Eğitim ve öğretimin yaygınlaştırılması, okulsuz köy, öğretmensiz
okul bırakmama hedefine, yeni bir asra girmeye hazırlanılan günümüzde bile,
ulaşılabilmiş değildir. Çok sayıda okulsuz köyümüz mevcut olduğu gibi, öğretmeni
olmayan, tek derslikli ve birleştirilmiş sınıflarda eğitim veren okullarımızın
sayısı da az değildir.

Harf inkılabıyla birlikte okuma-yazma oranının sıfıra düşmesine
paralel olarak öğretmen ve okul ihtiyacı had safhaya ulaşmıştır. 1930’lu
yıllarda şehir ve kasabalarda açılan okullara öğretmen bulamama, çeşitli
sebeplerle meslekten ayrılanların yerinin doldurulamaması gibi problemler
halledilemediği gibi köylere okul da götürülememiştir.

CHP’nin olağan kongrelerinde eğitimin yaygınlaştırılması
talepleri dile geti-rilmiş, bu konuda nelerin yapılabileceği konusunda bazı
görüşler ileri sürülmüştür. Hasan Ali Yücel’in Eğitim Bakanı (1938) olmasından
sonra Köy Enstitüleri projesi hayata geçirilmiştir ve bu proje ile çok büyük
hedefler tespit edilmiştir, çok büyük iddialarla yola çıkılmıştır.

Hasan Ali Yücel’in Bakanlığı boyunca uygulanan Köy Enstitüleri
ile ilgili tartışmalar, kapanmalarının üzerinden uzun yıllar geçmesine rağmen
hala devam etmektedir. Biz bu çalışmamızda bir dönemin aynası niteliğindeki bu
eğitim kurumlarının işleyişi ve fonksiyonları üzerinde duracağız.

Kuruluş Amaçları

Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar köylerde eğitim ve
öğretim yaygınlaştırılamadı. Okulsuz ve öğretmensiz köyün bırakılmaması hedefine
henüz ulaşılamadı. Özellikle son yıllarda okul çağına gelmiş ancak eğitim
imkanından mahrum kalan çocukların sayısı hızla artmaktadır. Temel eğitimin
sekiz yılla çıkarılması genel olmakla birlikte, beş yıllık eğitimden mahrum
kalanlara bunu uygulamak adeta imkansızdır.

Özellikle 1930’lu yıllarda okulsuz-öğretmensiz köylerin üzerinde
durularak hal çareleri aranmıştır. Maaşların yetersizliği, ve düzenli
alamayışları birçok öğretmenin meslekten ayrılmasına sebep olmuş ve bunların
yerine yeterli sayıda öğretmen atanamamıştır.1928-33 yılları arasında çeşitli
sebeplerden dolayı mesleklerinden ayrılanların sayısı 4565’i (Sakaoğlu, 1991,s.
90) bulmuş ancak, yeni atamalar bu sayıya ulaşmamıştır. Köye zorla öğretmen
yollanmış ancak, bu uygulamadan da netice alınamamıştır.

Devletin, eğitime ayırdığı bütçenin yeterli olmamasından dolayı
köye yönelik projelerde devlete en asgari yükün yüklenmesi prensibi esas
alınarak yola koyulmuştur. 1935 nüfus sayımı sonrasında 31 bin köyün okulsuz
olduğu görülmüş ve bu durumu ortadan kaldırmak için sebep ve hal çareleri ortaya
atılmıştır. Şayet bu duruma çare bulunamazsa söz konusu durumun yüzyıl daha
devam edeceği belirtilmiştir.

Köye gönderilen şehirli öğretmenler uyum sağlayamadığından, köy
kökenli öğretmenlerin yetiştirilmesini esas alan ve 17 Nisan 1940 yılında
yürürlüğe konan Köy Enstitüleri Yasasının ihtiva ettiği görüş ve tespitler
şunlardır:

1-) Köye uyum sağlama problemine karşılık köyün şartlarına uygun
öğretmenlerin yetişmesine imkan sağlayacak ortam ve program gerekmektedir. Hem
öğretmenin köyden uzaklaşması engellenmeli, hem de yeterli bilgi ile donatılarak
başarılı ve iyi bir pratik tecrübeye sahip çiftçi olarak yetişmesi
sağlanmalıdır.

2-) Erkek öğretmenler köy hayatı için lazım olan demircilik,
yapıcılık, dülgerlik, kooperatifçilik dallarında; bayan öğretmenler de çocuk
bakımı, dikiş, ev idaresi, tarım işleri, hasta bakımı gibi alanlarda öğretici
olacaklardı.

3-) Öğretmen olamayanlar ise edindikleri bilgilerle köylerine
dönecekler ve diğer işlerde çalışacaklar.

4-) Bu okullar köyün ihtiyaç duyduğu üretimi gerçekleştirirken,
öğrencilerin ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla üretim yapan, arazisi olan ve
devlete fazla yük olan okullar olmayacaklardı (Sakaoğlu, 1991, s. 91).

Nitekim dönemin ilköğretim genel müdürü olan İ. Hakkı Tonguç,
teşkilatına gönderdiği genelgede köylerin kültürel ve genel hayatlarında
ilerlemenin sağla-nabilmesinin klasik öğretmen anlayışıyla mümkün olmadığını,
köy hayatının bir bütün olarak ele alınması gerektiğini, uygulanmak istenen yeni
sistemin yalnız klasik kültür sistemiyle işlenmesi, ilerlemeyi sağlayamayacağı
gibi bir sonucun da alınamayacağını bildirmiştir. Köye gönderilecek öğretmenler
tarafından eğitilecek öğrenci-ler, devlete uzun yıllar sürecek bir yük ve külfet
yüklememeli, üretici okullar olarak yaşayabilmeleri için gerekli olan tüm
ihtiyaçlarını kendileri karşılamalı, sadece kuruluşlarında devletten yardım
görmeleri gerektiği üzerinde durmuştur. Bu okullarda köyün genel hayatının
gelişmesine yarayacak şekilde öğrenciye birkaç meslek birden öğretilecektir.
Çünkü, yeni ve orijinal işler görecek bir kurum örgütünün bütün detaylarını işin
içinde çalışmış olanların tespit et-mesiyle ancak mümkündür (Tekeli, C. III, s.
665 ).

Köy Enstitülerini kuranlara göre, çağdaş bir millet olarak
yeniden doğuş; okuryazarlığın büyük kitleye yani köylüye ulaşmasına bağlı idi.
Bu okullarda söz konusu gayeye ulaşılacaktı…. "Her türlü eğitim ve öğretim
işine, çevrenin en kötü şartları içinde başlamaktı. Sulak, uğrak, yumuşak,
yerlerden mahsus kaçıp enstitüleri en olmayacak sayılan yerlerde kuruyorlardı.
Böylece iş ve masraf artıyor, zaman kaybediliyor ama öğrencinin gideceği yeri
yadırgamaması, her çeşit zorluğu yenmeye alışması gibi paha biçilmez bir insan
değeri, bir öncülük gücü kazanılmış oluyordu. Üstelik okul, hazıra konan,
verilenle yetinen bir kurum olmaktan çıkıp yaratıcı, yeşertici bir çehre
kazanıyordu" (Eyuboğlu, 1999, s.12). Bu eğitimin ve sistemin ne-ticesinde aydın
bir çoğunluk yetiştirilecekti.

Enstitülere büyük oranda toprak tahsis edilerek çalışmalara
başlandı. Pek çoğuna çadırla başlanmıştır. Öğrenciler, öğretmenler ve köylülerin
katkılarıyla enstitü için gerekli olan tüm binalar yapıldığı gibi tarlaların
işlenmesi, at, sığır, sebze-meyve, tahıl gibi tüm yiyeceklerin üretimi de bu
okul mensupları tarafından gerçekleşti-rilmiştir (İnan, 1977, s.249).

Açılış ve Müfredatları

Köy Enstitülerinin kuruluş aşaması "çavuş eğitmenler"
uygulamasıyla başlar. Köylere yeterli sayıda öğretmenin gönde-rilememesi,
gönderilenlerin uyum sağlayamaması, zorla gönderilenlerden de istenilen
başarının elde edilmemesinden dolayı 1937 yılından itibaren çavuş eğitmenlerin
yetiştirilmeleri ve bunların sayısının arttırılmasına yönelik çalışmalar
yapılmıştır. Bu amaçla askerliğini onbaşı ve çavuş olarak yapanlar, Ziraat
Bakanlığının desteğiyle ziraat eğitimi yapılmaya uygun okul ve çiftliklerde
kurslar açılarak söz konusu kişiler bu uygulamalı kurslarda görmüş oldukları
eğitimin sonunda eğitmen olarak gönde-rilmeye başlanmıştır.

17 Nisan 1940 yılında çıkarılan Köy Enstitüleri kuruluş
kanununun yürürlüğe girmesinden itibaren en son 1948’de kurulan Van-Erciş
okuluyla enstitülerin sayısı 21’e ulaşmıştır. 1942-43 eğitim öğretim yılından
itibaren de köy enstitülerinde ihtiyaç duyulan öğretmenleri yetiştirmek üzere
Hasanoğlan Köy Enstitüsü bünyesinde Yüksek köy Enstitüsü kuruldu (Duman, 1991,
s.56).

Beş yıllık bir eğitim süresi olan Köy Enstitülerine yine beş
yıllık ilkokulu bitirmiş olan öğrenciler arasından sağlıklı ve yetenekli olanlar
alınmıştır. Alınan öğrencilerin okuldan ayrılmalarını engellemek ve atandıkları
yerlerde uzun süre görev yapmalarını sağlamak amacıyla çok ağır yükümlülükler
getirilmiştir. Buna göre:

Sağlık nedeni dışında hiçbir sebeple ayrılmak mümkün değildir.
Ayrılanlar kendilerine harcananları faiziyle birlikte ödemek zorundaydılar.
Bakanlık tarafından atanması yapılanlar, atandıkları yerlerde 20 yıl boyunca
çalışmayı peşinen kabullenmiş oluyorlardı. Bu kurala uymayanlar bir daha devlet
memuru olamayacakları gibi okudukları sırada kendilerine harcananları da iki kat
geri ödemek zorundaydılar (Sakaoğlu, 1991, s. 93)

Enstitü çıkışlı öğretmenlere bağlanan aylık da normal bir
öğretmen aylığı olmayıp ayda sadece 20 lira idi (o günkü kurla hesaplandığında
yaklaşık olarak 4 dolar civarında) (Eyuboğlu, 1999, s.87). Bu aylık altıyıl
sonra 30, 15 yıl sonra da 40 liraya yükseltilmiştir. Öğretmenin ihtiyaçlarını
karşılayabilmesi için okula tahsis edilen arazinin dışında öğretmene, tarıma
elverişli köy arazisinden toprak verilmiştir. Öğretmen bu toprağı ekip biçerek
geçimini sağlayacaktı.

Hangi köye tayin edileceği 3 yıl önceden tesbit edilen öğretmen
ve okul harcamalarının karşılanması köye yüklenmiştir. Öğretmen göreve başladığı
gibi inşaatları tamamlayacak daha sonra eğitime başlayacaktı. Sonradan yapılacak
olan her türlü onarım harcamaları da köy bütçesinden karşılanmıştır (Sakaoğlu,
1991, s. 97).

Kuruluşlarından 1951 yılına kadar karma eğitim veren bu
okulların çok kapsamlı ve ağır bir programları vardır. Günlük en az 10 tam saat
çalışma mecburiyetinin yanında (tatiller de dahil olmak üzere) en az yılda 300
gün bu programı uygulama mecburiyeti vardı. Okul 10,5 ay boyunca açık olup
öğrenciler yılda sadece 1,5 ay tatil yapma imkanıma sahip idiler (İnan, 1997, s.
251-252). Öğrenciler öğretmenleriyle birlikte kendi okul binalarını yapmak
mecburiyetinde oldukları gibi komşu köy veya bölgelere gruplar halinde giderek
ora-daki inşaat işleri bitinceye kadar çalışırlardı.

Okullarda öğrenileni uygulama esas olduğundan, uygulamalı
çalışmalar her zaman ağırlık kazanmıştır. Kültür, tarım, teknik ders ve
çalışmalar olarak üç kısma ayrılan bu derslerden haftalık olarak birincisine 22,
ikinci ve üçüncüye 11’er saat ayrılmıştır. Ancak pratikte tarım ve teknik
dersleri çok fazla ağırlık kazanmıştır.

1943 yılında hazırlanan programa bakıldığında şu dersleri
görüyoruz:

Türkçe, tarih, coğrafya, yurttaşlık bilgisi, fizik, kimya,
matematik, tabiat ve okul sağlığı, yabancı dil (uygulanmamıştır.) el yazısı,
resim-İş, beden eğitimi ve ulusal oyunlar, müzik, askerlik, kızlar için ev
idaresi ve çocuk bakımı, öğretmenlik bilgisi, zirai İşletmeler ekonomisi ve
kooperatifçilikten oluşan kültür dersleri.

Bahçe ve tarla ziraati, sanayi bitkileri ziraati, zootekni,
kümes hayvanları bilgisi, arıcılık ve ipekböcekçiliği, balıkçılık ve su
Ürünleri, ziraat sanatlarından oluşan ziraat dersleri ve çalışmaları.

Köy demirciliği, köy dülgerliği, köy yapıcılığı, köy el
sanatlarından oluşan teknik dersler. 1947 yılında yapılan değişiklikle kültür,
1953’te de kültür ve meslek derslerinin ağırlığı arttırılmıştır (Sakaoğlu, 1991,
s.97).

Köy Enstitüleri ile ilgili olarak 19 Haziran 1942 yılında 4274
sayılı bir yasa daha çıkarılır. Yapılan çalışmaları hızlı ve etkili kılmak için
Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel valiliklere bir genelge yollayarak aktif bir
şekilde çalışmalarını, başarısız olacakların teşhir edileceğini belirtir. Bunun
yanında 18-50 yaş arası tüm köylülere çalışma mecburiyeti getirilerek yılda 20
gün köy ve bölge okullarının yapım ve onarım işlerinde çalıştırılırlar. Durumu
hiç de iyi olmayan köylülerin bu yeni angaryadan rahatsızlıkları daha da artar.
Yöneticilere göre söz konusu dönem, köylünün ölümden sonraki dirilişi, ağalık
düzeninin çökmesi, öğretmenlerin klasik sitemdeki rollerinin önderliğe dönüşmesi
ve daha da ötesi doğu-batı, kuzey-güney farklılıklarının sonu olacaktır. Hızını
alamayan yönetim kıdemli öğretmenler dururken köy enstitülerinden mezun olanları
baş öğretmen olarak atamalarını yaparlar (Sakaoğlu, 1991, s. 95-96).

Muhtelif Tepkiler

Tek parti iktidarının olduğu bir dönemde açılan bu okullara
destek de tepki de yine parti içinden gelmiştir. Bu okulların açılmasının
hedeflerinden bir tanesi ve en önemlisi mümkün olduğu kadar devletin yapacağı
harcamaların asgari bir düzeyde tutulması; öğretmen, öğrenci, köylü üçlüsüyle
her türlü işi gerçekleştirmekti. Nitekim de öyle olmuştur. Oysa ki, adı köy
enstitüleriyle özdeşleşmiş olan dönemin Eğitim başkanı H. Ali Yücel, birkaç yıl
öncesine kadar şunları ifade ediyordu: Osmanlılar zamanında devlet asırlarca
Türk köyüne sadece almak için gitmiştir. Askere alır, vergisini alır, istediğini
bulamazsa canını alırdı. Oysaki Cumhuriyetin geçen on dört yılı içinde başı
dinç, sakin, rahat ve huzur içinde yaşıyordu. Artık köylüden alma devri bitmiş
verme devri başlamıştı. Cumhuriyet ona emniyet getirmiş, hastalığına şifa arayan
teşkilat kurmuştur. Kurak topraklarına su dağıtıyor, tohumsuz kalan ambarını
tohumla dolduruyor, parasız kalan kesesine para koyuyordu ( 1937, s.22).

Bernard Lewis ise şu değerlendirmede bulunur: "Cumhuriyet,
Anadolu köylüsüne, onu ülkenin belkemiği diye överek —fakat onun için en iyi
olana kendisi karar vererek ve bunu uygulamak için devlet ve parti memurları
göndererek— daima sözde bağlılık göstermişti. Yüzyıllarca, belki de bin yıldan
beri, toprak ağasının ve devletin otoritesine boyun eğmeye alışmış olan köylü,
bu rolü tevekkülle kabul etmişti" (1984, s.471).

Köy Enstitülerinin temel taşlarından biri olarak kabul edilen
Sabahattin Eyüboğlu bu okullarla ilgili olarak şu ifadeleri kullanır: "Köy
Enstitülerini halk adına aydınlar kurdu, halk adına yine aydınlar yıktı. Halk
köy Enstitülerini istiyordu da aydınlar onun için kurdu demek gerçeğe ne kadar
aykırıysa halk istemiyordu da aydınlar onun için yıktı demek de o kadar
aykırıdır (1999, s.93). Eyüboğlu, yıkanların mı, yoksa kuranları mı halktan yana
olduklarının tesbiti için kimlerin çıkar peşinde oldukları, kimlerin bu işten
kazanç elde ettiğinin araştırılmasını ister.

Köy Enstitülerinin açılışıyla birlikte başlayan eleştiriler bu
okullarda isim ve program değişikliği yapıldıktan sonra da devam etmiştir. Bakan
Hasan Ali Yücel, yasa tasarısının görüşmeleri sırasında, köyden gelecek
çocukların bilgi ve yetenek sınavından sonra bu okullara alınacağını belirterek,
bununla içtimai bir sınıf oluşturmayacaklarını belirtmiştir. Yani buradan mezun
olanların köyleri ve köylülükleriyle bağlantısı kesilmeyecek sonraki hayatlarını
yine köyde ve çiftçilikle geçireceklerdi. Bu yolla bilgili, sağlıklı, ülkesine
bağlı, üretici vatandaşlar yetiştirilecekti. Daha önce de kaydettiğimiz gibi
mezun olanların atandıkları yerde 20 yıl çalışma mecburiyetleri vardı. Kazım
Karabekir de aynı toplantıda, getirilmek istenen sistemi eleştirerek; kendi
sahalarında iyi yetişmemiş az görgülü, yarı münevverlerin köylülerimizi
nüfuzları altına alarak maddi manevi tahakküm kuracaklarını, bu durumu gelecek
açısından tehlikeli gördüğünü belirtmiştir. Tartışmalardan sonra oturuma katılan
278 vekilin oyuyla yasa kabul edilirken,148 vekil ise oturuma katılmamıştır
(Sakaoğlu, 1991, s. 91-92).

Okulların en fazla tepki çeken tarafları,ağır
şartları,öğrenimden çok öğrencilerin bir tarım işçisi olarak (öğretmenler dahil)
çalıştırılmaları olmuştur. Köylerini kalkındırmaları maksadıyla, öğrencilere
kültür derslerinden çok çiftçiliğin, nalbaltlığın, müziğin, sağlık memurluğunun,
sanatkarlığın ve daha başka mesleklerin hepsinin birden verilmeye çalışılması ve
hepsinden başarılı olmalarının beklenmesi (bu okullarda sınıfta kalma yoktu)
eleşti-rilmiştir. Ağır iş şartlarından dolayı öğrenci öğretmeninden bir şey
öğrenemediği gibi, öğretmenin de öğrencilere verebileceği kültür dersleri için
ne zamanı olmuş ve ne de kendisini yetiştirebilmiştir ( Turan, 1979, s. 168).
Çünkü öğretmene maaş yerine arazi verilmiş, öğretmen geçimini sağlayabilmek için
talebeleriyle birlikte burada çalışmak zorunda kalmıştır.

Söz konusu eleştiriler, okul savunucuları tarafından
yalanlanmadığı gibi, klasik sistemle bir neticenin alınamayacağını, uygulamalı
derslerle daha hızlı bir kalkınmanın olacağını iddia etmişlerdir. Onlara göre bu
reformla en kötü şartlarda binlerce yapı, çorak arazilerde binlerce ağaç dikimi,
gelmez denilen yere su götürülmüş, elektrik götürülmüştür. Öğretim ve eğitim
işle birleştirilecek hayat savaşı içinde bilgi kazandırılacaktı. "Ders ev
yapmanın,ağaç dikmenin,hastalıklarla savaşın, toprağını tanımanın, hayvanı,
makineyi kullanmanın, kooperatifi idare etmenin ta kendisi olacak, hayat ve
kültür bir arada kazanılacaktı. Bu da Avrupa’da çoktan doğmuş bir fikir olmakla
beraber dünyanın pek az yerinde ve derslerin pek azında uygulanma sahası
bulabilmiştir. İş eğitimi ilkesinin karşısında bir yandan ana babanın,toplumun
eski okula alışkanlığı, bir yandan da bilimi ve sanatı gündelik ihtiyaçlardan,
yaşanan gerçekten ayıran bir öz kültür, bir zaman ve mekan dışı kültür anlayışı
çıkıyordu. Bir işe yaramak çoçuklar için en büyük saadet olduğu halde, nice
büyükler okulda temiz-leme işinin bile büyüklere para ile yaptırılmasını
çocukların lehine sanırlar. İşe yarayan bilgi onlarca asaleti kaybeder…"
(Eyuboğlu, 1999, s.22-23).

Öğrenciler ve öğretmenler elbirliğiyle yapı gereçlerini
kendileri yapıyorlar, tarlaları işliyor,at, sığır, davar yetiştiriyor, sürüler
besliyor, arıcılık, tavukçuluk, kimi enstitülerde balıkçılık yapıyor,
meyve,sebze, tahıl, hemen hemen bütün yiyeceklerini üretirken, kışlıklarını da
kendileri hazırlıyor ve dikişlerini de yapı-yorlardı. Yaptıkları yapılar;
derslik, işlik, yemekhane, yatakhane, kitaplık, laburatuvar, resim,
fotoğrafçılık, okuma, toplantı salonları, kooperatif evleri, elektrik
santralleri, bağ , meyve, sebze bahçeleri, ormanlar, ahır, ağıl, kümes,
arılıklarını, hastane, alet, araç ve motor binalarını, öğretmen evleri,
değirmen, fırın, balıkhane v.s. Bunların yanında, kümeler halinde ve
öğretmenlerinin başkanlığında komşu köy ve bölge okullarının yapımı için yardıma
gidiyorlar, boş zamanlarında beden eğitimi,toplantılar, müzik çalışmaları
yapıyorlar. Bütün bunların sonucunda Atatürk’ü anlayarak, eğitimde Atatürkçülük
ilkesini uygulayarak, Türk eğitimcileri, çok pahalı olan eğitim yatırımlarının
zararlarını ortadan kaldırmış, bu sistemi insanlığa, eğitim tarihine armağan
etmiş oluyorlardı. Gençliğin yaratma gücü, coşkusu yararlı yönde kullanılmış,
yapıta işe dönüştürülerek kişilikleri geliştirilmiş, kişilik bilincinin
kazanılmasına geniş imkanlar sağlanıyordu (İnan, 1977, s. 249-253).

Eğitim tarihine armağan edilen ve dünyaya örnek gösterilen bu
okullarda okuma bahtiyarlığına ulaşan kişilerden bir tanesi 1949 yılında Köy
Enstitüsüne giren Mahmut Mazı’dır. Lojmanlar arasında yolların olmadığını, bir
yıl yapıcılık dersi gördüklerini, önceki öğrencilerin Toroslar-dan kestikleri
keresteleri dereden yararlanarak taşıdıklarını, 4. ve 5. sınıfta başlarındaki
çavuşla birlikte Bulgaristan göçmenlerine kerpiç döküp evler yaptıklarını
kay-deder. "… İlk girdiğim yıl, evimden götürdüğüm ayakkabıların tabanı ve
yüzü beş-altı ayda gitti. Benim gibi arkadaşların çoğunun da ayağı çıplak kaldı.
Alman binasındaki banyodan takunyalar dağıttılar. Aylarca takunya ile dolaştık.
Sonra bir hayır sever 25 çift, içi bez lastik ayakkabı göndermiş. Kura çekildi,
bana da bir çift düştü. Sevincimi unutamam. Bir başka öğretmen Mehmet Dinç,
Kastamonu Gölköy Enstitüsü’ndeki kabristanda 25-30 mezarın olduğunu, kendisi de
hastalandığı için köyüne gönderildiğini, iyileştikten sonra okula geri döndüğünü
belirtmiştir (Sakaoğlu, 1991, s.94-95).

Eleştirilerden bir tanesi de kültürle ilgilidir. Bu okulların
açılmasının bir sebebi de kültür ihtilali olarak gösterilmiştir. Bu iddiaya
göre, şehirdeki eğitimi bozarak yetiştirilen solcu devrimbazlar istedikleri
gayeye ulaşamıyorlardı. Karşılarına, köyden ve kasabalardan gelen sağlam
çocuklar çıkıyor, hedeflerine ulaşamıyorlardı. Bunun için enstitüleri açıp
köylerden başlamak üzere işe giriştiler. Enstitülü gencin tezek edebiyatıyla
iğrenç ve utanç verici yazılarını göklere çıkarırken başkalarını ifsada
çalıştılar. Zorla bir sınıf mücadelesi oluşturarak, ezen muhtar, ezilen köylüden
ibaret sınıfları yaratmaya uğraştılar. Köylünün milli, dini ve ahlaki nizamını
yık-mayı hedeflediler (Turan, 1979, s. 165-167).

Gerek kültür değişimi, gerekse solculuk iddialarına verilen
cevaplar yalanlamayla değil savunma şeklinde olmuştur. Öğretmen, eğitmen olacak,
asla sağcı olamayacak ve solcu olmak zorundadır. Köy Enstitülerinin, inkılap
misyonerliği gibi hareket etmesi ve "Cumhuriyet imamlığı" yapması öğretmenden
istemiştir. Bu meyanda öğretmen, köy hayatında imam kadar etkili bir konuma
getirilmeye çalışılmıştır. Din ahlakı yerine, iş ve bilim ahlakı getirilecekti.
İş saygısı yeni bir din gibi olacaktı. Batı anlamında solcu ve düzen değişikliği
isteniyordu. Sağcılar; ataları, anne-babaları gibi yaşamak istiyor ve
yenilikleri yadırgıyorlar. Solcular, eski yaşayışı beğenmeyen, yeniliği arayan,
bilmediğini öğrenmek isteyen kişilerdi. Padişahı, halifeyi kapı dışarı eden
yasalarını kılık-kıyafetini, yazısını değiştiren yeni devlet bunları yaparken
ataları gibi yaşamak isteyen sağcılara benzemezdi. Atatürk eski düzene karşı
olduğundan, hem Atatürk’ten yana hem de sağcı olmak mümkün değildi. Köy
Enstitüleri bu sebeplerden dolayı Atatürk ilkelerine bağlı oldukları ölçüde
solcu idiler. Bunlara karşı olan da sağcı ( Eyuboğlu, 1999, s.23,77,78).

Köy Enstitülerinin yoğun proğramları arasında dini eğitim
olmadığı gibi, köy insanın inancıyla mücadele edilmiştir. Okullarından mezun
olup köylerine dönen öğretmenlere bakanlık tarafından 150 kitaptan oluşan kitap
seti veriliyordu. Bu kitap-ların en önemli özelliği kulluk ve ümmet anlayışına
karşı, bilgi, öykü ve düşünceleri ihtiva etmeleriydi ( Sakaoğlu, 1991, s. 96).
Bu gelişmenin en menfi sonuçlarından bir tanesi ve belki de en önemlisi,
özellikle kırsal kesimde yaşayan insanlarımızın yeni açılmakta olan okullara
karşı soğuması ve yıllar boyunca çocuğunu göndermekten (özellikle kız
çocuklarını) imtina etmesidir.

Köy Enstitülerini ziyaret eden devlet erkanı, eğitim-öğretimin
çok güzel yürüdüğünden söz etmişler, ziyaret anılarını şeref defterlerine
kaydetmişlerdir. Eğitim Bakanı H. Ali Yücel, Düziçi Köy Enstitüsünü (29 mart
1943) ziyareti sırasında öğrencilerin, sınıftaki ders, atölyedeki demir ve tahta
ile yapılan çalışma, tarladaki çapa, hayvan bakımı, meydanda oyun gibi
faaliyetlerde bulunan kız ve erkek öğrencilerin gözlerindeki neşeyi, müdür ve
öğretmenlerin görevlerine olan bağlılıklarını, insanlardaki bahtiyarlığı kalp
gözüyle gördüğünü ifade ederek yaptığı işin doğruluğuna güveni kaydeder. Konya
milletvekili olan Sadi Irmak aynı okula ziyareti akabinde, her zaman inandığı
milletin çocuklarının gözünde kudsileştiğini belirtmiştir ( Sakaoğlu, 1991,
s.98).

Milletvekilinden Cumhurbaşkanına kadar okulları ziyaret eden
"devletlüler", övgüler yağdırırken 1948 yılında Bakanlık müfettişleri tarafından
yapılan denetim raporları, hiç de iç açıcı olmayan vaziyeti ortaya çıkarmıştır :

Yatakhanedeki ranzalar, çok sıkı olup, çarşaf ve yastıklar temiz
değildir. Yatakların ekseriyeti çarşafsız olup çarşafı olanlar da yırtıktır.
Battaniyeleri olmayan çocuklar, soğuk havalarda üşümekte, yemekhanelerde ayakta
yemek yemektedirler. Yeterli sayıda çatal, kaşık, bardak, sürahi yoktur.
Tokmakla çamaşırları yıkayan kız öğrenciler derslerinden geri kalmaktadırlar.
Tuvalet akıntıları binanın önünden geçmektedir. Su bardakları öğrencilere
dağıtılmayıp depoda saklanmaktadır. Kırık-dökük sıralar, badanasız duvarlar, çok
kirli yerler… Hamam soğuk olup soyunma yeri yetersiz ve pistir… Bir yıl
sonraki denetimde de durum farksızdır ( Sakaoğlu, 1991, s. 99).

Sekiz yılın sonunda (1948) yirmibirincisi açılan Köy
Enstitülerinde öğrenci sayısı 15’bine ulaşmıştır. Bu tarihte Hasanoğlan Köy
Enstitüsü kapatılırken, Enstitüler 1954 yılına kadar devam etmiş ve bu tarihten
itibaren isimleri kaldırılarak ilköğretim okullarına dönüştürülmüşlerdir. Tek
parti döneminde açılan bu okullar, yine aynı parti tarafından H. Ali Yücel’ in
bakanlıktan istifası ile sonları hazırlanmıştır.

Sonuç

Çok büyük hedeflerle ve iddialarla açılan Köy Enstitülerinden
iddia edildiği her açıdan başarı elde edilememiştir. Sekiz yıl boyunca
Türkiye’de sadece 20 tane okul açılmış, milyonlarla ifade edilen öğrencilerden
sadece birkaç binine söz konusu okullara (eğitimden öte çalıştırılmak üzere)
alınmak imkanı sağlanmıştır.

İlkokulu bitirenlerin alındığı bu okullarda okuyacak
öğrencilerin normal şartlarda (7 yaşında ilkokula başladıkları dikkate alınırsa)
yaşları 12-17 arasındadır. Bu çocuklar, en çok kültür dersleri almaları
gerekirken, okulda geçen beş yıllarının büyük bir kısmı yapı işlerinde, hayvan
bakımında, tarlada vb. alanlarda geçmiştir.

Günümüzde bile halen bir çok köy okulunda, tek derslikte (1.2.3.
sınıflar bir öğün, 4.5. sınıflar bir öğünde ve bir arada, aynı sınıfta) eğitim
gördükleri; ne kadar başarılı ve gayretli öğretmenleri olursa olsun yeterli
eğitimi göremeyip mezun olanların bir kısmının okuma-yazmayı dahi
beceremedikleri gerçeği ortadayken bunların Köy Enstitülerinde geçen 5 yıl
sonunda başarılı öğretmen adayı olduklarını iddia etmek mümkün değildir.
İlkokulda yeterli eğitimi alamadıkları gibi enstitülerde de bir öğrenciden çok,
amele, işçi, çiftçi, hayatını yaşamışlardır.

Yukarıda, örnekler ve alıntılar aktardığımız denetim
raporlarının düzenlendiği tarih, okulların henüz yeni açıldığı, tesislerin
bitmediği, öğretmen ve eğitmenlerin atanamadığı yıllar olmayıp, aradan 8 yıl
gibi epey bir zamanın geçtiği döneme ait tutanaklardır. Okulların açılışının
üzerinden yıllar geçmiş, (ikinci Dünya Savaşının olumsuz etkilerinin olduğunu
varsayarsak bunun üzerinden de 3 yıl geçmesine rağmen) içler acısı durum devam
etmiştir.

Öğretmenlerin durumu da öğrencilerinkinden pek farklı
olmamıştır. Sadece 4 dolara karşılık gelen maaşları yeterli olmadığı için,
geçimlerini sağlamak amacı ile çiftçilik yapmak zorunda idiler. Atandıkları
yerlerde 20 yıl boyunca, hem kendi geçimlerini sağlamak için çalışacaklar, hem
uygulamalı ders verecekler, hem o-kulda öğrencilerini kültürel yönden
eğitecekler hem de komşu veya bölge okullarına yapı işlerinde yardım etmek üzere
gideceklerdi.

Ağır hayat şartları ile boğuşan köylülere yeni bir angarya
yüklenmiş, her yıl en az yirmi gün okul işlerinde çalışma mecburiyetinin
getirilmesi, okulları daha kuruluş aşamasında sevimsiz hale getirmiştir. Çok
önemli diğer bir konu da köye gelen öğretmen ve eğitmenlerin davranış hal ve
hareketleri, saygı ve sevgide örnek olmaları gerekirken insanların inançlarıyla,
kültürleri ile uğraşmaları hatta alay etmeleri genel olarak bir soğukluğa sebep
olduğu gibi, çocuklarını uzun süre okula göndermek (özellikle kız çocukları)
istememele-rine sebep olmuştur. Anadolu’da açılan normal okullara "şeytan
mektepleri" denmesi tabiri halk arasında yayılmıştır.

Köy enstitülerine karşı tepkilerin yoğunlaşarak artması, bu
okulların, açanları tarafından kapatılmasını netice vermiştir. İsmet Paşa
tepkilerin faturasını H. Ali Yücel ve ekibine ödeterek bu işten sıyrılmaya
çalışmış, Cumhuriyet tarihinin en uzun süreli eğitim bakanı (8 yıl) görevinden
istifa etmiştir.

Önce programları hafifletilen, sonra karma eğitime son verilen
(1951) bu okullardan kız öğrenciler ayrılmış üç yıl sonra da ilköğretim
okullarına dönüştürülerek kapanmışlardır.

Kaynakça

Duman, Tayyip; Türkiye’de Ortaöğ-retime Öğretmen Yetiştirme
(Tarihi Gelişimi), MEB, İstanbul 991.

Eyuboğlu, Sabahattin; Köy Enstitüleri Üzerine, Cumhuriyet
Gazetesi Yay. İstanbul 1999.

İnan, M. Rauf; "50. Yılında Türkiye Cumhuriyeti ve Eğitimi",
Atatürk Konferansları 1973-74, TTK, Ankara 1977.

Lewis, Bernard; Modern Türkiye’ nin Doğuşu, TTK, Ankara
1984.

Sakaoğlu, Necdet; Cumhuriyet Dönemi Eğitim Tarihi, İletişim
Yay. İstanbul 1991.

Tekeli, İlhan; "Osmanlı İmparatorluğundan Günümüze Eğitim
Tarihi" Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi III. C. İstanbul?.

Turan, Osman; Türkiye’ de Siyasi Buhranın Kaynakları, 2.
Bas., İstanbul 1979.

Yücel, Hasan Ali; Pazartesi Konuşmaları, 1938.