The House of Wisdom and Relative Justice

Adalet ve zulmün birçok tarifi ve birçok bağlamı varsa da bunlardan en akılda
kalıcılardan ve gönle hitap edicilerden birisi şudur: Adalet, fıtrata uygunluk;
zulüm ise fıtrat dışılıktır. Fıtratın dışına çıkmaktır. Zulmün de iki basamağı vardır.
Kadim kültürümüzde ve anlayışımızda buna ifrat ve tefrit ayaklar dendiği gibi veks
ve şatat da denebilir. Şatat ölçüyü ağdırmak yani ifrat basamağıdır. Veks ise ölçünün
altında kalmak ve tefrit boyutudur. Şatat fazlalık, veks ise noksanlıktır. Adalet
ise bunların dengelenmesi ve ikisinin sağlamasıdır. Hayat denge üzerinde seyrettiğinden
dolayı dengesizlik geçici bir statüdür. Hiçbir zaman kalıcı olmaz. Bu itibarla da
eslaf: "El Küfrü yedumu / Ve'z zulmu la yedum" demişlerdir.

Haramın binası olmaz deyimini hatırlatırcasına yine bu bağlamda "Beytü'z-zalimi
harabun velev bade hinin / Bir müddet sonra olsa da zalimin evi haraptır, harabattır"
denmiştir. Bunun geçmişten geleceğe güzel Türkçe'mizdeki tam karşılığı şudur: Alma
mazlumun ahını, çıkar aheste aheste. Adalet oku gecikse de şaşmaz. Haramın ocağı
olmadığı gibi zulmün de ocağı yoktur. Biraz gecikerek de olsa hak ve adalet elbetteki
tecelli eder. Cenab-ı Hakk imhal eder ama asla ihmal etmez. İnsana toparlanması
için bir süre verilir. Buna imhal; yani mühlet verme denilir. Adalette kusur eden
ve zulmeden bu fırsatı değerlendirirse zaten adalet yerini bulur. Bunun yolu da
zalimin ihkak-ı hak etmesi ve kul hakkını iade etmesidir. Aksi taktirde, zulmünde
temadi eder ve haksızlıkta devam ederse verilen süre dolduğunda çeşitli suretlerde
ve hadise düzeyinde adalet ensesine biner.

Şah-ı Geylani'nin de dediği gibi, dünya daru'l-hikmet olduğundan dolayı burada
adalet ve zulmün cezalandırılması bazen açıktan olsa bile, genelde perdelidir. Bazen
de suç ile ceza arasında denge sağlanamayabilir ve suç tam karşılık bulmayabilir.
Bu, muhakemenin öbür dünyada devam edeceğinin bir göstergesidir. Dünya daru'l-hikmet
olduğundan dolayı burada işler adalet-i izafiye ile yürür. Adaletin tamamı burada
tecelli etseydi ve muhakemenin tamamı burada görülecek olsaydı mahkeme-i kübraya
bir şey kalmayacaktı. Dolayısıyla orası, burasının bir devamı niteliğinde olmayacaktı.
Bu da hikmete ters olurdu. Bu itibarla, açıkça şunu söyleyebiliriz: Bu dünya da
adalet-i izafiyeye gayet uygundur ve hikmete de ters düşmez. Adalet-i mutlakanın
tecelli yeri ise ise daru'l-kudret olan ahirettir. Öteki dünyadır. Burası aynı anlamda
dar-ı imtihan, orası ise dar-ı cezadır.

Hz. Ali (k.v.) adaleti şöyle tasvir etmektedir: "Eşyayı ve nesneleri yerli yerinde
kullanmak ve yerli yerine koymaktır…"1 Yerlerinden aldığınızda ve onları değiştirdiğinizde
zulmetmiş olursunuz. Fıtri olan ise her şeyin insicamlı ve uyumlu olmasıdır. Bu
tariften yola çıkarak şöyle bir benzetme yapmamız mümkündür: Diyelim ki, iki öküzü
bir boyunduruk altına alıp onunla tarla sürüyorsunuz. Ancak öküzlerden birisi tembel
ve serkeş. Diğeri uyumlu ve emre muti. Serkeş olan sürekli geride kalarak diğerine
eziyet eder. Bu öküzler birbirinin dengi olmadığından ve yanlış kullanıldıklarından
cefakar olanı hakkında zulüm irtikap edilmektedir. Bu basit misalden de anlaşılacağı
gibi eşyayı yerli yerinde ve dengeli kullanmazsak zulme davetiye çıkarmış oluruz.
Zulmün mefhum u muhalifinden de adaletin tarifine ulaşıyoruz. O da eşyayı yerli
yerinde ve düzgün bir biçimde kullanmaktır.

Bir hadis-i kudsîde Cenab-ı Hakk, kendinden haber vererek kendisine zulmü yasakladığı
gibi kulları arasında da zulmü yasakladığını beyan eder. Bu manada zulüm, gücün
suistimali ve yanlış ve kontrolsüz kullanılmasıdır. Zulüm, muhal-farz, sahibini
nübüvvet dairesinden düşürdüğü gibi velayet dairesinden de ıskat eder. Cenab-ı Hakk'ın
cahil dostu yoktur. Dost edinmek istediğinde esbabını halk ederek halilinin cehaletini
izale eder. Allah'ın dostları da incelikler aleminden veya nefis çöllerinden geçtikten
sonra huzura vasıl olur ve kabul edilirler. Hz. İbrahim'in duasına mukabil Cenab-ı
Hakk, "Zalimler benim ahdime eremez ve nail olamazlar" buyurmuştur. Nübüvvet hanesine
mensup olsa da zalim manen oraya intisaplı değildir. Haneden olmasa bile ehl-i salah
manen peygamberin varisidir. Hz. Lut'un karısı, Hz. Nuh'un çocuğu ve Hz. İbrahim'in
babası buna örnektir. Bu itibarla, bu anlayış Ehl-i Beyt'in tarifinde de geçerli
olmuştur. Metafizikî veraset fizikî verasetten önemli ve önceliklidir.

Buna mukabil, Cenab-ı Hakk üç zümrenin duasını geri çevirmez. İftara kadar oruçlunun,
adil olan imamın, yani devlet reisinin ve mazlumun duası. Bu kapsamda olan üç sınıftan
iki sınıfın makbuliyet nedenleri adalet ve zulme maruz kalmaktır. Bundan dolayı,
dinin en temel rükünlerinden birisi adalettir. Ve Kur'an-ı Kerim nasıl namazla birlikte
daima zekatı anıyorsa, küfürle de birlikte zulmü anmaktadır. Yer yer birbirlerinin
eş anlamlısı olarak da zikre konu edilmektedir. Adalet ve muadelet, denge ve eşitlik
sağlanması anlamındadır.2 Mutezile'nin beş temel esasından birisi adalettir. Ancak
onlar adalet-i izafiye meselesini idrak edemediklerinden dolayı mutlak adalet namına
yer yer sapma göstermişlerdir. Bu meselenin uzantısı olarak kesb ve iktisap yerine
kulların amellerinin yaratılmasını da yine kullara isnat etmişler ve Cenab-ı Hakk'ı
devreden çıkarmışlardır. Onlar tam sorumluluk için tam yetki isterler. Bu ise rububiyetin
alanına girmektir. Keza adalete mugayir ve kayırma olarak gördüklerinden şefaatı
da reddederler. Adalet, mükafat ve mücazatta eşitliktir. Cenab-ı Hakk bu yönüyle
kullarına adaleti emretmiştir. Bununla birlikte af kapsamını da açık bırakmıştır.
Bu manada bir ayet-i celilede "Allah, adaleti ve ihsanı emreder" buyurulmuştur.
Adalet amellere eşit muamele ise ihsan da hayra daha fazla, şerre ise daha az mukabele
etmektir.

Müteveffa Papa John Paul de "İnnallahe ye'muru bil'adli ve'l ihsani" ayetinin
manasına ve mantığına uygun olarak şunları söylemiştir: "Affetmek, kişisel bir tercihle
insanın şerre şer ile mukabele dürtüsünü bastırmasıdır. Affetmek bir zayıflık gibi
görünmekle birlikte, hakikatte büyük manevi güç ve ahlaki cesaret gerektirir."3
Papa'nın bu sözlerini yorumlayan Prof. Dr. Thomas Michel'e göre, yaraları sarmak
için adalet tek başına yeterli değildir. Aynı zamanda affetmeyi de bilmemiz lazım.
İşte bu af ve safh makamıdır. Bu manada İslamiyet hanefiyyetü's semha (bağışlayıcı
bir din) ve mahaccetü'l beyzadır (beyaz yol). Adalet zekat gibidir. Af ise sadaka.
Dolayısıyla Cenab-ı Hakk tek başına adaletin yetmediği için affı ve ihsanı getirdiği
gibi zekat da kifayet etmediği için sadaka gibi bağışları da teşvik etmiştir. Çünkü
daima hal ve harekatımızda istemeden de olsa maksadı aşan yönler bulunabilir. Bunların
ilacı adaletle birlikte affu safh'dır. İhsan makamı her boyutta artı bir makamdır.
İbadette Allah'ı görür gibicesine ibadet etmek olduğu gibi adalette de af veya ikram
makamıdır.

Bununla birlikte geçmişte kalan ve tövbekar olanların tecavüzlerini bağışlamak
centilmenliktir. Bunun hilafına, nadan olan ve zulmünde devam niyeti izhar eden
insanları bağışlamak zulme razı olmak ve ona aracı olmaktır. Bu açıdan mazlumun
da pasif bir şekilde zulmü desteklememesi gerekir. Küfre rıza küfür olduğu gibi
zulme rıza da zulümdür ve bunu yapanlar genellikle tasvip ettikleri veya sessiz
kaldıkları zulmün acı tadını tadarlar. Mazlumların çeşitli yollarla zulmü bertaraf
etmeleri en azından zulme mekan olan bölgeyi terk etmeleri gerekir. Mevlana Celaleddin
Rumi'nin babası Sultanu'l-Ulema Bahauddin Veled Horasan'ı ve Belh'i zulüm yüzünden
terk etmiş ve Anadolu'ya ayak basmıştır. Bu hareketinin bereketine Anadolu fuyuzatıyla
feyizlenmiştir. Aksi taktirde, zulmü kabullenmek zulümdür. Bunu nasihatla ve reddi
cemille yapmak da o kadar önemlidir. "ferman sultanın ise dağlar bizimdir" anlayışı
ise dahilde çatışmayı akla getirdiği için makbul değildir. Bunun adı ihkak-ı hak
değil, isyandır. İsyanın da bir ahlakı ve kültürü var. Yapıcı davranmak ve tahribat
yerine tamirat yolunda olmak gerekir. Aktif zulüm zulmü irtikap etmekse; pasif zulüm,
zulmü kabullenmek ve zalime müzahir olmak ve zulüm kefesini ağdırmaya hizmet etmektir.
Bundan dolayı, mazlum ihkak-ı hak için çalışır ve hakkını meşru yollardan almaya
gayret eder. Bu hususta Cenab-ı Hakk ona müstesna haklar tanımıştır. Cenab-ı Hakk
mazlumun dışında kimseye çirkin söz veya yüksek perdeden konuşma hakkı, yetkisi
vermemiş ve tanımamıştır.4

Peygamberimiz sünnetiyle de bu kuralı te'yid etmiştir. Sözgelimi, zulme girmedikçe
kimsenin sözünü kesmezdi. Zulmün yayılmasına ve tedavülüne hizmet edecek şekilde
konu edilmesine ve konuşulmasına ve zulmün müdafaasına asla müsaade etmezdi.5

Netice, Hz. Ömer'in de dediği gibi, adalet mülkün temeli, zulüm ise mülkün izalesi
ve tahribidir. Umran ancak adaletle kaimdir; yani ayakta kalır. Dünyada zulüm, kıyamette
zulumat ve karanlıklardır.

Öz

Bu makalede adalet tarifinden yola çıkılarak bu dünyanın hikmet dünyası olduğu,
bu nedenle burada işlerin adalet-i izafiye ile, hikmete uygun olarak yürüdüğü gözler
önüne serilmekte; Allah'ın kullarına zulmü yasakladığı, zulme rıza göstermenin zulüm
olduğu vurgulanmaktadır.

Hz. Ömer'in sözünde kendisini bulan, "adalet mülkün temelidir, zulüm mülkün izalesi
ve tahribidir" sonucuna varılmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Adalet, zulüm, adalet-i mahza, adale-i izafiye

Abstract

This article begins with the definition of the concept of justice and goes on
that this world is a world of wisdom. Thus, it has been clarified that every moments
and events in this world has been enforced with the relative justice in coherence
with wisdom; God has forbidden the atrocity, and the agreement with the cruel acts
is also a kind of atrocity.

It reaches the conclusion with the statement of Hz. Omer as "justice is the basis
of a true government, cruelty is the negation and destruction of that true government".

Key Words: Justice, ultimate justice, relative justice, oppression

Dipnotlar

1. Hadis-i Erbain şerhi Taftazani, İstanbul baskısı, s. 192.

2. Müfredat Fi Garib el Kur'an, Ragıb el İsfehani, s. 325, 326.

3. İsa'nın Geri Dönüşü, Thomas Michel, Yeni Asya Yayınları, s. 67.

4. Nisa: 148.

5. Hz. Peygamber ve Eğitim Metodları, Abdulfettah Ebu Gudde, Ümran Yayınları,
s. 38.