktır. Şu halde dört kapı
kırk makam imandan başlayıp Allah’a ulaşmaya kadar devam eden manevi
mertebelerdir. Esasen terimlerde bazı küçük değişiklikler olsa da Sünni
tasavvufunda da görülen şeriat, tarikat, ma-rifet, hakikat sıralaması50 müridin
başka bir ifadeyle talibin Allah’a ulaşmada göz önüne alması gereken
yükümlülüklerini ifade etmektedir.

Buyruklar’da tarikat esaslarıyla ilgili çok sayıda prensip ve
hüküm vardır. Bunlar klasik İslam tasavvufundaki muhtelif kavramların değişik
şekillerde tasnifinden ibarettir. Sözgelimi hemen hemen her Buyruk’ta yer alan
üç sünnet, yedi farz anlayışı önemlidir. Buna göre üç sünnet gönlünde kibir
bulunmamak, kalbinde düşmanlık bulunmamak, turab olmaktır (mütevazilik). Yedi
farz ise mürebbi belirlemek, musahiplik yapmak, tâc giymek, sırdar olmak, yare
yar olmak ve özü ulu olmak, berk olmak ve hakla sohbet etmektir.51

Buyrukların muhtevasıyla ilgili iki hususa daha temas etmek
gerekir. Bunlardan ilki adab ve erkanla ilgili olandır. Buyrukların çoğunda
başta musahiplik erkanı olmak üzere, cem ayini, on iki hizmet erkanı,
mücerretlik erkanı, dârdan indirme erkanı muhtelif erkanla ilgili usul bilgileri
vardır. İkinci husus gülbank ya da tercüman da denilen dualardır. Mesela
Hacıbektaş ilçesinde bulunan bir Buyruk nüshasında dâr gülbankı, sabah gülbankı,
uyku gülbankı, akşam gülbankı, eşik gülbankı, ayrılış gülbankı tiğbent gülbankı,
tıraş tercümanı, teslim tercümanı, ikrar tercümanı, telkin tercümanı gibi dualar
zikredilir.52

Netice itibariyle Buyruklar sınırlı derecedeki bazı anlayışlar
hesaba katılmazsa İslam tasavvuf geleneğiyle ilişkilen-dirilebilecek birtakım
kavramlarla örülü olup “sürek”in çeşitli adab ve erkanından bahseden, yer yer de
sathi manada Şii unsurlar taşıyan kaynaklar görümündedir.

Sonuç

Dini nitelik taşıyan bir telakkinin en önemli yönünün onun
dayandığı inanç esasları ve ibadet anlayışları olduğunda şüphe yoktur. Bu,
bilhassa İslam dışı olduğundan İslamın özü olduğuna kadar birçok spekülasyonun
yapıldığı Alevilik ve Bektaşilik açısından çok daha geçerlidir. Bu inanç
grubunun daha çok sözlü geleneğe dayanması realitesi bu spekülasyonların
artmasını sağlayan faktörlerden biri olmuştur. Ancak Alevilik ve Bektaşiliğe ait
kültür kaynakları olarak niteleyebileceğimiz eserler olan menakıbnameler, deyiş
ve nefesler ile Buyruk’lar onun inanç yapısı ve ibadet anlayışları konusunda
spekülasyonları büyük ölçüde giderecek malzemeyi içerir.

En yaygın menakıbname olan Hacı Bektaş-ı Veli Vilayetnamesi,
şiirleri nesilden nesile aktarılmış olan ve kendi içinde bir gelenek oluşturmuş
bulunan Pir Sultan Abdal deyişleri ve çeşitli versiyonlarıyla Buyruk’larda
müşterek olan husus Alevilerin ve Bektaşilerin kesin bir şekilde İslam’ı din
olarak benimsedikleridir. Bu husus diğer menakıbnameler, bütün ozanların
deyişleri ve öteki ana kaynaklarda da böyledir. Başka bir ifadeyle Aleviliğe ve
Bektaşiliğe ait kültürel kaynakların hemen hemen tümünde din olarak İslam’ın
temel inanç esaslarının ve ibadet biçimlerinin yeterince hazmedildiğini söylemek
mümkün görünmemektedir. Bu kaynaklar söz konusu kültür grubunun hem inanç hem de
ibadet biçimleri bakımından İslam öncesi türlü anlayışlarla birlikte İslâmî
telakkilerin de bulunduğu “içiçe” bir görüntü arz etmektedir. Bu içiçe yapıda
Allah’ın varlığı, birliği kabul edilmekle birlikte yer yer Onun alemle, insanla
ilişkilendirildiği daha doğrusu bunlara indirgediği söz konusu olup pek az
olarak Hz. Ali yerine konduğu da görülmektedir. Hz. Muhammed’in peygamberliği de
yine kabul edilmektedir. Ancak çoğu kere o, Hz. Ali’yle birlikte anılıp
Muhammed-Ali şeklinde tek bir hakikat olarak sunulmaktadır. İslamın diğer iman
konularından kitaplara ve peygamberlere iman konusunda da söz konusu kültürel
kaynaklarda kimi atıflar bulunmaktadır. Ancak bunlar yeterince güçlü ve vurgulu
değildir. Aynı güçsüzlük yer yer Kur’an’la ilgili olarak da karşımıza
çıkmaktadır. Kur’an’a da zayıf da olsa olumlu atıflar hem Hacı Bektaş-ı Veli
Vilayetnamesinde hem Pir Sultan’ın deyişlerinde hem de özellikle Buyruklarda
mevcuttur. Hatta bazı Buyruk versiyonlarında birçok ayete gönderme
yapılmaktadır. Ahiret ve buna bağlı olarak cennet ve cehennem inancı ise söz
konusu kaynaklarda büsbütün ihmal edilmiş değildir. Her ne kadar bazı kereler
tenasüh inancını içeren anlayışlar varsa da bir ölçüde kıyamet sonrası iman
konularına göndermeler vardır ve en önemlisi bu husustaki göndermeler tenasühe
yapılan göndermelerden daha belirgindir.

Alevi ve Bektaşi kültürel kaynaklarının resmettiği ibadet
anlayışına gelince ifade etmek gerekir ki burada başta cem ayini ve musahiplik
olmak üzere muhtelif adab ve erkan eski Türk inanç ve geleneklerinin kısmen
şekil değiştirmiş şekliyle ortaya konmakta olup bunun yanında yer yer İslam’ın
temel ibadet biçimleri olan namaz, oruç, zekat ve hacca da atıflarda
bulunulmaktadır. Ancak bu atıflar yeterince güçlü olmayıp sözgelimi gerek beş
vakit namaz gerekse Ramazan orucu karşı çıkılmayan fakat yapılması için ciddi
gereklilikten de söz edilmeyen bir konumdadır.

Sonuç olarak söz konusu kültürel kaynaklardan anlaşıldığına göre
Alevilik ve Bektaşilik İslam’ı kesinlikle din olarak be-nimsemiş, ancak türlü
sebeplerle bu anlayışa mensup topluluklar başlangıçta gerçek/kitabi İslamı
tanımaya fırsat bulamamış, sonra da uzun asırlar içe kapanık biçimde yaşamak
zorunda kalmışlar, dolayısıyla İslamlaşma sürecini tamamlayamamışlardır. Bugün
“kapalı toplum” ha-yatından çıkıp modern dünya ile birlikte yaşayan günümüz
Alevi kitleleri geçmişleriyle ilişkilerini kesmeden “gerçek İslamı” dikkate
alarak hem kültürlerini korumanın hem de zenginleştirmenin yollarını
aramalıdırlar.

Dipnotlar

1. Ahmet Yaşar Ocak, Bektaşi Menakıbnamelerinde İslam Öncesi
İnanç Motifleri, İst. 1983. s.3.

2. Eser hakkında daha geniş bilgi için bkz. Ahmet Yaşar
Ocak, a.g.e, s.5-6; Vilayetname-i Hacı Bektaş-ı Veli (nşr. Abdülbaki
Gölpınarlı), naşirin önsözü, s.I-XXXVI.

3. Ahmet Yaşar Ocak, Kültür Tarihi Kaynağı Olarak
Menakıbnameler, Ankara 1992, s.71.

4. Bkz. Ahmet Yaşar Ocak, Bektaşi Menakıbnamelerinde İslam
Öncesi İnanç Motifleri, s. 71, 78, 95, 103, 125, 133 vd.

5. Vilayetname-i Hacı Bektaş-ı Veli (nşr. Abdülbaki
Gölpınarlı), s. 4.

6. Msl. Bkz. a.g.e., s. 31, 32, 50.

7. Msl. Bkz. a.g.e., s. 7, 23, 29, 57, 89, 91.

8. a.g.e., s. 10.

9. a.g.e., s. 40.42.

10. Bkz. El-Bakara 2/3-6.285.

11. Vilayetname-i Hacı Bektaş-ı Veli (nşr. Abdülbaki
Gölpınarlı), s. 7.

12. a.g.e., s. 12.

13. Bkz. a.g.e., s. 8, 10, 65.

14. a.g.e., s. 4.

15. a.g.e., s. 5.

16. a.g.e., s. 90.

17. a.g.e., s. 5.

18. a.g.e., s. 90.

19. Ahmet Yaşar Ocak, Kültür Kaynağı Olarak Menakıbnameler,
s.71.

20. Vilayetname-i Hacı Bektaş-ı Veli (nşr. Abdülbaki
Gölpınarlı), s. 45, 58.

21. a.g.e., s. 13.

22. a.g.e., s. 4.

23. a.g.e., s. 16. 28.

24. a.g.e., s. 17.

25. Bk. Ali Yıldırım, Başlangıcından Günümüze Alevi Bektaşi
Deyişleri, Ankara 1995, I, 220; Abdülbaki Gölpınarlı, Pir Sultan Abdal, İst.
1953, s. 6 vd.

26. Bkz. Pir Sultan Abdal Divanı (nşr. Ant Yayınları), İst.
1994.

27. Msl. Bkz. a.g.e., s. 87, 215, 283.

28. Saadettin Nüzhat, XVII’ıncı Asır saz şairlerinden Pir
Sultan Abdal, İst. 1929, s. 5.

29. Bkz. Pir Sultan Abdal Divanı (nşr. Ant Yayınları), s.
112.

30. a.g.e., s. 160.

31. a.g.e., s. 70.

32. a.g.e., s. 201.

33. a.g.e., s. 76.

34. a.g.e., s. 79.

35. a.g.e., s. 103.

36. a.g.e., s. 165, 236.

37. a.g.e., s. 134.

38. a.g.e., s. 56. Bu konuda başka bir şiir için bkz.
a.g.e., s. 199.

39. a.g.e., s. 84.

40. Bkz. a.g.e., s. 125, 132, 297.

41. a.g.e. s. 37.

42. Msl. Bkz. a.g.e. s. 52, 73, 100, 108, 205.

43. Msl. Bkz. a.g.e. s. 127, 138, 154, 165.

44. İmam Cafer-i Sadık Buyruğu (nşr. Adil Ali Atalay), İst.
1996, s. 11.

45. Buyruk (nşr. Fuad Bozkurt), İst. 1982, s. 105.

46. Msl. Bkz. İmam Cafer-i Sadık Buyruğu (nşr. Adil Ali
Atalay), s. 12.

47. Bkz. Buyruk (nşr. Fuad Bozkurt), s. 126.

48. Bkz. Şeyh Safi Buyruğu (nşr. Mehmet Yaman), İst 1994, s.
52.

49. Buyruk (nşr, Fuad Bozkurt), s. 125-131.

50. Bkz. Kuşeyri Risalesi (nşr. Süleyman Uludağ, İst. 1981),
s. 216-7; Yaşar Nuri Öztürk, Kur’an-ı Kerim ve Sünnete Göre Tasavvuf (İst.
1989), s. 437 vd.

51. Buyruk (nşr. Sefer Aytekin), Ankara ts., s. 114. Ayrıca
bkz. İmam Cafer-i Sadık Buyruğu (nşr. Adil Ali Atalay), s. 160.

52. Bkz. Buyruk (nşr. Sefer Aytekin), s. 260-270.