Türklerin İslam dinini kabul etmeleriyle yeni bir veçhe kazanan
edebiyatta Hz. Muhammed temel kaynaklardan biri olmuştur. İslam medeniyeti
dairesinde başlangıçtan itibaren meydana getirilen her tür ve biçimdeki edebî
eserde, mutlaka Hz. Peygamber’e duyulan sevgi, aşk ve bağlılığın ifadelerini
bulmak mümkündür. Aslında Peygamber sevgisi, İslam milletlerinin hemen hepsinin
işlediği ortak bir temadır. Denebilir ki, dünyada Hz. Muhammed kadar övülmüş,
hayatının her safhası bir edebî türe kaynaklık etmiş başka bir kimse yoktur. Hz.
Peygamber’in doğumu, büyümesi, evlenmesi, mi’racı, savaşları, mucizeleri ve
vefatı asırlar boyunca sürekli günümüze kadar işlenegelmiştir.1
Eski Türk edebiyatında, sanat amaçlı olsun olmasın, yazılan her
eserde Allah’a hamd ve senadan sonra büyük bir ekseriyetle Hz. Peygamber’e salat
ve selam getirilmiş, övgülere yer verilmiştir. Manzum eserlerde ise, özellikle
mesnevilerde ve divanlarda, tevhid ve münacattan sonra na’te yer verilmiş; Hz.
Peygamber, çeşitli güzel yönleri ve sıfatlarıyla anılmış şefaati dilenmiştir.
Hz. Peygamber’in hayatı, nübüvveti, mucizeleri ve savaşları
etrafında bir edebiyatın oluşması, şüphesiz ona duyulan samimi aşktan dolayıdır.
Habibullah sırrının mazharı olan yüce Peygamber, ibadın da habibi olmuştur. Amil
Çelebioğlu’nun ifadesiyle O, “…bazı aşıkâne şiirlerde güzellik ülkesinin
pâdişâhı, yani sevgiliden maksat haddizâtında Hazret-i Peygamber’dir. Zira o,
asla solmayan bir gül, emsali bulunmayan ebedî bir sevgilidir. Hiçbir sevgili
onunla mukayase edilemez” yüce bir peygamberdir.2
Söz konusu Türk edebiyatı olunca Hz. Muhammed’in hayatı,
kişiliği, hadîsleri, gazaları ve mucizeleri şair için tükenmez bir ilham kaynağı
olur.3 Önceleri Arap edebiyatında sîre veya siyer adı ile Hz.
Peygamberin hayatını anlatan eserler yazılmış, daha sonra da hayatının her
safhası için ayrı bir tür ortaya çıkmıştır.4 Bu cümleden olarak
sirelerde Hz. Peygamber’in doğumu, çocukluğu, Hz. Hatice ile evlenmesi,
peygamberlikle tavzifi, mucizeleri, mi’racı, hicreti ve gazâları ele alınmıştır.
Sirelerde geniş olarak ele alınan bu konular, sonraları bağımsız eserler halinde
yeni türlere kaynaklık etmiştir. Hz. Peygamber etrafında teşekkül eden belli
başlı türleri, esmâ-ı Nebi, mevlid, mu’cizat, mi’raciye, gazavât-ı Nebi, hilye,
ahlaku’n-Nebi, hicretü’n-Nebî, şefaat-nâme, kırk hadis, yüz hadis, bin hadis
şeklinde ifade etmek mümkündür.5
Bu türleri kısaca tanıtmak yararlı olacaktır. Önce siyeri ele
alalım: Siyer türündeki eserlerde yukarıda da belirtildiği üzere Hz.
Peygamber’in hayatının bütün safhaları ele alınarak işlenir. Bu eserlerde,
yazarın, özellikle şairin seçtiği hedef kitleye göre üslûb çeşitliliği karşımıza
çıkar. Müellifler okuyucularının eğitim seviyesine göre bir üslûp benimser ve
eserlerini buna göre kaleme alırlar.6 Türk Edebiyatı’nda mensur
siyerler tercüme ve telif olmak üzere ikiye ayrılır. Edebiyatımızdaki ilk
örneğini Erzurumlu Mustafa Darir, beş ciltlik Siyer-i Nebî’si ile vermiştir.7
Manzum siyerlerin, birkaç yüz beyitle yazılanları gibi on bin ve daha fazla
beyitli olanları da bilinmektedir. Bunlardan en ünlüsü Yazıcıoğlu Mehmed’in (öl.
855/1451) yine kendi telif ettiği Arapça Megaribü’z-zamân adlı mensur eserinden
nazma çektiği ünlü Muhammediye adlı eseridir.8 Muhammediye büyük bir
rağbet görünce edebiyatımızda onu taklid eden eserler ortaya çıktı. Kadı
Mahmud’un Mahmudiyye, Yusuf’un Muhammediye, Abdürrahim Fedâî’nin Kaside-i
Nuniyye, Mehmed’in Siretü’Nebi, Zühdî Efendi’nin Nazmü’s-Siyer’i, Seyyid
İbrahim’in Siyer’i, Abdurrahman’ın Siyer-i Nebi’si bu türden eserlerdir.9
Hz. Muhammed’den başka hiçbir Peygamber’e nasip olmayan mi’râc
hadisesini işleyen manzum eserlere mi’raciye denir. Mesnevilerin ve mürettep
divanların başında mi’raciyeler yer aldığı gibi, mevlid, hilye vb. eserlerde bir
bölüm olarak da mi’rac konusu işlenebilmiştir.10 Mi’raciyye veya
mi’râc-nâme dediğimiz tür, Türk edebiyatında tercümeden çok telif karakteri
gösterir. Farsça yazılan eserlerle karşılaştırıldıklarında bu husus açıkça
görülür.11 Metin Akar, Mi’râc-nâmeler’i incelediği eserinde, bu
konuyu bütün ayrıntılarıyla ele almış, gerek divanlarda, gerekse mesnevilerde
bir bölüm olarak yer alan mi’râciyelerin dışında müstakil 13 mi’râc-nâmeyi
tanıtmıştır. Mi’râc-nâmeler, divanlarda kaside ve mesnevi; mesnevilerde ve
bağımsız eser olarak da mesnevi biçiminde kaleme alınmıştır. Buna göre manzum
mi’râc-nâme yazan şairler ve eserleri şunlardır: İsa: Mi’râc-nâme, Kitâb-ı
Mi’râc (müellifi meçhul), Abdülvasi Çelebi: Mi’râc-nâme-i Seyyidü’l- Beşer
Hazret-i Resulullâh Aleyhi Efdalü’s-salavât, Arif (XV. yy): Mi’râcü’n Nebî,
İsmail Hakkı Bursevî (öl. 1724): Mi’râciyye, Nayi Osman Dede (öl. 1729):
Mi’râcü’n-nebî Aleyhi’s-selâm, Süleyman Nahifî (öl. 1738): Mi’râcü’n-Nebî,
Mecidî (XVIII. yy.): Haza Mi’raciyye-i Risâlet-penâh Aleyhi’s-selâm, Hafız Ömer
(Yenişehir-i Fenarî, XVIII, yy): Mi’râciyye, Abdülbâkî Arif (öl. 1810):
Mi’râciyye, Seyyidî (XIX. yy): Der Beyân-ı Kıssa-i Mi’râc, Muhammed Fevzî (öl.
1820): Kudsiyyü’s-Sirâc fi Nazmi’l-Mi’râc, Receb Vahyî (XIX. yy):
Minhâcü’l-Mi’râc.12
Yukarıda sayılan eserleri inceleyip tanıtan Metin Akar,
metinlerini bulamadığından inceleyemediği şu eserlerin de ismini vermiştir:
Mi’râc-nâme (telif:1414, müellifi meçhul), Şeyh İlahî Nakşibendî (öl. 893/1487):
Manzûme-i Mi’râciyye, Himmet Efendi (1095/1487) Manzûme-i Mi’râciye, Simkeşzâde
Fevzî Hasan Efendi (öl. 1102/1690): Mi’râc-nâme, Suhufî Muhammed Efendi (öl.
1150/1737): Mülemmâ Manzûme-i Mi’râciyye, Salahî Abdullah Efendi (Salahî-i
Uşşâkî, öl. 1196/1781): Mülemmâ Manzûme-i Mi’râciye, Nûrî Muhammed Efendi (öl.
1273/1856): Risâle-i Mi’râc, Fatma Kamile Hanım (öl. 1340/1921): Mi’râciyye,
Hüseyin Bursavî: Mi’râciye, Cemaleddin Vahdet: Mi’râciye, Kavukçe Mehmed Efendi:
Mi’râciye, Kastamonulu Şeyh Muslihüddin Vehbî: Mi’râcü’l-Beyân, Mehmed Şemsüddin
Efendi: Mi’râciye, Erzurumlu Şeyh Osman Sirâcüddin Sirâcî: Manzûme-i Mi’râc,
Beylerbeyili Arap Sadî Bey: Mi’râciye.13
Mevlid, Hz. Muhammed’in doğumunu konu alan manzum eserlerin
genel adıdır. Bu tür eserlerde Peygamberimizin doğumu, bütün ayrıntılarıyla dile
getirilir. Türk edebiyatında bilinen ilk mevlid Ahmedî’nin eseridir. (telif
tarihi: 810/1407).14 Süleyman Çelebi’nin 812/1409’da kaleme aldığı
Vesiletü’n-necât adlı eseri Türk edebiyatında oldukça etkili olmuş bu türde bir
çok eserin yazılmasına öncülük etmiştir. Süleyman Çelebi’ Mevlid’inin müteaddit
baskıları yapılmıştır: (Süleyman Çelebi, Vesiletü’n-Necât, Yay. Ahmet Ateş, Ank.
1954; Süleyman Çelebî, Mevlid, Yay. Faruk K. Timurtaş, İst. 1970, 1972; Süleyman
Çelebi, Mevlid, Yay. Necla Pekolcay, İst. 1980.).
Türk edebiyatında yüzden fazla mevlid yazıldığı tezkirelerin
ifadelerinden anlaşılmakta ise de elde edilebilenler bu sayıya şimdilik
varamamıştır. Prof. Dr. Hasibe Mazıoğlu, bu konuda yazdığı makalesinde 12 mevlid
metnini tanıtmış, 59 mevlid’in yazılarıyla listesini vermiştir. Bu 12 eseri ve
yazarlarını şöyle sıralayabiliriz: Kerimî: İrşâd (yazılış tarihi:863/1458),
Hamdullah Hamdî, Ahmediyye (yazılışı:900/1484), Emirî: Mevlid (yazılışı:XVI.
yy.), Hevayî: Mevlid-i Hayr-ı Enbiyâ (Kanûnî devri), Visâlî Ali Çelebi: Mevlid
(Kânûnî devri), Şâhidî: Mevlid (XV-ŞVI. yy), Murâdî: Mevlid (tarihi bilinmiyor),
Necibî: Mevlid (XVI. yy), Selâmî Şeyh Mustafa: Mevlid-i Şerif (17. yy), Derviş
Dede adına kayıtlı Mevlid (telif tarihi:H. 1063) Nahifî: Mevlid (18. yy), Deveci
Ali: Mevlid (Bu eser Süleyman Çelebi mevlidine yapılmış eklerden oluşmuştur.)15
Halen Erzurum ve civarında okunan Muhammed Lutfî’nin (1868-1956), Mevlid’i son
zamanlarda yazılan eserlere bir örnektir.16
Hilye, Şemail’lerden doğan ve Hz. Peygamber’in fizikî
özellikleri ile ahlâkını, hal ve hareketlerini tasvir ve tavsif eden eserlerdir.
Kısacası bu eserler, yüce Peygamber’in özel hayatından söz eder. Önceleri
Şemail’in bir bölümü iken sonradan müstakil bir tür haline gelmiştir. Türk
edebiyatında başarılı ilk hilye örneğini Hâkânî Mehmed Efendi vermiştir. O’nu
izleyen bir çok Türk şair ve yazarı da bu türde eserler kaleme almıştır.17
Hilyeler aynı zamanda levha halinde yazılarak evlerin duvarlarını süslemiştir.
Edebiyatımızdaki belli başlı hilyeler şunlardır: Şerifî,
Risâle-i Hilyetü’r-Resûl, 253 beyittir; Hakânî (öl. 1606), Hilye-i Saadet
(yazılış tarihi:1007/1598-9), 712 beyittir; Aziz Mahmud Hüdayî (1038/1628),
Hilye, 25 beyittir; Bosnalı Mustafa, Tercüme-i Hilyetü’n-Nebî (yazılış
tarihi:1064/1654); Süleyman Nahifî, Hilyetü’l-Envâr (yazılış tarihi:1100/1689)
Hakânî’nin eserine nazire olup 2871 beyittir; Seyyid Mehmed Efendi, Hilye
(yazılış tarihi:1159/1746), 294 beyit olup Hakani’nin eserine naziredir; Arif,
Hilye (yazılış tarihi:1171/1758) Hakani’nin Hilye’sine nazire olan bu eser 460
beyittir; Mevlevî Mehmed Necîb Efendî, Hilye (yazılış tarihi: 1259/1843), yedi
yüz beyit civarındadır; Rusçuklu Fethî Ali, Milâd-ı Muhammediyye-i Hakaniyye
Hilye-i Fethiyye-i Sultaniyye (yazılış tarihi: 1259/1843), Sultan Abdülmecid’in
isteği üzerine yazılmış olup 164 beyittir; Hızrî (Tırhalalı Murad Oğlu Ali),
Nazmü’n-Nûr fi Silki’s-Sürûr, yetmiş beyittir; Mustafa Fehmî Gerçeker, Hilye-i
Fahr-i Alem (yazılış tarihi: İstanbul 1944), 1197 beyitir.18
Sirelerin bir bölümü olduğu gibi bağımsız eserler olarak da
kaleme alınan Hicret-nâme, Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicretini ele
alır. Mevlid, mi’raciye ve hilyeler kadar olmasa da bu türde eserler
yazılmıştır. Bu konuda Süleyman Nahifî’nin (öl. 1551/1738-1739), takriben 88
beyitlik Hicreti’n-Nebî’si bilinmektedir.19 Bu eserde, Hz.
Peygamber’in doğumundan başlayarak çocukluğu, Hz. Hatice ile evlenmesi, miracı
ve peygamberliğin gelişi anlatılarak 162. beyitten itibaren hicret konusuna yer
verilir.20
Şefaat-nâme: Ahirette, Hz. Peygamber’den şefaat dilemek için
yazılan eserlere denir. Aslında bu konu na’tlarda, ahvâl-i kiyâmet vb. eserlerde
de dile getirilir. Bu türde bilinen en eski örnek Ömeroğlu’nun 125 beyitlik
mesnevisidir.21
Gaza-nâme: Hayatının önemli bir kısmı gazalarda geçen
Peygamber’imizin savaşları bu tür eserlerle anlatılmıştır.
Esmâ-yı Nebî: Eski Türk edebiyatında Esma-i Hüsnâ gibi Hz.
Muhammed’in mübarek isimlerini konu alan esmâ-yı Nebîler de kaleme alınmıştır.
Genellikle mensur olan bu türdeki eserlerden Hasib Efendi’nin Esmâ-yı Nebi’si
1000 beyit olup Delail-i Hayrat’tan istifade ile yazılmıştır.22
Kırk hadis, yüz hadis, bin hadisler: Divan edebiyatımızda Hz.
Peygamber’den rivayet edilen bir hadise dayanarak bu türde eserler tercüme ve
telif yoluyla kaleme alınmıştır. Edebiyatımızda bilinen ilk kırk hadis Kemal-i
Ümmî’nin (öl. 880/1475) Kırk Armağan adlı eseridir.23 Kırk hadislere
göre daha geniş olan yüz hadislere Hatiboğlu’nun altı bin küsur beyitlik
Ferah-nâme’si örnek gösterilebilir. Yine Vecihî Paşazade Kemal’in bin hadisi
vardır.24
Mûcizât: Na’tlarda ve bazı mesnevilerde kimi zaman Hz.
Peygamber’in mûcizelerine yer verildiği gibi bazen de başlı başına eserler
halinde de mucizelerin anlatıldığı görülmektedir. Bunlara örnek olarak, Kirdeci
Ali’nin Güvercin Destanı, Kesikbaş Destanı, İzzetoğlu’nun Tavus Destanı,
Sadreddin’in Geyik Destanı gibi halk tipi mesneviler gösterilebilir.25
Na’t: Mürettep divanlarda ve mesnevilerde Tevhid ve münacattan
sonra Hz. Peygamber’in methedildiği Na’t bölümü gelir. Hemen hemen bütün nazım
biçimleriyle na’t yazılabilir. Türk milleti Hz. Muhammed’e duyduğu derin ve
samimi sevgiyi en güzel ve etkili ifadesi ile na’tlerde dile getirmiştir.
Na’tlar yazılmakla kalmamış, bestelenerek de huşu ve ihtiramla dinlenmiştir.
Hatta na’t-hânlık diye bir meslek teşekkül etmiştir. Şairler Na’tlarla Hz.
Peygamber’e duydukları sevgiyi ifade ederken, o’nun hayatı, hadîsleri ve
mucizeleri hakkındaki bilgilerini de dile getirmişlerdir.26 Hatta
Divanlarda kasaid bölümünden sonra yer alan gazeliyyat bölümünde gazeller kafiye
sırasına göre sıralanırken her kafiye başında bir dinî şiir veya na’tla başlamak
da bir çok şair için bir adet olmuştur.27
Na’tlar sadece okunmakla kalmamış hüsn-i hatla yazılarak
camileri, evleri ve konakları tezyinde de kullanılmıştır. Bu levhalarda,
özellikle çok beğenilen, hatta söyleyeni unutulan beyitler yazı sanatının
şaheserleri halinde duvarları süslemiştir. Bu levhalardan birkaç örneği aşağıda
sunuyoruz:
Garîk-i bahr-i isyânım
Dahîlek yâ Resûlallâh
Muhabbetden Muhammed oldı hâsıl
Muhammed’siz muhabbetden ne hâsıl
Her zerre-i hâk-i kadem-i Hazret’üne
Cânum da fidâ ten de fidâ ben de fidâ28
Aşağıdaki beyit, “ebced”den yararlanılarak söylenmiştir. “Aman”
sözü ile “Muhammed” kelimesinin ebcedde sayı değeri aynıdır:
Amân lafzı senin ism-i şerîfinle müsâvîdir
Anunçün âşıkın zikri amândır yâ Resûlallâh29
Divanlarda na’t başlıkları genel olarak, “na’t-ı şerîf, medh-i
Resûl, medhü’n-Nebî, na’tü’n-Nebî, na’tü’r-Resûl, Na’t-ı Peygamber” biçiminde
yazılır. Bu başlıklar değişik ifade ve sıfatlarla da süslenir. Tek amaç,
kainatın yaratılış sebebi olan Hz. Peygamber’e layık bir “sena” da bulunmaktır.
Ancak bunu layıkıyla ifa etmek mümkün değildir. Aşağıdaki beyitte Ahmed Paşa
bunu güzel bir şekilde dile getirmiştir:
Şi’rün ne haddi var ki ire vasf-ı zâtuna
Ki ol vahy-i âsmân ola bu sihr-i müfterâ30
Na’tlerde konuya uygun olarak “tahkiye” ve “hitab” üslûbuna
ağırlık verilir. Şairlerimiz Hz. Peygamber’e duydukları samimi sevgi ve hürmet
onları böyle bir üslûbda yazmaya yönlendirmiştir. Şairler, na’tlarda Kur’an ve
hadis bilgilerini sergileme fırsatı da bulurlar. Hz. Peygamber’i, temsil ettiği
risalet vazifesine uygun, methedebilmek için, onu öven Kur’an’ı bilmek
zaruridir. Bu yüzden bu tür şiirlerde ayetlerden iktibaslar yapılır, ya da
ayetlere bir iki kelime ile telmihte bulunulur. Aşağıdaki beyitler, bu konuda
örnek olarak sunulmuştur:
Oldı ta’zîm-i hitâb-ı müstetâb-ı Kibriyâ
“Mâ remeyte iz remeyte” şânhına şâfi cevâb (Müştak Baba)
“Attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı”. (Enfal
8/17) Bu iktibasta Bedir savaşındaki ünlü mucizeye işaret etmektedir.31
Aşağıdaki beyitte “festakim kema ümirt” ayetinden iktibas
yapılmıştır. “Dosdoğru ol, doğrulukla hareket et” mealindeki bu ibare Hud
suresinden alınmıştır. İbni Abbas’tan rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber :
“Hud sûresi beni kocattı. “ demiştir:
İki çeşmi nergis-i gül-zâr-ı mâ-zâğa’l-basar
V’ey ki kaddün “festakim” bûstânına serv-i revân32
(Hüdâyî)
Aşağıdaki beyitte ise “le-’amrük” ibâresi iktibas edilmiştir.
Ayette, “ (Habibim) seni ebedî yâd-ı cemiline yemin ederim ki…” denmektedir.
Şemseddin-i Sivasî bunu şöyle ifade etmektedir:
Nezd-i Hak’da kadrini bilmek dilersen ümmetâ
Gel “le-’amrük” âyetin oku ne hoş takrîr ider33
Aslında örnekleri çoğaltmak mümkün, ama yazının çok uzamasına
sebep olacağından denizden katre ile yetiniyoruz. Aynı şekilde Hz. Peygamber’in,
bir nevi Kur’an tefsiri olan hadis-i şerifleri de na’tların temel
kaynaklarındandır. Aşağıdaki beyitlerde, “Ashabım yıldızlar gibidir, onların
hangisine rastlarsanız uyun; onlar size hidâyet eder.” mealindeki hadisin
şiirleşmiş ifadeleridir:34
Anları kim kevâkibe teşbîh idüp didüñ
Kim bulur ihtidâ iden anlara iktidâ (Karamanlı Nizamî)
Ol risâlet bâğınuñ anlar gül-i gül-zârıdur
Cümle ashâbı hidâyet râhınuñ envârıdur (Niyâzî-i Mısrî)
Aşağıdaki beyitte de “Sen olmasan sen olmasan; felekleri
yaratmazdım” kudsî hadisinin şiirle ifadesini okuyoruz:35
On sekiz biñ âlemi îcâddan maksûd-ı Hak
Nâsa ancak arz-ı şân u i’tibâruñdur senüñ (Şeref Hanım)
Türk edebiyatında başlangıçtan itibaren Hz. Peygamber, hayatı,
risâleti, gazaları, sünneti, kısacası bütün yönleriyle şiirin temel
kaynaklarından olmuştur. Altınordu sahası şairlerinden Kutub Hz. Peygamber’i
şöyle anlatır: “…Adem toprağının kimyâsı, âlem gözünün sürmesi, hakîkat
denizinin kıymetli incisi.”36
Çağatay şairi Mevlânâ Lütfî, 19 beyitlik na’tında Hz.
Peygamber’in, “bir güneş gibi doğup, diğer dinlerin de yıldız gibi karanlığa
gömüldüğünü ifade ederek, Yüce Peygamber’in aslı rahmut ve nûr olan bir cevher
olduğunu, o dürr-i yetim sadef içindeyken nûrunun Hz. Adem’de emanet olduğunu,
bu yüzden de meleklerin Hz. Adem’e secde ettiğini” söyler.37
Büyük Türk şair ve bilgini Ali Şir Nevayî yazmış olduğu beş
divanında da na’tlara yer vermiş, hatta gazeliyyat bölümünde her harfe ya dinî
bir şiir veya doğrudan na’tla başlamıştır.
Osmanlı sahasında 13. Yüzyıldan itibaren elimize geçen hemen
hemen bütün divanlarda na’tlara yer verildiğini görmekteyiz. Şimdi kronolojik
seyri içinde ilk anda el altında bulunan divanlarda yer alan na’tlarda Hz.
Peygamber’in hangi sıfat ve ünvanlarla anıldığını gözden geçirmeye çalışalım.
Bütün divanları incelemek elbette bir makalenin sınırlarını aşar. Bu sebeple
elimde mevcut eserlerdeki na’tleri tarayarak divan şairlerinin Hz. Peygamber
sevgisini ve hürmetini ifade etmeye çalışacağım. Konuya 14. yüzyıl şairi Şeyyad
Hamza’nın na’tıyla giriş yapmak doğru olur. Şeyyâd Hamza bu na’tında, Hz.
Peygamber’i “habîb, tabîb” gibi sıfatlarla anarak, O’nun aşkının bütün dertlere
deva olduğunu dile getirir. Aşağıdaki beyitte şair, senin nurun gören gözler
artık ay ve güneşe muhtaç olmazlar, demektedir:
Senüñ nûruñ gören gözler ne ay gözler ne yıldızlar
Senüñle gece gündüzler ziyâdur ya Resûla’llâh38
14. yüz yılın sonu ile 15. yüz yılın başlarında yaşayan şair
Ahmedî Hz. Peygamberden şu beytiyle şefaat dilenir:
İsterem senden şefâ’at yâ şefi’ü’l-müznibîn
Nice mahrûm ola senden bu garîb ü nâtüvân39
14. yüzyıl Azerî sahası şairlerinden, hayatı etrafında
menkıbeler oluşan coşkun lirik söyleyişleriyle ünlü Nesîmî Divân’ında Hz.
Muhammed’i, “maden-i fazl-ı vücûd, resûl-i kibriyâ, seyyid-i kevneyn-i âlem,
resûl-i mu’teber, ahsen-i takvîm, delîl, reh-nümâ, ma’den-i cûd u sehâ, fazl-ı
Rabbü’l-âlemîn, âlim-i ilm-i ilâhî, nûr-ı ilah, seyyid, hatm-i cümle enbiyâ,
zât-ı mutahhar, rahmeten li’l-âlemîn, seyyid-i kevneyn” gibi sıfatlarla överken,
aşağıdaki beyitte kainatın Hz. Peygamberin kâinatın yaratılış sebebi ve aynı
zamanda bedeni ve ruhu olduğunu ifade etmektedir:
Alemin cism ü cânı senden ötrü oldu bil
Seyyid-i kevneyn-i âlem yâ Muhammed Mustafâ40
XV. yüz yıl şairlerinden Şeyhî, Hz. Peygamber’i na’tında41
“Hâtemü’r-risâle, eşrefe’l-verâ, fahr-ı halk, şâh-ı meh-rikâb” gibi sıfatlarla
anar ve aşağıdaki güzel beyitlerle yüce Peygamber’i över:
Rahmân iken muallimin ümmî kodun adın
Sultan iken dü-kevne kabâçen durur abâ
“Sana, Rahman olan Allah muallimken, adını “ümmî” koydun; İki
dünyaya sultan iken sırtına aba giydin”
Yek-dânesin cihan sadefinde güher gibi
Ey bî-bedel yetîm anun için denir sana
“Dünya sadefindeki tek inci gibisin; bu yüzden sana; ey eşsiz
(Peygamber) “yetîm” denir.”
Ahmed Paşa (öl. 1495), Divan’ında Hz. Peygamber’i, “zînet-i
tâc-ı levlâk, emîn, mürebbi-i halk, mürebbâ-yı Hak, enbiyâya imâm, kilid-i der-i
genc-i mahzen-irâz, matlâü’l-hidâyet, gâyetü’l-ma’nâ, sakaleynin muallimi,
sultan-ı şer’, hacib-i dergâh-ı Kibriyâ” gibi övgü dolu ifadelerle zikreder.
Aşağıdaki beyitte Hz. İsa’nın, Hz. Peygamber’in gelişini müjdelediği için
nefesinin ölüleri diriltiğini söyler:
Vaslın beşâreti haberin söyledi Mesîh
Yümninden ol sözün nefesi oldu cân-fezâ42
Şu beyitte ise “şakkk-ı kamer mucizesi” ile “ağaçların davetine
icabet etmesi mucizesi”ne telmih yapılmaktadır:
Bir parmağınla sîbini şakk eyledin mehin
Meşy etse da’vetinle şecer tan mıdır şehâ43
XV. asrın bir başka büyük şairi Necâtî (öl. 1509), Divan’ında
Hz. Peygamberi şu sıfatlarla medheder: “Bîhin-i beşer, misâfir-i şeb-i isrâ,
mukîm-i ev-ednâ, hulasa-i kevneyn, fahr-i mahlûkât, Habîb-i Hazret-i Bârî,
mu’în-i ümmet-i dâll, fahr-i rüsül, efdalü’l-beşer, hâce, habîb, emîn-i zamân.”44
Necâtî Beg, aşağıdaki beyitlerde, Hz. Peygamber’in varlığının
ahirzamana şeref verdiğini, dinin eyvanını yücelttiğini, Kisraların tâkının onun
gelişiyle yıkıldığını, İslam ışığının seçilerek haram ve helalin bilindiğini
ifade etmiştir:
Vücûdudur veren âhir zaman zîb ü şeref
Nite ki iyd-i hümâyûn ile meh-i şevvâl
Cihâna geldi bülend itdi dînin eyvânın
Revâk u tâkını Kisrâların edip pâ-mâl
Açıldı nefha-i ahkâm ile gül-i ümmid
Seçildi pertev-i İslâm ile harâm u helâl45
XVI. yüzyılın başlarında vefat eden şair Tâcî-zâde Ca’fer Çelebi
(öl. 1515), Divan’ında Hz. Muhammed’i, “hâtemü’r-rüsül, sultân-ı şer’, tâc-ı
rüsül, hâdi-yi sübül, hikmet-nümâ, mes’ele-âmûz-ı akl-ı küll, pâdişâh-ı müşfik,
ser-efrâz-ı halk, dürr-i yetîm, fahr-ı halk, zübde-i mecmu-ı kâinat, rahmet-i
rahîm” gibi sıfatlarla övmüştür.46
Türk edebiyatının 16. yüzyılda yetiştirdiği büyük şair Fuzulî,
Hz. Peygamber sevgisini hafızalara nakş edercesine başarıyla ve samimiyetle
işleyen bir şairdir. Ünlü “Su Kasidesi” asırların süzgecinden geçerek günümüzde
bile zevkle okunan ve dinlenen bir na’t şaheseridir. Bu büyük şair Divan’ında,
“meh-i sipihr-i nübüvvet, çerâğ-ı şâm-ı ebed, âf-tâb-ı subh-ı nüşûr, Süleymân-ı
mülk-i ma’na, çerâğ-ı meclis-i gılmân, şem’-i mahfil-i hûr, şeh, seyyid-i nev’-i
beşer, Habîba’llâh, hayre’l-beşer, bahr-i kerâmet, şehen-şeh, sahî-tab’,
şefî’ü’l-müznibîn, gül-i bâğ-ı rüsül” gibi ifadelerle Hz. Peygamber’i samimi bir
yürekle medh etmiştir.47 Fuzulî divanından seçtiğim aşağıdaki
beyitler, şairin Hz. Peygamber sevgisindeki samimiyetinin delilleridir:48
Eyâ şehî ki gürûh-ı peyem-ber-i mürsel
Behişte basmaz ayak senden almadan destûr
Oddan âfet görmez ü sudan zarar gûyâ kılar
Kanda olsa iktidâ-yı şer’-i Peygamber sabâ
Ey olup mi’râc bürhân-ı uluvv-ı şân sana
Yere inmiş gökden istikbâl için Furkân sana
Meh-i nevdür yoksa sen kıldukda seyr-i âsmân
Kaldırıp parmak getirmiş âsmân îmân sana
XVI. yüz yılın bir diğer önemli ve bir çok şaire hocalık yapan
usta şairi Balıkesirli Zatî (1471-1546), Hz. Peygamber’i şu sıfatlarhla
övmektedir: “Nûr-ı çeşm-i kâinât, câmi-i cümle sıfat, server-i rûy-ı zemîn,
şâh-ı eflâk-ı berîn, mîr-i cünd-i enbiyâ, sultân-ı mülk-i mu’cizât,
hayre’l-verâ, server, şâh-ı cümle cünd-i enbiyâ, mebde-i bünyâd-ı âlem, server-i
âhir-zamân, âye-i arş-ı alâ, seyâh-ı mülk-i lâ-mekan, hatm-i cümle enbiyâ, kevn
ü mekânın mâyesi, meh-i bedr”.49 Aşağıdaki beyitte Zati, Yusuf’u
görenler ellerini kestiler; seni gören ay iki ayrıldı, diyerek şakk-ı kamer
mucizesine telmihte bulunmuştur:
Yûsuf’ı gerçi görenler ellerini kestiler
Gün yüzün gördü senin şakk oldı ayın ayesi
Şu beyitte ise şair, “Dolunay gibi yüzünü görenler, annesi süt
yerine nur emzirmiş derler” diyerek Cenâb-ı Peygamber’in güzelliğini ifade
etmiştir:
Der görenler sen meh-i bedrin münevver hüsnünü
Süt yerine nûr emzirmiş meğer kim dâyesi50
Usulî (öl. 945/1538), Divan’ında Hz. Peygamber’i, “imâm-ı
pâk, hâdî-i sübül, hâtem-i peygamberân, fahr-i rüsül, pişvâ-yı enbiyâ vü
mürselîn, muktedâ-yı evvelîn ü âhirîn, nûr-ı Hak, emîr, nûr-ı mübîn, nûr-ı pâk,
sirâc-ı ümmet, hayrü’l-verâ” gibi sıfatlarla övmüştür.51
16. yüzyılın tanınmış şairlerinden Yahya Bey, Divan’ında,
“Sultan-ı ümem, bahr-ı kerem, mefhar-i âlem, sâlâr-ı Acem, şâh-ı Semerkand u
Buharâ, vâlâ-güher, pâp-nazar, zât-ı mutahhar, deryâ-yı sehâ, kân-ı atâ-âver-i
dünyâ, zıll-ı Hudâ, dürr-i yetîm, “ gibi sözlerle Hz. Muhammed’i övmüş;
aşağıdaki beytiyle de, kalemin bir hareketiyle ayı ikiye bölen veya çeşme gibi
su akıtan parmağının vasfını yapamayacağını ifade etmiştir:
Yazmakda kalem barmağınuñ vasfını ‘aciz
Geh mahı iki şakk ider gah akıdur ma52
16. yüzyılın terkib-i bendiyle ünlü şairi Bağdatlı Ruhî
(öl. 1605), na’tinde Hz. Peygamber’i şairliğinin bütün vüsatiyle, “tâc-ı ser-i
enbiyâ, pişrev-i evliyâ, seyyidinâ, şâh-ı Kureyşî-neseb, âlim-i ümmî-lakab,
hazret-i mahbûb-ı Rab, gevher-i âli-nijâd, merci-i halk-ı bilâd, avn u melâz-ı
ibâd, hayl-i rüsül hâtimi, sır-ı ezel âlimi, meyve-i nahl-i vefâ, maden-i sıdk u
safâ, menba-ı cûd u sehâ, nûr-ı uyûn-ı kerem, nûr-ı gusûn-ı kerem, ud-ı fünûn-ı
kerem, serv-i hırâm-ı Harem, sadr-ı kirâm-ı kerem, bülbül-i bustân-ı kuds,
verd-i gülistân-ı kuds, murg-ı hoş-elhân-ı kuds, nâtık-ı sıdk u savab, kâşif-i
Ümmü’l-kitâb, sâhib-i faslü’l-hitâb, menba-ı cûd u atâ, asl-ı vücûd-ı sehâ,
şâh-ı cünûd-ı vefâ, dürr-i Kureyşî-sadef, sâhib-i izz ü şeref, mülk-i dil hânı,
âlemin sultânı, subh-ı cemâl-i sâbih, vech-i cemâl-i melih, Yûsuf-ı mısr-ı
cemâl, menba-ı âb-ı zülâl, meyve-i bustân-ı lutf, bahr-i kerem, kân-ı lutf,
merd-i reh-i müstakîm, mâlik-i mülk-i azîm, şâri’-i şer’-i Kerîm, nâsıh-ı
edyân-ı gayr, hâdim-i edyân-ı deyr, bâni-i bünyân-ı hayr, zât-ı makarr-ı şeref,
efdal-i mimmâ-selef, mushaf-ı âyât-ı hüsn, mecma-ı gâyât-ı hüsn, râfi-i âyât-ı
hüsn, şems-i saâdet, bedr-i celâdet, necm-i hidâyet, mâh-ı sipihr-i cemâl,
matla-ı mihr-i kemâl, sâhib-i izzü celâl, mahzen-i sırr-ı Hudâ, kân-ı sehâ ve
atâ, gevher-i genc-i hüdâ, mahrem-i esrâr-ı gayb, vâkıf-ı ahbâr-ı gayb, matla-ı
envâr-ı gayb, maksemi lutf-ı İlah, sâhib-i tâc ü kulâh, halka melâz ü penâh,
mihr-i sipihr-i kerem, sırr-ı Arab hem Acem, hâfız-ı levh ü kalem, sâhib-i
fazl-ı kebîr, beşîr, nezîr, şâh-ı şefi-i usât, âyet-i lutf ü necât, zıll-ı
zalîl-i Hudâ, mihr-i münir-i hüdâ, maden-i tahkik, mahzen-i tevfîk” diyerek
övmeye çalışmıştır. Şairin aşağıdaki beytinde bu övgünün şiirli bir ifadesini
buluyoruz:
Cedd-i Hüseyn ü Hasan mihr-i münîr-i kühen
Sâhib-i hulk-ı hasen sallî ve sellim aleyh
Görse cemâlin gözüm pâyine sürsem yüzüm
Yok sana lâyık sözüm sallî ve sellim aleyh53
Yukarıdaki beyitte görüldüğü gibi şair, bütün şairlik yeteneğine
rağmen Hz. Peygamber’i övmekten aciz olduğunu dile getirmektedir.
XVI. yüzyılın divan sahibi şairlerinden biri de Hayreti’dir
(öl. 941/1535). Ömrünün bir yerinde gözlerini de kayb eden bu şair Divan’ında, “
pâdişâh-ı her-dü serâ, şâh-ı enbiyâ, hâdi-i Hudâ, şehen-şâh-ı asfiyâ,
ser-rişte-i mürüvvet, ser-çeşme-i kerem, ser-defter-i nübüvvet, ser-halka-i
safâ, dü kevne şâh, şehen-şâh-ı ser-firâz, enbiyâya server, ser-hayl-i evliyâ,
pîşvâ-yı ehl-i hidâyet, rehber, reh-bîn, reh-nümâ, server, dürr-i yetîm” gibi
ifadelerle yüce Peygamber’i şanına layık bir dille övmeye çalışmıştır. Aşağıdaki
beyitte, sevgisinin derecesini şöyle anlatmıştır: “Sen Mustafa’ya sevgim o
derecededir ki, adı Mustafa olan herkesi canım sever oldu”:
Sen Mustafa’ya54
şol kadar oldı mahabbetüm
Canum sever kimün ki ola adı Mustafa
17. yüzyılda Osmanlı sahasında yetişen şairlerin divanlarına
geçmeden önce dönemin hükümdar şairi I. Ahmed (Bahtî)’in Hz. Peygamber
sevgisini samimî ve yürekten ifade eden, yüce Nebi’nin ayak izi için söylediği
mısraları nakletmek istiyorum. Bir padişahın halis inancını dile getiren bu
mısralar izah istemez sanırım:
Nola tacum gibi başumda götürsen daim
Kademi resmini ol Hazret-i şah-ı Rüsül’ün
Gül-i gülzar-ı nübüvvet o kadem sahibidür
Ahmedâ durma yüzin sür kademine o gülün55
Padişahı, Peygamber’ine bu mertebe bağlı olan bir milletin
şairleri elbette daha bir içten bu sevgiyle tutuşacaklardır. Şimdiye kadar
taradığımız divanlar ve verdiğimiz örnekler daha çok sanat gayesiyle şiir yazan
şairlere aitti. Dinî-tasavvufî şiir yazanlardan örnek almamamızın sebebi, bu
şairlerin zaten bilinen tavırları idi. Divanları incelediğimizde din dışı
konularda şiir yazan şairlerin de Peygamber sevgisini dile getirmede mutasavvıf
şairlerden geri kalmadıklarını görülecektir. Bu anlayışla 17. yüzyıl şairlerinin
divanlarından elde bulunanlarından incelediklerimizi sunmaya çalışacağız:
Nef’î (öl. 1635), dili uğruna hayatını feda eden bu büyük
şair Divan’ında,56 “şâhenşâh-ı
evreng-i nübüvvet, cân-ı âlem, fahr-ı âlem, Süleymân-ı hakikat, pâdişâh-ı
dü-cihân, Ahmed-i mürsel, mesned-i izzetin pâdişâh-ı a’zamı, zübde-i mecmû-ı
benî-âdem, memdûh-ı ilâhî” gibi sıfatlarla Hz. Peygamber’i över. Sözüm redifli
na’ti bu sevginin bir ifadesidir. Aşağıdaki beyitte, Nef’i, şiirinin, Hz.
Muhammed’in mucizelerinin râvîsi olduğunu söyler:
Addolunmaz mu’cizâtı hadden efzûn neylesin
Gerçi kim bir râvi-i mu’ciz-beyânîdir sözüm
17. yüzyılın çok genç yaşta bir divan tertip ederek Türk
edebiyatında derin izler bırakan şairi Fehîm-i Kadim (1627-1647), yirmi
yıl gibi kısa bir sürede adını ölümsüzleştirmiş bir şairimizdir. Divan’ında Hz.
Peygamber’i, “mihr-i eflâk-i nübüvvet, mâh-ı evc-i istifâ, mihr ü meh-rây,
hudâvendâ, şefî’a’l müznibîn, şehriyâr-ı peyemberân, şehenşeh” gibi sıfatlarla
överken aşağıdaki beytinde Hz. Peygamber’in iki mu’cizesini hatırlatmıştır:
Mihri döndürdüñ yolından mahı itdüñ sîne-çak
Mu’cizatuñ söylenür kişver-be-kişver rûz u şeb57
Divan edebiyatının önemli şairlerinden biri olan Cevrî (öl.
1654), eserinde, “Hazret-i seyyid-i kâinat, nâdire-pervâz-ı hakâyık, menba-ı
hikmet, sırr-ı ma’ni, Süleymân-ı haîkat, gül-i gümşen-i tahkîk, kasr-ı bâlâ-yı
hakîkat, mahbûb-ı İlâhî, rüsülin ekremi, pâdişâh-ı dü-cihân, rüsülün ekmeli,
a’lem-i dü-cihânın şeh-i a’deli, şeh-i ahkemi, mesned-i izzetin pâdişeh-i
a’zamı, eşref-i halk-ı cihân, âlemin zübde-i mecmû-ı benî-âdemi, nebiyü’r-rahme,
fahrü’l-enbiyâ, şehinşâh-ı le-’amrük-taht ü levlâk-efser” şeklindeki ifadelerle
kainatın yaratılış sebebi olan Fahr-i âlem’i över. Aşağıdaki beyitler bu övgünün
bir örneğidir:
Asl-ı hikmet lübb-i ma’ni sırr-ı kudret nûr-ı Hak
Rûh-ı Adem can-ı ‘alem hadi-i ins ü peri
Hüsn-i hulkı ruy-ı rahm uşefkatün pirayesi
Lutf-ı tab’ı kimya-yı rıfk hilmüün cevheri
17. yüzyılda küçük bir divan tertip eden sebk-i Hindî üslûbu
şairi İsmetî (öl. 1665), “şâh-ı rüsül, zât-ı nübüvvet-penâh, sadr-ı
bedr-i kâinât, server-i hayl-i rüsül, şemsü’d-duhâ, reh-nümâşefîü’l-müznibîn”
gibi sıfatlarla Hz. Peygamber’e olan sevgisini dile getirmiş; aşağıdaki
beyitlerde ise, Hz. Muhammed’in kuru ağacı canlandırması mucizesi ile mi’râcını
şiirle ifade etmiştir:
Şah-ı rüsül ki himmeti bir şah-ı köhneyi
Kıldı nihal ravza-i darü’l-karardan
Ol şeb ki erdi da’vete Ruhu’l-emin ile
Kasr-ı visâle heft münakkaş izârdan58
Sebk-i Hindî üslûbunun Divan edebiyatındaki en mühim
temsilcilerinden olan Na’ilî-i Kadîm (öl. 1666), şu sıfatlarla tavsif ettiği
yüce Peygamber’i övmüştür: “Habîb-i pâdişeh-i bî-zevâl, ser-i hayl-i enbiyâ,
şefî-i rûz-ı kıyâmet, mihribân-ı ümem, şefî-i rûz-ı nedem, çeşme-sâr-ı nübüvvet,
şefî-i güneh, fahr-ı kevneyn, fahr-i âlem, şefî-i rûz-ı kıyâmet, Peygamber-i
sâhib-i saâdet, nûr-ı pîşânî-i subh-ı ahadiyyet, habîb-i Hudâ, sultân-ı cümle
rüsül, şeh-i melâ’ike-asker, Muhammed-i Arabî, server-i levlâk, nûr-ı pâk-i
hıred-sûz, şehriyâr-ı cihân.”59 Aşağıdaki beyitte şair, Ey Nâ’ilî,
gam çekme, o, Hazret’in övgüsü, şairleri ona kavuşmaya nail eder, diyerek na’tin
önemini vurgulamıştır:
Gam çekme Nâ’ilî ki senâsı o Hazretin
Erbâb-ı nazmı nâ’il-i kurb-ı visâl eder (Nailî Divanı, s. 25)
Şu beyitte ise Hz. Peygamberi sena etmenin bağışlanma sebebi
olduğunu dile getirmektedir:
Sen ol habîb-i Hudâsın ki rûz-ı mahşere dek
Senâsı mûcib-i gufrân-ı Girdgâr olur. (Nailî Divanı, s. 27)
17. yüzyılın bir başka önemli şairi Neşâtî Ahmed Dede
(öl. 1674), Divan’ında ilmî ve tasavvufî derinliğini gösteren vasıflarla Hz.
Muhammed’i över, o’na duyduğu büyük ve samimi muhabbeti dile getirir: “Gül-i
gülzâr-ı risâlet, mahbûb-ı Rabb-i izzet, bîhîn-güher-i kâr-hâne-i tekvîn, şâh-ı
rüsül, penâh-ı âlem u âdem, hudaygân-ı felek, şefî-i küll-i ümem, melce-i
heme-âlem, şeh-i sütûde-şiyem, fahr-ı enbiyâ, ziyâ-yı çeşm-i yakîn, şeh-i
melâ’ike – asker, şâri-i vâlâ-güher, cihân-penâh, medâr-ı her dü-serâ,
kerem-şi’âr, risâlet-penâh, Ahmed-i mürsel, şeh-i yektâ, mihr-tab’, meh-zamîr,
çeşm ü çerâğ-ı dehr, mahbûb-ı Hudâ, şeh-i dü-’âlem, ser-defter-i enbiyâ-yı
ekrem, yektâ dür-i lücce-i hakîkat, vâlâ-güher-i muhît-i kurbet, keyhusrev-i
dîn, penâh-ı kevneyn, şâhenşeh-i taht-ı kâbe-kavseyn, sultân-ı rüsül, şeh-i
mü’eyyed, tâc-ı ser-i enbiyâ, pâdişeh-i serîr-i levlâk, hâtem-i enbiyâ-yı ekrem,
bâ’is-i hestî-i dü-’âlem, râtıbe-bahş-ı kadr-i âdem, nebiyy-i yektâ, cihân-ı
bîniş, tılsım-ı bî-behâ, gencîne-i sırr-ı Kibriyâ, şem’-i münîr-i bezm-i bezm-i
tafsîl, şeh-i pâk, husrev-i dîn-penâh, şâh-ı felek-cenâb, şâh, keyhusrev-i
kişver-i nübüvvet, şeh-i risâlet, Pâdişeh-i bülend-pervâz, beşîr-i rahmet”60
Aşağıdaki beyitler Neşâtî’nin Peygamber övgüsünü dile getirdiği
birkaç örnektir:
Şeh-i melâ’ike-’asker ki tahtıdur eflak
Sezadur olursa güneş baliş-i zerrin (Neşatî Divanı, s. 3)
Cihan-penah şeha ab-ı şer’-i paküñdür
Fesâd-ı şu’le-i aşubı eyleyen teskin (Neşatî Divanı, s. 3)
Sultan-ı rüsül şeh-i mü’eyyed
Tac-ı ser-i enbiya Muhammed (Neşatî Divanı, s. 9)
17. yüzyılın bir diğer şairi Mezâkî, “âfitâb-ı evc-i
ev-ednâ, fahr-i âlem, beşîr, nezîr” gibi sıfatlarla cenâb-ı Peygamber’i
anlatmaya çalışır. Örnek olarak şu beytini veriyoruz:
Maşrık-ı endîşe-i mihr-i cemâl-i rûşeni
Matla’u’l-envâr-ı kalb-i müstenîrümdür benüm61
Hikemî şiir mektebinin kurucusu büyük şair Nâbî (öl.
1712), Hz. Peygamber sevgisini sadece divanında değil Veysi’nin Siyer’ine
yazdığı Zeyl ile de göstermiştir. Konumuz şiir olduğu için, na’tları hakkında
menkıbeler oluşan şairin Divan’ında Peygamberimizi tavsif etmek için seçtiği
ifadeleri tespit etmeye çalışalım: “âyîne-i hubb-ı vidâd, şâh-ı büldân, merkez-i
nüh-dâire-i kevn ü mekân, nûr-ı ezel, pâk-nijâd, asl-ı hayât-ı dâreyn, asl-ı
mevâd, asl-ı murâd, nûr-ı nazargâh-ı Hudâ, şem’-i murâd, sâhib-i dâd, şâh-ı
lev-lâk, habîb-i Hudâ, şefî-i rûz-ı cezâ, pâdişeh-i mülk-i sedâd, şeh-süvâr-ı
hüner, tabîb-i şifa-bahş.”62
Aşağıda, Nabî’nin Hz. Peygamber’i anlattığı birkaç beytini örnek
olarak veriyoruz:
Merdüm-i dîde-i cân ma’ni-i sırr-ı Kur’ân
Maksad-ı kevn ü mekân bâ’is-i nakş-ı îcâd
Hazret-i şâh-ı rüsül hâdî-i esrâr-ı sübül
Şârık-ı çerh-i hüdâ hâzin-i genc-i is’ad
Nûr-ı pîşânî-i Adem güher-i kân-ı kerem
Asl-ı ihsân-ı ni’am ‘ârife-bahş-ı emcâd (Nâbi Divanı, s. 13)
Türk edebiyatının na’tlarıyla meşhur şairi Yahya Nazim’dir
(öl. 1727). Nazîm’in beş ayrı divandan oluşan eseri baştan sona na’tlarla
doludur. Bunların sayısının 297 olduğunu Emine Yeniterzi belirlemiştir. Bu
yönüyle Türk edebiyatında müstesna bir yeri olan Nazîm’in, bütün nazım
şekilleriyle na’tlar kaleme aldığı bilinmektedir. Nazîm, “habîb-i kibriyâ,
mahbûb-ı Hak, şem’-i hidâyet, nûr-ı hüdâ, şefik-i güm-râhân, tabîb-i hastegân,
kerem kânı, mürüvvet bahri, şeh-i her dü-cihân, âfitâb-ı subh-ı mâ-evhâ, habîb-i
kibriyâ, mâhtâb-ı şâm-ı ev-ednâ, bedr-i tâbân-ı cihân-ârâ, neş’e-bahş-ı âşık-ı
şeydâ, sîne-çâk-i her-dil-i dânâ, fahr-i dünyâ, mefhar-ı ukbâ” gibi ifadelerle
Hz. Peygamber’e duyduğu derin saygı ve muhabbeti anlatmaya çalışır. Aşağıdaki
beyitler bu na’tlar denizinden iki katredir:
Olaldan hasta-i aşkın hayât-ı câvidân buldu
Dil-i bîmârıma derdin devâdır yâ Resûla’llâh
İns ü cânın matlab-ı a’lâ olan cânânesi
Kâinâta maksad-ı aksâ Habîb-i Kibriyâ
Mest-i ser-germ-i maâsîdir bugün şeydâ nazım
Eyleye şefkat meğer ferdâ Habîb-i Kibriyâ63
Lale Devri’nin ünlü padişahı III. Ahmed’in aşağıdaki
mısraları samimi bir Peygamber sevgisinin sade ifadesidir:64
Zât-ı pâk-i Mustafâ’ya âşıkım
Cân ile fahrü’l-verâya aşıkım
Muksim-i feyz ü nevâdır ol şerîf
Menba-ı cûd u atâya aşıkım
Şeyh Gâlib (1757-1799) Türk edebiyatı’nın Hüsn ü Aşkı’yla
ölümsüz şairidir. Divan şiirinin son usta şairi sayılan Gâlib, müseddes na’tıyla
da unutulmaz bir şairdir. Divan’ında, “ nûr-ı mihr-i subh-ı mâ-evhâ, meh-i isrâ,
pehlevân-ı kâbe-kavseyn, mihr ü mâh-leşker, şahen-şâh, şefâat-perver, sultân-ı
rüsül, şâh-ı mümecced, devlet-i sermed, sultân-ı müeyyed, ser-âmed, menşûr-ı
le-’amrükle müeyyed” sıfatlarıyla Hz. Peygamber’e duyduğu derin muhabbeti ifade
etmiştir.65 Meşhur müseddes na’tından bir bölümü örnek olarak aşağıya
alıyoruz:
Bî-çâredir ümmetlerin isyânına bakma
Dest-i red urup hasret ile dûzaha kakma
Rahm eyle amân âteş-i hicrânına yakma
Ez-cümle kulun Gâlib-i pür-cürmü bırakma
Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammedsin efendim
Hakdan bize sultân-ı mü’eyyedsin efendim (Ş. Galib Divanı, s. 188)
18. yüzyılın kadın şairlerinden Fıtnat Hanım (öl. 1780),
Hz. Muhammed’i Divan’ında şu ifadelerle övmeye çalışmıştır: “Şâh-ı enbiyâ,
şâhenşeh-i melâ’ik, ser-hayl-i enbiyâ, habîb-i muhterem-i Hazret-i Hudâ, burc-ı
kurba meh, vâsıl-ı derecât-ı ‘alâ, âfitâb-ı sipihr-i hüdâ, nûr-ı şem’-i harîm-i
zekâ, tâbiş-fürûz-ı âlemiyân, gevher-i yegâne-i gencîne-i atâ, dürr-i
girân-mâye-i deryâ-yı istifâ, verd-i nihâl-i nûr-ı Hudâ, imâm-ı cümle-i ervâh-ı
enbiyâ, mahbûb, şâh-ı ekrem, pâdişâh-ı kişver-i levlâk, zât-ı şerîf, zât-ı pâk,
seyyidü’l-verâ, sultân-ı enbiyâ, âfitâb-ı maşrık-ı kemâl, mefhar-i dü-âlem,
seyyidü’l-beşer, gülbün-i riyâz-ı nübüvvet”.66
Fıtnat’ın aşağıdaki mısraları, Hz. Peygamber övgüsünü zarif bir
üslûpla dile getirmektedir:
Oldur imâm-ı cümle ervâh-ı enbiyâ
Hep cân u dil ile eylediler ana iktidâ
Kıl sen de eser-i pâkine ol zâtın iktifâ
Oldur o hayyir-i hâdi-i şeh-râh-ı ihtidâ
Kim cümle halk o yolda bulurlar selâmeti (Divân-ı Fıtnat, s. 4)
19. yüzyıl divan şiirinin önemli kadın şairlerinden bir de
Şeref Hanım’dır (1809-1861). Mevlevî tarikatine mensup bu dindar şâire, Hz.
Peygamber’e duyduğu samimi sevgiyi ince bir üslupla dile getirmiştir. Hz.
Peygamber’i şu sıfatlarla övmeye, anlatmaya ondan şefaat dilemeye çalışmıştır:
“Şefî, şehen-şeh-i zî-rütbet, hazîne-i pür-hikmet, şefî-i rûz-ı cezâ, nâzenîn
yâr-ı Hudâ, emîr-i memleket-i ismet, tabîb-i hâzık-ı her-illet, veliyy-i
ni’met-i bi-illet, nedîm-i bezmgeh-i Hazret, gül-i ter-i çemen-i izzet,
keremver, şâhen-şâh-ı a’zam, mazhar-ı eltâf-ı Hazret, mukbil ü mahbûb-ı izzet,
sultân-ı risâlet, mahbûb-ı Mevlâ, sultân-ı muazzam, sultân-ı evreng-i risâlet,
sebeb-i halk-ı cihân, bâis-i kevn ü mekân, şâh, Pâdişâh, tabîb-i zuafâ, şâh-ı
keremkâr, sâki-i bezm-i kerem, mahbûb-ı Hudâ, mahrem-i esrâr-ı hakîkat, gevher-i
gencîne-i hikmet, dürr-i kudret, mazhar-ı Kur’ân u şeri’at, şems ü kamer-i
bürc-i nübüvvet, âlâyiş ü ârâyiş-i Cennet, bâğ-ı letâfet, verd-i ter-i gülzâr-ı
terâvet, mefhar-ı ümmet, mahz-ı kerem, ayn-ı inâyet, emvâc-ı himem, kulzüm-i
şefkat, şâhen-şeh-i iklim-i şefâat, şefi’ü’l-müznibîn, rahmeten li’l-âlemîn,
dest-gîr-i ins ü cân”.67
Divan’ında bir çok na’ta yer veren Şeref Hanım’ın bazı
beyitlerini örnek olarak veriyoruz:
Sen ol sultân-ı evreng-i risâletsin ki dünyânın
Sebeb îcâdına zâtındır ancak yâ Resûla’llâh (Divan, s. 16.)
Şefâ’at ‘âdet-i tab’-ı kerîmindir günahkâra
Bu tesliyetle gönlüm şâdmândır yâ Resûla’llâh (Divan, s. 18)
Sen gevher-i gencîne-i hikmetsin efendim
Deryâ-yı keremde dür-i kudretsin efendim
……
Eltâf-ı İlâhî bizi etdi sana ümmet
Tâ rûz-ı ezel mefhar-ı ümmetsin efendim (Divan, s. 64)
Yukarıda belirtmeye çalıştığımız üzere İslâm medeniyeti
dairesinde gelişen Türk edebiyatında başlangıçtan itibaren Hz. Peygamber’e karşı
derin ve samimi bir sevginin ifadesi olan şiirler yazılagelmiştir. Hz.
Muhammed’in peygamberliği, hayatı, mucizeleri, sünnetleri çevresinde zengin bir
edebiyat oluşmuştur. İlk örnekleri Arap, sonra İran edebiyatlarında görülen na’t
türü Türk edebiyatında da hak ettiği yeri ve değeri bulmuştur. Bu incelememizde
sadece elimizde bulunan divanları taradık. Gördük ki bütün şairler, ister dinî
konularda, ister lâ-dinî konularda yazsın, eserlerinin baş taraflarında tevhid
ve münacâttan sonra Hz. Peygamber övgüsüne yer vermişlerdir. Na’tlar şairlerin
hem Peygamberimize duydukları sevginin bir nişanesi hem de şairlerin siyer
konusundaki bilgilerinin göstergesidir.
Şairler, şairlik yetenekleri ve bilgileri ölçüsünde kainatın
yaratılış sebebi olan Hz. Muhammed’i samimi bir şekilde medhetmeye gayret
göstermişlerdir. Bunu sadece gelenek zaruretine bağlamak doğru olmasa gerektir.
Muhakkak geleneğin bunda payı vardır ama çoğu medrese eğitimi almış divan
şairlerinin gerçek inançlarını dile getirdiklerini gözardı etmek mümkün
değildir. Şiirlerdeki samimi ifadeler bunun açık delilidir.
Dipnotlar
1. Amil Çelebioğlu, Türk Edebiyatında Manzum Dinî Eserler,
Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları, İstanbul, 1998, ss. 356-357.
2. Amil Çelebioğlu, age., s. 357.
3. Agah Sırrı Levend, Ümmet Çağı Türk Edebiyatı, Ankara,
1962, s. 41.
4. Cemal Kurnaz, Dinî Edebiyatta Türler, Divan Edebiyatı
Yazıları, Ankara, 1997, s. 278.
5. Emine Yeniterzi, Divan Şiirinde Na’t, Ankara, 1993, s.
38.
6. Mustafa İsen, Türk Edebiyatında Peygamber Sevgisi,
Ötelerden Bir Ses, Ankara, 1997, ss. 364-365.
7. Mine Mengi, Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Ankara, 1994, s.
91.
8. Amil Çelebioğlu, age., s. 356.
9. Necla Pekolcay, İslâmî Türk Edebiyatı, İstanbul, 1994, s.
205.
10. Amil Çelebioğlu, age., s. 358.
11. Metin Akar, Türk Edebiyatında Manzum Mi’râc-nâmeler,
Ankara, 1987, s. 319.
12. Metin Akar, age., ss. 155-202.
13. Metin Akar, age., ss. 203-204.
14. İsmail Ünver, Ahmedî’nin İskender-nâme’sinin Mevlid
Bölümü, TDAY, Belleten, 1977, Ankara, 1978, ss. 355-411.
15. Hasibe Mazıoğlu, “Türk Edebiyatında Mevlid Yazan
Şairler”, Türkoloji Dergisi, Ankara, 1974, C. VI. S. 1, s. 31 vd.
16. Amil Çelebioğlu, age., s. 358.
17. İskender Pala, Hilye-i Saadet, Ankara, 1991, s. 1.
18. Mustafa Uzun, “Hilye” Md., Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi, İstanbul, 1998, C. 18, ss. 44-45.
19. Amil Celebioğlu, age., s. 360.
20. Amil Çelebioğlu. age., s. 270. (Bu makalede eserin metni
de verilmiştir. )
21. Amil Çelebioğlu, age., s. 360., Cemal Kurnaz, Divan
Edebiyatı Yazıları, s. 279.
22. Amil Çelebioğlu, age., s. 357
23. Geniş bilgi için bkz. Abdülkadir Karahan, İslâm Türk
Edebiyatında Kırk Hadis, İstanbul, 1991.
24. Amil Çelebioğlu, age., s. 361.
25. Amil Çelebioğlu, age., s. 359.
26. Emine Yeniterzi, Divan Şiirinde Na’t, Ankara, 1993, s.
38.
27. Emine Yeniterzi, age., s. 50.
28. Emine Yeniterzi, age., s. 80.
29. Emine Yeniterzi, age., s. 82.
30. Emine Yeniterzi, age., s. 39.
31. Emine Yeniterzi, age.,, s. 101.
32. Emine Yeniterzi, age., s. 105.
33. Emine Yeniterzi, age., s. 107.
34. Emine Yeniterzi, age., s. 143-144.
35. Emine Yeniterzi, age., s. 155-157.
36. Emine Yeniterzi, age., s. 17.
37. Emine Yeniterzi, age., s. 17.
38. Fahir İz, Eski Türk Edebiyatında Nazım, İstanbul, 1966,
C. 1, s. 125.
39. Ömer Demirbağ, Divan Şiirinde Hz. Muhammed, YY. Üniv.
Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Van, 1991, s. 13.
40. Nesimî Divanı, ( Haz. Hüseyin Ayan), Ankara, 1999, s.
69.
41. Şeyhî Divânı, (Haz. Mustafa İsen-Cemal Kurnaz), Ankara,
1990, s. 38-41.
42. Ahmed Paşa Divânı, (Haz. Ali Nihat Tarlan), Ankara,
1992, s. 31.
43. Ahmed Paşa Divanı, s. 31.
44. Necâtî Beg Dîvânı, (Haz. Ali Nihat Tarlan), Ankara,
1992, ss. 44-46.
45. Necâtî Beg Divânı, s. 44.
46. İ. E. Erünsal, The Life And Works of Tâcî-zâde Ca’fer
Çelebi With A Critical Edition of His Divan, İstanbul, 1983, ss. 10-14.
47. Fuzulî Divânı, (Haz. Kenan Akyüz, Süheyl Beken, Sedit
Yüksel, Müjgan Cunbur), Ankara, 1990, ss. 32-36.
48. Fuzulî Divânı, s. 30, 36, 133.
49. Emine Yeniterzi, Türk Edebiyatında Na’tlar(Antoloji),
Ankara 1993, s. 17.
50. Age., 17.
51. Usulî Divanı, (Haz. Mustafa İsen), Ankara, 1990, ss.
29-37.
52. Yahya Bey Divanı, (Haz. Mehmed Çavuşoğlu, İstanbul,
1977, s. 20.
53. Emine Yeniterzi, age(Antoloji), s. 31-33.
54. Hayretî, Divan, (Haz. Mehmed Çavuşoğlu-M. Ali Tanyeri),
İstanbul, 1981, ss. 5-6.
55. Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi,
İstanbul, 1976, s. 652.
56. Nef’î Divanı, (Haz. Metin Akkuş), Ankara, 1993, ss.
47-49.
57. Tahir Üzgör, Fehim-i Kadim, Hayatı, Sanatı, Divan’ı ve
Metnin Bugünkü Türkçesi, Ankara, 1991, ss. 100-102.
58. İsmetî Divanı, (Haz. Haluk İpekten), Ankara, 1974, ss.
25-26.
59. Nâ’ilî Divanı, (Haz. Haluk İpekten), Ankara, 1990, ss.
22-38.
60. Neşâtî Divanı, (Haz. Mahmut Kaplan), İzmir, 1996, ss.
1-17.
61. Mezakî Divanı, (Haz. Ahmet Mermer), Ankara, 1991, ss.
168-169.
62. Nâbî Divânı, (Haz. Ali Fuat Bilkan), İstanbul, 1997, ss.
14-27)
63. Emine Yeniterzi, age, (Na’tlar), ss. 41-43.
64. Emine Yeniterzi, age, (Ant). s. 44.
65. Şeyh Gâlib Divanı, ( Haz. Muhsin Kalkışım), Ankara,
1994, s. 50-51, 188.
66. Divân-ı Fıtnat, İstanbul, 1286.
67. Dîvân-ı Şeref, İstanbul, 1292, s. 8, 9, 12, 13, 15, 17,
18, 19.