İslam kelimesi barış, güven, esenlik anlamlarına gelen selam kökünden
türemiştir. Dolayısıyla İslam dini, çatışma ve gerilim kültürünün yerine
barış/uzlaşma kültürünü yerleştirerek özgürlük ve güven ortamını her yerde
oluşturmayı amaçlamaktadır. Çünkü, "Barış/uzlaşma/sulh, en iyidir."1 İslam’ın
temel kavramlarından olan cihad ve fetih kavramlarını da bu çerçevede
anlamlandırmak gerekmektedir.

İslam hakkında günümüzde her zamankinden daha farklı yorumlar yapılmaktadır.
"İslam bir barış dini midir? İslam’da insan hakları ne durumdadır?" gibi sorular
ile İslam’ın güncel uygulamaları sorgulanmaktadır.

Bunlar, Müslümanlara bakış açısı itibariyle, her halükârda İslam’a karşı şartlı
bakış açısı olan ve gerçekler karşısında Müslümanların hepsini bir kefeye koyma
haksızlığına düşmeyenler olmak üzere iki ana çizgide ele alınmalıdır.

Terörün İslam dininde meşru olmadığı ve terör içeren eylemleri yapanların gerçek
İslam’ı temsil etmediği meselesinin çeşitli platformlarda anlatılması yanında,
Müslümanların dinlerini yaşaması ve uygulaması gerekmektedir. Terörizm ile
Müslümanlığı aynı kefeye koymak insafsızlıktan başka bir şey olamaz. Zira
Kur’an-ı Kerim kasten, haksız yere bir insanın öldürülmesini bütün insanların
öldürülmesine denk tutmuştur.2 Kelime manasıyla bile İslam sulh ve selamet,
kötülüklerden uzak durmak, kurtuluşa ermektir.

İslam korku, baskı ve tehdit değil; sevgi, barış ve hoşgörü dinidir. Halife Ömer
Kudüs’e beyaz bir devenin üzerinde girdiğinde, yanında bulunan kentin Hıristiyan
yöneticisi Başrahip Sophronius vardır. Namaz vakti gelince Başrahip kendisini
kibarca namazını bu kilisede kılmaya davet etmiş, ama Halife Ömer bu teklifi,
"Eğer bu kilisede namaz kılarsa, sonra bazı Müslümanların bu olayı anıtlaştırmak
amacıyla buraya bir cami inşa etmek isteyebilecekleri, bunun ise Kutsal Mezar
Kilisesi’nin yıkılması anlamına geleceği" endişesi ile reddetmiştir.

Yıllardır Hıristiyanlar, yıkık Yahudi Tapınağının yer aldığı bu alanı, şehrin
çöp yığınağı olarak kullanıyorlardı. Halife, Müslümanların bu çöpleri
temizlemelerine kendi elleriyle yardım etmiş ve burada Müslümanlar iki mabed
inşa etmişlerdir.3

Kabul etmek gerekir ki şiddet, insanlığın tarihi kadar eski ve de köklü bir
gerçektir. Nitelik ve niceliği değişse de şiddet, çağımızda da sıkça gündeme
gelmektedir. Halbuki, insanın huzur ve mutluluğu bütün ilahi dinlerin temel amaç
ve hedefi olmuştur. Barış, emniyet, anlaşma ve uzlaşma gibi anlamlara gelen
İslam; mutlu insan ve sonuçta huzurlu ve barış içerisinde bir toplum oluşmasını
gaye edinmiştir. Şiddet ve terörle anlam ve içerik olarak taban tabana zıt olan
İslam, her vesile ile iyiliği, güzelliği, kardeşliği, merhamet ve adaleti,
öfkeyi yenmeyi emir ve tavsiye etmiştir. İnsanı yaratılmışların en üstünü sayan
İslam, bir hayat kurtarmayı bütün bir insanlığı kurtarmak gibi ele almıştır.4
Bütün insanların Hz. Adem’in çocukları olmak itibariyle kardeş olduklarını
bildiren Peygamberimiz; "Veda Hutbesi"nde insanların mallarının, canlarının ve
namuslarının dokunulmaz olduğunu, her türlü tecavüzden korunduğunu ilan
etmiştir. Baskı ve şiddet uygulamayı bir kimsenin hoşlanmadığı şekilde
arkasından konuşmak olan gıybeti "kardeşinin ölü etini yemek" kadar çirkin
saymıştır.5

Bu nedenle İslam’ı din olarak kabul eden ve şuurlu bir şekilde ona inanan hiçbir
mü’min asla şiddete başvuramaz, imanı böyle bir şeye asla izin vermez. Çünkü
sebebi ve kaynağı ne olursa olsun, kimden gelirse gelsin terör ve şiddet bir
insanlık ayıbıdır.

Allah Teala Hz. Peygamberi ancak alemlere rahmet olarak göndermiş, hidayet ve
hak din çağrısını, alemlere şamil kılmıştır.6 Bunu sağlamak için toplumların ve
devletlerin de birbirlerine karşı belirlenmiş bir kısım hak ve sorumlulukları
vardır. Böylece en zayıf devletler bile haklarını korumada güçlük
çekmeyeceklerdir.7

Bunu sağlamak için İslam ahde vefa,8 adalet,9 eşitlik10 gibi prensipler yanında
dış ilişkilerde savaşın değil, barışın esas oluşunu getirmiştir. Bu anlamda
cihad savaşı değil, öncelikle sulh vasıtaları ile dinin tebliğ edilmesi ve bu
konuda gayret gösterilmesini ifade eder. Zira "Kur’an ve sünnette savaşın
sürekli esas olduğunu öngören bir tutumu destekleyen nass yoktur. Gerçekte bu
bir fetvadan başka bir şey değildir."11

Hz. Peygamber döneminde dış ilişkilerin ana hedefi, İslam’ı tanıtmak ve
yaymaktır. Böyle ulvi bir hedefe ulaşmak için en uygun zemin ise barış ile
oluşturulabilir.12 Bu gün dünyayı kuşatan şekliyle spor da insanlar arası
ilişkileri geliştiren ve doğru algılanıp uygulanabilirse İslam’ın temel
esprisine aykırı olmayan insanî bir etkinliktir.

***

Spor, ‘fizik kondisyonu iyileştirmeyi amaçlayan oyun, yarışma ve mücadele
anlayışıyla yapılan fiziksel etkinlikler’ olarak tanımlandığına göre, hangi
yaşta ve seviyede olursa olsun, hiç kimse kendisini spordan uzak tutamaz, şu
veya bu şekilde bir spor türü ile ilgisi vardır; az veya çok yapıyordur veya
uzaktan da olsa ilgileniyordur.

İnsanlık tarihi kadar uzun bir geçmişe dayanan spor etkinlikleri, günümüzde
artık çok daha farklı boyutlar kazanmış, uluslararası bir faaliyet, evrensel bir
dil ve etkin bir tanıtım aracı haline gelmiştir. Her millet ister istemez bu
ortak dili konuşmakta, kitle iletişim araçlarının desteğiyle de ilgi alanını
iyiden iyiye artırmaktadır.

Bazı spor etkinlikleri, özellikle millî futbol karşılaşmaları sonunda halkın
büyük çoğunluğu tek noktaya kilitlenebilmekte, eğitim seviyesi ve düşünce yapısı
ne olursa olsun, spor insanları ortak bir payda etrafında birleştirebilmektedir.

Her etkinlik gibi, spor da bir disiplin ve kurallar bütünüdür. "Oyunu kuralına
göre oynamalı" prensibi en çok sporda geçerlidir. Meseleye insanî boyutun
girmesi zaten böyle bir düşünceyi mecburi kılmaktadır. Hayat ve inanç disiplini
içinde baktığımızda sporun da dayandığı bir geleneği ve mazisi vardır. Bu mazi
sünnet çerçevesinde incelendiğinde esaslı, köklü, kalıcı ve o nisbette bağlayıcı
yönleri bulunmaktadır.

Hz. Peygamberin bizzat meşgul olduğu, teşvik ettiği ve esaslarını belirlediği
spor türlerinin belli başlıları güreş, koşu, müsabaka, at ve deve yarışları,
yüzmek, ok atmak, avlanmak ve bu spor faaliyetlerini ferdî olarak veya toplu
halde seyretmek, kazananları ödüllendirmektir.

Güreş

Dönemin ünlü pehlivanlarından Rükâne b. Abdülyezid, İslâm’a girmek için Hz.
Peygamberin kendisini güreşte yenmesini şart koşmuş ve yapılan karşılaşmada Hz.
Peygamber onu birkaç defa yenmiş; Rükâne de bunun üzerine sözünde durarak
Müslüman olmuştur.13 Siyer kaynaklarında Hz. Peygamberin Rükâne’den başka bazı
kimselerle de güreş tuttuğu, ergenlik çağına gelmiş olan Sahabe çocuklarının
askere alınmaları için her sene düzenlenen merasim sırasında birbirleriyle
güreştikleri, ayrıca Hz. Hasan ve Hüseyin’in de Resûlullah’ın huzurunda güreş
yaptıkları yer almaktadır.

Güreş Osmanlı döneminde çok büyük bir ilgi ve destek görerek geliştirilmiş ve
dünya çapında bir şöhret kazanmıştır. Güreşçilerin pîri olarak da ‘Allah’ın ve
Resûlünün arslanı’ olarak bilinen ve şehitlerin efendisi olan Hz. Hamza kabul
edilmiştir.

Atıcılık ve Ok Atmak

Bir savaş sporu ve cihad aleti olan ok eğitiminin sünnette çok önemli bir yeri
vardır ki, Hz. Peygamber bir hadislerinde, "Sizden hiç kimse oklarıyla
eğlenmekten geri durmasın" buyurmuştur.14 Bir seferinde Sahabelerden bir grubun
eğlenmeye gittikleri söylenince, Hz. Peygamber "Atış, eğlendiğiniz şeylerin en
hayırlısıdır"15 buyurarak onları teşvik etmiştir.

Peygamberimiz iyi ok atan Sahabelere iltifatlarda bulunmuş, Sa’d b. Ebi Vakkas’ı
Uhud Savaşında, hedefe isabetli atışları sebebiyle, "Anam babam sana feda olsun"
diyerek övmüştür.16 Bütün bu teşviklerden dolayıdır ki, Sahabe atıcılığa önem
vermiş, her fırsatta, hatta akşam namazından sonra bile ok atışları yapmıştır.17
Peygamberimiz ok atış müsabakalarında zaman zaman taraftar da olmuş ve herkese
örnek olacak taraftarlık dersi vermiştir: Seleme bin Ekvâ isimli Sahabe’nin
anlattığına göre, Hz. Peygamber çarşıda ok yarışı yapan Benî Eslem’den bir
grupla karşılaşınca onlara, "Ey İsmailoğulları! Atın, zira atalarınız atıcı
idiler. Atın, fakat ben falan kabileyi tutuyorum" demiştir. Bu söz üzerine
bazıları atıştan vazgeçince Hz. Peygamber "Ne oldu, niye atmıyorsunuz?" diye
sormuş, "Nasıl atalım, siz öbür tarafı tutuyorsunuz." cevabını alınca da "Atın,
ben hepinizi, her iki tarafı da tutuyorum" buyurmuşlardır.18 Hz. Peygamber taraf
olurken kimsenin gönlünü kırmama ve her başarıya sahip çıkma dersini vermiştir.

Hz. Peygamber ata çok önem verir, at yetiştirmesine ayrı bir özen gösterir ve
teşvik ederdi. Rivayetlere göre belli zamanlar içinde kendilerinin 19 kadar atı
var olmuştu. O atını antrenmana tâbi tutar, sonra da onunla yarışa katılır,19
hatta "Şu üç şeyde armağan vardır. Deve yarışı, at yarışı ve ok yarışı"20
diyerek yarışta birinci gelenlere ödüller verir ve onları teşvik ederdi. Kur’ân
da Âdiyat Suresinin ilk beş âyetinde bir cihad unsuru olan atı:

"Yemin olsun nefes nefese koşan atlara. Ve çarparak kıvılcım çıkaranlara. Ve
sabah vakti baskın yapanlara. Ve tozu dumana katanlara. Ve düşmanın ortasına
dalanlara…" buyurarak çok güzel övmektedir.

Yürümek ve Koşmak

Hz. Peygamber "Ok yarışı yapın, bedenen sertleşin, yalınayak yürüyün"
ifadeleriyle yürümenin faydasına dikkat çekmiştir.21 Hatta bizzat kendisi de Hz.
Âişe ile birlikte iki sefer koşu yapmış, ilkinde Hz. Âişe kazanmış, ikincisinde
ise kilo alması sebebiyle Hz. Âişe kaybetmiş, ve koşuyu kazanan Hz. Peygamber
ona "Bu, önceki koşuya bedeldir; ödeştik." demiştir.22

Görüleceği ve anlaşılacağı üzere sünnette yer alan spor türleri gayeli, faydalı,
hedefi belli oyunlardır. Bütün spor aktivitelerinde taraflar arasında kine,
nefrete ve düşmanlığa sebep olacak davranışlara meydan verilmemektedir. Ok atışı
ve at yarışlarında kazanan ve kaybedenler birlikte gözetilerek, dereceye girene
teşvik mahiyetinde ödüller verilmekte, yarışı kaybedenlerin de kazanma gayreti
içine girmeleri istenmektedir. Bu tür yarışlar hiçbir şekilde kumara yol açacak
bir hale girmemektedir.

Bugün hepimizin karşı karşıya olduğu, gözardı edemediğimiz ve görmezden
gelemediğimiz bir spor gerçeği vardır. Şartlarına uygun yapılan bir spor
aktivitesinin pek çok faydası vardır. Ama bunların en başta geleni toplumu
birleştirici rolüdür.

Toplum ve Spor

Günümüzde tüm dünya ülkeleri spora büyük önem vermekte ve uluslararası spor
organizasyonlarında ön sıralarda yer almak için birbirleri ile kıyasıya mücadele
etmekte ve alınan sonuçlar ulusal saygınlığın bir göstergesi olarak kabul
edilmektedir.23 Spor önemli bir toplumsal kurumdur.24 Çünkü spor kendine özgü
toplumsal kuralları, değerleri, etkileşim simgeleri ve süreçleriyle canlı bir
toplumsal yapıdır. Bu nedenle spor, otonom olarak kendiliğinden oluşmaz.
Özellikle, toplumdaki ilişkiler yolu ile ortaya çıkarak değişir ve yeniden biçim
kazanır.25 Spor uluslararası yasaları, yönetmelikleri ve kurallarıyla, en
rasyonel biçimde kurulup çalıştırılan örgütler durumunda olsa bile yapıları ve
işleyişlerinde içinde bulundukları toplumun geniş ve derin izlerini taşırlar.

Her insan spor vasıtasıyla bütün insanlarla bütünleştiği bir etkinliğe ve
deneyime girer.26 Bundan dolayıdır ki, "Herkes için Spor" ve "Yaşam Boyu Spor"
sloganları tüm dünya ülkelerinde benimsenmiş ve yaygın olarak uygulanmaya
başlamıştır.

Papa II. Jean Paul sporun toplumsal rolünü açıklarken şu ilginç tespitte
bulunur: "Sporun aslında bir eğlence olmadığını ve bu yöndeki çabaların insanlık
için çok ciddi bir konu olduğunu insanlara inandırmak için çalışmalısınız. Spor,
dinlerin, inançların, her çeşit insanca özelliklerin ayrılıklarını ortadan
kaldıran, insanları birleştiren bir semboldür"27 Bir dönem UNESCO Uluslararası
Spor ve Bedensel Boş Zaman Değerlendirme Konseyi Başkanlığı yapan Noel Baker,
"Bana insan ilişkilerinin stadyumlardan ve spor karşılaşmalarından başka hiç bir
konum ve kesimini gösteremezsiniz ki, insanlar, orada, öyle çok ortak yanları
olduğunu öylesine kolay anlasınlar, ana dilleri ne olursa olsun konuşacak ortak
dili öylesine kolay bulabilsinler"28 derken aynı tespite katılır.

Grup, sosyolojinin temel kavramlarından biridir. Çünkü toplumsal yaşamın
temelinde sosyal gruplar yer alır. İnsanlar doğduğu andan itibaren önce aile
olmak üzere giderek eğitim, meslek ve diğer alanlardaki değişik sosyal grupları
içinde yer alırlar. Toplum içindeki grupların bileşimi de bir bütün olarak
toplumu meydana getirir. Bir sosyal grup, ortak amaçların izlenmesi hususunda,
sosyal normlara, yararlara ve değerlere uygun olarak, karşılıklı rolleri yerine
getiren kişilerden oluşmuş, bir yapıya sahip ve benzerlerinden ayrılıp
bütünleşebilen bir topluluktur.29 Her insanın hayatı sosyal bir grup içinde
başlar ve sona erer. Kişiler kendi gereksinimlerini karşılamak ve hayatlarını
sürdürebilmek için başkalarının yardımına, desteğine ve işbirliğine gereksinim
duyarlar. Bundan dolayı da her zaman ve her yerde bir veya daha fazla sosyal
grupla dolaylı ya da dolaysız ilişki halindedirler.30

Çocuk ve genç için sosyal kabul çok önemlidir. Bu nedenle, birlikte duyan,
birlikte davranan yaklaşık aynı yaştaki kişilerden oluşan arkadaş gruplarına
girer.31 Arkadaşlık grupları genç üzerinde büyük etkisi olan referans
gruplarıdır. Bunlar niteliklerine göre üyeleri için olumlu ya da olumsuz
etkileyici çevrelerdir.32

Sürekli olarak bir hareket içerisinde bulunan ve yenilenen toplumsal yapı, kendi
bünyesinde bulunan ve farklı özellik ve etkinliklere sahip olan toplumsal öğeler
tarafından değişmeye zorlanır.33 Sosyolojik açıdan küçük gruplarda meydana gelen
değişmeler ve moda gibi geçici değişmeler önemli değildir; bunun yerine aile,
ekonomi, hukuk vb. kurumlardaki değişmeler, sosyal rollerdeki değişmeler ve
sosyal ilişkilerde meydana gelen değişmeler önemlidir.34

Toplumsal yaşam sosyal ilişkilerden oluşur ve kişiler sosyal rolleri sayesinde
ve içinde, birbirleriyle eylemde bulunurlar.35

Toplumsal ilişkiler toplumda hem yazılı hem de örf, adet gibi yazısız hukuka
göre gerçekleşir. Toplumdaki bazı kurumlar ise sosyal ilişkilerin gelişip
güçlenmesini kolaylaştırır. Dil, eğitim, din gibi spor da bu kurumlardan
biridir. Spor özellikle barışçı olma niteliği ve uluslararası değişmeyen
kuralları nedeniyle, aynı toplumdaki insanlar ve gruplararası sosyal ilişkiler
yanında diğer toplumlardaki insanlar ve gruplarla kurulan sosyal ilişkilerin
gelişip güçlendirilmesinde de olumlu etkiye sahiptir.

Toplumsal ilişkiler çok farklı biçimlerde ortaya çıkmasına rağmen sosyologlarca
yarışma (rekabet),36 uyuşma (uyarlanma),37 yardımlaşma (işbirliği),38 benzeşme,
(özümseme),39 diyalektik (karşıtlık)40 ve çatışma41 gibi belirli gruplandırmalar
yapılabilmiştir. Spor bir toplumsal olay olarak ele alındığında bu
gruplandırılan toplumsal ilişki tiplerinin hepsini görmek mümkündür.

Sınıflar toplum hayatının önemli bir gerçeğidir. Tüm insanlar yasalar karşısında
eşit olarak kabul edilmekle beraber, ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel
yönden farklı yaşam biçimleri içindedir. Sınıf, genellikle, aynı ekonomik güce
sahip olan, yaşam tarzları birbirine uygun, kendilerini aynı durumda gören ve
belirli bilinç düzeyine erişen, ortak çıkarları olan insanlardan oluşmuş
topluluğa denir.42 Her sınıfın kendine özgü bir hayat stili vardır. Hayat stili
ile doğuştan önce gösterilen ihtimamları, vücut ve yüz süslerini, davranışları,
jestleri, konuşma örneklerini, elbise türleri ve vasfını, konut tiplerini,
mesleklerini, eğitim derecesini aile hayatı örneklerini, dini inançları, okuma
alışkanlıklarını, yayın programları üzerindeki zevkleri, siyasal bağlantıları ve
fikirleri, cinsi ahlak standartlarını ve diğerlerini anlamak gerekir.43

Bireysel bir olgu olarak beliren spor, giderek toplumsal bir nitelik
kazanmıştır. Günümüzde ilgi alanı geniş kitlelere ulaşan spor, giderek
çoğunluğun edilgen olduğu bir kitle uğraşı haline gelmiştir.44

Toplumsallaşma ve Spor

Sosyalleşme (sosyalizasyon) kişinin toplumsal kültürle bütünleşmesini ve içinde
yaşadığı toplumla uyum sağlamasını mümkün kılan bir mekanizmadır.45 Yeni doğan
bir çocuk toplumsallaşma süreci ile sosyal davranışları öğrenip toplumsal
sistemin bir üyesi haline gelir. Toplumsallaşma, kişinin toplumun değerlerini ve
ideallerini benimsemesi, sosyal hayatta oynayacağı rolleri öğrenmesi anlamını
taşır.

Bir çocuğun sosyalleşmesini sağlayan araçlar; ailesi, komşuları, oyun
arkadaşları, okul arkadaşları, öğretmenleri ve kitle iletişim araçlarıdır.46
Sosyalizasyon toplum açısından bir kontrol süreci ve grup yaşamında düzenlilik
sağlama yoludur.47 Bu anlamda toplumsallaşma hayat boyu süren bir süreçtir.

Gelişmiş ülkelerde sportif yarışmalar da sosyalleşmenin önemli bir aracı olarak
kabul edilir. Amerika Birleşik Devletlerinde fikir olarak bu eğilimde olan
yetişkinler, oyunlu aktiviteler düzenlemekte ve amaç edinmeyi, beceri
geliştirmeyi ve ödül alma başarısının önemini vurgulayan spor programlarına
katılması için çocuklarını teşvik etmektedirler.48 Çocuğun temel gelişiminde
zaten oyuna sınırsız ihtiyacı vardır. Organize edilmiş sportif oyunlar yoluyla
çocukların hem kendi akranları ile bir arada olması sağlanır, hem de kurallara
ve kararlara uyma, yenme ve yenilmeyi hazmetme gibi deneyimler kazandırılır.
Ancak bu organizasyonlarda çocuğun insan yönü üzerinde durulmalı, sporcu yönü ön
plana çıkarılmamalıdır. Böylece çocuk kendi vücudunu tanıma, fiziksel
özelliklerinin farkına varma fırsatını elde eder. Kendinden daha çok iyi ve daha
az iyi kişiler olduğunu fark eder. Daha az iyi olanları küçük görmemeyi, daha
çok iyi olanları takdir etmeyi öğrenir. Bu deneyimler hayatı boyuncu farklı
konularda ve farklı koşullarda karşılaşacağı benzer durumlara uyumunu
kolaylaştırır. Mutlu ve başarılı olmak için çalışırken kendine ve başkalarına
zarar vermeden rekabet edebilir.

Çocuk ilk aylarından itibaren en basit davranış şekillerini bile taklit yoluyla
geliştirir. Anne ve babayla başlayan bu taklit etmeler giderek sevdiği,
beğendiği ve hayranlık duyduğu diğer büyüklerle devam eder. Sporcular,
müzisyenler ve sinema oyuncuları gençlerin taklit etmeye en çok eğilim
gösterdikleri kişilerdir. Bu yüzden sporcular örnek davranış ve
alışkanlıklarıyla sosyalleşme sürecinde diğer kişilere iyi birer model
olabilirler.

Kültür ve Spor

Toplumların yaşam biçimlerinde ve değerlerinde farklılıklar bulunmaktadır.
İnsanlar da içinde doğdukları toplumların bu özelliklerini sosyalleşme süreci
içerisinde öğrenerek, kuşaktan kuşağa geçmesini sağlarlar. Sporun insanların
yaşamı içindeki yeri, önemi ve uygulamaları da toplumların yaşam biçimlerindeki
farklılıklara bağlı olarak değişiklik gösterir.

Bir toplumun yaşama tarzı olarak nitelendirilen ve bilgi, inanç, gelenek, örf,
adet, sanat, ahlak, araç-gereç, teknik gibi maddi ve maddi olmayan unsurlardan
oluşan karmaşık bütüne kültür denir.49 Kültür, bir yandan bireylerin toplumsal
yollarda edindikleri ve toplumsal yollarla ilettikleri bir değer, yargı, inanç,
simge ve davranış ölçütleri düzeninden, diğer yanda da böylece ortaya çıkan
geleneksel davranış kalıplarının simgesel ve maddi ürünlerinden oluşur. Birey bu
düşün, değer, davranış ve en geniş anlamıyla eylem ve yapı maddelerini, gerçek
toplumsal yaşam içerisinde dolaylı ve dolaysız yollardan öğrenir. Böylece kültür
aynı zamanda, diğer kuşaklardan gönümüze ulaşan bir mirastır.50 Her kültür
topluma yeni katılan bireylerin tutum ve davranışlarını düzenlemek, başka bir
deyişle toplumsal kontrolü sağlamak için toplumsal kurumlarını oluşturur.

Bir toplum içinde çeşitli grup veya sınıfların, bütünsel kültüre oranla yarı
bağımsız bir alt kültür oluşturmaları mümkündür. Alt kültür (ikincil kültür),
bir toplum içinde, az veya çok farklılaşmış, bu toplumun kültürel yapısına tam
uyum sağlamamış, ancak yine de onun temel bir üyesi olan belirli bir
sosyo-ekonomik veya etnik grubun ayırt edici toplumsal kuralları ve yaşam biçimi
olarak tanımlanmaktadır.51 Kültürün çağdaş işlevi, toplumsal yapıyı
oluşturmaktan öte ona anlam vermektedir. Çıkış noktaları farklı olsa da
toplumsal yapının tanınmasında ve tanımlanmasında kültür, odak noktasını
oluşturmakta, dolayısıyla da, toplumsal yapının bütünlüğü ve süregelmesinden
sorumlu olmaktadır.52 Kültür konusunda karşımıza çıkan kavramlardan diğer ikisi
ise yüksek kültür (seçkin kültür) ve popüler kültürdür.

Sporun popüler kültür ürünü olarak ele alındığı ve bu ürünün, kitlelerin onayı
alınarak kitle iletişim araçlarından sunulduğu görülmektedir. Pazar ekonomisi
anlayışının, bu araçlara da egemen olması, sporun sosyo-kültürel yapıya uygun
kullanılmasını doğurmuştur. Popüler kültür, seçkin kültürün karşıtında yer
alması nedeniyle, ticari amaçlı ve yaygın olma özelliği ile tanımlanmaktadır.
Tarihsel süreçte, popüler seçkin kültür ikiliği, kültürel ürünlerin sanatsal
nitelikte olup olmamasına bağlanmaktadır. Her dönemde, genel estetik yanı ağır
basan kültürel ürünler yanında, gündelik yaşamı vurgulayan ürünler de
bulunmaktadır. Bu nedenle, yaygın olma özelliği ile popüler kültür geniş anlamda
bir gündelik yaşamın kültürü olarak tanımlanır.53 Yüksek kültür, toplumda
davranışların, zevklerin ve entelektüelliğin gelişme uğraşıdır. Bu bir kültürün
fiziksel kalitesi, toplumsal, entelektüel, yüksek ahlaki değerleri ile
tanımlanır. Ancak bir toplum içindeki ırk, cinsiyet ve sınıf ayrılıkları
nedeniyle halk kitlesinin, yaşamını kaliteli kılacak faaliyetler içinde yer
alması mümkün değildir.54 Bu nedenle halk kitlesi, popüler kültür olarak sunulan
spor ve müzik olaylarına daha çok ilgi göstermektedir. Spor, kültürün bir
parçası olarak hem ondan etkilenmekte hem de popülerliği nedeniyle onu
etkileyebilmektedir.

Kitle İletişim Araçları ve Spor

İnsanlar güncel olayları, kitle iletişim araçları sayesinde öğrenir ve takip
ederler. Bu yüzden günümüzde kitle iletişim araçları, yasama, yürütme ve yargı
organları yanında dördüncü bir güç olarak kabul edilmektedir. Haberleşmenin bazı
tekniklerle, belirli bir teknoloji uygulanarak çoğaltılıp güçlendirilerek, çok
sayıda kişiyi etkileyecek biçime getirilmesine kitle haberleşmesi (mass
communication) adı verilir ve kullanılan araçlara da kitle haberleşme araçları
(mass-media) denilir.55

Kitle iletişim araçları denildiğinde tüm yazılı ve görsel basın (gazete, dergi,
radyo, televizyon, film vb.) anlaşılır. Ancak radyo ve özellikle televizyon her
evde bulunduğu ve günümüzün gelişmiş teknolojisi sayesinde çok uzaklardaki
olayları bile canlı olarak tüm ayrıntısıyla görüntülü olarak karşımıza getirdiği
için en etkili olanlarıdır. Televizyonun bu etkisi spor faaliyetlerine olan
ilgiyi de arttırmıştır. Hayatlarında hiç spor yapmamış insanlar bile televizyon
sayesinde spor karşılaşmalarına ilgi duymaya başlamışlardır.

Kitle iletişim araçlarının ve yapımcılarının görevleri ise halka haber ve bilgi
vermek, eğitime ve eğlenceye katkıda bulunmak olarak sıralanabilir. Ancak hızla
gelişen teknolojiye bağlı olarak kitle iletişim araçlarının nitelik ve
niceliğinde ortaya çıkan artışlar, bunlar arasındaki rekabeti de arttırmıştır.
Sonuçta tiraj kaygısı bilgi verme ve eğitime katkıda bulunma görevini
unutturmaya başlamıştır.

Önemsenen, televizyon programlarının ne oranda izleyici topladığı veya gazetenin
tirajıdır. Spordaki şiddet öğeleri de, örneğin holiganların saldırganlıkları,
sansasyon haberciliği için iyi malzeme oluşturmaktadır. Spor haberleri başarı ve
başarısızlık, kazanmak ve kaybetmek çerçevesinde sunulmaktadır. Spor yıldızları
başarı durumunda sınırsızca göklere çıkarılmakta, başarısızlık durumunda ise
gaddarca eleştirilmekte; kendisini nasıl toparlayacağı ya da eleştirileri nasıl
hazmedeceği pek önemsenmemektedir.56

Geçmişten günümüze, hem sporun medyaya hem de medyanın spora etkisi
görülmektedir. Özellikle sporun tüm dünyada bir sosyal olgu olarak gelmiş olduğu
konumda kitle iletişim araçlarının büyük rolü olmuştur. Bugün dünyada 65 ayrı
çeşit spor dalı bulunmaktadır. Değişik spor dallarının tanıtılıp
yaygınlaştırılması, spor yapma imkanına sahip olmayan çoğunluğun spora ilgi
duyması, kitle iletişim araçları sayesinde gerçekleşmiştir. Ancak artık spor
medyayı kontrol eder ve yönlendirir duruma gelmiştir. Medya sporun bunca değişik
çeşidi, fizyolojisi, anatomisi, antrenman planlaması ve periyotlaması,
organizasyon ve yönetimi, psikolojik ve sosyolojik yönü karşısında gerekli
uzmanlaşmayı gerçekleştiremediği için geride kalmıştır. Özellikle profesyonel
spor, gazetelerin spor sayfalarını ve televizyonların spor programlarını ele
geçirmiş durumdadır.

Dünyada, on dokuzuncu yüzyılın başlarında kurallar uygulanarak yapılmaya
başlanan modern spor dallarını ilgi ile izleyen seyircilerin, bu karşılaşmalar
için yapılan eleştirileri öğrenmek üzere gazeteleri okumaya başlamasıyla,
gazeteler spor konusunda bilgili yazarlar aramaya başladılar ve bu suretle de
gazetelerde spor yazılarının sütunlar halinde yayınlanmaya başlamasıyla spor
yazarlığı gündeme geldi. Bu yüzyılın ortalarından sonra İngiltere’de futbol
takımları, Amerika’da boks, Fransa’da güreş profesyonel olarak düzenlenmeye
başlanınca seyirci kapasitesi arttı ve ilgi fazlalaştı. Bu nedenle de spor
yazarlığı gelişmeye başladı. On dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru Fransa,
İngiltere, Amerika, Almanya, Belçika ve İtalya’da yalnız spor yazan dergiler
yayınlanmaya başlandı. Yirminci yüzyılın başında bütün dünyada haberler
telgrafla, fotoğraflar da mektupla gazete ve dergilere iletiliyordu. Yıllar
geçtikçe buna telefonlar ve sinema filmleri eklenmeye başlandı. Birinci Dünya
Savaşı’ndan sonra radyolar anında spor sonuçlarını yapıldıkları yerden
bildiriyordu. 1935’den sonra fotoğrafları anında ülkeden ülkeye veren makineler
kullanıldı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra televizyon spor olaylarını daha çabuk
dünyanın dört bir tarafına duyuruyordu. Hele bilgisayarla uydu antenleri ve
fakslar sayesinde bütün dünya spor olaylarını görüntüleriyle anında milyonlarca
insanın izlemesini sağladı.57

Sonuç

Spor değişik düşüncede ve inançta yer alan insanları birleştiren, biraraya
getiren, yer yer sevindiren, zaman zaman eğlendiren ve bazen de ağlatan bir
özelliğe sahiptir. Ancak bunun da kendi sınırı içinde kalması gerekir. Bu sınır
aşıldığı zaman fanatik taraftarlıklar sonucu kavgalara, bazen öldürmelere kadar
varan olumsuzluklara sebep olunabiliyor. Bu sınırın korunmasında en önemli esas
ise iman ve ahlâkın yapıcı ve birleştirici yönüdür.

Özellikle futbol karşılaşmalarından sonra görülen bu taşkınlıklar sokaklarımızı
istenmeyen manzaralarla doldurup taşırmaktadır. 2002 Dünya Kupası maçında
yenilgiye uğrayan Japonya ve Güney Kore’nin centilmenliği, sükuneti ve sakinliği
bize çok şey öğretmiş olmalıdır.

Bu faydalarının yanında, spor, insana yaşama azmi, ibadet aşkı ve çalışma şevki
verir, gönül rahatlığı sağlar. İnsanın belli kabiliyetlerini geliştirir.
Gençlerin enerjilerini boşaltmalarına vesile olur. Yerine göre bir tebliğ aracı
olarak bile değerlendirilebilir. Dinî ve manevî değerlerine sahip olan sporcunun
inancı, ahlâkı ve yaşantısı gençler için iyi bir örnek olabilir. Şuurlu hareket
edilirse kolektif sporlar insanın medenîleşmesine sebep olur. Birlikte iş
görmeyi, yardımlaşmayı, ortak hareket etmeyi temin eder. Ortak duygu ve
düşüncenin ortaya çıkmasını ve paylaşımını sağlar. İnsanı disiplinli olmaya
alıştırır, hareket ve faaliyet altında tutar.

Bugün dünya çapında oynanan spor oyunları, hangi adı taşırsa taşısın, asıl
vatanı hangi ülke olursa olsun, gerek ferdî olarak, gerekse takım hâlinde
oynanmasında bir sakınca söz konusu değildir. Ancak İslâm uleması yine insanın
huzuru ve rahatı için şu hususlara dikkatimizi çekmiştir:

1. Oynarken ve seyrederken kötü sözlerin söylenmesine meydan verilmemeli.

2. Oynayanların ve seyredenlerin eğitimlerini ve zaruri işlerini terk etmeye
varacak kadar zaman israfına yol açmamalı.

3. Oynanan oyunlar hiçbir şekilde (sportoto, sporloto ve altılı ganyan gibi)
kumara alet edilmemeli.

4. Namaz ve oruç gibi farz ibadetlerin zamanında yapılmasına engel olmamalı.

5. İnsanın bedenen zarar görmesine ve ölümüne sebep olacak kadar tehlike arz
etmemeli.

6. Çevreyi rahatsız edecek kadar aşırılıklara meydan vermemeli.

7. Kıyafet ve sair noktalarda, Kur’ân ve sünnetle ruhsat verilen ölçülerin
dışına çıkmamalı.

Bu ölçüler içinde gerçekleştirilecek bir spor aktivitesi bilgi, şuur ve yüksek
bir strateji ile de planlanabilirse bir yandan tebliğ, bir yandan sulh ve barış,
öbür yandan ise ciddi bir tanıtım ve reklam görevi görebilir.

Dipnotlar

1. Nisa, 4/28

2. Maide, 5/32

3. Karen Armstrong, Holy War, MacMillan, London, 1988, s. 30-31

4. Maide, 5/32

5. Hucurat, 12

6. Enbiya, 21/107

7. İbn Emin, Hukuk-u Düvel, Medhal, Dersaadet, 1326, s. 33

8. Enfal, 8/61; Muhammed, 47/35, Muhammed Ebu Zehra, el-Alakatü’d-Devliyye
fi’l-İslam, Kahire, Tarihsiz, s. 40; Ahmet Özel, İslam Hukukunda Ülke Kavramı,
İstanbul, 1991, s. 53; M. Abdullah Dıraz, Mebadiü’l-Kanun ed-Devliyyi’l-Amm
fi’l-İslam, C:5, Kahire, 1991, s. 80; İbnü’l-Arabi, Ahkamü’l-Kur’an, C:2,
Beyrut, 1392, s. 524; Cessas, Ahkamü’l-Kur’an, C:6, Asitane, 1325,
s. 295

9. Nisa, 4/58; İsmail Cerrahoğlu, Kur’an-ı Kerim’in Öngördüğü Adalet Esasları,
Diyanet Dergisi, Cilt:29, Sayı:2, 1993, s. 17; Muhammed Ebu Zehra,
el-Alakatü’d-Devliyye fi’l-İslam, s. 55; Macid Khadduri, İslam’da Adalet
Kavramı, Tercüme: Selahattin Ayaz, İstanbul, 1991, s. 22; Cessas,
Ahkamü’l-Kur’an, C:2, s. 397; Maverdi, el-Ahlamü’s-Sultaniyye, Mısır, 1973, s.
51; İbn Kudame, el-Muğni, C:8, Beyrut, 1972, s. 462

10. Bakara, 2/30; Hamidullah, İslam Peygamberi, C:2, Tercüme: Salih Tuğ-Said
Mutlu, İstanbul, 1969, 1096;

11. Vehbe Zuhayli, el-Alakatü’d-Devliyye fi’l-İslam, Beyrut, 1989,
s. 130-131

12. Macid Khadduri, İslamda Adalet Kavramı, s. 239

13. Ebu Dâvûd, Libas 21

14. Müslim, İmaret 168

15. Kenzü’l-Ummâl, 4:292

16. Buhârî, Megazi 18

17. Ebu Dâvûd, Salâ, 6

18. Buhârî, Cihad, 78

19. Ebu Dâvûd, Cihad, 67

20. Ebu Dâvûd, Cihad, 67

21. Mecmaü’z-Zevâid, C:5, s. 136

22. Ebu Dâvûd, Cihad, 67

23. Konu için bkz. Iose M Cagigal, Sociological Aspects of Sport in Comtenporary
Societyö, DFSSOM, Ed: Wieczorek, IOC Publications Lausanne, 1974; Atilla
Erdemli, İnsan, Spor ve Olimpizm, Sarmal yayınevi, İstanbul, 1996; Mustafa
Erkal, Sosyolojik Açıdan Spor, MEGSB., Yayın No:30, Ankara, 1986; Fichter
Joseph, Sosyoloji Nedir, Çev: Nilgün Çelebi, Atilla Kitabevi, Ankara, 1994

24. Kurthan Fişek, Spor Yönetimi, AÜSBF. Yayınları No: 445 Ankara, 1980, s. 34

25. Rasim Kale, Toplum ve Olimpik Başarı, Türkiye ve Olimpiyat Sempozyumu, 249,
17-18 Kasım İstanbul, 1994

26. Atilla Erdemli, İnsan, Spor ve Olimpizm, s. 66

27. Papa II. Jean Paul, "Spor İnsanları Birleştiren, Ayrılıkları Unutturan Bir
Semboldur", Röp: Reha Enis, Milliyet, 1/12/1979

28. Tröger Walther, Sport: Universal Social Phenomenan, 8, DFSSOM. Ed:
Wieczorek, IOC Publıcations, Lausanne, 1974

29. Sulhi Dönmezer, Sosyoloji, Savaş Yayınları, Ankara, 1984,187

30. S. Kızılçelik , Y. Erdem, Açıklamalı Sosyoloji Sözlüğü, Saray Kitabevi,
İzmir, 1996, s. 493

31. Newcomb, T. M., Social Pyschology, Dryden Press, Newyork, 1950, 156

32. Ridgeway, C. L., The Dynamics of Small Groups, St. Martin’s Press, Newyork,
1983, 26

33. B. Tolan, Toplum Bilimlerine Giriş, Savaş Yayınları, Ankara 1983, s. 277

34. S. Kızılçelik, Y. Ergen, Açıklamalı Sosyoloji Sözlüğü, Saray Kitabevleri,
İzmir, 1996, s. 487

35. Fıchter Joseph, Sosyoloji Nedir, Çev: Nilgün Çelebi, Atilla Kitabevi,
Ankara, 1994, 97

36. Age., s. 115

37. Age., 111

38. Sulhi Dönmezer, Sosyoloji, s. 395; İ. Armağan, Sporun Toplumbilimsel
Temelleri, EÜBESYO. Yayın No: 4, İzmir, 1981, s. 93; F. Joseph, Sosyoloji Nedir,
s. 110

39. İ. Armağan, Sporun Toplumbilimsel Temelleri, s. 94

40. B. Tolan, Toplum Bilimlerine Giriş, s. 16

41. Fıchter Joseph, Sosyoloji Nedir, s. 113; S. Kızılçelik, Y. Ergen, Açıklamalı
Sosyoloji Sözlüğü, s. 111

42. S. Kızılçelik , Y. Erdem, Açıklamalı Sosyoloji Sözlüğü, s. 501

43. Sulhi Dönmezer, Sosyoloji, s. 322

44. A. Gür, Spor ve Sosyal Sınıflar, Aydınlık Yayınları No: 69, İstanbul, 1983,
s. 7

45. Sulhi Dönmezer, Sosyoloji, s. 141

46. Özgüven Murat, Toplum Bilimlerine Giriş, s. 43

47. Fıchter Joseph, Çev: Çelebi N., Sosyoloji Nedir, s. 23

48. Coakley, J., Social Dimensions of Intensive Training and Participation in
Youth Sports, Intensive Participation in Children’s Sports, Cahill, B. R. and
Pearl, A. J., Human Kinetics Publishers, 1993, pp.27

49. S. Kızılçelik, Y. Ergen, Açıklamalı Sosyoloji Sözlüğü, s. 338

50. B. Tolan, Toplum Bilimlerine Giriş,
s. 227

51. Age., s. 228

52. N. Bulgu, Sporun Diğer Popüler Kültür Ürünleriyle Sosya-Kültürel Yapıyı
Anlamlandırması, Sporda Psikososyal Alanlar Seminer Kitabı, Ankara, 1996, s. 101

53. Age., s. 102

54. Davis, R. J., Bull, C. R., Roccoe J. V., Roscoe D. A., Physical Education
and The Study of Sport, Wolf Publishong, England, 1991, s. 457

55. S. Dönmezer, Sosyoloji, s. 408

56. S. Hoffner, Spor Medyalar ve Toplum, Çev: Günay Develi, Spor Ahlakı ve Spor
Felsefesine Yeni Yaklaşımlar Sempozyumu, İstanbul, 1991, s. 185

57. H. San, Spor ve Basın, Spor Ahlakı ve Felsefesine Yeni Yaklaşımlar
Sempozyumu, İstanbul, 1991, s. 187