Giriş

Cihad, Arapça "C-H-D" "Cehd" kökünden gelir. Lügatte cehd; gayret etmek, takat
yani güç yetirmek ve meşakkat çekmek gibi anlamlara gelir. Terim manası,
"Bezlü’l-mechudi fi husuli’l-maksud"dur, yani maksada ve belirlenen hedefe
ulaşmak için tüm gayretini sarf etmek anlamına gelir.1 Bu da meşakkat ve
sıkıntılara sabır göstererek nefisle, şeytanla, ahlaksızlık olan fısk ve
sefahatle, kötülüklerle ve zulümle her nevi mücadeleyi yapmak2 demektir.

Dini ıstılah olarak cihad, ilây-ı kelimetullah için hak ve hakikat düşmanları
ile mücadele etmek ve bunun için cehd ve gayret sarf etmektir.

İlimde çok cehd ve gayret göstererek içtihad yapacak dereceye gelen bilgine
"müçtehit" denir. Böylece dinde cihad "Allah için, Allah yolunda gayret
göstermek, dini tebliğ ve irşadda Kur’an’ın gösterdiği ve Allah Resulünün takip
ettiği yolda son derece gayretli hareket ederek din-i İslam’a hizmet etmek"
anlamına gelmektedir.

İlk cihad "Oku!"3 emriyle başlamıştır. Dinin temeli ve esası imandır. İman ise
bir olan Allah’ın vahdaniyetine, her şeye kadir olduğuna, her yerde hazır ve
nazır olduğuna, her şeyi bildiğine, gördüğüne ve her şeyi bizzat kudreti ile
yarattığına iman etmek demektir. Bu iman okumak ve ilim öğrenmekle kazanılır.
İmanın verdiği teslimiyet ile Allah’ın emirlerine uymak, gönderdiği peygamberine
itaat etmek gelmektedir. Allah’ın dinini kabul edip, ona uyduktan sonra bunda
sebat etmek, dinin düşmanları olan başta nefis ve hevası, kötü arzu ve istekleri
ile mücadele etmek gerekir. Bu da mücadele ve mücahedeyi gerektirir. Bunun için
cihad namaz, oruç, zekat ve hac gibi her Müslüman’a farz kılınmış bir ibadettir.

Alemlere rahmet olarak gönderilen4 Peygamberimizin (s.a.v.) getirdiği en büyük
rahmet, tevhid esasına dayanan Allah’a imandır. Yine onun getirdiği inanç
esaslarından olan ahirete iman gerek ailede, gerek şehirde ve gerekse memlekette
huzurun, emniyet ve asayişin, hukukun ve ahlakın kaynağıdır. Bütün bunlar
bizatihi rahmettir.

İman ile bu rahmet deryasına dalarak imanın ve ibadetin verdiği gönül huzuruna
eren her vicdan sahibi Müslüman’ın bu nimetleri başka insanlarla paylaşmak
istememesi düşünülemez. İşte imanlı bir insanın bu imandan aldığı zevk ve şevki,
ilim ve irfanı diğer insanlarla paylaşması hadisesine tebliğ denir. Bunun için
başa gelen sıkıntılara katlanmak, sabır ve sebat göstermek mücadeleyi
gerektirir. Cihadın dayandığı temel esas işte budur. Biz bu makalemizde
Kur’an’da geçen "cihad" kavramı ile savaş anlamını ifade eden "kıtal" kavramı
üzerinde duracağız.

A. Genel Anlamı ile Cihad

Allah’ın emri olan cihad zamanımızda nasıl yapılmalı sorusuna cevap aramak
gerekmektedir. Bediüzzaman Said Nursi, "Cihad farz-ı kifaye iken, bu zamanda
farz-ı ayn olmuştur. Belki muzaaf bir farz-ı ayn hükmüne geçmiştir. Her bir
mü’min ilay-ı kelimetullah ile mükelleftir. Bu zamanda en büyük sebebi maddeten
terakki etmektir. Zira ecnebiler fünûn ve sanayi silahıyla bizi istibdad-ı
manevileri altında eziyorlar. Biz de cehl, fakr ve ihtilaf-ı efkara karşı cihad
edeceğiz" der.5 Bu yorum yeni bir açılımdır, yeni bir paradigmadır. Cihad
denince savaştan başka bir şey düşünemeyenlere Bediüzzaman, zamanın gereği
olarak yeni bir açılım getirmektedir. Burada iki husus vardır. Birincisi cihadın
her Müslüman’a farz olması, ikincisi de savaş dışında cihadın herkesçe
yapılabilmesidir. Bediüzzaman bunu Kur’-an’a dayandırmaktadır.

Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de, "Allah yolunda nasıl cihad etmek gerekirse öyle
cihad edin"6 emrediyor. Zamanımız silahla savaşma devri değildir. Çünkü bu
zamanın insanları medenidir. Bediüzzaman Said Nursi’nin tespiti ile "Medenilere
galebe çalmak ikna iledir. Söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile değildir."7

Asrımız devletlerin "insan hak ve hürriyetleri"ne önem verdiği, "din ve vicdan
hürriyeti"nin kabul edilerek anayasalara girdiği ve "hukuk devleti" kavramının
esas alınarak uygulamaya çalışıldığı bir medeni dönemdir. Elbette "cihad"
kavramı da bu medeni dönemde yerini alacaktır.

Bütün bunları ta asrın başında nazara alarak bizim dikkatimize sunan Bediüzzaman
Said Nursi, medenilerin "laiklik" kavramını izah etmek için ele aldığı "dinde
zorlama yoktur"8 ayetini de "Bu ayet 1350 tarihine manay-ı işari ile parmak
basar ve der ki: ‘Gerçi o tarihte dini dünyadan tefrik ile dinde ikrah ve icbara
ve mücahede-i diniye ile ve din için silahla cihada muarız olan hürriyet-i
vicdan, hükümetlerde bir kanun-i esasi ve bir düstur-u siyasi oluyor. Ve hükümet
laik Cumhuriyete döner. Fakat ona mukabil, manevi bir cihad-ı dini, iman-ı
tahkiki kılıcıyla olacaktır. Çünkü dindeki rüşd-ü irşad ve hak ve hakikati
gözlere gösterecek derecede beyan eden bir nur Kur’an’dan çıkacak"9 şeklinde
yorumlayarak Kur’an’ın manevi mücahedesine dikkatleri çekmektedir.

Bediüzzaman’a göre, zamanımızda cihad şeklini değiştirmiş ve "cihad-ı manevi"
adını almıştır. Artık farz olan cihad vazifesi manevi olarak hükmünü icra edecek
ve her Müslüman manevi hizmetlere yönelecektir. Bunun için cihad her Müslüman’a
"farz-ı ayn" olmuştur. Bu da "İman-ı tahkikiyi Kur’an’dan ders almak ve muhtaç
olan insanlara iman dersi vermek" şeklindedir.

Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: "Ehl-i kitapla en güzel şekilde
mücadele edin. Güzellikle, yumuşaklıkla, delil ve ispat yoluyla onlara
Yaratıcının birliğini anlatın. Ancak onlardan zulme sapanlar müstesnadır. Onlara
deyin ki: ‘Bize indirilene de, size indirilene de inandık. Bizim ilahımız da
sizin ilahınız da birdir. Biz ancak ona boyun eğeriz.",10 "Sen onların
kötülüklerini en güzel hasletlerle, şirk ve inkarlarını da en güzel tevhit
delilleri ile defet. Onların yakıştırdıklarını biz daha iyi biliriz."11 Bu
ayetlerde manevi cihad dersi verilmektedir. Bunun en güzel yolu da iman ve İslam
hakikatlerini öğrenmek, nefsinde yaşayarak örnek almaktan geçmektedir.
Peygamberimiz (sav): "Gerçek mücahit, Allah için nefsi ile cihad edendir",12
"Kıyamet günü alimlerin mürekkebi, şehitlerin kanından üstün ve ağır
gelecektir",13 "İlim öğreniniz. Allah için ilim öğrenmek, Allah’tan korkmayı
netice verir. İlme çalışmak ibadettir. Müzakeresi, mütalaası tesbihtir. İlmi
araştırmak ise cihaddır"14 gibi hadisleri ile cihadın anlatmaya çalıştığımız
ferdî ve manevi yönünü nazarlarımıza sunmaktadır.

İslam dini silah zoru ile yayılmamış, tebliğ yolu ile yayılmıştır. Silah münkir
ve müşriklerin tecavüzatını def etmek için devlet eliyle kullanılmıştır. Bütün
bunları göz önüne alarak, Müslümanların önüne aydınlık bir yol açan Bediüzzaman
Said Nursi "Bu zamanda cihad manevidir"15 hükmünü koymuştur.

Yine Bediüzzaman, "Asrımızın cihadı iman-ı tahkiki kılıcı ile olur"16 diyerek
insanlık için en önemli mesele olan imanı kazanmayı birinci plana almıştır.
Bunun yolu da sevgiyi ve sevdirmeyi esas almak, "Korkutmakla değil, muhabbet ve
sevdirmekle"17 İslam’a hizmet etmektir.

B. Cihadın Amacı

İnsan eşref-i mahlukattır. Kendisinden daha değersiz olan varlıklara kul ve köle
olması kendisine yakışmaz. Ona kendisinden daha yüce olan ve tüm kâinatın
yaratıcısı olan Allah’a kul olmak yakışır.

Cihadın amacı onun yaratıcısı olan Allah’ı tanıtarak ona kul olmasını ve
dolayısıyla mahlukata kulluktan kurtarıp hür olmasını sağlamaktır. Yüce Allah
bir hadis-i kutside şöyle buyurur: "Ben tüm kullarımı halis tevhit inancı üzere
yarattım. Şeytan ise kendilerini bu inançtan uzaklaştırır, benim kendilerine
helal kıldıklarımı haram, haram kıldığım şeyleri de helal eder. Hakkında hiçbir
bilgileri olmayan şeyleri de bana ortak koşmalarını ister."18 Cihadın asıl amacı
insanlara doğru ve hak olan tevhit inancını anlatarak, onları bir olan Allah’a
inanmaya davet etmek ve her nevi şirk ve batıl itikattan imanlarını muhafaza
etmektir.

Kur’an-ı Kerim okunmak ve içerisindeki hakikatlerin öğrenilerek hayata tatbik
edilmesi için inzal edilmiştir. Her müminin görevlerinden birisi de Allah kelamı
olan Kur’an-ı Kerim’i okuyup anlamak ve ondaki hakikatleri başkalarına
anlatmaktır. Bunun içindir ki, İslamiyet cizye vermek şartı ile Müslüman
olmayanların Müslümanlarla beraber yaşamalarına müsaade etmiştir. Bundaki gaye
ve maksat, onların da Kur’an’ın hak ve hakikatlerinden istifade ederek Allah’ın
dinine girmelerini sağlamaktır. Olur ki, onlar veya onların neslinden gelenler
İslam ile şereflenir ve ebedi saadete nail olurlar. İnsanların Kur’an’ın
hakikatlerinden haberdar etmek Kur’an-ı Kerim’i okuyup anlamaları ile mümkündür.
Bu da Kur’an’ın öğrenilmesi ile olur. Bunun için Kur’an- Kerim’i okuyup öğrenmek
cihadın amaçlarından birisidir.

Hayat imtihanında zor anlar vardır. Kişi mücahede ile hayatın zorluklarına karşı
mücadele ruhunu geliştirmelidir. Böylece insanın düşmanları olan nefis ve şeytan
ile ve İslam’ın düşmanları olan kâfir ve münafıklarla mücadele ederek manen
terakki eder ve günahlarından arınır, iyi bir Müslüman ve mükemmel bir insan
olur.

"Dünya darü’l-hizmet ve ahiret darü’l-ücrettir." Dünya keyif ve lezzet, oyun ve
eğlence yeri değildir. Gerek nefsi ile ve gerekse İslam’ın düşmanları ile
mücahede edenler pek çok sıkıntılara göğüs gererek manen terakki eder, gayret,
cesaret, kahramanlık, sabır, sebat ve hamiyet gibi yüce duygulara sahip olurlar.
Mücahede etmeyenler ise, korkaklık, cimrilik, bencillik, himmetsizlik ve
hamiyetsizlik gibi süfli duygulardan kendilerini kurtaramazlar.

İslam’ın izzetini korumak, hakkaniyetini ispat etmek, din ve İslamiyet
düşmanlarının İslam’a ve Kur’an’a olan hücumlarını önlemek cihadın en büyük
gayelerinden birisidir. Yüce Allah Kur’an’da: "Allah yolunda nasıl cihad etmek
gerekiyorsa öyle cihad ediniz. O dinine yardım etmeniz için sizleri seçti ve
dinde de sizin için hiç bir zorluk kılmadı. Sizleri Müslüman olarak isimlendiren
de odur. Öyle ise namazınızı dosdoğru kılın, zekatınızı verin ve her işinizde
Allah’a sarılın. Sizin hakiki dostunuz O’dur. O ne güzel dost ve ne iyi bir
yardımcıdır."19 buyurmaktadır.

Bu ayette İslam’ın izzetini korumak için bulunduğumuz zaman içinde nasıl cihad
etmek gerekiyorsa o şekilde mücahede etmemiz istenmekte ve bunun için de evvela
namazı dosdoğru kılmamız ve İslam dininin gereklerini yerine getirmemiz
emredilmektedir.

Cihad bir imtihandır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "İnsanlar iman ettik
demekle bırakılıp, imtihan edilmeyeceklerini mi sanıyorlar? Allah imanında
sadakat gösterenlerle, yalancıları birbirinden ayırmak için imtihanlarla dener.
Kötülük yapanlar da kaçıp kurtulamazlar. Kim Allah’a kavuşmayı dilerse nefsi ile
cihad etsin. Nefsi ile cihad ederek arzularına karşı koyan da bilsin ki ancak
kendisi için cihad etmiş olur. Böylece kendisini korumuş ve kurtarmış olur.
Allah tüm alemlerden müstağnidir, hiç kimsenin ibadetine ihtiyacı yoktur. İman
edip salih amel işleyenleri de biz mükafatlandıracağız. Biz insana anne –
babasına karşı güzel davranmasını da emrettik. Eğer anne-babanız ve müşrikler
sizi şirke ve küfre zorlayarak sizinle mücadele edecek olurlarsa siz onlara
uymayınız. Biliniz ki dönüşünüz banadır."20 Peygamberimiz (sav) bir savaştan
dönerken nefisle cihad konusunda şöyle buyurur: "Küçük cihaddan büyük cihada
dönüyoruz." Sahabeler sorarlar: "Büyük cihad nedir, Ya Resulullah?"
Peygamberimiz (sav) cevap verir: "Kulun nefsinin hevası ve arzuları ile mücadele
etmesidir."21

Tüm bu sayılanların hepsi cihad ve mücahede kavramları içerisinde mütalaa
edilecek hususlardır. Nefis terbiyesi bu cihadın en büyük amacıdır. Bediüzzaman
hazretlerinin "manevi cihad" kavramı ile izah etmek istediği husus budur.

1. Manevi Cihad

Bireyin, yani fert olarak her bir Müslüman’ın üzerine vazife olan cihad görevi
"manevi cihad" kavramı içerisinde ifadesini bulur. Peygamberimizin (sav) Mekke
dönemindeki manevi mücadelesini ifade eden tebliğ, davet ve irşad görevi ile
nefis ve şeytanla kişinin manevi mücadelesine de manevi cihad diyebiliriz. Bu
kavram ilk olarak Bediüzzaman Said Nursi tarafından kullanılmıştır.22
Bediüzzaman: "Dahildeki cihad-ı manevi, manevi tahribata karşı çalışmaktır ki,
maddi değil, manevi hizmetler lazımdır"23 şeklinde bunu ifade etmişlerdir.

Cihadı her hal ve şartta savaş olarak anlayan, manevi cihadın önemini
kavrayamayanlar ve zamanın ihtiyaçlarını bilemeyenler cihadı tek bir yönü ile
ele almışlardır. Halbuki Hz. Ebu Zerr-i Gıfari (ra) buyurdular: Ebu Bekir (ra)
bir gün Peygamberimize (sav) sordular ki; "Ya Resulullah müşriklerle kıtalden
(savaştan) başka cihad var mıdır?" Peygamberimiz (sav) buyurdular: "Evet Ya Ebâ
Bekir. Allah’ın yer yüzünde şehitlerden daha efdal kulları vardır. Hak Teala
semada meleklere onlarla iftihar eder ve Cenneti onlar için süsler." Hz. Ebu
Bekir (ra) sordu: "Ya Resulullah onların vasıfları nelerdir, ta biz de onlar
gibi olalım?" Resûl-i Ekrem (sav) buyurdular: "Onlar ma’rufu emrederler ve
münkerden nehy ederler. Salihlere muhabbet ederler, fasık ve fâcirlere buğz
ederler. Allah’a yemin ederim ki Cennette onların şehitlerin köşklerinden güzel
köşkleri vardır."24

Bu hadis-i şerif bize haber veriyor ki, asıl cihad iyiliği emretmek ve insanları
kötülüklerden sakındırmaktır. Savaşın amacı da fitneyi ve zulmü önlemektir.
Şayet savaş yapılmadan kötülük defedilecek ve zulüm önlenecekse savaşmak büyük
bir cinayettir.

İslam, "silm", yani barış manasını ifade ettiği gibi, insanları toptan barışa
davet eden bir dindir. Yüce Allah "Hepiniz silm’e, barışa gelin"25 ferman eder.
Bunun için savaş istenmez. Peygamberimiz (sav) mütecaviz olmayanlara karşı savaş
ilan etmemişlerdir. Ancak "Nefsi muhafaza, malı muhafaza, namusu muhafaza, dini
muhafaza ve namusu muhafaza" için mütecaviz, hariçten hücum eden düşmanlara
karşı devlet yani idareciler vasıtası ile savaş ilan etmiştir.

Bunun için Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuşlardır: "Düşmanla karşılaşmayı arzu
etmeyiniz. Mecbur kaldığınız zaman da sabır ve sebat ediniz. Allah’tan daima
barış ve esenlik dileyiniz. Ancak tüm çabalarınıza rağmen savaşa mecbur
kalırsanız sabır ve sebat ediniz; şunu biliniz ki, Cennet kılıçların gölgesi
altındadır."26 Hadis-i şerifin tamamı böyledir. Bu hadis-i şerif sadece "Cennet
kılıçların gölgesi altındadır" cümlesinden ibaret değildir.

Manevi cihadın özelliklerini şöyle maddeler halinde gösterelim:

a. Manevi cihadda zorlama olmaz: İnsanları Müslüman olmaya zorlamak dinen doğru
değildir. İslam zora muhtaç değildir. İnsanları hayra veya şerre zorlamak
zulümdür; Allah da bu gibi zulmü işlemekten münezzehtir. Sevilmeyen ve
beğenilmeyen bir şey sevdirilmeye zorlanır. İslam nurdur, rahmettir, zorla
sevdirilmeye ve kabul ettirilmeye ihtiyacı yoktur. Ulvi ruhlar ve temiz kalpler
onu severler. İslam temiz fıtratların, selim akılların, hak ve hakikat
aşıklarının sevgilisidir. Bozulmamış akıllar ve selim kalpler onu arar ve
bulurlar. İslam için yapılacak en güzel mücadele onu arayanlara doğru ve olduğu
gibi anlatmak ve öğretmekten ibarettir.

Bütün bunlardan dolayı yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de buyurdu: "Dinde zorlama
yoktur. Doğruluk sapıklıktan ve iman küfürden tamamen ayrılmıştır."27 Dinde
zorlama, yani ikrah, inanmayan kâfire, "Müslüman olmazsan seni öldürürüm!"
demektir. Allah bunu engellemek için "Dinde ikrah, yani zorlama yoktur" ayetini
inzal buyurmuştur. Yüce Allah diğer ayetlerde şöyle buyurur: "Rabb’in dileseydi
yeryüzünde herkese iman nasib ederdi. Yoksa sen insanları imana zorlayacak
mısın?"28 "Dileyen iman etsin, dileyen de inkar edebilir."29 "Halbuki sen onlar
inanmıyorlar diye neredeyse kendini helak edeceksin. Biz dileseydik onlara
gökten mucizeler indirirdik de ister istemez boyun eğerlerdi."30

Büyük müfessir Fahreddin Razî, "Yüce Allah imanı mecbur kılmamış ve insanları
zorlamaya müsaade etmemiştir. Kullarını iradeleri ile serbest bırakmış, irade ve
ihtiyarlarını etkilemek için deliller göstererek akla kapı açmış, hürriyetlerini
ellerinden almamıştır. Kur’an-ı Kerim de tevhid ve haşri (=Allah’ın birliğini ve
öldükten sonra dirilmeyi) akli delillerle izah ederek akılları ile ve
ihtiyarları dahilinde iman etmelerini istemiştir" der ve ilave eder: "Allah’ın
‘dileyen iman etsin, dileyen de inkarına devam etsin’ ayetinden muradı,
neticesine katlanmak şartı ile herkesin inancında serbest olmasıdır. İslam
diyarında yaşayan müşrikler ve ehl-i kitap olanlar, cizye vermeleri şartı ile
inançlarında serbesttirler, inkar ve küfürlerinden dolayı kınanmaz ve
öldürülmezler. Cizye verince de onları korumak devletin üzerine vacip olur.31
"Din ve vicdan hürriyeti"nin en geniş şekli budur.

İmanın gerçek yeri kalbdir. Dil ise kalbde olanı ifade eden bir vasıtadır. Dil
kalbin tercümanıdır.32 Kalbde olmayan bir imanın dille ifadesinin hiçbir önlemi
ve anlamı yoktur. Böyle kimselere dinimizde "münafık" denir. Bunların ahiretteki
dereceleri ise Cehennemin en alt tabakasına düşmektir.33 Yüce Allah korkuya ve
zorlamaya dayanan bir imanı kabul etmediğini, kalbin imanın halavetini ve tadını
almadan inanmış sayılmayacağını ifade ile şöyle buyurur: "Bedevilerden bazıları
inandık derler. Onlara de ki, ‘hayır, siz inanmadınız, çünkü iman kalbinize
yerleşmiş değildir"34 Bu ayet-i kerime korku ve menfaate dayalı bir imanın
makbul olmayacağını ifade etmektedir.

Yaratılışın gayesi ve dünyanın en değerli hazinesi iman olduğu için onu elde
etmek rastgele bir hadise değildir. Çalışarak, şuurlu ve bizzat hür iradesi ile
iyiye yönlendirmekle lütfedilen bir ihsan-ı İlahi ve bir nurdur. Bu nur hem
insanın değerini artırır, hem onu, hem de kâinatı ışıklandırır. Kur’an’ın
istediği iman, müdellel ve müberhen, akıl ve kalbin tatmin edildiği tahkiki,
sarsılmaz bir imandır.

Bunun için Kur’an pek çok ayetinde Allah’ın varlığını, birliğini ve kudretini
gösteren delilleri çokça zikrederek imanı akla kabul ve kalbe yerleştirmek
ister. "Deveye bakmazlar mı, nasıl yaratılmış? Dağlara bakmazlar mı nasıl
dikilmiş? Yeryüzüne bakmazlar mı nasıl yayılmış? Ey Resulüm, sen onlara öğüt
ver, onları doğru yola zorlayıcı değilsin."35 buyurur.

Dünya bir imtihan meydanıdır. Eğer insanlar inanmaya zorlanırlarsa imtihan
olmaz. Bunun için yüce Allah buyurdu: "Hanginiz daha güzel amel işleyecek diye
imtihan için sizi dünyaya gönderen, hayatı ve ölümü yaratan Allah’tır."36

Evet, "Din bir imtihandır, bir tecrübedir; ervah-ı aliyeyi, ervah-ı safileden
tefrik eder."37 "İman ve teklif, ihtiyar dairesinde bir imtihan, bir tecrübe,
bir müsabakadır."38 Bu ise akla kapı açmak ve ihtiyarı elden almamakla olabilir.
Elmalılı Hamdi Yazır bu konuya, "Din cüz-i ihtiyarinin sarfı iledir. Daire-i
dinde ikrah, yani zorlama yasaktır. Dinin şanı ikrah değil, ikrahtan korumaktır.
İslam dinin bizzat hakim olduğu yerlerde kimse dine zorlanmaz. İkrah ile vaki
olan iman makbul olmadığı gibi, zorla işlenen amelde de sevap bulunmaz. Zira bu
dindeki niyet ve ihlasa münafidir. Rıza ve hüsn-ü niyet olmadıkça amel makbul
olmaz. O amel de ibadet sayılmaz. Ameller niyetlere göredir. Vazife de zorla
değil, bi’l-ihtiyar yapılmalıdır. İman ve amel-i salih cebre değil, hüsn-ü
ihtiyar ve rıza-i vicdaniyeye menuttur. Bunun için din ancak tebliğ ve teklif
edilir, dine girmeye zorlanmaz."39 diyerek meseleye açıklık getirmiştir.

b. Dinde Esas Olan "Tebliğ"dir: İslam’ın amacı insanları manen ihya etmek,
gönlünü iman nuru ile küfrün zulmetinden kurtarmaktır. Bu da imanın ve Kur’an’ın
hakikatlerini en güzel bir şekilde insanlara ulaştırmak ve tebliğ etmekle mümkün
olur.

Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de, "İnsanları Allah’ın yoluna ilim ve hikmetle, güzel
öğütle davet edin. Onlarla en güzel şekilde mücahede ediniz"40 buyurur. Dinde
buna "tebliğ" denir. Müslüman’ın vazifesi dini tebliğ etmektir. Vazifesi tebliğ
olan insan vazifesini yapacak, Allah’ın vazifesi olan kabul ettirme işine
karışmayacaktır. "Tarik-ı hakta çalışan ve mücahede edenler, yalnız kendi
vazifelerini düşünmek lazım gelirken, Cenab-ı Hakk’a ait vazifeyi düşünüp,
harekatını ona bina ederek hataya düşerler."41 Dinin sahibi ve mübelliği olan
Peygamberimiz (sav) "Peygambere düşen ancak tebliğ etmektir"42 ilahi fermanını
kendisine rehber ederek büyük bir gayret ve ciddiyetle tebliğ vazifesini
yapmıştır. Çünkü "Sen sevdiklerini hidayete erdiremezsin. Ancak Allah dilediğine
hidayet verir"43 ferman-ı İlahisinin sırrı ile anlamıştır ki, insanlara
dinlettirmek ve hidayet vermek, Cenab-ı Hakk’ın vazifesidir; Cenab-ı Hakk’ın
vazifesine karışmazdı.44

Bu hakikatler çerçevesinde yapılacak bir tebliğ hem Allah’ın rızasına hem de
Peygamberin sünnetine uygun bir tebliğdir. Kişinin kendi heva ve hevesine göre
yaptığı ve neticeyi düşünerek harekatını ona bina ettiği bir davet anlayışı
Allah rızası ile te’lif edilemez. İnsanın vazifesi olan tebliğ neticeye odaklı
değil, sürece odaklı olmalıdır. Netice Allah’a aittir.

Cihadın en mühim amacı ve hedefi, "ölümün idam-ı ebedisinden iman-ı tahkiki ile
biçareleri kurtarmak ve bu mübarek milleti de her nevi anarşilikten muhafaza
etmektir."45 İsabetli hizmet ve cihad, Allah rızasına uygun olmalıdır ki,
Allah’ın rızası kazanılsın. Nefis hesabına olan ve neticesinde dünyevi bir amacı
ve hedefi gaye edinen bir cihad anlayışı elbette ne Allah’ın rızasına ne de
yardımına layık olamaz.

c. Tebliğde İkna Esastır: Asrımızı geçmiş asırlar ile kıyaslamamalıyız. Geçen
asırlarda, yani vahşet döneminde alemde hüküm ferma vahşetin mahsulü olan cebir
ve kuvvet idi. Bu medeniyet zamanında ise âlemin hükümranı ilim ve marifettir.
Şimdi herkeste bir meyl-i taharri-i hakikat peyda olmuş. Bunlara karşı tasvir-i
müddea tesir etmez. Ancak tesir ettirmek için isbat-ı müddea ve ikna lazımdır.46
Bediüzzaman’ın, "Biz ehl-i haliz, namzed-i istikbaliz, tasvir-i müddea zihnimizi
işba etmiyor, bürhan isteriz."47 ifadeleri zamanımızda ikna metodunun geçerli
olduğunu vurgulamaktadır. Artık insanlık terakki ve tekamül etmiştir. Savaş
istemiyor, barış huzur ve sevgi arıyor. Bunun için insanlığa sevgi ile yaklaşan,
barış huzur ve saadeti temin eden İslam hakikatlerini onlara ulaştırmada ikna
metodu şarttır.

Ancak düşmanın taassubunu kırmak için eskide, vahşet devrinde zorlamaya
gidilmiştir. Bu, zamanımızda geçerli değildir. Harici tecavüze karşı da devlet
eliyle elbette savaş yapılacaktır. Ancak bu ferde ait bir görev değildir.

d. Din Bir Eğitim ve Öğretim Müessesesidir: Tüm kötülüklerin kaynağı cehalettir.
Haka ulaşmak ve doğruyu bulmak isteyen herkes öncelikle cehaletten
kurtulmalıdır. İslamiyet’ten önceki döneme "Cahiliye Dönemi" denmektedir. İman
ve ibadet ilmin neticesi olduğu gibi, inkar, şirk ve küfür de cehaletin
eseridir. İslam’ın amacı ilmi ihya etmek ve bununla cehalet zulmetini izale
etmektir. İlmin akıllar ve kalpler üzerinde icra ettiği tesiri silah gücüyle
temin etmek mümkün değildir.

Yüce Allah insanlığa peygamberler göndererek öncelikle onların cehaletten
kurtulmasını murat etmiştir. Bunun için Peygamberimize (sav) ilk vahyi ve ilk
emri, "Allah’ın adı ile OKU!"48 hitabı olmuştur. Peygamberimiz bu emre imtisalen
ilk olarak cehalete karşı ilimle mücadeleye başladı. Temeli ilme, tebliğe ve
davete dayanan İslam’ın bu yayılma metoduna "Kur’an ve ilimle cihad" adı
verilmektedir. Tüm peygamberler Allah’ın kendilerine vahiy yoluyla vermiş olduğu
ilahi kitapları okuyup okutarak, eğitim ve öğretim yoluyla, yani ilimle
insanların kalplerine, gönüllerine ve akıllarına hükmetmiş; küfürle, cehaletle
mücadele etmişlerdir. Hz. Musa (as) Sina çölünde kırk yıl Tevrat’ı okutarak
yetiştirdiği genç ve bilgili bir nesille Kudüs’ü fethederek büyük bir
medeniyetin temellerini atmıştır. Hz. İsa (as) İncil’i okutarak eğittiği
havarileri sayesinde Hıristiyanlığı dünyaya kabul ettirdi. Hz. Muhammed (sav)
Kur’an-ı Kerim’i okuyup öğreterek 50 yıl gibi kısa bir zamanda üç kıtaya
İslamiyet’i yaydı ve cahil ve bedevi Arap kavmini medeni milletlere muallim ve
üstad eyledi.

Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de varlık ve birliğinin kâinattaki delillerini
ayetleri ile izah ettikten sonra şöyle buyurur: "Ey Resulüm! Sen kâfirlere uyma,
onlara karşı Kur’an’ın delillerini ortaya koyarak büyük bir mücahede ile cihad
et."49

Mekke’de nazil olan bu ayetlerde yüce Allah, delil ve hüccetlerle mücadele
ederek müşrik ve sefihleri mağlup etmeye çalışmanın, kılıçla mücadele etmekten
daha mühim olduğunu, bu nevi cihada da "Büyük Cihad" denildiğini ifade
etmektedir.50 Elmalılı Hamdi Yazır da, " Düşünmeli ki, bu ne büyük bir emirdir.
Tebliğe memur olan Hz. Muhammed’in (sav) elinde Kur’an’dan başka hiçbir silah
yokken, o Kelamullah en büyük cihadı yapmaya kifayet ediyor. Mekke’de başlayan
bu büyük cihad tüm dünyaya yayılıyor."51 diye tefsir ederek en büyük cihadın hak
ve hakikati anlatmak ve Allah’ın varlık ve birliğini, kudret ve azametini
kalplere, akıllara ve gönüllere yerleştirmek olduğunu ve bunun da ancak ilimle
yapılabileceğini belirtiyor.

Biz araştırmalarımızda gördük ki, Mekke’de nazil olan ve Medine’de nazil olduğu
halde içerisinde "Cihad" ve "Mücahede" ifadelerinin geçtiği tüm ayetler manevi
olan ilimle, fikirle yapılan cihadı emretmektedir. Ancak Medine de nazil olan ve
içinde "Kıtal" ve "Mukatele" ifadelerinin geçtiği ayetler müşriklerin hariçten
gelen tecavüzlerini defetmek için "Savaş" emrini ifade etmektedir.

İslam’da öğretinin esası Kur’an ve Sünnetin öğretilmesidir. Peygamberin görevi
de insanlara Kur’an’ı öğretmektir. Nitekim yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de buyurur:
"Kendi içinizden bir peygamber gönderdik ki, size ayetlerimizi okusun, sizleri
inkar ve günah kirlerinden korusun, temizlesin, size kâinatın ve varlıkların
amaçlarını ve sırlarını ve daha bilmediğiniz nice şeyleri öğretsin."52

Peygamberin görevi Kur’an’ı ve Sünnetini inananlara öğretmek olduğu gibi,
peygamberden sonra da bu görevi yapan bilginler olmalıdır. Bunu yüce Allah
emrederek şöyle buyurur: "Sizler de Allah’ın kitabını okuyup okutan, öğrenip
öğreten Rabbaniler ve halis kullar olun."53 Ayet-i Kerime’de ifadesini bulan
"Rabbaniler"den maksadın "Allah’ı bilen, insanlara öğreten, Rablerine bağlı ilim
sahipleri" olduğunu müfessirler belirtmişlerdir. Eğitim ve öğretim olmadan din
olmaz. Bunun için Peygamberimiz (sav) "Alimin mürekkebi şehitlerin kanından
üstündür"54 buyurdular.

Yine Peygamberimiz (sav) buyurdular ki, "İlim öğrenmek namazdan, oruçtan, hacdan
ve Allah yolunda savaşmaktan daha faziletlidir."55 "İlim öğrenin, ilmin tahsili
Allah korkusu verir, ilmi öğrenmeyi istemek ibadettir. İlmî müzakere Allah’ı
tesbih etmektir. İlimden bahsetmek cihaddır."56

2. Maddi Cihad

Peygamberimiz (sav) Mekke döneminde müşriklerle Kur’an-ı Kerim’i okumakla iman
esaslarını izah ederek, hak ve hakikate insanları davet etmek şeklinde manevi
cihad vazifesini yapmakta idi.57 Medine’de ise hariçten gelen mütecaviz
müşriklere karşı zulüm ve tecavüzlerini önlemek, can ve malı, din ve namusu
korumak amacı ile yüce Allah tarafından savaş izni verilmiştir.58

Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de savaşın meşruiyetini ve bunun şartlarını veciz bir
şekilde şöyle ifade ediyor: "Kendilerine savaş açılan müminlere, zulme
uğramaları sebebiyle savaş izni verilmiştir. Ancak aşırı gitmeyin. Allah aşırı
gidenleri sevmez."59

Savaş ancak harici düşmanın tecavüzünü durdurmak, fitne ve fesatlarını önlemek
ve zalimlerin zulümlerini defederek, barış ve huzuru sağlamak için yapılır.

Haksız yere bir cana kıymak çok büyük zulüm ve haksızlıktır. Nitekim yüce Allah
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur: "Haksız yere bir insanı öldürmek bütün
insanları öldürmek gibi büyük zulümdür, bir insanı kurtarmak da bütün insanları
kurtarmak gibidir."60 Hal böyle olunca haksız yere savaşmak ve savaşa sebep
olmak ne derece büyük bir zulüm ve büyük günah olduğu kıyas edilsin.

Bediüzzaman, "Hariçteki cihad başka, dahildeki başkadır"61 diyerek memleket
dahilinde silahla cihad olamayacağını ve bunun asayişi ihlal edip, anarşiyi
netice vereceğini ifade etmiştir. Harici düşmanın tecavüzü zamanında da cihad
için elinden geleni yapmış, mütecaviz düşman ordularına karşı gönüllü alay
komutanı olarak savaşmış ve Rusya’ya esir düşmüştür. Bununla beraber, "Cihad-ı
hariciyi şeriatın kesin delillerinin elmas kılıçlarına havale edeceğiz"62
diyerek artık hariçte de cihadın manevi yönünü nazara vermiş, "Fen ve sanat
silahıyla ilay-ı kelimetullahın en müthiş düşmanı olan cehalet, fakr ve
ihtilaf-ı efkara karşı cihad edeceğiz" demiştir.

Savaşın meşru olduğu halleri şöyle sıralamak mümkündür.

a. Fitne ve Fesadın Önünü Almak: Bazı kötülükler vardır ki, zor kullanmadan
önlemek mümkün değildir. Kur’an-ı Kerim bu çeşit münkerata "fitne ve fesat"
ismini verir. Bunlar, zayıflara zulmederek meşru haklarını ellerinden almak,
evlerini talan etmek ve işkence yapmak gibi zulümler;63 halka karşı zor
kullanarak insanları yanlış yollara sürüklemeye çalışmak;64 gayr-i meşru şekilde
adam öldürmek ve kan akıtmak65 gibi işlerdir.

b. Bağiler ve İsyancılarla (Teröristlerle) Savaşmak: "Bağy" isteklerinde aşırıya
gidenler anlamına gelir. Haddi aşmak ve sınırı geçmek anlamlarını da ifade
etmektedir. Kendi hakkı ile yetinmeyerek başkasının canına, malına ve namusuna
musallat olan ve bu şekilde anarşi ve kargaşaya sebep olana da "bağî" adı
verilir. Toplumu karışıklığa sevk eden bağy hareketi aslında büyük bir zulümdür.

Nitekim yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de, "Allah adaleti, iyiliği, akrabayı görüp
gözetmeyi emreder; çirkinliği, fenalığı, azgınlığı ve zulmü yasaklar. Tutasınız
diye size öğüt verir"66 buyurmaktadır. Cuma günü her camide, hutbeden sonra
hatibin sesli olarak okuduğu bu ayette yüce Allah zulmü "bağy" ifadesi ile
anlatır. Bağy ise, azgınlık ve anarşi anlamında kullanılan bir ifadedir.

Bağilerle, yani teröristlerle savaşın küffardan ve mütecaviz harici düşmandan
farkı, esirleri öldürülmez, malı ganimet sayılmaz, mirasçısına verilir.67

Yine bunlar fikir ve düşüncelerinde hürdürler, fikirlerinden dolayı
suçlanamazlar ve onlarla savaşılmaz, ancak tecavüz ederler, kan dökerler ve
mala, namusa zarar verirlerse o zaman hak ve adalet namına onlara karşı kuvvet
kullanılır. Nitekim Hz. Ali (ra) Haricilerle konuştu ve onlara "İstediğiniz
tarafta olun. Fikrinizde hürsünüz. Sizinle aramızda hukuk hükmedecektir. Kan
dökmediğiniz, mala, namusa tecavüz etmediğiniz ve kimseye zulmetmediğiniz
müddetçe istediğiniz gibi serbest dolaşabilirsiniz. Ancak bunları yaparsanız
size hak namına, hukukun gereği olarak harp ilan ederim"68 diyerek serbestçe
fikirleri yaymalarına müsaade etmiştir. Ancak onlar zulmettiler, kan döktüler.
Hz. Ali (ra) de onlarla savaştı.

c. Harici Tecavüzü Defetmek: Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de savaşın meşruiyetini,
"Kendilerine savaş açılan müminlere, zulme uğramaları sebebiyle savaş izni
verilmiştir. Ancak aşırı gitmeyin. Allah aşırı gidenleri sevmez"69 ayeti ile
açıklamıştır. Savaş ancak düşmanın tecavüzünü durdurmak, fitne ve fesatlarını
önlemek ve zalimlerin zulümlerini defederek barış ve huzuru sağlamak için
yapılır.

Savaşta haklılık çok önemlidir. Haksız yere bir cana kıymak çok büyük zulüm ve
haksızlıktır. Nitekim yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur: "Haksız yer
bir insanı öldürmek bütün insanları öldürmek gibi büyük zulümdür, bir insanı
kurtarmak da bütün insanları kurtarmak gibidir."70 Hal böyle olunca haksız yer
savaşmak ve savaşa sebep olmak ne derece büyük bir zulüm, büyük günah olduğu
kıyas edilsin.

Savaş da insanları öldürmek için yapılmaz. Zulmü ve tecavüzü önleyerek
mütecavizlerin tecavüzünü def etmek; barışı, emniyeti ve adaleti sağlamak,
insanların hayat hakkını korumak içindir.71 Bunun dışındaki savaş zulüm ve
haksızlıktır.

İslam hukukuna göre bir kâfir, küfründen dolayı öldürülmez. Zulüm ve
tecavüzünden dolayı ölümü hak ederse öldürülür.72 Aynı hüküm baği, yani isyan ve
tecavüz eden, zalim Müslüman için de geçerlidir. Bir Müslüman cana ve namusa
tecavüz ederse, yol keser, isyan eder anarşi çıkarırsa diğer suçlular gibi ceza
görür.73

Sonuç

Cihad "i’lay-ı kelimetullah" (=Allah’ın adını yüceltmek) içindir. Yani Allah’a
imanın kalplerde yerleşmesi hadisesidir. İşin içinde Allah’ın adının yücelmesi
söz konusu değilse yapılan iş cihad değildir. Bu vazife tüm inananlara aittir.
Bunun da iki mühim ayağı vardır. Birincisi kişinin nefsine ait vazifedir ki,
imanı taklitten tahkika çıkarmak için mücadele etmektir. Bu da maddi ve manevi
gayreti gerektirir. Manevi ilim, ibadet ve ahlak ile ilgili olanıdır. Maddi
olanı ise, manevi mücadele için gerekli olan imkanları hazırlamaktır.
Peygamberimiz (sav): "Ahirzamanda kişi dinini korumak için paraya ve maddeye
muhtaç olacaktır" buyurur.74 Bediüzzaman’ın ifadesi ile "i’lay-ı kelimetullahın
bu zamanda en büyük sebebi maddeten terakki etmektir."75

Dipnotlar

1. Muhammed Hayır Heykel, Cihad ve’l-Kıtal Fi Siyaseti’ş-Şeriye, C:1,
Beyrut-1997, s. 38

2. Heykel, a.g.e., C:1, s. 39

3. Alak, 1/5

4. Enbiya, 21/107

5. Bediüzzaman Said Nursi, Hutbe-i Şamiye, İstanbul, 1993, s.151; Bediüzzaman
Said Nursi, Divan-ı Harb-i Örfi, İstanbul, 1993, s. 64

6. Hac Suresi, 22/78

7. Nursi, Divan-ı Harb-i Örfi, s.64

8. Bakara, 2/256

9. Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, İstanbul, 1997, s. 243

10. Ankebut, 29/46

11. Mü’minun, 23/96

12. Feyzü’l-Kadir 2/31

13. İbn. Hacer, 4/427 ; Müsnedül-Firdevs, 5/519; Feyzü’l-Kadir, 3/301

14. İmam-ı Gazali, İhyay-ı Ulum ed-Din, C:1, Beyrut, s. 11; Terğib-Terhib, C:I,
Beyrut,
s. 94

15. Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası, İstanbul, 1998, s. 455

16. Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, İstanbul, 1997, s. 243; Bediüzzaman Said
Nursi, Hutbe-i Şamiye, İstanbul, 1993, s. 41

17. Bediüzzaman Said Nursi, İçtimai Reçeteler, C:2, İstanbul, 1990, s. 298

18. Müslim, Şerh-u Nevevi, C:17, s. 198

19. Hac, 22/78

20. Ankebut, 29/1-8

21. Kenzü’l-Ummal, C:4, s. 616 ( Hadis No: 17799 )

22. Nursi, Divan-ı Harb-i Örfi, s. 64; Nursi, Emirdağ Lahikası,
s. 458

23. Nursi, Emirdağ Lahikası, s. 458

24. Tefsir-i Tıbyan, (Al-i İmran Suresi 104. ayetin tefsiri) s.186

25. Bakara, 2/208

26. Buhari, Cihad, 112; Müslim, Cihad, 19

27. Bakara, 2/256, (Bu ayetin nüzul sebebi: Ensardan Beni Salim bin Avf
el-Huseynî isimli bir Sahabenin çocukları Hıristiyan olmuşlar ve Şam’a
yerleşmişlerdi. Medine’ye yağ satmaya geldiklerinde babaları yakalarından
tutarak "İslama girmedikçe sizleri bırakmam" diye Resulullah’ın (sav) huzuruna
getirdi. "Ya Resülullah! Göz göre göre bunları ateşe mi atayım!" dedi. Bunun
üzerine bu ayet nazil oldu. (İbn-i Kesir, Tefsir, 1/38 ; Tahsin Emiroğlu,
Esbab-ı Nüzul, 1/257 )

28. Yunus, 10/99

29. Kehf, 18/29

30. Şuara, 26/3-4

31. Tefsir-i Kebir Tercümesi, 5/256

32. Fıkh-ı Ekber Şerhi, Aliyyü’l-Kari, s. 87-88

33. İbn-i Kesir, Tefsir, C:4, s. 234

34. Hucurat, 49/14

35. Gaşiye, 88/17-22

36. Mülk, 67/2

37. Nursi, Sözler,
s. 307

38. Nursi, Şualar,
s. 498

39. M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, C:1, s. 860-861

40. Nahl, 16/125

41. Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, İstanbul, 2001, s.182; Bediüzzaman Said
Nursi, Mesnevi-i Nuriye, İstanbul, 2001, s.144

42. Maide, 5/99

43. Kasas Suresi, 28/56

44. Nursi, Lem’alar, s. 183; Nursi, Mesnevi…, s. 145; Bediüzzaman Said Nursi,
Kastamonu Lahikası, İstanbul, 2001, s. 201

45. Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası, İstanbul, 2001, s. 27

46. Nursi, Divan-ı Harb-i Örfi, s. 65; Nursi, İçtimai Reçeteler,
s. 70

47. Bediüzzaman Said Nursi, Muhakemat, İstanbul, 2001, s. 41

48. Alak, 96/1

49. Furkan, 25/52

50. Mehmet Vehbi Efendi, Hülasatü’l-Beyan, C:10, 3848-3849

51. Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, C:5, s. 3601

52. Bakara, 2/151

53. Al-i İmran, 3/79

54. Gazali, İhya, 1/6

55. Kenzü’l-Ummal, Hadis no: 28615

56. Gazali, İhya, C:1,
s. 11

57. Taberi, Tefsir, C:20, s. 15; İbn-i Kayyum, Zad’ü-l Mead, C:2, s. 58

58. Hac, 22/39-40

59. Bakara, 2/190-191; Hac, 39-40

60. Maide, 5/34

61. Nursi, Emirdağ Lahikası, s. 456

62. Nursi, Divan-ı Harb-i Örfi, s. 64; Bediüzzaman Said Nursi, Tarihçe-i. Hayat,
İstanbul, 1998, s.52

63. Nahl, 110; Bakara, 217

64. İsra, 73; Maide, 43-50

65. Ahzab, 14; Nisa, 91

66. Nahl, 16/90

67. İbn-i Hacer, Bülüğu’l -Meram, (Terc. Ahmet Davudoğlu), C:3, s. 358 – 361;
Müslim, İmare, 59-60

68. İbn-i Hişam, Sire, 250-252

69. Bakara, 2/190-191; Hac, 39-40

70. Maide, 5/34

71. Enfal, 8/61-62 ; Nisa, 4/90; Tövbe, 9/6

72. Mevdudi, Cihad, 322

73. Reddü’l-Muhtar, 2/273

74. Camiu’s-Sağir, 1/452

75. Nursi, Hutbe-i Şamiye, s. 30, 92