Şeriat düzeni" tâbiri bilhassa son dönemlerde çok sık
kullanılıyor. Siz bu tâbir etrafında yürütülen tartışmaları sağlıklı buluyor
musunuz? Şeriat deyince ne anlamak lâzım?

Şeriat, Âdem’den (a.s.) Resul-i Ekreme (a.s.m.) kadar, uyulduğu
takdirde insanlığm gerçek saadetini tekeffül eden temel ilkeler bütünüdür. Bu
bağlamda, insanlığa sunulan İlâhî-tabiî hukuk anlamındadır. Kur’ân-ı Kerimde
Resul-i Ekreme (a.s.m.) hitaben "Emrde sana verilen şeriata uy" buyurulur. Bu da
"hukukun üstünlüğü ilkesi"nizı ifadesidir. Bu emir olmasa idi dahi, Nebiyy-i
Mâ’sum (a.s.m) elbette kendisine verilen şeriata "emr"de de uyacaktı. Şu halde
"emr" alanında şeriata uyulmasını buyuran bu âyet-i kerimenin hikmeti nedir?

"Emr" burada "velâyet-i emr," "kamu yönetimi," "hukuk düzeni"
alanıdır. Resul-i Ekreme (a.s.m.) "şeriat" verilmesi, onun ‘:nebî" ve "resul"
olması dolayısı iledir. Ümmeti ona biy’at etmese idi, Ensar ona yardımcı olarak
MedînetünNebînin, Peygamber devletinin kurulmasını sağlamasa idi,
peygamberliğine zarar gelecek mi idi? Elbette gelmeyecekti. Nice nebî ve Hz. İsa
(a.s.) gibi resul vardır ki, kendisizıe aynı zamanda "velâyet-i emr" de tevdî
edilmiş değildir. Resul-i Ekreme (a.s.m.) ise, insanlığa örnek olacak
"site-devlet"i kurma ödevi verilmiştir (Medînetün-Nebî). Şu halde Resul-i Ekrem
(a.s.m.) ismet vasfını da haiz olduğu için elbette devlet reisi olarak
"velâyet-i emr"de şeriata uyacak idi. Bu hitabın asıl muhatabı, Resul-i Ekreme
(a.s.m.) devlet reisi sıfatı ile halef olacak gelecekteki yöneticilerdir.

İlâhî-tabiî hukukun temel, anayasal ilkeleri olan şeriata,
Batıda dil uzatılmaz. Bizde ise, Moiz Kohen’e (Tekin Alp) uyularak, her Allah’m
günü şeriat tahkir edilir. "Biz de Müslümanız, ancak şeriata karşıyız. Şeriat
Ortaçağ karanlığı, kan ve ateş, kölecilik, kadının ezilmesi demektir" denir. Şu
halde nasıl oluyor da, ve hangi mantık ile, "Müslümanız" diyorlar? Kur’ân-ı
Kerimi reddeden Müslümanlık nasıl olabiliyor? Resul-i Ekreme (a.s.m.) "Sana
verilen şeriata uy" buyurulduğuna göre, "Şeriat karşıtı Müslümanlık" iddiasında
mantık var mıdır?

"Resul-i Ekremi (a.s.m.) reddetmiyoruz, ne var ki onun çağırdığı
şeriatın-hâşâ-zulüm ve karanlık demek olduğundan kesinlikle eminiz!" sözünü,
aklı başmda ise, hangi kimse içtenlikle söyleyebilir? Demek ki, bu sözü söyleyen
ya delidir, ya geri zekâlıdır, yahut deli ve geri zekâlıları ve
sersemleştirilmiş kimseleriardına takmada yarar uman bir makyavelisttir. Hiç
değilse "Ebu ·Cehl" içtenliği ile açıkça İslâma karşı çıksalar da, "İslâma
düşman Müslümanım!" sloganmı bir yana bıraksalar!

Türkiye’de "şeriat"m anlamıxtı savunucularının da, düşmanlarının
da çoğu bilmiyor. Düşmanlarının sadece bir kısmı biliyor ve kendileri zalimler
güruhundan oldukları için İlâhî-tabiî hukuka, adalet devleti ülküsüne, insan,
canlı ve çevre hakları anlayışma "Amerikancı liberalizm" anlayışı ile karşı
çıkıyorlar. Diğer düşmanları, Kur’ân-ı Kerimin teşbihi ile, bu "müstekbirler"
tarafzndan "yabancılaştırılmış," yabaneşeği konumuna düşürülmüş bîçareler
olarak, yabaneşeğinin arslandan kaçışı gibi Kur’ân’dan kaçıyorlar.

Dostluk iddia edenlerin bir kısmı ise, şeriatı başörtüsünün
yüzölçümüne hapsetmiş durumda. "Bir de arada ibret-i âlem için el kesilse, insan
taşlansa, daha fazlası can sağlığı!" diyorlar. Bunlara da şeriatın bu demek
olmadığını anlatmak gerek! Şeriatın hikmette dayandığı değer adalettir. Adalet
de yine hikmette İlâhî sevgiden kaynaklanır. Şeriatta da elbette "cezalar"
vardır. Ancak hiçbirisi eşitlik adaletine dayanan "insan haysiyeti, insanlık
onuru" değerine ve aynı zamanda somut olay göz önüne alınırsa "liyakat ve
istihkak adaleti"ne aykırı olamaz.

Şer’î hukukun tümüyle uygulanma şartları nelerdir? Tarihte bu
uygulamanın tam mânâsıyla gerçekleştirildiği dönemler olmuş mudur?

Şeriat, 622-632 yılları arasmda Medine ömek devletinde
uygularunıştır. Elbette daha önce de-Yahudiler aksini iddia etseler bile kral
değil, Resul-i Ekrem (a.s.m.) gibi nebî ve yönetici olan-Davud ve Süleyman
devleti gibi dönemlerde uygulanmıştır. Fakat yazık ki, 661’de Emîrül-Mü’minînin
şehid edilmesinden sonra şeriat ile uygulama arasındaki sapma açısı git gide
büyümüş, özellikle Yezid ve Cengiz gibilerin hakim olduğu dönemlerde şeriat
ilkeleri hemen tamamen yürürlükten kalkmıştır.

Şer’î kukukla lâik hukukun birleştiği ve ayrıldığı noktalar
üzerinde bir değerlendirme yapar mısınız?

İlâhî-tabiî hukuk "mülâzeme" ilkesine dayanır. Şer’in (vahyin)
hükmettiğine akıl da hükmeder, aklın hükmettiğine de şer’ hükmeder. Pozitif
hukuk kurallarının, insan haklarının ve adaletin güvencesi olan temel ilkelere
aykırı olmâması gerekir. İşte bunun için "Yönetimde şeriata uy!" buyurulmuştur.
Batıda birçok ülkede ve bu arada Almanya’da bu temel ilkeler hiç değilse pozitif
hukukun da temel ve değişmez ilkeleri haline getirilmiştir. Buna karşılık
laiklik ilkesi maddî anlamda tam bir din düşmanlığı ve ateizm olarak
yutturulabilirse, pozitif hukuk kurallarının bu temel ilkelere uygun olması
gerekmeyecektir. Şeytanî kurnazlık oyunları, aklın yerini alacaktır. Meselâ
"Herşeyden önce insan!" sloganı kötüye kullanılarak, önce canlılar ve cansız
çevre, canilerin saldırısına karşı korumasız bırakılacaktır. "İnsan" denirken
eşitlik adaletine uyulmayacak, "Herşeyden önce insan!" "Herşeyden önce benim
bencil çıkarım! Benden sonra tufan!" olarak yorumlanacaktır. Yahut ateist bir
felsefe, temelden yanlış ve akıl dışı olması bir yana, bir ahlâk felsefesine ve
"değer" anlayışına da sahip olamayacak, değerler için sağlam bir temel
bulamayacak, sonunda bu değerler de "nisbîleştirilmiş," "bağımlılaştırılmış"
olacaktır.

Laik bir hukuk düzeni, ancak gerçek anlamda "rasyonalist"
olabildiği ölçüde, İlâhî-tabiî hukuk ilkelerine varma ümidi belirecektir: Akıl
için yol birdir.

Şeriat nasıl bir devlet modeli öngörür? Bu modeli demokrasi,
temel hak ve hürriyetler gibi "çağdaş" kriterlerle bağdaştırmak mümkün müdür?

İlâhî-tabiî hukukun çizdiği devlet modeli, gerçek ve ideal
anlamda bir "hukuk (adalet) devleti" düzenidir. Temel hak ve hürriyetler, esasen
yukarıda açıklamaya çalıştığım gibi, ideal anlamda sadece bu devlet modelinin
temelinde yer alabilirler.

"Demokrasi’ ise, bu hukuk devleti düzeninin sürdürülrxıesi için
bir araç, bir yöntemdir. Demokrasinin gerçek anlamda hızkuk devletinin
gerçekleştirilme aracı olabilmesi için, halka, insan haklarmı güvenceye bağlayan
temel ilkeleri de "vekilleri" aracılığı ile alt-üst etme, başka türlü kurallar
getirme yetkisinin tanmmaması, değişmez, katı anayasal ilkelerin varlığmm kabul
edilmesi gerekir. İşte insanları biribirine düşürmede yarar umanlar, tozdan
dumandan İlâhî fermanın okunamaz hale geldiği bugünkü havayı sağlayabilmek için,
İslâmı bilmeyenlere, "İslâmda değişmezlik ilkesi vardır, şu halde milletin
yasama hakkı elinden alınmaktadır" derken, Müslümanlara da "Demokrasi demek
topluma mutlak yasama yetkisi tanmması demektir. Şu halde gerçek Müslüman,
demokrasi düşmanı olmalıdır" derler.

Oysa demokrasi, yöneticilerin halk tarafından seçilmesi demektir
ve ancak "adalet devleti demokrasisi"nin değeri ve yararı vardır. Demokrasi
"çoğunluk diktatörlüğ2i" demek olmadığı gibi, oligarşinin düzenlediği karnaval
seçimlere dayanan bir göz boyama oyunu da değildir. Maalesef, demokrasinin,
oligarşinin tilki oyunu olarak kalmasında çıkarı olanlar, gerçek hukuk devleti
demokrasisini, İslâmm alanında laiklere, laiklerin alanmda da Müslümanlara hedef
göstererek oyunlarını sürdürürler.

Şeriat denildiğinde öncelikle İran, Suudi Arabistan veya
Pakistan gibi örneklerin verilmesini nasıl yorumluyorsunuz? Bu örnekler
gerçekten birer "model" olarak görülebilir mi?

661’den sonra sapma açısı git gide büyümüş, yirminci yüzyılda
kendilerini "İslâm devleti" olarak niteleyen toplumlarda da maalesef henüz
"Medinetü’n-Nebî" ölçüt ve -değerlerine varılamamıştır. Esasen, verilen
örneklerden sadece İran’da gerçekten İslâm toplumuna varılmasını hedefleyen
yoğun bir özlemin göstergeleri görülmüştür. Ancak, İran’da da "ideal"e henüz
varılamamıştır. İnşaallah yeni bir sapma açısı belirmez.

Fundamentalizm, köktendincilik gibi Batı kaynaklı suçlamalar
hakkındaki değerlendirmeniz nedir?

"Fundamentalizm," Batıda ve özellikle Amerikan Protestanlığı
çerçevesinde belirmiş, Kitab-ı Mukaddes’in lâfzını esas alan bir "Zâhirîlik"
akımıdır veya tutumudur. Kitab-ı Mukaddes’in tahrif edilmesine rağmen, tahrif
edilen metindeki doğruları aklmı kullanarak tesbit edecek yerde, tahrif edilen
bölüm ve cümleler üzerinde inatla ısrar etme tutumudur. İslâmda bu
"fundamentalizm"in tam karşılığı olamaz, çünkü Kur’ân-ı Kerim tahrif
edilmemiştir. Ancak, yine de bir tür "İslâm fundamentalizmi" de vardır: Bu da
uydurma (mevzu) hadisleri Kur’ân-ı Kerim ile ayıklayacak yerde, uydurma hadisler
ile Kur’ân-ı Kerimi fülen yürürlükten kaldırma tutumudur. "Köktendincilik"
terimi bugün Türkçede "fundamentalizm" ve "radikalizm" karıştırılarak
kullanılmaktadır. Oysa radikalizm, yukarıda değinilen İlâhî-tabiî hukukun temel
ilkelerine bağımlı olma ve tutarlı olarak savunma anlamında, olumlu bir anlamda
da kullanılabilir.

Türkiye’deki şeriat ve lâiklik tartışmalarının bir siyasî
parti ile irtibatlandırılmasını nasıl yorumluyorsunuz?

Türkiye’de hiçbir parti İslâmî ideolojinin sözcüsü olan bir
"doktrin partisi" olarak kurulmamıştır. "Sağ"da oldukları söylenen bütün
partiler, İslâmı, şu veya bu derecede, bir slogan olarak, oportünist amaçlarla
kullanmaktadır.

 

 

Prof. Dr. Toktamıs Ates:
"Şeriat bir din düzenidir."

Sizce "Şeriat" nedır? "Şeriat" kavramından ne
anlıyorsunuz?

Bilindiği üzere şeriat Arapça’da çok değişik anlamlara
gelen bir sözcüktür: Ayrıca, "şeriat denildıgi zaman, sadece "İslâm Şeriatı"
anlaşılması da pek doğru değildir Her dinin kendine göre bir düzeni, yani
şeriatı vardır. Ancak genel olarak şerıat denildigı zaman İslamî kuralların
geçerlı olduğu bir din düzeni anlaşılmaktadır ki; ben de çogu kez bunu
düşünüyorum.

Batıda gelişen "İnsan hakları," "özgürlük,"
"demokrasi," gibi kavramlar "şeriat" kavramlarıyla benzerlik gosteriyor.
Sizce bu kavramlar bağdaşabilir mi? Bu benzerlikler nereden kaynaklanıyor ve
bunlar nasıl açıklanabilir?

Batıda gelişen "insan haklari," "özgürlük," “demokrasi
gibi kavramların, şeriat" kavramıyla bazı benzerlikleri varsa da; aslıda
temelde bazı ciddi farklar vardır.

Türkiye’de laiklik uygulamalarını kabul eden ve
benimseyen belli bir kesim var. Bu insanlar "şeriat" ve toplumdaki bir takım
İslami yapılanmalardan rahatsızlık duyuyorlar. Bu karşıtlık sizce nereden
kaynaklanıyor. Bu insanların karşı çıktıgı "şeriat" nedır?

Türkiye’deki laik kesimi tek bir standart tipte toplamak
mümkün değildir Farklı insanlar ve farklı gruplar laiklikten oIdukça farklı
anlamlar çıkartmaktadırlar. Kaldı kı, bu farklı laiklik anlayışları sadece
laik kesime de özgü de değildir..Laik olmayan kesimler de farklı laiklik
anlayışları içinde olabilmektedirler. Ancak "belli kesimlerde" Islamı
yapılanmalardan duyulan rahatsızlığın nedeni bu yapılanmaların, yarın kendi
yaşamlarına da mudahele edebileceği endişesidir.Bunların rahatsızlıklarının
genel nedeni, Türkiye’de (kör topal da olsa) varolan "özgürlük düzeninin"
ortadan kalkacağı ve bunun yerine Islam Şeriatı hükümlerinin geçerli olacağı
bir düzenın geçmesidir.

Sizce din ile şeriat ayni şeyler midir?

Bence din ve şeriat aynı şey değildir: Zaten bence
İslâmiyette kimse kimsenin dinini sorgulamayacagı gibi, kimse kimsenin
"İslâmiyetten anla dığı şeyi" de eleştiremez. Dinimizde "Kul’la Tanrı
arasına hiçbir kuvvet giremeyeceğine" gore, herkesin din anlayışı
kendinedir, herkes kendi hesabını kendi verecektir…