The Content of the Concept of Justice,
its Absoluteness and Constancy

1- Adalet kavramı ilk bakışta normlar alanını ve dolayısı ile davranış felsefesini
ilgilendirir. Fakat bu alanın bütün normları gibi sağlam bir temele dayandırılmalıdır.
Oysa hukuk felsefesi alanında düşünürlerin birçoğu adalet normunun gerçek yargılarına
değil, sadece uzlaşımlar alanına dayanan bir norm olduğu, şu halde adalet kavramının
içeriğinin aslında boş olup, değişen çağ ve yörelerde uzlaşımlara göre doldurulduğu
görüşünü savunurlar. Kanaatimce bu görüş "Hukuk Devleti" ve "İnsan Hakları" öğretileri
açısından son derece sakıncalı ve aynı zamanda akli apaçıklıklar açısından da yanlış
sayılması gereken bir görüştür. Niçin?

2- Çünkü, estetik yargıları ile değer normlarını, diğer bir deyişle ahlak normlarını
karıştırmamak gerekir. Estetik yargıları alanında dahi ortak asgari ilkeler bulunmak
gerekirken ahlak yargıları alanında değişkenliğin ve göreceliğin hakim olduğunu
ileri sürmek tutarlı bir muhakemeye dayanamaz. Niçin?

3- Çünkü, felsefe alanında varlık sorunu ilk sorundur. Bu sorun da ayrıntılı
bilgi felsefesi konularına başvurmayı gerektirmeksizin doğrudan doğruya akli bir
apaçıklık ile başlar. Bu akli apaçıklık varlık ilkesidir. Varlık karşısında mutlak
bir yokluk mevcut olamaz. Mutlak varlık ilkedir.

4- Bu mutlak varlıktan yine sezgi ve duygu yolu ile ve iç tecrübelerimizle varlığından
şüphe etmediğimiz sevgiden başka, sevgi ile çelişen bir değer yargısı kaynaklanamaz.
Mutlak varlık aynı zamanda mutlak sevgidir. Bu mutlak sevgiden insanlar arasında
ve insanlar ile diğer canlıların ve çevrenin ilişkisi alanında adalet normu ilk
kaynaklanan normdur. Sevgiden ahlak alanına adalet normu somutlaşarak geçilmiş olur.
Bu temel normun uzlaşımlara dayanmasına, insanların uydurduğu ve içeriğini doldurduğu
bir kavram olmasına veya mutlak varlık tarafından içi boş bir kavram olarak belirlenmiş
olmasına imkan yoktur.

5- Adaletin iki boyutu vardır. İlk boyutu istisnasız ve potansiyel boyut olan
eşitlik adaletidir. Eşitlik adaleti insan hakları açısından ve dolayısı ile insanlık
değeri açısından dil, din, cins, ırk gibi ve bunların dışında hiçbir gerekçe ile
ayırımcılık yapılmamasını gerektirir. (Anayasada da yer alan istisnasız eşitlik
ilkesi)

İkinci boyutu da kinetik boyutudur. Somut olay adaleti de diyebiliriz. Her somut
olayda herkese somut olayın özelliğine göre: Emeğinin karşılığını, suçunun cezasını,
liyakatinin uygun olduğu görevi verebilme adaletidir.

6- Bu boyutlara da dayanan iki adalet ilkesine ve bunun üst kavramı olan genel
adalet ilkesine karşı ileri sürülen bütün çıkarcı, pragmatist maskesi altında oportünist
ve rölativist görüşlerin mesnedi olmadığı gibi; aynı zamanda evrensel hukuk alanında
"İnsan Hakları" ve "Hukuk Devleti" öğretilerinin yerleşmesine engel olan zararlı
görüşlerdir. Hukuk felsefecilerinin bu alanda ve bu noktada bir uzlaşıma varmaları
temenni edilir.

7- Ulpianus, "lustittia est constans et perpetua voluntas lus suum cuique tribuendi"
ibaresi ile "adalet"i tanımlar: Adalet, herkese hakkını verme konusunda müstekar
ve kesintisiz bir iradedir.

Herkese hakkını, istihkakını verme; "Equite" (hakkaniyet, hak ve nasfet)ye riayet
etme demektir ki, işte bunu insan toplumlarında gerçekleştirebilme, asıl güç olandır.
"İnsanlık onuru"ndaki eşitlik ilkesini herkes kağıt üzerinde ve nazari olarak kabul
edebilir. Ne var ki, iş somut olay adaletinin sağlanmasına gelince, "potansiyel
eşitlik" ilkesinde uzlaşabilen insanların, hele kendi çıkarları söz konusu olduğunda,
Equite'ye, 'hakkaniyet'e uygun davranmadığını görürüz. Hele "sandık başında oy eşitliği"ni
yapabilecekleri fedakarlığın son haddi olarak kabul eden kimseler, iş "herkese insanlık
onuruna yaraşan bir hayat seviyesi sağlama" sorununa gelince, çağdaş devletin ve
toplumun böyle bir ödevi olmadığını, "sosyal adalet" kavramının adalet ve hukuk
devletinin özünü bozduğunu, hatta sosyal adalet düşüncesinin "totalitarizmin Troya
atı, yarı-dini bir batıl itikat, bir hurafe" olduğunu ileri sürebilirler. Bu, son
derece yanlış ve tehlikeli bir "liberalizm" anlayışıdır. Bu yönde gidilirse, DDR'in
ortadan kalkması ile Federal Alman Cumhuriyeti vatandaşı olan kimselerin "Biz adalet
istiyorduk, hukuk devleti bulduk" şeklinde ifade ettikleri hayal kırıklığı kaçınılmaz
olur. Aslında "adaletsiz hukuk devleti" olamaz; hukuk devleti, adalet devleti demektir.
Hukuk devleti (Rechtsstaat) terimi Alman hukuk çevresinde doğmuştur ve buradaki
"Recht", hukuktan çok, bizim "hak ve nasfet" (Recht und Billigkeit) teriminin başında
olan anlamı ile "hak-hakkaniyet" anlamındadır.

8- Adalet, ahlak ve hukuk felsefesinin sevgiden kaynaklanan ilk değeri ve ölçütüdür.
Sevgi temeli ile bağı kesilirse anlamını yitirir ve doğru anlamı ile gerçekleşmesi
mümkün olamaz. Bunun içindir ki, DDR'den BRD vatandaşlığına intikal eden kimseler,
önce de "adalet"ten ve ayrıca "hukuk devleti"nden yoksun olduklarını "Adalet arıyorduk,
hukuk devleti bulduk" şeklinde ifade etmekte idiler. Adaleti bulmadan hukuk devletini
bulmaya da imkan olmadığına göre, "hukuk devleti bulduk" demelerinin anlamı, "adaletin
sosyal boyutunu elde edemesek, bulamasak dahi hiç değilse klasik anlamda insan haklarını
bulduk" demektir.

9- Ancak; "klasik insan hakları" ve "sosyal haklar" ayırımı başlı başına bir
aldatmacadır. "Adaleti arıyorduk, adaleti ve adalet devletini bulduk" diyebilmek
için, sosyal boyutu ile de adaleti bulmuş olmak gerekir.

10- Bu adalet kavramı izafi (relatif, görece) değildir. Hukuk devleti anlayışı
relatif bir temele oturtulamaz. Adalet "izafi" olursa hukuk devleti de izafi olur.
Kavramları "izafi" olan "hukuk felsefesi"nin de bir boş vakit eğlencesi olarak bile
anlamı kalmaz.

11- Adalet doğru anlamından ayrılırsa, çok yanlış adalet anlayışları, bir "hikmet"
vecizesi imiş gibi, "fiat lustitia, pereat mundus" gibi "absurde" söylemlere yol
açar. (Adalet gerçekleşsin, dünyanın yıkılması pahasına da olsa!) Oysa bu söz, gerçek
anlamda "adalet" için değil ancak yanlış anlamda, dolayısı ile zulmün bir türü için
kullanılan "adalet" terimi söz konusu olduğunda geçerli olabilir. Yoksa dünya adaletin
gerçekleşmesi ile değil, gerçekleşmemesi ile yıkılır.

12- Tabii "hukuk"un temel kavramı ve değeri olan adalet de "tabii hukuk"un tüm
değerleri gibi değişmez ve evrenseldir. Ayrı ayrı İslam, Hıristiyan ve Müslüman
vs. tabii hukuk türleri yoktur.1

13- Adalet konusunda bir konuya daha değinmek istiyorum: Ben, daha önce Merhum
Bediüzzaman'ın "adalet-i mahza" ve "adalet-i izafiye" ayrımı ile, eşitlik adaleti
ve somut olay adaleti (adl ve kıst) ayırımı yaptığı kanaatinde idim. Fakat Risale-i
Nur'u daha iyi ve dikkatle inceledikten sonra şu sonuca vardım:

Merhum Bediüzzaman, çok doğru olarak, gerçek anlamı ile "adalet"in izafi olamayacağı
kanaati ile, bu kavram için "adalet-i mahza" terimini kullanmaktadır. "Adalet-i
izafiye"den kastettiği, adaletin izafi olabileceği görüşünü savunanların yanlış
görüşü olup, bu yanlış görüşü adlandırabilmek için adalet-i izafiye terimini kullanmıştır.
Kendisinin tercihi, "adalet-i mahza" yönündedir. Adaletin iki boyutundan birisi
olan "hakkaniyet, somut olay adaleti" (kıst, equite); adalet kavramını izafi kılmaz,
sadece somut olayda, statik adalet ölçütünün, diyalektik değişime tabi bir süreçte
dinamik olarak maharetle hayata geçirilebilmesini, uygulanabilmesini sağlar. Bunun
için de "ulema-i kaimen bil-kıst"a ihtiyaç vardır. "Adalet-i izafiye" yanlış görüşü
ile "hakkaniyet" (kıst) ölçütü arasında hiçbir ilişki yoktur. Kıst, değişken ve
hareketli bir alanda değişmez değerlerin uygulanabilmesini, adalet-i izafiye ise
oportünistlerin savundukları bencil çıkarlara göre çifte ölçüt kullanabilmelerini
amaçlar. Bediüzzaman "adl ve kıst" tarafındadır, oportünizm ve Makyavelizm tarafında
asla değildir.

Öz

Bu makalede, normlar alanını ve dolayısı ile davranış felsefesini ilgilendiren
Adalet kavramının, bu alanın normları gibi, sağlam bir temele dayandırılmasının
gerekliliği ifade edilmektedir.

Adaletin boyutları üzerinde durulurken "adalet", "herkese hakkını verme konusunda
müstekar ve kesintisiz bir iradedir." şeklinde tanımlanmakta ve herkese hakkını,
istihkakını vermenin insan toplumlarında gerçekleştirilebilmesinin güçlüğüne dikkat
çekilmekte ve "insan hakları, hukuk devleti ve sosyal adalet" kavramları irdelenmektedir.

Son olarak Bediüzzaman'ın "adalet-i mahza ve adalet-i izafiye" kavramlarına yüklediği
anlam tartışılmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Adalet, hukuk felsefesi, hukuk devleti, sosyal adalet, insan
hakları, adalet-i mahza, adalet-i izafiye

Abstract

This article discusses the necessity of the predication of the concept of justice,
which is concerned by the normative realms and thus by the philosophy of behavior,
upon a substantial basis, as the norms of this subject.

While expressing about the dimensions of justice, it has been defined as the
"uninterrupted and consistent will to give everybody what s/he deserves". The author
draws then the reader's attention to the difficulty in the human societies to give
every person what he deserves. Then the concepts of "human rights, constitutional
state and social justice" are explained.

At the end, the author discusses the meaning attached to the concepts of "ultimate
justice and relative justice" by Bediüzzaman.

Key Words: Justice, philosophy of law, constitutional state, social justice,
human rights, ultimate justice, relative justice

Kaynakça

Felix Senn, De la Justice et du Droit, Paris 1927.

Arthur Kaufmann, Rechtsphilosophie, 2. Auflage, München 1997.

Bernd Reüthers, Das Ungerechte an der Gerechtgkeit, Zürich 1991 (Müsbet anlamda
yararlanılmamıştır).

Ist der Rechtsstaat auch ein Gerechtigkeitsstaat? Helbing&Lichtenhann, Basel-Genf-München
2000.

Salzburger Hochschulwochen 2000 Tyrolia Verlag, Innsbruck-Wien 2000.

Dipnotlar

1. İslam hukuk felsefesi açısından, 31 Ağustos-6 Eylül 1996 tarihleri arasında
Didim'de düzenlenen "Uluslararası Müslüman Hukukçular Konferansı"nda "Adalet kavramının
mutlaklığı ve rölativizmin kabul edilmezliği" konusunda bir tebliğ sunmuştum. Bu
tebliğ, İstanbul Hukuk Dergisi, Yıl 1, Sayı:2, 2002'de yayımlandı. Konu ile ilgilenenler
için bu tebliğe atıf yapmakla yetiniyorum. Aşağıda bu ikinci tebliğde yararlandığım
bazı kaynaklar da anılmaktadır.