“Doğan bebeğin içinde ölüm var!..”

—Sidharta/H. Hesse

"Her ölüm erken ölümdür, Tanrım!" diyor
Cemal Süreya bir şiirinde. Yıllar önce bir tıp öğrencisiyken mesleğinde
başarılı bir profesör olan bir hocamın söylediği sözü de unutamadım
bunca yıldır: "Ölmek istemiyorum, tanrı varsa neden beni öldürmek
istiyor ki?.." Her ikisinde de "ölüm" ve "ilah" (Mümit)
kavramları arasında zorunlu bir ilişkinin hissedildiği ve fakat bitmemiş,
tam "içe sinmemiş" bir muhasebenin de devam etmekte olduğu sezilir.
Ölüm kavramı insanlık tarihi boyunca hiçbir insanın kayıtsız kalamadığı
ürkütücü, esrarlı, insanların merakını tahrik eden ve birçok dini ve
felsefi sistemin kendisini bu merak üzerine yapılandırdığı özel bir
niteliğe sahiptir. Başkalarının ölümleri de bizi çokça ilgilendirir. Her
ölümde kendi ölümümüzden bir parça buluruz çünkü… Her ölüm
varolanla aramızdaki bağın bir ilmek gevşemesidir. Ve biz bu örgüde bir
ilmek olduğumuzu biliriz.

Ölümü kavrama ve anlamlandırma, hayatı kavrama ve
anlamlandırma ile zorunlu ve doğrudan iç irtibatlara sahiptir. Ölümü algılama
şekli ya da niteliği hayatı algılamayı, hayatın deveranındaki temel ögeler
olan insanın duygu, düşünce ve davranışlarını da, diğer insanlarla olan
ilişkilerini de doğrudan etkiler ve hatta belirler.

Ölüm mutlak ve mukadder olsa da zamanı belirsiz olduğu
için onu çok uzakta düşünürüz. Yakınımızdaki bir insanın zamansız ölümü
bizi ürpertir, bazen ondan sonraki hayatımızı değiştirir. Bu zihnimizi,
hayata bakışımızı, yaşayışımızı yeniden düzenleyen bir duygusal şok
dalgası oluşturabilir. Annesi, babası, çocuğu ya da eşinin ölümünden
sonra hayatında niteliksel büyük değişimler yaşayan, adeta bir başka
insan gibi düşünen bakan ve yaşayan bir çok insan tanıdım. Fakat bu değiştirici
güç en fazla kişinin bizzat ölümle çok yakından temas edip yeniden yaşamaya
devam ettiği, ölümle burun buruna geldiği, kelimenin tam anlamıyla ölümden
döndüğü durumlarda görülür. Bu durum "ölümü farketmek"tir.
Ölümü farketmek "hayatı farketmek"le sonuçlanır. Hayat anlam ve
değer kazanır. Kişi daha uyanık, daha dikkatli bir zihinle çevresine bakar.
Tabir yerindeyse teenni ile yaşar. Birinci aşamada ölümü ikinci aşamada
hayatı fark eden kişinin hayatı kavrayışında niteliksel bir sıçrama olur
(üçüncü aşama) ve dördüncü aşama daha iyi bir hayattır. Bu durumu ağır
bir hastalıktan sonra yeniden sağlığına kavuşan kişinin hissettiği
nekahet coşkusuna benzetebiliriz. "Yokluğunda farkedilen" sağlık
gibi hayat da ciddi bir tehditle karşı karşıya kalındığında gerçek
anlamda fark edilmektedir. Yaşlılık dönemi ise hayatın içinde bu
muhasebenin kaçınılmaz olarak ortaya çıktığı yaşama devridir. Jorge
LuisBorges’ in bu duyguyu anlatan dizeleri ne kadar içtendir…

Eğer yeniden başlayabilseydim yaşamaya, / Gerçek
sorunlarım olurdu hayali olanların yerine / Daha çok güneş doğuşu izler /
daha çok dağa tırmanır, / Daha çok nehirde yüzerdim. / (…) / Yaşam
budur, anlar, sadece anlar / Sizde anı yaşayın / (…) / Eğer yeniden başlayabilseydim
/ İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım. / Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm
çıplak ayaklarla. / Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır, /
Çocuklarla oynardım, bir şansım daha olsaydı eğer / Ama işte 85’indeyim
ve biliyorum… / Ölüyorum…

Ölümü nasıl anlamlandırırsanız, hayatı da öyle
anlamlandırmış olursunuz. Hayatı nasıl anlamlandırırsanız hayatın ötesini
de öyle anlamlandırmış olursunuz. "Vicdan, birisinin bizi gözetlediğini
ihtar eden sistir" diyor Epiktetos. Bunu şöyle de anlayabiliriz: Vicdan
denen şey her şeyi gören, duyan birinin varlığını kendi derinliklerinde
-apaçık olmayan şekilde- hissetmektir. Birinin sizi gözetlediğini düşünüyorsanız
yalnızken de davranışlarınızı kontrol etmeye özen gösterirsiniz. Bu
nedenle insanın kendi fiillerinden dolayı hesap vereceği inancı rehberliğinde
yaşantısını düzenlemesi ile ölümü değerlendirmesi ve karşılaması
arasında ve bu ikisiyle de bir hesap sorucu ve ödüllendiriciye inanmak arasında
birbirini belirleyen psişik ilişkiler mevcuttur.

Kitabî dinlerde ölümden sonraki hayata ve muhasebeye
inanıldığı için inananlar yaşarken dürüst ahlaklı ve "iyilik üzere"
olmaları yönünde desteklenir ve uyarılır. Kitabi dinlerden sonra tenasuh
fikrine inanan topluluklarda yine benzer bir argümanla o inancın müminleri
iyiye davet edilir. Kötü fiiller işleyenler bir sonraki hayatlarında kötü
ve azap verici bedenlere girecekler, iyiler ve arınanlar ise daha iyi, güzel,
latif bedenlerde misafir edileceklerdir. Brahmanizm, manişeizm ve batınilikte
tenasuha (ruhların cesetten cesede geçmesi) inanılır. İslam coğrafyasında
8. yüzyılda başlayan İsmailiye hareketinin evrimiyle daha sonra Karmatilik,
Mazdekilik gibi bir çok versiyonları ortaya çıkan Batınilik hareketinin
inanç esaslarını belirleyen temel kabullerden biri tenasuhtur. İslam coğrafyasındaki
Batıniliğin Yahudilerdeki karşılığı olarak düşünebileceğimiz
Kabalizmde de tenasuh inancı belirleyicidir. Tenasuh inancı sözkonusu olunca
ilk akla gelen inanç sistemi olan Hinduizm’de ise iyilik-kötülük kavramlarının,
ahlaki tutum ve değerlerin, davranışların, kısacası tüm hayatın etrafında
şekillendiği temel inanç halkasıdır tenasuh.

Ölüm düşüncesinin varlığı insanın sınırsız bir
iştahla hemcinslerini sömürmesini önlemeye çalışan dini ve ahlaki
sistemleri destekler. Kişiliğin ve benliğin iç üniteleri arasında, meşruiyet
sınırı tanımaksızın çıkar ve haz peşinde koşan daha alt basamaktaki
yapıların, daha üst yapıları temsil eden ve ahlaki-dini-toplumsal- sanatsal
ürünlere kaynaklık eden süreçlerce kontrolünü destekler. "İnsanın
terbiye edilmesinde" önemli yer tutar. Kişinin bireysel gelişimine
(tekemmül) katkıda bulunur. Ancak ölüm düşüncesini ifrat derecede öne
alarak kişinin yaşanan somut dünya ve gerçeklikle bağlantısını zayıflatacak
veya onu önemsiz görecek bir bakış açısının da son derece sağlıksız
olduğunu unutmamak gerekir. Stoik felsefenin hayata ve ölüme karşı
lakaydisini de aşıp ölüme bir parça daha yakın duran bu tutum bazı
tasavvufi pratiklerde de karşımıza çıkabilmektedir. (Hayatı hafife alan bu
düşünce ve bu düşünceye kaynaklık eden duygu "ümidinizi
kesmeyiniz…" çağrısına muhatap ümitvar, dinç ve uyanık ruh haline
taban tabana zıt bir halet-i ruhiye’nin tezahürüdür. Bu kavrayış toplumda
meyusiyeti ve ataleti pekiştiren bir "ölü toprağı" işleviyle
seyrek olmayarak karşımıza çıkabilmekte hatta bazen bir erdem olarak kabul
edilebilmektedir). Ölüm ne kadar gerçekse hayat da o kadar gerçektir. Ve
insanın sermayesi ölüm değil hayattır. Bu itibarla öncelikli ve işlevsel
olması gereken hayattır.

Bazı insanlar bazı insanlardan daha kolay ölümü
kabullenebilir mi? Herkes ölüm karşısında aynı derecede mi korku duyar?
Ruhbilimcilerin bu ve benzeri sorulara verdikleri cevaplar ilginçtir: Tabi ki
her şeyden önce ölüm karşısında duyulan korku ölümü nasıl algıladığınıza
bağlıdır. Ölümün, daha önce kaybettiği bütün sevdiklerine kavuşmasına
vesile olacak bir "visal kapısı" (kavuşma yeri), bir başka hayatın
başlangıcı olduğu inancına sahip bir insanla ölümün sonsuz bir yok oluş
olduğuna inanan bir insanın ölüm karşısında hissettikleri elbette aynı
olmayacaktır. Bazı insanların ölüm hakkındaki inancı daha çok bir
temennidir ve yeterince avutucu değildir:

"Cihana tekrar gelmek hayal edilse bile / Avunmak
istemeyiz böyle bir teselliyle…"

…Bir başka şairin "Ölecek miyim tam da söyleyecek
çağımda / Söylenmedik cümlenin hasreti dudağımda" beytini aynı şairin
"Ölüm güzel şey budur perde ardından haber / Hiç güzel olmasaydı ölür
müydü Peygamber…" beytiyle telif etmeye kalktığımızda ise ölüm
karşısında karmaşık bir duygu halitasıyla karşılaşırız. Şair kendi içindeki
ölüme karşı çıkışa karşı çıkar.

Ancak Ölümün ne’liğine ilişkin inançtan başka, kişinin
ölüm karşısındaki tavrını belirleyen çok önemli bir faktör daha vardır;
yaşanan hayatın tatmin düzeyi. Eğer yaşadığı hayattan pişmanlık
duymuyorsa, ‘bir hayatım daha olsa aynı şekilde yaşardım’ diyebiliyorsa ölüm
karşısında daha güçlü olacaktır kişi. Muhayyel bir gelecekte güzel günler,
mutlu, huzurlu zamanlar yaşayacağı hayaliyle sürekli hayatını erteleyen
insanlar psikolojik olarak ölüme en hazırlıksız insanlardır. O günler bir
türlü gelmez, o belirsiz hedef hep önlerindedir, kendi gölgelerini kovalar
dururlar ve bir gün saat aniden duruverir. Ölüme yapılacak en büyük hazırlık
yaşamayı ertelememektir. Ertelenmemesi gereken yaşamaktır. Yaşamak
nedir?’in cevabı ise kişinin hayatı ve varoluşu nasıl anlamlandırdığı
ile ilişkili olacaktır. Anlatmaya çabaladığım bu durumu stoacı
felsefeciler kısa bir cümlede özetlemeyi başarmışlardır: "İyi yaşamak
iyi ölmektir."

İnsanlık tarihi boyunca en köklü ve karşı konulmaz
sorunlardan biri ve belki başta geleni, insanoğlunun ölüm karşısında
duyduğu ürpertidir’ demiştik Ölümle yakın ilişkisi temelinde insanların
hiçbir dönemde ilgisiz kalamadıkları bir diğer evrensel sorun ise halen tüm
dünyada ölüm nedenleri arasında ilk on sıradaki yerini tüm önleme ve sağaltım
çabalarına rağmen koruyan intihar olgusudur.

İntihar, toplumdan topluma ve kültürden kültüre gerek
görülme sıklığı ve şekli ve gerekse bu olgunun toplumda oluşturduğu
tepki ve yargı açısından büyük değişkenlikler gösteren, psikolojik,
psikiyatrik, sosyolojik, kültürel, genetik, dini, ekonomik pek çok boyutu
olan çok bileşenli bir niteliğe sahiptir.

İnsan Hürriyetinin Felsefi Sınırları ve İntihar
Olgusu

Seküler hukuk felsefesi insan özgürlüğünün sınırlarını
kabaca "başkalarına zarar vermemek kaydıyla" belirler. Oysa semavi
dinlerin hemen hepsinde ve dolayısıyla İslam’da da bu sınır "başkalarına
ve kendine zarar vermemek" kaydıyla belirlenir. Dolayısıyla İslam’da kişinin
hayatına son verme özgürlüğü yoktur. Hatta bedensel ya da ruhsal olarak
kendisine zarar verebilecek her şeyden kaçınmakla yükümlüdür. Bir başkasının
bedenine zarar vermek ya da onu öldürmek ne ise kendisine yönelik olduğunda
da durum bundan farklı değildir. Çünkü zihinsel ve bedensel varlığı
kendisinin olmayan, "emanet"lerdir. Bu bakış açısı İslam’da ölüm
oruçları ve intihar saldırılarının değerlendirilmesinde de belirleyici ve
kilit bir niteliksel değer taşır. "Daha iyi bir hayat talebi adına
kendi hayatından vazgeçme" ya da "daha çok insanın ölmemesi için
kendi ölümünü ileri sürme" olarak düşünülse bile, insanın kendi
varlığı üzerinde bu boyutta bir tasarruf yetkisi var mıdır?’ sorusuna evet
diyebilmek oldukça zordur. Bu noktada şundan da söz etmek gerekir: Söz
konusu anlayışın zorunlu olmadıkça hastalıklarla, yoksullukla, acı çekerek
"ıslahı nefs" ve "tezkiye" amacıyla da olsa kendisine
eziyet etmesi anlayışıyla bağdaşmasında temel güçlükler vardır.
"Fakr ve zaruret"i yaygınlaştıran, böyle bir düşünceye
inananları zayıflatan, güçsüz, korumasız ve sağlıksız bırakan kavrayıştan,
eski Hint inançlarından (nirvana ve benzeri) ilham alan mistik izleri dışlamak
mümkün değildir.

İntiharın Kapsamı

Durkheim (1897) intiharın özet bir tanımını yapanların
öncüsüdür; ona göre "ölüme götüreceğini bilerek, olayın kurbanı
tarafından girişilen olumsuz eylemin doğrudan doğruya veya dolaylı olarak
meydana getirdiği her ölüme intihar denir."1; 2

Ancak burada terminolojik bir üstü kapalılığa müdahale
etmek gerekir. Bu tanımdaki temel kavramlar olan "ölüm",
"kurban", "eylem", "bilinçlilik" (farkındalık)
terimlerine toplumun yüklediği anlam ile kurbanın aynı terimleri algılayışı
arasında büyük farklılıklar vardır. İntihar eylemindeki bilinçlilik
kurbanın sınırlanmış algılama kapasitesinden etkilenir. İntihar eylemi
kurban için ölümü getirici olduğu kadar, sorunları çözen, içinde
bulunulan çıkmaza son veren, acıları dindiren sonsuz bir huzurun simgesi
gibidir ve sağlıklı olduğu iddia edilemez.1 Bunun yanında "tanım"
içinde tartışılması gereken bir diğer konu dolaylı-dolaysız, aktif-pasif
intihar girişimleri ya da eylemleridir. Anorektiklerde (şişmanlama korkusu
ile yemeyi tamamen kesmek veya aşırı azaltmak şeklinde ortaya çıkan ve
bazen ölümle sonuçlanan bir psikiyatrik hastalık) veya bir protesto biçimi
olan açlık grevlerindeki pasif tutumun bir intihar şekli olduğu inkar
edilemezken doğrudan gerçekleşen intihar eylemleri yanında gizil intihar eğilimleri
taşıyan büyük çoğunluğun, bu eğilimlerini değişik şekillerde ortaya
koydukları bilinmektedir. Alkoliklerde, ilaç ve madde bağımlılarında gizil
intihar eğilimleri oldukça yaygındır. Yine kazalarda ölenler arasında
dolaylı yollarla kendine kıyanların sayısı oldukça fazladır. Eserlerinde
ölüm temasını ağırlıklı olarak işleyen Albert Camus’un 1950’lerin başında
arabasının kayarak bir ağaca çarpması sonucu ölmesi, Almanya’da ünlü bir
psikanalist olan Schulz Hencke’nin günlerce ağrılara direnerek hekime
gitmemek suretiyle geciktirdiği bir ameliyat sonucu hayatını yitirmesi hep bu
gözle çevremize baktığımızda göreceğimiz pek çok örnekten ikisidir.1

Başlıca İntihar Teorileri

İntihar olgusunu, intihar edeni etkileyen ve intihar
etmesine neden olan etmenleri araştıran kuramlar bu etmenlerin niteliğini kişinin
dışında ya da içindeki öğelere bağlayışlarına göre iki ana grupta
toplanabilir:

1- Durkheim’in öncülüğünü yaptığı ve intihara yol
açan etmenlerin bireyin dışındaki toplumsal çevre koşullarında bulunduğunu
kabul eden sosyolojik teoriler,

2- Bu etmenleri bireyin ruhsal (içsel) koşullarına bağlayan
ve Freud’un öncülüğünü yaptığı psikolojik teoriler.

Birinci grup, intihar sayılarındaki artış ve azalışlara,
intihar "salgınları" ve "dalgalarına", ikinci grup da
"intihar eğilimleri" ve "kişilik özelliklerine bütün ağırlığı
yüklemektedir.3 Günümüzde ise intiharın biyolojik, sosyal, psikolojik,
dini, ekonomik pek çok boyutu olan daha karmaşık süreçlerin kesiştiği bir
son nokta olduğu kabul edilmektedir.

Durkheim ve Toplumsal Kuram (1897)

Durkheim, bundan yaklaşık yüzyıl önce (1897) intiharı
tümden toplumsal bir olgu olarak ele alıp bir sosyalbilimci gözüyle ayrıntılarıyla
inceleyen bir kitap yazdı. Durkheim’e göre her toplumda kolektif bir intihar eğilimi
bulunmaktadır ve bu eğilim toplumdan topluma değişmektedir. Toplumda büyük
ölçekli değişiklikler olmadığı sürece de bu oran sabit kalmaktadır.
Toplumsal yapıdaki olumlu ya da olumsuz değişiklikler, bu oranların artmasına,
toplumla bütünleşme (entegrasyon) durumlarında ise azalmasına neden
olmaktadır. İntihar oranlarının ve girişim biçimlerinin toplumdan topluma
değişmesi, hatta aynı toplumun değişik kesimlerinde saptanan yöntem ve sayı
farklılıkları, toplumsal olguların intiharları etkilediğini belgeler.
Ancak Durkheim’e yapılacak eleştiri onun karmaşık ve pek çok öğenin
etkili olduğu intiharı tümüyle toplumsal etmenlerin sonucu olarak görme eğiliminin
tek yanlılığıdır.1

Bu toplumsal intihar oranını belirleyen pek çok etmen
sayılabilir:

A- Modern toplum yapısı-şehirleşme: Hızlı sosyal değişimler,
şehirleşme, hatta aşırı refah gibi gelişmeler bireyselleşmeyi, sosyal bağların
gevşemesini doğurduğu için kişinin yalnızlık duygusunu derinleştirmekte
ve bazen de kişi toplumu cezalandırmak için şiddet unsurunu kendisine yöneltmekte
ve intihara yönelmektedir.

B- Din: Avrupa toplumlarında intihar istatistiklerine göz
atılacak olunursa, İspanya, Portekiz, İtalya gibi nüfusu salt Katolik olan
toplumlarda intihar oranları çok az olduğu halde Prusya, Saksonya, Danimarka
gibi Protestan toplumlarda oran oldukça yüksektir. Yine İsviçre’de Protestan
kantonlarındaki intihar oranı, Katolik kantonlarınkinden dört kat fazladır.

Birleşmiş Milletler yıllığında İslam ülkelerinin
intihar açısından dünya sıralamasında, çok düşük oranlarla son sıralarda
yer aldıkları belirtilmektedir. Örneğin yüz binde 1.9 gibi bir oranla Türkiye’yi
45. sırada, yüz binde 0.4 Kuveyt’i 52. sırada, yüz binde 0.2 ile Ürdün’ü
53. sırada görüyoruz.

Durkheim Protestanlığın Katolikliğe göre daha özgür
ve hoşgörülü olmasından dolayı ve kolektivizmin, dogmatizmin az olması
nedeniyle Protestanlarda intihar oranlarının daha yüksek olduğunu,
Katoliklerin kolektif bilinç çemberi içerisinde dayanışma ve güven içinde
olmalarının intiharı azaltan bir faktör olduğunu belirtir.

İslam dininin toplumsal dayanışmayı öne alan yapısı
(komşusu aç iken tok yatan bizden değildir), sosyal yardımlaşma ve dayanışma
mekanizmalarını ekonomik alana da taşıyan birtakım düzenlemeler getirmiş
olması (örneğin zengin ve yoksul uçlar arasında bir denge unsuru olan zekat
kurumu) ve belki bunlar kadar önemli bir başka etken olan dinin intihar
konusundaki kesin yasaklayıcı tavrı, İslam ülkelerindeki çok düşük
intihar oranlarını açıklayabilir.

Musevi ve İslam inançlarının intiharları önlemekte
etkili oldukları söylene gelmekle beraber Musevilerdeki intihar azlığı
kesin olmadığı gibi, daha çok gördükleri dışlanma ve mezalime karşı
oluşan bir direnme gücü ve ego direnci olarak da algılanabilir. Aynı durum
diğer "lanetli" halk olan çingeneler için de söz konusudur.3

C- Savaşlar: Savaşlar, siyasal ve ulusal büyük bunalımlar
sırasında da toplumda bütünleşme arttığından, bireylerin toplumsal
sorunlara etkin katılımları yoğunlaştığından, intihar oranlarının düştüğü
gözlenmektedir. Durkheim bu ortamda bireylerin bencilliklerinin sınırlanmakta
olmasını ve yaşama isteklerinin güçlenmesini bu düşüşün nedeni olarak
görmektedir.2

D- Büyük ölçekli sosyal dönüşümler ve çalkantılar
(Destabilizasyon): Toplumu bir arada tutan ortak değer yargılarında,
toplumsal bilinçte, ortak yaşayış ve alışkanlıklarda, geleneklerde
meydana gelen büyük ölçekli ve hızlı değişimler bireyler arası ve
birey-toplum arası bağlarda kopmalara veya zayıflamalara yol açmakta ve bu
da intihar eğilimini ve oranını arttırmaktadır. Bizde de Cumhuriyetin ilanından
sonra gelen sosyal ve kültürel devrimlerle intihar bir salgın halini almıştır.
Bu salgının bulaşmayla ilişkisi olduğu düşünülerek 1931 yılında çıkarılan
bir kanunla intihar haberlerinin gazetelerde yayınlanması yasaklanmıştır.4

Freud ve Psikanalitik Kuram (1916)

Freud, önceleri intiharın açıklanamayacağını ifade
etmiş ve "İntihar bilim açısından çözümlenememiş bir
sorundur" demiş olmakla birlikte 1916 yılında yayınladığı "yas
ve melankoli" adlı makalesinde yas ve melankolinin dinamiklerini ortaya çıkarmak
yoluyla intiharın psikanalitik açıklamasını denemiştir. Kişideki sadizmin
depresyon hallerinde kişinin kendisine çevrildiğini söyler. Freud’a göre
melankolide (ağır depresyon hali) kişinin egosu ile içine yansıttığı
(introjeksion) bir bakıma içine yerleştirdiği sevgi objesi birbiriyle kaynaşmış
durumdadır. Kaybettiği bu sevgi nesnesinin yerine, normallerde olduğu gibi
yeni bir obje koyamazsa kaybetmiş olduğu nesneye yönelttiği saldırganlık
kuvvetlerini kendisine yöneltmiş olur.4

Freud, "Başkalarını öldürmeyi düşünmeyen hiç
kimse kendisine kıyamaz" der. Benliğin eleştiren, cezalandıran, kınayan
bölümü "vicdan" yani "üstbenlik" sevgi nesnesi ile
benlik arasında bir ayırım yapmamaktadır. O yüzden özsuçlamalar, kendi
kendini cezalandırma ve kınamalar aslında yitirilen sevgi nesnesinin kınanması,
suçlanması ve cezalandırılmasıdır ona göre.1

Bu iki ana paradigmanın dışında pek çok açıklama
olmakla birlikte önemli bir kaçından birer cümleyle söz edersek:

Menninger (1938)

Menninger intihara güdüleyen üç kaynak görür: (1) başkasını
öldürme isteği, (2) başkaları tarafından öldürülme isteği, (3) kendini
öldürme isteği.1

Presuisidal Sendrom (Ringel, 1969)

Ringel intiharı salt bir hastalık olarak görür. Düşüncesine
göre insanlar ancak hasta iken kendilerine kıyabilirler.

Öğrenme Kuramı (Davranışçı Kuram)

Bu kurama göre kendini tahrip etmek gibi karmaşık bir
davranışın, kişinin genlerinde saklı olduğuna dair hiç bir kanıt yoktur.
Her davranış bir motivasyon sonucudur ve öğrenilmiş bir davranıştır. İntihar
davranışı öğrenilmiş bir strateji, çatışmanın öğrenilmiş bir işleme
biçimi, öğrenilmiş bir çaresizliktir. İntihar strese karşı anormal
(patolojik) bir cevap olarak anlaşılmalıdır.

Çözüm Arayışı (Shneidmann, 1985)

Bu görüşe göre intiharın nedeni gereksinim
engellenmesidir. Gereksinimlerin yeterli doyumu durumunda kimse intihar eylemine
girişmez. Eylem kurbanın acılarının anlaşılması, ona yardım edilmesi için
çevreyi etkinleştirme çabasıdır.

İntihara İlişkin Biyolojik Bulgular ve Biyolojik Kuram

Yapılan araştırmalarda intihar edenlerin beyinlerinde
serotonin adı verilen bir kimyasal maddenin azalmış olduğu saptanmıştır.5
Serotonin azalması agresyon (saldırganlık) ve impulsivite (sonuçları düşünülmeden
yapılan yersiz davranışlar) ile de ilişkili bulunmuş, katillerde hem
intihar oranlarının yüksek olması hem de serotoninin düşük bulunmasının
bu görüşü destekleyen bir bulgu olduğu ileri sürülmüştür. Bazı araştırmalarda
katillerde intihar oranı kendi yaş grubundan yüzlerce kez yüksek bulunmuştur.6;
7

Yaş ve intihar ilişkisi: Avrupa, Amerika ve bazı gelişmiş
Asya ülkelerinde yapılan çalışmalar, intihar oranının yaşla birlikte
arttığını ortaya koymaktadır. Yaşlılarda intihar girişimi daha az, ölümle
sonuçlanan intiharlar daha çok görülmektedir.8 Daha öldürücü metotlar seçilmekte
ve kesin ölüm amaçlı yapılmaktadır. Buna karşılık ergenlerde ve gençlerde
mesaj verme, yardım isteme amaçlı, intihar girişimleri daha çok görülmektedir.

Hem kadın hem erkekler için 15 yaş altında intiharlar
seyrek, 12 yaşın altında ise ender görülür. Ergenlerin intiharları diğer
yaş gruplarına oranla yüksek olmamakla birlikte, son yıllarda çeşitli ülkelerde
bu gruptaki intihar hızlarında görülen artış, ilginin bu grup intiharlarına
yönelmesine neden olmuştur. ABD’de son 25 yılda 15-19 yaşlardaki intihar
oranının üç kat arttığı bildirilmektedir. Türkiye’de 1985’de Devlet İstatistik
Enstitüsünün kayıtlarına göre, intiharların 15-24 yaş grubunda yoğunlaştığı
ve tüm intiharların % 30-35’inin bu yaşlarda görüldüğü belirtilmektedir.9

İntihar ve cinsiyet ilişkisi: Yapılan çalışmalarda
kadın ve erkek intiharları arasındaki temel üç fark dikkati çekmektedir;
birincisi erkekler daha çok şiddet içeren ve hemen ölüme götüren metotlar
seçerken kadınlar, daha ılımlı (ilaç aşırı alımı gibi) metotları
tercih etmektedir. İkincisi erkek intiharlarında madde (alkol dahil) bağımlısı
olma ihtimali hemen hemen 3 kat artmaktadır. Ve üçüncüsü stresör faktör
olarak ekonomik sorunlar erkek intiharlarında daha çok söz konusu olmaktadır.10;
11

Erkeklerde 2-3 kat daha fazla olan intiharların aksine,
intihar girişimleri kadınlarda erkeklere oranla 2-3 kat daha fazladır. Bir başka
deyişle kadınlar erkeklerden 3 kat daha fazla intihar girişiminde bulunmakla
birlikte büyük kısmı tekrar yaşama geri dönebilmekte, erkekler kadınların
üçte biri kadar intihara başvururken kadınların üç katı sıklıkta ölmektedir
(erkeklerde gösteri (yardım isteme) amaçlı intiharların daha az olması ve
daha öldürücü metotların seçilmesi nedeniyle). ABD’de intihar sonucu
meydana gelen yıllık ölümlerin % 72’si beyaz erkeklerde görülmektedir.
Genel toplumda intihar oranları 1989’da yüz binde 20.04 olarak kadınlardan (yüz
binde 4.84) 3 kat daha fazla sıklıkta görülmektedir. 1991 Devlet İstatistik
Enstitüsü verilerine göre ülkemizde yüz binde 2.14’lük bir intihar sıklığı
söz konusudur. Kadınlarda en yüksek oran 15-19 yaştadır. Erkekler için bu
yaş dilimi 20-40 arasıdır.12 İntihar girişimi olan kadınların büyük kısmı
ergenlerdir. Ergenler arasında kızların intihar oranının yüksek olması şöyle
açıklanabilir: Birincisi kızlar erkeklerden önce olgunlaşmakta ve
erkeklerle sevgiye dayalı ilişkilere girmektedir. Genç kızlarda intihar girişimlerinde
ilk neden erkek arkadaş ile ilişki bozukluğudur. İkincisi ise intiharın iyi
bir başa çıkma yöntemi gibi görülmesidir. Erkekler stresle başa çıkmada
alkol ve saldırgan davranışlar gibi başka seçeneklere başvurmaktadırlar.12

Medeni durum ve intihar ilişkisi: Boşanmış ve eşi ölmüşlerin
daha yüksek intihar riski taşıdığı eskiden beri bilinmektedir.

Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan araştırmalarda
da parçalanmış ailelerde, dul (eşi ölmüş) ya da boşanmış çiftlerde
veya aile içi şiddetin görüldüğü ailelerde intihar oranı yüksek bulunmuştur.
Evlilerle karşılaştırıldığında bütün yaş gruplarındaki dul veya boşanmış
çiftlerde intihar oranı çok daha yüksektir.10

Türkiye’de intihar edenlerin medeni durumları incelendiğinde
1975 yılından beri değişmez bir şekilde gerek erkekler, gerek kadınlar için
evli olanların en düşük intihar oranı gösterdiği tespit edilmektedir. Bu
da uluslararası normlarla uyumlu bir bulgudur.

Sosyo-ekonomik düzey ve intihar ilişkisi: İntihar girişimleri
şehirlerin kalabalık, sosyal koşulları iyi olamayan yoksul insanların yaşadığı
bölgelerinde daha çok olmaktadır. Dünyadaki tüm araştırmalar bu sonucu
desteklemektedir.12; 1 İşsizlik ve intihar girişimi arasında da bağlantı
vardır. Özellikle erkeklerde bu daha da belirgin olmaktadır. Olumsuz koşullar
birbirini besleyen bir kısır döngünün çarkları içinde kişiyi intihara sürükler:
Ekonomik güçlükler ve sorunlar bir yandan stresli bir ruh hali oluştururken
ekonomik yetersizlik nedeniyle sağlık sorunları örneğin -en çok intihara
neden olan- depresyonu olan kişi bunun tedavisi için yardım almaktan yoksun
kalır. Çoğunlukla sağlık güvencesi veya sigortası yoktur. İşsizlik
eklenirse durum iyice güçleşir. Bu kesimde eğitim düzeyi de çoğunlukla düşük
olduğundan psikiyatrinin imkanları ve psikiyatrik bir yardım alma konusunda
kime, nasıl başvuracakları hakkında da yeterli bir bilgiye sahip değillerdir.
İstanbul’da meydana gelen intiharlarla ilgili yaptığımız bir araştırmada
da ekonomik yetersizlik, işsizlik ve herhangi bir sağlık güvencesinin
olmamasının intihar oranını anlamlı şekilde arttırdığını ve bu kişilerin
ölmeden önceki psikiyatrik başvurularında yeterli ve etkin bir psikiyatrik
yardım alamadıklarını saptadık.

İngiltere’de yapılan büyük ölçekli bir araştırmadan
sonra (1990-1994 yılları arasında, 12 binden fazla bir nüfus üzerinde yapılmış)
intihar ve intihar girişimlerinin azımsanmayacak bir bölümünden
sosyo-ekonomik yoksunluğun sorumlu olduğu belirtilmiş ve bu saptamanın
"Health of Nation"un ruh sağlığı hedeflerine ulaşmak üzere
sosyal politika önlemleri belirlemesini gerektirdiği vurgulanmıştır.14 Türkiye
şartlarında nasıl bir farklılığın ortaya çıkacağını düşünmek zor
olmasa gerektir.

Irk-kültür ve intihar ilişkisi: İntihar oranları ülkeden
ülkeye, kültürden kültüre büyük değişkenlikler gösterir. Örneğin İslam
ülkelerinde, Yahudilerde ve çingenelerde intihar oranının düşük olmasından
daha önce söz etmiştik.

Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılmış araştırmalarda
Afrika kökenli Amerikalılarda istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük
intihar oranları saptanmış ve Asyalı ve beyaz olmak bir intihar risk faktörü
olarak kabul edilmiştir.15 Her yıl yaklaşık her yüz bin kişiden 12’sinin
intihar ettiği (her yıl otuz binin üzerinde) Amerika Birleşik Devletlerinde
tüm intiharların % 72’si beyaz erkeklerde görülür. Bu beyaz kadınlarda görülen
intihar oranının yaklaşık üç katıdır. Siyah erkeklerde intihar oranı tüm
intiharların % 7’si, siyah kadınlarda ise tüm intiharların sadece % 2’si
olarak ileri derecede düşüktür.16

Singapur’da kültürel değişkenlerin yaşlı intiharlarındaki
etkisini araştıran bir araştırmada ise Çinli yaşlılar en yüksek intihar
oranına sahipken, Malezyalı yaşlılar en düşük, Hintli yaşlılar ise
ikisinin arasında bir intihar oranını gösteriyordu. Oysa yaşlı olmayan
genel populasyonda en yüksek intihar oranı Hintlilerde ardından sırasıyla
Çinlilerde ve Malezyalılarda görülmekteydi. Etnik gruplar arasındaki bu
farklılık muhtemelen yaşlıların toplum ve aile içindeki değerini ve rolünü
belirleyen sosyokültürel etmenlere bağlıydı.17; 8

Yüzden fazla değişik dilin konuşulduğu, yaşayan nüfusunun
dörtte birinin başka ülkelerde doğmuş olup sonradan göç ettiği, çok
etnik bileşenli ve çok kültürlü bir ülke olan Avustralya’da 10 yıllık
bir sürede ve yirmi bini aşkın intihar olayının incelendiği bir araştırmada
etnik toplulukların birbirinden oldukça farklı intihar oranlarına ve intihar
metotlarına sahip oldukları görülmüştür. Genel olarak göçmenlerde
intihar oranları yerlilere oranla ve geldikleri ülkelere oranla yüksek
bulunmuştur. Genel olarak intiharların yüksek olduğu Avrupa kökenlilerden
başka Amerikalılarda, Yeni Zelandalılarda Türkiyeli ve Güney Afrikalı
erkeklerde intihar oranı yüksek bulunurken Çinliler dışındaki Asyalılarda
göreceli olarak daha düşük intihar oranları saptanmıştır. İntihar oranının
yüksek olduğu ülkelerden Avustralya’ya göç etmiş olan bireylerde yine yüksek
intihar oranı gözlenmiştir (öğrenme ve model alma).18

İntihar olgusunda mevsimsellik: İntiharlar tahmin
edileceğin aksine olarak kasvetli, soğuk, puslu kış ve sonbahar aylarında
değil daha çok insanların ve tabiatın canlandığı ortalığın berrak ve
aydınlık olduğu ve yaşama coşkusunun hissedildiği ilkbahar ve yaz aylarında
artmaktadır.19

Ülkemizde Devlet İstatistik Enstitüsünün 1981-1991 yılları
arasındaki on yıllık intihar istatistikleri incelendiğinde intiharların en
sık Nisan, Mayıs, Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarında gerçekleştiği görülmektedir.20

Homisid (adam öldürme), Saldırganlık ve İntihar

Freud, melankolideki otoagresiv (kendine yönelmiş saldırganlık)
eğilimin, öldürme dürtüsünden kaynaklandığını düşünür, bir başka
ünlü psikiyatrist Menninger, intiharda üç isteğin; öldürmek, öldürülmek
ve ölmek isteklerinin bir arada bulunduklarını söyler.3

Freud’un, "Başkasını öldürmeyi düşünmeyen
asla kendisini öldüremez" şeklindeki meşhur sözüyle özetlediği bu
kuram yapılmış bazı çalışmalarla da desteklenmektedir. Örneğin bir araştırmada
katillerin % 33’ünün daha sonra intihar ettiği bulunmuştur. Nitekim son yıllardaki
araştırmalarda da İngiltere’ de katillerin % 25’inin sonradan intihar ettiği,
Amerika’da ise daha az oranda olmakla beraber aynı durumun görüldüğü
bildirilmektedir.21

Savaş yıllarında intihar oranlarının belirgin şekilde
düşmesi de sosyal entegrasyon kadar agresiv dürtülerin başkasını öldürme
yoluyla doyurulması ile de açıklanabilir. Diğer taraftan, sosyoekonomik düzey
ve eğitim düzeyi yükseldikçe intiharların oranının artmasına karşılık
saldırganlık ve cinayet oranlarının düştüğü görülmektedir. Bazı araştırmacılar
cinayet ile intihar sayıları arasında yer değiştirici bir ilişki olduğu görüşündedir.
İntihar sayıları düşük toplum kesimlerinde cinayetlerin sık, buna karşın
cinayetlerin seyrek olduğu toplum kesimlerinde ise intiharların sık olduğunu
öne sürerler. Bu sayısal ilişkiler siyah Amerikalılarda saptanmıştır. İntihar
ile cinayet arasındaki bu sayısal ilişkiyi evli ve bekar olanlarda yapılan
araştırmalar da destekler. Bu araştırmalarda evlilerde cinayet işleme;
bekar, dul ve boşanmışlarda ise intihar daha çoktur. Başkasına kıymanın
suç sayılmadığı savaşlarda intiharların azalması da cinayet ile intihar
arasındaki yer değiştirici sayısal ilişkinin başka bir örneğidir.1

Agresiv eğilimlere neden olan stresler ve engellenmeler
karşısında erkeklerin dışa dönük yapılarıyla saldırganlığa ve
cinayete yatkın olmalarına karşın kadınların daha inhibe, kontrollü ve çekingen
yapıları ile daha çok intihara eğilimli oldukları bildirilmektedir.12; 21

İntihar İçin Seçilen Yöntemler

Değişik intihar yöntemleri arasında genelde uygulanması
kolay, az acı verdiği düşünülen, herkesçe bilinen, bazen de moda yöntemler
seçilir. Yöntem seçiminde kişinin ruhsal yapısı, cinsi, yaşı ve
toplumsal değerler etkilidir. Örneğin harakirinin Japonlara özgü bir yöntem
olduğu bilinir. Budistlerde kendi kendini yakarak hayatına son verme yeğlenen
yöntemlerdendir. Goethe, "Genç Werter’in Acıları"nı yayınladıktan
sonra Almanya ve Fransa’da kafasına kurşun sıkarak kendine kıyma bir süre
moda olmuştur.1

Dünya Sağlık Örgütünün istatistiklerine göre ası
ve silahla kendini vurma erkeklerde daha sık rastlanan yöntemlerdir. Kadın ve
erkeklerde uyku ilacı alarak girişimde bulunma oranı % 90’dır. İlaç, özellikle
de uyku hapı alarak yaşamına son vermenin acı vermeyeceği inancı nedeniyle
yeğlendiği düşünülmektedir.1

İntihar için seçilen yöntemler, ülkelere göre değişmektedir.
Örneğin Hollanda’da ilk iki sırayı ası ve suda boğulma alırken, İngiltere’de
ilaç-kimyasal madde ve ası en çok uygulanan intihar yöntemleridir. Yapılan
araştırmalarda üç ülkede ateşli silahların en çok kullanılan intihar yöntemi
olduğu belirtilmektedir. Bu ülkeler ABD, Kanada ve Avustralya’dır.18 Amerika
Birleşik Devletlerinde ateşli silahlarla kendini öldürmenin ilk sırada görülmesi,
ateşli silahların kontrolüyle ilgili yasal düzenlemelere gerekçe oluşturmaktadır.12
En çok kullanılan intihar yöntemleri çevrede en kolay bulunabilenler
olmaktadır. Örneğin 1960’larda İngiltere ve Hollanda’da en çok görülen
intihar yöntemi havagazı idi. Havagazında karbonmonoksitin çıkarılmasından
sonra 1970’lerde havagazıyla intiharlar yıldan yıla azaldı.22

İntihar yöntemleri cinsiyete ve eğitim düzeyine bağlı
olarak da değişkenlik göstermektedir. Türkiye’de en sık uygulanan intihar yöntemleri
erkekler için ası, ateşli silah ve ilaç-kimyasal madde olurken, kadınlar için
ilk üç sırayı ası, ilaç-kimyasal madde ve yüksekten atlama almaktadır.

Ülkemizde Devlet İstatistik Enstitüsü (1992)
verilerine göre intihar yöntemi yüzdeleri şöyledir: Ası ile % 51, kimyasal
madde ile % 15 ateşli silahla % 14, yüksekten atlama ile % 11, suya atlayarak
% 3, diğer % 5. Bu verilerden ülkemizde en çok seçilen yöntemin ası olduğu,
kimyasal madde ve ateşli silah kullanımının 2. ve 3. sırada geldiği sonuçları
çıkmaktadır.

İntihar İçin Sosyodemografik Risk Faktörleri

Sosyodemografik risk faktörleri arasında beyaz ırktan
olma, erkek cinsiyeti, işsizlik, yoksulluk, iş kaybı, bekar, dul ya da ayrı
yaşıyor olma, ergenlik (impulsif intiharlar), ya da yaşlılık döneminde
olma (60 yaşından sonra risk artar), şehirde yaşama (kırsal bölgelerde
intihar oranı daha düşüktür), dinsiz olma veya intiharı olumsuzlamayan bir
dine mensup olma gibi durumlar sayılabilir.

Psikiyatrik risk faktörleri: Ölümle sonuçlanmış
intiharlarda % 90’ın üzerinde bir oranda mental (zihinsel) hastalıklar ya da
madde-alkol kullanımı ile ilgili bozukluklar saptanır. Bu bozukluklar intihar
davranışı için elverişli zemin oluşturur.

Yapılan araştırmalarda depresyon tanısı alanların %
15’inin, alkolizm tanısı alanların % 15’inin, şizofreni tanısı alanların
% 10’unun, psikopati tanısı alanların % 5’inin yaşamlarını intihar ile
sonlandırdıkları görülmektedir.23

Dünya Sağlık Örgütünün yaptığı bir çalışmada
ölümle sonuçlanmış intiharların en az yarısında ciddi depresif hastalık,
dörtte birinde kronik alkolizm,düşük bir kısmında ise şizofreni tanısı
konulduğu bulunmuştur.23

İrsi (ailevi) risk faktörleri: Parçalanmış aileler,
aile içinde boşanma, dul kalma ya da ayrı yaşama veya aile içi şiddet
durumlarının varlığı intiharla ilişkili görülmektedir. Medeni durum açısından
tüm yaş grupları için boşanmış ve dul kalmışlarda intihar riski
evlilere oranla yüksektir.

Durumsal risk faktörleri: Aile bireylerinden birinin
intiharı, model olabilecek, tanıdık, bildik birinin intiharı, hatta duyarlı
kişilerde medyadaki bir intihar olayı bile risk faktörü olabilmektedir. Gençler
erişkinlere nazaran bu tür etkilenmelere daha açık ve duyarlıdır.

Gözaltında bulunanlar ve tutuklular da artmış intihar
riskine sahiptir.

En güçlü durumsal risk faktörlerinden biri evde bir
ateşli silahın varlığıdır. ABD’de intihar nedeniyle meydana gelmiş ölümlerin
yaklaşık % 60’ı ateşli silahlarla olmaktadır.

Yakında olmuş stres yaratan yaşam olayları, örneğin
eşin ölümü veya iş kaybı, cezaevine düşmek, ciddi bir genel tıbbi
hastalığa yakalanmak (AIDS gibi) da intihar riskini arttırır. Özellikle yaşlılardaki
fiziksel hastalıklarda ve son dönemdeki hastalarda, özellikle de kanserde
intihar hasta tarafından mantıklı bir "çıkış yolu" gibi görülebilir.
Çoğunlukla buna depresyon da eşlik etmektedir ve bu intihar riskini arttırmaktadır.13

Son söz olarak şunu belirtmek isterim: Hayatın asla üstesinden
gelinemez gibi görünen zorlukları karşısında hayatına son vermek isteyen
insanların tamamına yakın kısmı daha sonra bu kararlarını uygulamadıkları
için ya da uyguladıkları halde ölmedikleri için şükretmekte ve o
zorlukların zamanla nasıl küçüldüğünü, silindiğini görmektedirler. Ölmek
amacıyla intihar girişiminde bulunup sakat kalan ve sağlığını yitiren bir
çok insan da kayıplarına bedel ve kayıplarına rağmen hayatın ne denli
nimet olduğunu fark edip sağlıklı zamanlarında hiç olmadıkları kadar
hayata sıkı sıkıya bağlı, sağlıklarının arta kalanını titizlikle
korumaya çalışarak yaşarlar. İntihar ederek hayatına son verenlerin ise ne
yazık ki bu eylemlerinden dolayı pişman olup olmadıklarını hala öğrenemedik.

1. Odağ, C., İntihar, İzmir Psikiyatri Derneği Yayınları,
1995, s. 3, 5, 84, 85-96.

2. Durkheim, E., İntihar, Çeviri: Özer Ozankaya, 2.
Baskı, İmge Kitabevi, Ankara 1992, s. 6, 7, 8, 11, 24, 25, 90, 102, 105.

3. Babaoğlu, G., Psikiyatride İntihar, Psikiyatrik
Hastalarda İntihar Davranışı, Kronik İntihar Davranışının Değerlendirilmesi,
Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi, 4. Psikiyatri Birimi Uzmanlık
Tezi, İstanbul 1990.

4. Arkun, N., İntiharın Psikodinamikleri, Edebiyat
Fakültesi Matbaası, İstanbul 1978, s. 17, 22, 25, 27, 139.

5. Hendin, H., Suicide: A Review of New Directions in
Research, Hosp. and Comm. Psychiatry, Feb. 1986, 37:2, s. 148-153.

6. Blumenthal, S. J., Suicide: A Guide to Risc Factors,
Assesment And Treatment of Suicidal Patients, Medical Clinics of North America,
Vol: 72, No: 4, July 1988.

7. Earle K. A., Forquer S. L., Volo A. M…,
Characteristics of Outpatient Suicides, Hospital and Community Psychiatry,
February 1994, Vol: 45, No: 2, s. 123-126.

8. Pearson, J.L., Conwell, Y., Suicide in Late Life:
Challenges and Opportunities for Research, International Psychogeriatrics, Vol:
7, No: 2, 1995, s. 131-135.

9. Çuhadaroğlu, F., Sonuvar B., Adolesan İntiharları
ve Kendilik İmgesi, Türk Psikiyatri Dergisi, 4:1, 1993, s. 29-38.

10. Rhyne, C. E., Templer D. I., Brown, L. G…,
Dimensions of Suicide: Perceptions of Lethality, Time And Agony, Suicide and
Life Threatening Behavior, 1995, Fall., 25(3):373-80.

11. Rich, C. L., Ricketts, J. E., Fowler R.C… Some
Differences Between Men and Women who Commit Suicide, Am. J. Psychiatry 1988,
145:718-722.

12. Hawton, K., Catalan, J., Attempted Suicide: A
Practical Guide to Its Nature and Management, Çeviri: Birsen Ceyhun, Hekimler
Yayın Birliği, 1994, s. 4-44.

13. Moscicki, E. K., Epidemiology of Suicide, North
American Perspectives, International Psychogeriatrics, Vol: 7, No: 2, 1995, s.
137-148.

14. Gunnel D. J., Peters T. J., Kammerling R. M…,
Suicide, Attempted Suicide, Br. Med. J., 1995, 711:226-230.

15. Pandey G. N., Pandey S. C., Dwivedi Y…, Platelet
Serotonin-2A Receptors: Apotantial Biological Marker for Suicidal Behavior, Am.
J. Psychiatry, 1995, 152:850-855.

16. Hughes H. D., Can the Clinician Predict Suicide,
Psychiatric Services, March 1995, Vol: 46, No: 3, s. 223-225.

17. Soo Meng Ko and Ee Heok Kua, Ethnisity and Elderly
Suicide in Singapore, International Psychogeriatrics, Vol: 7, No: 2, 1995, s.
309-317.

18. Burvill P. W., Suicide in the Multiethnic Elderly
Population of Australia 1979-1990, International Psychogeriatrics, No: 2, 1995,
s. 319-333.

19. Maes M., Cosyns P., Meltzer H.Y…, Seasonality in
Violent Suicide but not in Nonviolent Suicide or Homicide, Am. J. Psychiatry
1993, 150:1380-1385.

20. Devlet İstatistik Enstitüsü İntihar İstatistikleri,
1981-1991, Ankara.

21. Sayıl I., Tuğcu H., Toplumumuzda İntihar ve Adam
Öldürme Üstüne Kıyaslamalı Bir Çalışma, 24. Ulusal Psikiyatri ve Nörolojik
Bilimler Kongresi Kitabı, Ankara 1988, s. 218-221.

22. Fidaner C., Fidaner H., Türkiye’de Kullanılan İntihar
Yöntemleri, 24. Ulusal Psikiyatri ve Nörolojik Bilimler Kongresi, Ankara 1988.

23. Ceyhun B., Genel Olarak İntiharlar, Ankara Üniversitesi
Kriz Uygulama ve Araştırma Merkezi Ön Eğitim Programı Sunumu, 1-31 Mart
1990, Ankara.