Türkçe’de kullanılan "ölüm" kelimesinin
Arapça karşılığı "mevt"tir. Mevt kelimesinin Arap dilinin en
geniş lügati sayılan Lisanü’l-Arab’ta bir çok anlamlara geldiği
bildirilmektedir. Ölümün mahiyetini anlayabilmek için bu anlamların bazılarını
nakletmek istiyorum.

A. Semantik Çerçeve

Mevt, hayatın zıddıdır. Meyt, ölen kişi, meyyit ise
henüz ölmeyen ama ölecek olan kişilere isim olarak verilmektedir. Kur’an’da
Peygamberimize hitaben "İnnete meyyitün ve innehüm meyyitun" ayeti,
"Muhakkak ki sen öleceksin, onlar da ölecekler" (Zümer: 39/30)
anlamına gelmektedir. Araplar soğan ve sarmısağı iyice pişirmeyi "öldürmek"
olarak adlandırmaktadırlar. Mevt "sükun" demektir. Bu yüzden
Araplar, "Küllü men seke, mate" derlerdi. Bu cümle, her sakin olan
şeyin ölmüş olduğunu ifade etmektedir. Araplar ayrıca, "Mate’n-Narü
mevten" dediklerinde de, ateşin içinde hiçbir kor kalmadığını, külünün
bile soğuduğunu kastederlerdi. Ayrıca, "Matet rihu" cümlesinin de,
"rüzgar kesildi" anlamında kullanırlardı. Bir yerde bulunan suyu,
yerin çekmesinden sonra da, bunun anlatmak için, "mate’l-maü
bihazihi’l-mekani" ifadesini kullanırlardı. Bütün bunların yanında
temsil ve teşbih olarak uykuya da ölüm denmiştir. Çünkü uykuda da insanın
aklı ve hareketleri durmaktadır. İnsanın gelişme gücünün, hissi ve akli
yeteneğinin kaybolmasına da "ölüm" denmektedir. Kur’an akıl
yeteneğinin kullanılmamasını bir ayetinde ölüm olarak nitelemekte ve
"sen tebliğini ölülere duyuramazsın" demektedir. (Neml: 27/80)
Uykuya hafif ölüm, ölümü de ağır uyku dendiği gibi, fakirlik, zillet,
ihtiyarlık, günah da istiare olarak ölümle isimlendirilmektedir. (İbn
Manzur, Lisanü’l-Arab, Darü Sadır, Beyrut, İbn Manzur, Lisanü’l-Arab, Darü
Sadır, Beyrut, tsz, "Mevt" maddesi, II, 90-92. Ayrıca benzer
anlamlar için bkz: Ragıb el Isfahani, Mu’cemu Müfredati elfazi’l-Kur’an, Darü’l-Fikr,
Beyrut, tsz, "Mevt" maddesi, s. 497.)

B. Ölüm Ayetlerinin Nüzul Ortamı

Kur’an-ı Kerim’de bir çok ayette ölümden
bahsedilmektedir. Fakat Kur’an’-ın ölümden bahsetmesi ibret alınması içindir.
Kur’an’a göre insan ölü iken ona hayat bahşedilmiştir. Sonra tekrar öldürülüp
diriltilecek ve hesap verecektir. Kur’an ölümün gerçekliğini nazara
verirken bu hesap gününe dikkat çekmektedir. Kur’an-ı Kerim’in böyle bir
yol takip etmesi kendi amaçlarıyla da örtüşmektedir. Çünkü Kur’an’ın,
tevhid, nübüvvet, haşir ve ibadet olmak üzere temel dört hedefi vardır. Haşir
de bunlar arasında yer almaktadır. Haşir olmamış olsa Kur’an’ın ölümden
bahsetmesinin bir anlamı da kalmazdı.

Kur’an’ın nazil olduğu ortama baktığımızda Kur’an bu
hedeflerinin hepsinin cahiliye toplumu tarafından çarpıtıldığını görüyoruz.
Konumuz ölüm olduğu için cahiliye toplumunun bu konudaki telakkilerine temas
etmemiz daha uygun olacaktır.

Ölüm realitesiyle hayatta olan her canlı karşılaşmaktadır.
Bu yüzden cahiliye toplumu insanı da ölümü yaşıyordu. Ancak hayatın yalnızca
bu dünyaya münhasır kaldığını söylüyorlardı. "Dediler ki: Hayat
ancak bu dünyada yaşadığımızdır. Kimimiz ölürüz, kimimiz yaşarız.
Bizi ancak zaman helak eder. Bu hususta onların hiçbir bilgisi yoktur. Onlar
sadece zannediyorlar." (Casiye: 45/ 24.) Bu ayet onların ölümü bir
"adem" yani yok oluş olarak zannettiklerini göstermektedir. Nitekim
onlar öldükten sonra dirilmeyi de açık bir şekilde reddediyorlar, böyle
bir duruma inanmadıklarını söylüyorlardı: "Biz öldüğümüz ve
toprak olduğumuz zaman mı (diriltileceğiz)? Bu uzak bir dönüştür."
(Kaf: 50/3.) Bu ayet de onların ölümün toprağa dönüşmek olduğuna inandıklarına
işaret ediyor.

Peygamberimiz (s.a.v.) ölümden ve haşirden bahsederken
bazı müşrikler ellerine un-ufak olmuş kemik parçalarını alarak, "Şu
çürümüş, un olmuş kemikleri kim diriltecek?" diye alaylı bir şekilde
sorular soruyorlardı. Peygamberimiz ise kendisine gelen şu ayeti onları
duyurmuştur: "De ki, onları ilk defa yaratmış olan diriltir. Çünkü
O, her türlü yaratmayı gayet iyi bilir. Yeşil ağaçtan sizin için ateş çıkaran
O’dur. İşte siz ateşi ondan yakıyorsunuz. Semavat ve arzı yaratan onların
benzerlerini yaratmaya kadir değil midir? Evet! Onların benzerini yaratmaya
elbette her zaman kadirdir. O, her şeyi hakkıyla bilen bir yaratıcıdır.
Onun işi bir şeyi yaratmayı istediği zaman sadece "ol" demektir ve
o şey derhal oluverir. Her şeyin mülkü kendi elinde olan Allah’ı tesbih ve
takdis ederim. Siz elbette sadece ona gönderileceksiniz." (Yasin:
36/78-83.)

C. İnsanın Ölü Olan Nesnelerden Yaratılması

Öldükten sonra dirilme problemi yalnızca cahiliye
toplumu insanlarının değil dünyaya gelen bütün insanların problemidir. Bu
bir iman meselesi olduğu halde, bunun Kur’an’a yukarıda zikredildiği gibi
akli delileri de verilmektedir. Kur’an bu ayetlerde, öldükten sonra dirilmeye
inanmayan insanların ilk yaratılışlarına bakmalarını istemektedir. İlk
yaratılışta, her insanın dünyaya gönderilmesinde nasıl bir durum var ki,
Allah o noktaya dikkatleri çekmektedir? Çünkü insanın ilk yaratılışı
"ölü halden diriltme şeklinde cereyan etmektedir. Bu çerçevede Kur’an-ı
Kerim’e baktığımızda yalnızca zikredeceğimiz bir ayet insanın dünyada
gelmeden önce "ölü" olduğunu göstermektedir.

Bakara suresi 28. ayette Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor:
"Sizi ölüyken dirilten, sonra tekrar öldüren ve dirilten Allah’ı nasıl
inkar ediyorsunuz?"

Bu ayette bizim üzerinde duracağımız cümle, orijinal
ifadesiyle "ve küntüm emvaten" cümlesidir. "Siz ölüler
iken" cümlesidir. Bu ayet, insanların ilk yaratılmasını "ölüler
iken diriltme" olarak tespit ediyor. Burada zikredilen "emvat"
kelimesi, müfessirlerin "mevt" ile ilgili görüşlerini dile
getirmelerine sebep olmuştur.

Taberi’de ilgili ifadelerle ilgili değişik görüşler
nakledilmektedir. Buna göre "Sizler ölüler iken sizi diriltti"
ifadesi, "siz hiçbir şey değilken sizi yarattı" anlamına
gelebildiği gibi; Kata’denin zikrettiği gibi, "siz babalarınızın sülbünde
ölüler idiniz" anlamına da gelebilmektedir. Ayrıca ayetin zikrettiğimiz
bölümüne "insanların hatırlayamayacağı kadar değersiz bir halde
idiniz, yani ölü, cansız birer varlık idiniz" anlamını veren kimseler
de bulunmaktadır. Taberi konuyla ilgili rivayetleri naklettikten sonra şunları
söylüyor: "Bu ayet, ‘Allah’a ve ahiret gününe inandık’ sözünü
sadece dilleriyle söyleyip kalpleriyle tasdik etmeyen kimseleri azarlamak, kınamak
maksadıyla inzal buyurulmuştur. Buna göre dili ile söyleyip kalpleriyle
inanmayanların, insanı ölü şeyler yaratan, sonra öldürüp tekrar
diriltecek olan Allah’ı inkar etmelerinin hayret verici bir durum olduğu ifade
ediliyor." (Ebu Ca’fer Muhammed b. Cerir et’Taberi, Camiu’l-Beyan
an’Tevili’l-Kur’an, Darü’l-Ma’rife, Mısır, tsz, I, 418-425.)

İbn-u Kesir, aynı ayeti "Siz yok iken, sizi varlık
alemine çıkardı" şeklinde tefsir etmektedir. İbn-u Kesir’e göre,
Kur’an’daki bazı ayetler de insanın hiçbir şey değilken yaratıldığını
göstermektedir. (Ebu’l-Fida İsmail b. Kesir, Tefsirü’l-Kur’ani’l-Azim, Darü’l-Marife,
Beyrut, 1983, I, 66-67.)

Razi ise, bu konuda ittifak edilen görüşün
"Sizler henüz toprak ve nutfeler halinde idiniz" şeklinde olduğunu
ifade ediyor. Burada "emvat" kelimesi, cansız varlıkların ismi
olarak zikrediliyor. Çünkü Allah, mülk suresinde Allah, "Allah hayatı
ve ölümü yaratandır" ifadesini kullanmaktadır. Burada ölümün
hayattan önce zikredilmesi, ölü isminin cansız nesnelere hakiki anlamda
verilebileceğini göstermektedir. Razi ise ölü isminin cansız varlıklara
hakiki anlamında verilemeyeceği görüşünü taşımaktadır. Ona göre
burada geçen "emvat" kelimesi bir teşbihtir. Ayetin anlamı şudur:
"Sizler önemsiz varlıklar idiniz, zikre değer bir şey değildiniz. Çünkü
henüz bir şey olmamıştınız. Allah sizi ihya etti. Yani gören, duyan varlık
haline getirdi."

Raziye göre bu ayet, haşir ve neşrin akli deliline işaret
etmektedir. Çünkü Cenab-ı Allah birinci seferde varlıklara, ölümlerinden
sonra hayat verdiğini beyan etmiştir. Bundan dolayı diriltmenin ikinci
seferde de vaki olması gerekir.(Fahrü’r-Razi, Tefsirü Kebir, çev: Doç. Dr.
Suat Yıldırım, Doç. Dr. Lütfullah Cebeci, Akçağ Yayınları, Ankara,
1988, II, 210-219.)

M. Reşit Rıza da, "Siz dünyaya gelmeden önce,
elementleriniz dünyanın her tarafına dağılmış birer ölü idiniz. Bu
elementlerin kimisi su, kimisi, kimisi toprak, kimisi gaz halinde idi. Diğer
hayvanların elementleri ile sizinkiler arasında hiçbir fark yoktu. Sonra sizi
çamurdan yaratarak size akıl ve idrak verdi. Diğer varlıklardan üstün bir
hale getirdi." demektedir.(M. Reşit Rıza, Tefsirü’l-Kur’ani’l-Hakim,
Matbaatü’l-Menar, Mısır, h. 1346, I, 245.)

D. Yeryüzünün Ölü İken Diriltilmesi

Müfessirlerin bu açıklamaları, insanın dünyada
gelmeden önce cansız elementler şeklinde olduğunu Allah’ın ise o insanı böyle
cansız elementlerden yarattığını açık bir şekilde göstermektedir. O
halde Allah bütün insanları ölüler halinde iken dirilterek, ölüyü
diriltme gücüne muktedir olduğunu ifade etmektedir. İnsanın bundan mantıklı
bir sonuç çıkarması gerekmektedir. Bizi ilk önce ölü iken dirilten, öldükten
sonra tekrar diriltme gücüne de sahiptir.

Nitekim Said Nursi’nin Haşir Risalesini yazmasına sebep
olan ayetlerden birisinde de Allah dünyada öldükten sonra diriltilmenin değişik
boyutlarına dikkat çekiyor ve öldükten sonra diriltilmeyi insan aklına
yaklaştırmaya çalışıyor: "Allah’ın rahmetinin eserlerine bir bak:
Arzı, ölümün ardından nasıl diriltiyor? Şüphesiz O, ölüleri de mutlaka
diriltecektir. O her şeye kadirdir." (Rum: 30/ 50.) Bakara suresinde ise
bu ayetin biraz daha açıldığını ve somutlaştırıldığını görüyoruz.
Burada Allah’ın gökten indirdiği bir su ile, ölmüş olan toprağı
diriltmesinde düşünen bir topluluk için pek çok hikmetler olduğuna dikkat
çekiliyor. (Bakara: 2/164.)

Said Nursi’nin Haşir Risalesi’nde "ihya ve
imate"yi anlattığı bölüm, bu zikrettiğimiz ayetlerin tefsiri
mahiyetindedir. Burada anlatıldığına göre bu alemi isteği şekle
sokabilecek güçte olan Allah, her asırda, her senede, her günde bu dar, geçici
yeryüzünde büyük haşrin, yani insanların diriltilmesinin ve kıyamet
meydanının pek çok örnek ve nümunelerini ve işaretlerini icad ediyor.

Örneğin bahar öldükten sonra dirilmelerin en muhteşem
bir şekilde görüldüğü bir mevsimdir. Baharda beş altı gün zarfında küçük-büyük
hayvanlar ve bitkilerden milyonlarcasını haşrediyor, neşrediyor. Bütün ağaçların,
otların köklerini ve bir kısım hayvanları aynen ihya edip iade ediyor. Başkalarını
ise ayniyet derecesinde bir benzerlikle yaratıyor. Halbuki madde olarak farkları
pek az olan o tohumcuklar birbirlerine o kadar karışmış bir durumda iken,
karıştırmadan, birbirinden mükemmel bir şekilde ayırarak, hızlı ve kolay
bir şekilde, hem de hepsini birden altı günde, veya altı hafta zarfında
ihya ediyor. Bu tür haşirleri dünyanın yaratılmasından beri icad eden
Allah, biz insanlara bir gerçeği hatırlatmak istiyor. O gerçek de, dünyada
bütün varlıkları öldürüp dirilten Allah, insanları da öldükten sonra
diriltmeye gücü yeter. (Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, 2001, İstanbul,
s. 78.)

O halde Cenab-ı Allah cansız elementler halinde iken
hayat verip dirilttiği, bütün bitkileri ve bazı hayvanları kış mevsiminde
öldürüp baharda tekrar dirilttiği gibi insanı da öldükten sonra tekrar
diriltecektir. Said Nursi bu gerçeğe bir de şu şekilde işaret ediyor:
"Ölmüş ağaçların dirilip yeşillenmesini görüyorsunuz. Odun gibi
kemiklerin hayat bulunmasını kıyas edemeyip, istib’ad ediyorsunuz. (Akıldan
uzak görüyorsunuz.) Hem semavat ve arzı halk eden, semavat ve arzın meyvesi
olan insanın hayat ve mematından aciz kalır mı? Koca ağacı idare eden, o ağacın
meyvesine ehemmiyet vermeyip başkasına mal eder mi? Bütün ağacın
neticesini terk etmekle, bütün eczasıyla hikmetle yoğrulmuş hilkat şeceresini
abes ve beyhude yapar mı, zannedersiniz?" (Said Nursi, Sözler, 108.)

Bu anlatımda güçlü bir mantık görüyoruz. Bu
ifadelerde kainat bir ağaca, insan ise meyvesine benzetiliyor. Ağaca önem
veren bir zat, onun meyvesini daha çok önemseyecektir. O meyveyi de öldükten
sonra, yani toprağa düşüp maddi varlığı çürüdükten sonra tekrar
diriltecektir. Çünkü bütün dirilmeler, çürüdükten sonra oluyor.

E. Ölümün Tadılması

Galiba burada önemli olan bir nokta da insanı insan
yapan unsurun insanın bedeni değil ruhu olduğu gerçeğidir. Bu anlamda ölen,
yani fonksiyonunu icra edemez hale gelen bedendir, ruh ise devamlıdır. Zaten
ölüm dediğimiz şey de ruhun bedenden ayrılmasıdır. Nitekim bu realiteyi
"Her nefis ölümü tadacaktır" ayeti açık bir şekilde gösteriyor.
(Al-i İmran: 3/185.)

Bu ayette "nefis" insanın ruhunu ifade
etmektedir. Çünkü insan bedeni ölür, ama ruh ölmez. Beden mürekkeptir,
yani bir çok elementlerden oluşturulmuştur, bu yüzden bozulmaya mahkumdur.
Ama ruh ise basittir. Birleşik değildir. Bu yüzden de çürümeye, bozulmaya
maruz kalmaz. Ruh adeta beden evininin misafiri konumundadır. Ev yıkıldığında
misafir de kendisine başka bir yer bulur. Orası ruhlar alemidir. Buna göre ölüm,
ruhun bedenden ayrılmasını ifade ediyor. Ayrılık bazen acıdır, bazen de
tatlıdır. İnsan eğer bir mekandan ayrılıp başka bir yere taşınırken
sevdiği kişilerin yanına gittiğini düşünürse, bu ayrılık onu acısıyla
yakmaz, tam aksine sevindirir. Çünkü bu gerçekten bir ayrılık değil, bir
kavuşmadır, visaldir. O halde ruh ayrılığın tadını tadar. Eğer ölümün
bir visal olduğunu düşünürse, bu ayrılık ona tatlı, ölümün ebedi bir
ayrılık olduğunu düşünüyorsa bu ayrılık ona çok acı gelir.

Razi de "Her nefis ölümü tadıcıdır"
ayetini tefsir ederken, bedenin fani, ruhun baki olduğuna dikkat çekmektedir.
Çünkü bir şeyi tadanın onu tadarken var olması gerekmektedir. (Razi,
Tefsiru Kebir, VII, 253.)

Burada insan ruhunun niçin "baki" olduğu
sorusu akla gelmektedir. Ve insanın niçin diriltileceği sorusu da… Her
ikisine de verilecek cevap "sınav için" olsa gerektir. Nitekim Mülk
suresinde bu konuya işaret edilirken Allah ölümü de hayatı da insanların
hangisinin amelinin daha iyi olduğunu ortaya çıkarmak, yani sınav yapmak
maksadıyla yarattığını bildirmektedir. (Mülk: 67/ 2)

İşte bu sınavın sonucu ahirette, haşirden sonra belli
olacaktır. Bu yüzden insan hayatını nasıl geçirdiğine dikkat etmek
durumundadır. Yani gerçek sınava hazırlanmak durumundadır.

G. Ölümün Yaratılması

Mülk suresinde zikredilen bu ayette sınav gerçeğinin
yanında ölümün ve hayatın yaratılması da ifade edilmektedir. İbnu Kesir
bu ayeti izah ederken, "ölüm vücudidir. Çünkü ölüm mahluktur.
Ayetin anlamı, ‘Allah varlıkları ademden yarattı’ demektir." ifadesini
kullanıyor." (İbnu Kesir, Tefsiru’l-Kurani’l-Azim, IV, 396.)

Raziye göre de hayat, mevsuf olduğu kişiyi bilen ve gücü
yeten hale getiren bir sıfattır. Ölüm ise, "diri" sıfatının
bulunmamasından ibarettir. Ölüm var olan, fakat hayata zıt olan bir sıfattır.
Bunun delili de, ‘Ölümü de hayatı da yarattı’ ayetidir. Çünkü yok olan
(madum) bir şey mahluk olamaz." Razi hayatın en temel bir nimet olduğunu,
aynı şekilde ölümün de bir nimet olduğunu ifade eder. Ona göre ölümünün
nimet olması şundandır: Ölüm, mükellefiyet hali ile, kişinin amellerine
karşılık verilmesi halini birbirinden ayıran bir şeydir. İşte ona göre
ölüm, bu açıdan bir nimettir. Nitekim Peygamberimiz de, "Lezzetleri
tahrip edip acılaştıran ölümü çok zikrediniz" buyurmuştur. (Razi,
Tefsiru Kebir, XXI, 577.)

Seyyid Kutub da "ölümün yaratılması"nı
anlatırken, insan düşüncesinde ölüm ve hayat gerçeğini Allah’ın yarattığına
dikkat çekmektedir. Ona göre ölüm tesadüfen ortaya çıkan bir durum değildir.
(Seyyid Kutub, Fizilali’l-Kuran, çev: Bekir Karlığa, M. Emin Saraç vd,
Hikmet yayınları, İstanbul, tsz., XII, 89-90)

Said Nursi de bu ayeti tefsir ederken hem ölümün yaratılmasına
hem de bir nimet olmasına temas etmektedir. Ona göre, ölüm, hayat görevinin
bitmesi ve insanın terhis olmasıdır. Aynı zamanda insanın vücud ve mekan
değiştirmesidir. Ölüm bir başlangıçtır, baki hayatın bir başlangıcıdır.
Hayatın dünyaya gelmesi, Allah’ın yaratması ile olduğu gibi, dünyadan
gitmesi de yaratma ve takdir iledir, bir hikmet ve tedbir iledir. Çünkü ona göre,
en basit bir hayat tabakası olan bitki hayatının ölmesi, hayattan daha
muntazam bir sanat eseri olduğunu gösteriyor. Nursi, meyvelerin, çekirdeklerin
ve tohumlarının ölümlerinin çürüme ve dağılma ile olduğunu ifa ediyor.
Ancak bu dağılma ve bozulma kimyasal muameleyle, unsurların ölçülü bir şekilde
birleşmesiyle, zerrelerin hikmetli bir şekilde bir araya gelmesiyle adeta yoğruluyor
ve bu görünmeyen hikmetli ölüm, sümbülün hayatıyla ortaya çıkıyor. O
halde çekirdeğin ölümü, sümbülün hayatının başlangıcıdır; bu yüzden
ölümün de hayat kadar mahluk ve muntazam olduğunu söyleyebiliriz.

Diğer taraftan, meyvelerin veya hayvanların insan
midesinde ölmeleri, onların insan hayatı mertebesine çıkmalarına vesile
olmaktadır. Bu yüzden onların ölümleri, hayatlarından daha muntazam ve
yaratılmıştır (mahluktur) denilebilir. Bitkilerin ve hayvanların ölümü,
yeni bir hayatın yaratılması anlamına geldiği gibi, hayat tabakalarının
en ulvisi olan insan hayatının ölümü de yeni bir hayatın yaratılmasının
başlangıcını ifade etmektedir. Bu yüzden Kur’an ölümün
"mahluk" olduğunu, yani yaratıldığını ifade etmektedir.

Said Nursi, ölümün nimet olduğunu açıklarken de bunu
dört başlık altında ele almaktadır. Birincisi: Ölüm, ağırlaşmış olan
hayat vazifesinden ve hayatın sorumluluklarından kurtarıp insanı yüzde
doksan dokuz dostlarına kavuşturmaya sebep olduğundan, yani bir visal kapısı
olduğundan nimettir.

İkincisi: Dar, sıkıntılı, dağdağalı, zelzeleli dünya
zindanından çıkarıp, geniş, sevinçli, ıstırapsız baki bir hayata
mazhariyetle, Baki bir Mahbubun rahmet dairesine girmek olduğundan bir
nimettir.

Üçüncüsü: İhtiyarlık gibi, hayat şartlarını ağırlaştıran
bir çok sebep vardır ki, ölümü hayatın pek üzerinde bir nimet olarak gösterir.
Hazret-i Adem’den bu yana bütün insanlar, akrabalar yaşasaydı her halde dünya
yaşanmaz bir hale gelirdi.

Dördüncüsü: Uyku bir istirahat, bir rahmet olduğu
gibi, uykunun büyük kardeşi olan ölüm de, musibetzedelere ve intihara sevk
eden belalarla müptela olanlar için nimet ve rahmettir. Ama şu da bir gerçek
ki, ölüm ehl-i dalalet için, azab içinde azabtır. (Nursi, Mektubat, Yeni
Asya Neşriyat, İstanbul, 2001, 13-14)

Sonuç

Ölüm Arapça’da sükuneti, cansızlığı, sönüklüğü,
ayrılığı ifade etmektedir. Kur’an-ı Kerim ölümden bahsederken, öldükten
sonra diriltmeyi anlatmaya çalışıyor. Öldükten sonra dirilmeye ve hesap gününe
inanmayan bir toplumda nazil olan Kur’an, onlara ve onlar gibi düşünen
insanlara, ölü, cansız elementler iken, babanın sülbunde cansız bir şekilde
bulunurken nasıl canlı, akıllı birer varlık olduklarını hatırlatıyor.
Bununla birlikte Allah’ın kış mevsiminde yeryüzündeki canlı varlıkları
öldürüp baharda "rahmetinin" bir eseri olarak nasıl dirilttiğine
dikkat çekiyor. Bunlarla insanlara kendilerinin de öldükten sonra bu şekilde
diriltileceği gerçeği anlatılıyor. Kur’an böylece ölümün de hayat gibi
tesadüfen değil, bir kasıtla yaratıldığını ifade ediyor. Allah ölümü
yaratıyor. Çünkü öldü dediğimiz şeylerden çok harika canlı varlıklar
var ediliyor. O halde ölüm bir yok oluşu değil, bir dirilmeyi ifade ediyor.
Bir başlangıcı anlatıyor. Burada önemli olan insanın niçin yaratıldığını
ve niçin öldürüldüğünü bilmesidir. Kur’an birçok ayetinde bu soruya
"sınav için" cevabını veriyor. O halde Kur’an ölümden
bahsederken, ondan yalnızca "ölümü" tasvir etmek için, öldükten
sonra diriltilmenin vaki olacağını bildirmek için bahsediyor. Öldükten
sonra diriltilme insanın yaptıklarından hesaba çekilmesini gerektiriyor. Bu
durumda insan hesaba çekileceğini bildiği takdirde dünyada hal ve
hareketlerine dikkat eder, kendisinin ve toplumun mutluluğuna katkıda bulunmuş
oluyor.