"Human Rights are Indicators of the Superiority of Law"

Konuşan: Ahmet DURSUN

"İnsan Hakları" nedir, gücünü nereden almaktadır? Bu kavramın çıkış
noktası nedir? İnsan onurunun insan hakları açısından önemi nedir?

İnsan haklarını dönemlere göre tanımlamak lazım. Sanayi dönemiyle birlikte mutlak
monarşilerin sona ermesi, kilisenin egemenliğinin ortadan kalkması, sanayileşmenin
uç vermesi, insan aklının doğayı açıklamaktaki en önemli etkin odak haline gelmesi,
sanayileşme ile birlikte kol gücünün gündeme gelmesi, köleliğin bitmesi, o sanayileşme
ile birlikte ortaya çıkan tablo ve zaman içinde işçi sınıfının haklarını araması,
ekonomik ve sosyal haklarının peşine düşmesi ve bu hak savaşında burjuvazi ile proletarya
arasındaki gerginliklerin ve çelişkilerin bir belirli noktada denge durumuna gelmesi
insan hakları kavramını doğurmuş. Yani kölelikten işçiliğe geçişin bir sonucu olarak
bireyin doğması, bireyin oluşması sonucu sanayi döneminin bir kavramı; fakat bugün
daha farklı bir noktadadır. Çünkü, insan hakları evrensel beyannamesi, bir şekilde
uluslararası bir anlaşmadır. Devletler buna imza atmışlar; ama insan hakları evrensel
beyannamesinin kabul edilmiş olmasına rağmen bütün dünyada uygulandığını söylemek
zor. Devletler iç egemenlik haklarını zaman zaman kendi vatandaşlarının, halklarının
aleyhine kullanmış ve dünya buna bir şey yapamamış. İnsan hakları kabul görmüş ama
uygulamasında hep sorun çıkmış. Bugün yeni bir aşamaya gelindi; çünkü kol gücünden
beyin gücüne geçen bir dünya var. İnsanoğlu artık kol gücüyle üretme noktasından
yavaş yavaş kopuyor ve beyinsel yaratıcılığa doğru gidiyor. Şimdi insanın beyni
en büyük zenginlik kaynağı olmaya başladı. Nitekim geçenlerde Forbes Dergisi dünyanın
en büyük zenginlerini açıkladı. Bunların ilk on-on birinde yeni teknolojiler var,
başında da Bill Gates var. Aklın yaratıcılığı, beyinsel çalışma kalıpları, aynı
zamanda beyni model alan teknolojiler insan haklarını bu kez sadece görünürde, göstermelik
bir anlaşma olmaktan çıkartıp bütün dünyanın kabul etmek zorunda olabileceği yeni
bir anlayış içine koydu. Tabi bu da hemen istediğimiz noktaya gelmiyor, ama şimdi
dünya insan hakları ihlallerine karşı müdahale etme hakkını da elde etti. Hem NATO'nun
stratejisi değişti hem de Paris Şartı bu imkanı verdi; yani küresel bir macera yaşıyoruz,
bir çağ bitiyor bir çağ başlıyor. Bu değişimdeki en önemli unsurlarından biri bu
insan hakları kavramının vazgeçilmez hale geliyor olması. İnsan hakları kavramının
evrenselleşmesi, vazgeçilmez hale gelmesi dünyanın en önemli kavramları, ilkeleri
olması açısından önemli. Şimdi, bu yeni dönem bu açıdan çok önemli. İnsanoğlu beyniyle
çalışmaya başladığı zaman insan hakları çok önemli hale geliyor. Bir de tabi bir
başka noktası var insan haklarının. İnsan onuru olmayan bir toplumda gelişme olmuyor.
Uluslararası sistem nitelikli bir mal üretir hale geldi. Beyinsel bir yaratıcılığın
ürünlerini üretip satıyorlar; mesela bilgisayarlar… En yüksek nitelikli teknolojik
yapılar. Onu alacak insanın da doğru dürüst bir ülkede yaşıyor olması lazım. Bu
açıdan demokrasi ülkelerdeki kargaşayı azaltıyor. Piyasa ekonomisi kaynaklarının
en iyi şekilde kullanılmasını ve zenginleşmesini sağlıyor. İnsanoğlunun bir şekilde
hak ettiği noktaya erişmesini, kendine, özenle hayata bakmasını ve toplum tarafından
ona saygılı davranılmasını sağlıyor. Nitelikli malların gelişmesinin bir sonucu
olarak da böyle bir durum var.

Aklın ve beynin ön plana çıkmasından bahsettiniz? Salt akıl yeterli midir? İnsan
haklarının gerçekleşmesinde vicdanın rolü yok mudur?

Vicdan evrensel hukuk kuralları tarafından da ifade ediliyor. Vicdan dediğiniz
nedir? Bunu ne ölçer? Adalet… Hukuk bilimi aynı zamanda vicdanın üstüne konulmuş
bir ölçü mekanizmasıdır. Bugün itibariyle insan haklarının öne çıkma sürecinde,
mesela bir küreselleşme var; ama henüz küresel vicdan oluşmadı; çünkü küreselleşmenin
yeni hukuku oluşmadı. Bu kargaşanın netleştiği, bütün dengelerinin yerli yerine
oturduğu yeniden düzenleme dönemi gelmedi.

Hukuka göre insan bazı temel haklarla dünyaya gelir ve bunlar şahsa ait, devredilmez,
vazgeçilmez haklardır. Buna rağmen insan hakları fikrinin çoğu kez mevcut inanışlar,
hukuk düzenleri ve siyasi güçle çatışmasının sebepleri nelerdir?

İnsanoğlu, aynı zamanda insan olmaktan dolayı elde ettiği hakları, kendisinin
savunma noktasına gelmesiyle hayata geçirebilmesi mümkün. Şimdi, kendisine özenli
olmayan, kendisini kutsal kabul etmeyen, kendi yaratıcılığının ve üreticiliğinin
farkında olmayan, kendisine bu anlamda saygı göstermeyen yığınların olduğu ülkelerde
insan hakları hayata geçmiyor. İnsan haklarının hayata geçirilebilmesi için insanların
kendilerinin değerine, kutsallığına, en üstün varlık olduklarına inanması ve bunun
gereği olan hakkı ve hukuku savunmaları lazım. Aynı zamanda bunu yönetimler açısından
değil, yönetilenler açısından da düşünmek lazım. Siz bunu talep etmediğiniz vakit,
kendinizin bu haklara doğal olarak sahip olduğunuza inanmadığınız vakit, insan hakları
da hayata geçmiyor. Bu biraz toplumların gelişmişliği ile, toplumların bireyi doğurmasıyla,
bireyin kendi haklarına sahip çıkmasıyla, insanoğlunun kendisine öz saygısı ve özgüveni
olmasıyla bağlantılı bir iş.

Bir yazınızda dünyada 11 Eylül'ün, bizde de 12 Eylül'ün ruhunu ve özünü kapitalizm
belirliyor diyorsunuz. Siyasetin insan haklarını belirlemedeki rolü nedir? İnsan
hakları neye göre belirlenmelidir?

Bugün kapitalizm sosyal demokrasiye dönüşmüştür. Bugün kapitalizm de değişiyor.
Yavaş yavaş insan, kutsallığın en kutsalı haline geliyor. Yani devletlerden, bayraklardan,
sınırlardan çok daha önemli hale geliyor. Çünkü beyniyle en büyük zenginliği yaratan
adam oluyor. Bugüne kadar, işte ilk başta tarım döneminde toprak üreticiydi, sonra
kol gücüyle sermaye fabrikalarda üretir hale geldi. Bugün beyinsel yaratıcılık bütün
bunların dışında büyük zenginlik yaratıyor. Söylediğim gibi Bill Gates buna bir
örnek. İnsan bu kadar zenginlik kaynağı haline geldiği vakit de en dokunulmaz, en
tabuların tabusu, en kutsalın kutsalı haline geliyor. İnsan böyle bütün kavramların
önüne geçtiği vakit insan hakları çok farklı ve taviz verilmez bir şekilde uygulanır
olacak.

Söyledikleriniz Kur'an'ın ortaya koyduğu insan tipi ve bireyi merkeze alan adalet-i
mahza anlayışı ile örtüşüyor.

Bütün dinlerde insan kutsaldır; ama dinlerin hayata geçmesi, uygulanabilmesi
evrensel hukukla mümkündür. O evrensel hukukun doğmasını sağlayan şartların oluşması
lazım. Yani dinler olması gerekeni söyler; ama dinlerin olması gerekeni söylemesi
işin olduğu anlamına gelmiyor. Dinlerle hukuk aynı istikamettedir. Dinin yasakladığını
hukuk da yasaklar; ama yaptırımları farklıdır. Dinle hukuk arasında bir çelişki
değil, bir paralellik vardır. Onun için dinin emrettiği, söylediği, kutsal saydığı
insanın gerçekten kutsal olabilmesi, onu kutsal sayan bir hukukun hayata geçmesiyle
mümkündür. O hukukun oluşması sosyal hayattaki dengelerle birebir ilgili.

Dünyadaki mevcut siyasi yapılar göz önüne alındığında, insan haklarının gerçekleşmesini
istemek rejim değişikliğini istemek olarak yorumlanabilir mi?

İnsan hakları bir bütündür. Türban için hak isteyip de vicdani red için hak istemediğinde
bunu algılamıyorsun demektir. İnsan hakları hukuksal bir bütünün adıdır. Sadece
kendin için değil, tüm insanların haklarına sahip çıktığın vakit oluyor. Sadece
hukuksal bir kavramla buna sahip çıkılamıyor. Bizde meseleler düşman yaratarak,
başkasına yönelik bir hırçınlık yaparak çözülmeye çalışılıyor. Düşman yaratmadan
işi çözmenin temeli insan haklarını kavram olarak algılamaktır. Siz insan haklarına
sahip çıkanlara insan haklarının ne olduğunu sorduğunuzda, bunu hukuksal yapısıyla
hangi konseptte değerlendirdiğine bakmanız lazım. Bütün herkesin haklarına sahip
çıkmak, bunu bir bütün olarak algılamak, siyaseten bir parçasını peynir faresi gibi
tırtıklamak değil, bütün olarak geçerli olmasına inanıldığı vakit hayata geçer.
Bir siyasi kavganın değil, insan olmanın onuruyla, bütün, herkes için hakların hukuksal
bir bazda savunulmasıyla bu daha sağlam bir hale gelecektir. Bizde en algılanmayan
şey hukuktur. Hukuk meselesinde sıkıntı var. Biz de insan haklarını savunuyoruz
diyenler bir hukuksal zemin anlamında bunu üretmiyorlar. Hukuk kavramı olmadan insan
hakları olmaz. Hukukun ne olduğunu, ne anlama geldiğini bileceksin, hukuku herkes
için savunacaksın. Hukukun üstünlüğü ile devletin birliği, düzenliği, bireyler arasındaki
ilişkilerin düzenliliği anlaşılır. Hukuk kavramıyla hiçbir alakası olmayan, hukukun
ne ürettiğini bilmeyen, hukuka gereksinim duymayan, aslında içinden hukuka inanmayan
bir toplumda insan hakları olmaz. İnsan hakları mücadelesi de olmaz, kamplara göre
siyaseten militanlık olur.

Hukukun üstünlüğünün insan haklarını koruyacağını söylüyorsunuz.

Başka bir şey değil. İnsan hakları hukukun üstünlüğüdür.

Hukukun üstünlüğü nedir öyleyse? Bunun oluşmasında kamuoyunun rolü nedir?

Bir toplumda devlet en üst örgütlenmedir. Devletten daha büyük bir örgütlenme
yok. Devletin egemenlik hakkı, kural koyması ve kuralı uygulatma gücünden geliyor.
Koyduğu kurala devlet uymak zorundadır. Mesela, bir sanığı yakalamak için polis
suç işleyemez. Devletin o toplumun yönetimini kolaylaştırmak için koyduğu evrensel
kurallara bizzat kendisinin de uymasıyla hukuk devleti ortaya çıkar. Kamuoyunun
rolü, insan hakları bağlamında, hukukun üstünlüğü bağlamında, bunu bir şekilde çiğnemeye
kalktığı an, muazzam bir demokratik tepki koyarak bunu engellemektir.

Avrupa Birliği'ne giriş sürecinde ülkemizde "uyum reformları" adı altında yapılan
iyileştirmeleri insan hakları açısından yeterli görüyor musunuz?

Bunları insan hakları açısından çok önemli adımlar olarak değerlendiriyorum.
Fakat bunu Türk toplumu henüz içselleştiremedi. Mesela, bilgi edinme yasası… Bizim
paramızla, vergilerimizle var ettiğimiz bir hizmet örgütü olan devletin bizim paralarımızla
ne yapıp ne ettiğini sorgulayan çok önemli bir mekanizma; ama merak ediyorum bugüne
kadar kaç kişi bilgi edinme yasasını kullandı. Yahut eşler ayrılmaya kalkmaları
halinde mirası eşit paylaşmaları, milli güvenlik kurulunun gizli tüzüğünün ortadan
kalkması, yahut etlerin çok daha nitelikli bir şekilde satılmasını düzenleyen yasa.
Avrupa Birliği uyum yasaları sürecinde insanoğlunun yaşam kalitesinde muazzam bir
artış var. Fakat bireyin bunu içselleştirmesi, bireyin buna sahip çıkması, bunu
kullanması lazım; ama henüz o aşamaya gelemedik.

301. maddede olduğu gibi, devletçi ve milliyetçi söylemlerle bunun önüne geçilmesi
çabalarını nasıl yorumluyorsunuz?

Türkiye'deki fay hattı, aslında Avrupa Birliği konusuyla bağlantılı. Avrupa Birliği'ne
karşıysanız, Türkiye'nin dünyalaşmasını istemiyorsunuz demektir. Bu eskisi gibi,
statükonun devamı, içe kapalı, iç sömürgeci bir mantığın devamı. Yok, Avrupa Birliği'nden
yanaysanız buranın değişmesi, bireyin kutsallaşması, insanın her şeyden önce gelmesini
istiyorsunuz demektir. Bunun etrafında büyük bir kavga var.

AİHM gibi uluslararası mekanizmaların insan hakları açısından işlevi nedir?

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, insan haklarını en ileri noktadaki tanımını yapan
bir mahkemedir. Biz o mahkeme kararlarını yakından incelemiyoruz. AİHM'in türbanla
ilgili kararını da incelemedik. Bunu incelediğimiz vakit bizim kamuoyuna yansıdığı
gibi olmadığını görürsünüz. Mesela fikir özgürlüğünün ne olduğunu AİHM çok net bir
şekilde tanımlamıştır. Şaşırtıcı, tahrik edici vs. bütün bir toplumun yerleşik düşüncelerini
sarsan her türlü fikrin de düşünce özgürlüğü içinde kabulünü söylemiştir. AİHM'in
tüm kararlarının mantalitesini incelememiz lazım. Türban kararı Türkiye'de büyük
etki yaptı. İnançlıların AİHM'e, hukukla ilgili olmadıkları için mesafe koymalarına
neden oldu. Hayata tüm insan hakları açısından bakmak önemli. Böyle bakmadığınız
vakit olayı bir bütün olarak algılayamıyorsunuz demektir. Büyük resim gözden kaçıyor.

Adalet ile insan hakları arasındaki ilişki nedir? Ferdi ve toplumsal hayatın
her alanında adaletin hakim kılınmasının insan hakları açısından önemi nedir?

İnsan hakları böyle bir hukuk olmadığı vakit hayata geçemez. Nitekim Türkiye'de
geçemiyor, hukuk yoksa insan hakları da yoktur.

Sizin ortaya koyduğunuz İkinci Cumhuriyet tanımlamasına bakarsak; insan hakları
açısından Birinci Cumhuriyet ile İkinci Cumhuriyet arasındaki en belirgin farklar
nelerdir?

Bugün görüyorsunuz, Türkiye'de hâlâ vatandaşlık kavramı yok. Azınlıkların mal
edinmesiyle ilgili tartışmalara bak. 74 yılında karar alıyorlar ve gayri Müslim
vatandaşların mallarına el koyuyorlar. Varlık vergisini hatırla. Bugün hâlâ bir
Ermeni vatandaş kaymakam olamaz. Alevilerin durumu ortada. Henüz Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlığı hukuksal bir tanımdır. Birey ve devlet arasındaki anayasa ve yasalardan
doğan hak ve yükümlülükleri içerir. Bu noktanın çok uzağındayız. Benim İkinci Cumhuriyet
dediğim; Avrupa Birliği'nin İnsan Hakları Mahkemesinin tanımladığı dinamik evrensel
hukuk kurallarının ayrım gözetmeksizin o ülkenin tüm bireylerine uygulanır hale
gelmesidir. Bizde böyle bir durum maalesef yok.

Demokrasi ve insan hakları arasında nasıl bir ilişki kurulabilir? Demokratik
toplumlarda ortaya çıkabilen çoğunluğun hakim olması ilkesinin başkalarının haklarının
kısıtlanması gibi bir problemi beraberinde getirdiği şeklinde görüşler de var.

O, demokrasiyi bilmeyenlerin söylediği bir şey. Çünkü demokrasilerde taviz verilmeyecek
konu, temel hak ve özgürlüklerdir. Demokrasilerde çoğunluk değil, azınlığın hakları
önemlidir. Azınlığın hakları nedir? Azınlığın hakları temel hak ve özgürlükler tarafından
tespit edilmiştir. Bunların ne olduğu en iyi şekilde Avrupa Birliği'nin temel haklar
şartında gösterilmiştir. Bu Avrupa anayasasına da temel altlık oluşturur. Orada
dün insan hakları evrensel beyannamesinden bugün nereye geldiğimizi çok iyi gösteriyor.
Avrupa Anayasası'nın en büyük vasfı şudur; ilk defa bir anayasa, temel hak ve özgürlükleri,
bireyin bütün hak ve özgürlüklerini anayasal madde haline getiriyor. Demokrasi dediğin
şey çoğunluğun her istediğini yapabilmesi demek değildir. Çoğunluk ister; ama insan
haklarını da içeren temel hak ve özgürlükler dönüştürülemez, değiştirilemez. Bunlar
bir hukuk devletinde değişmez maddelerdir. Onun dışındaki siyasi vs. uygulamalarda
çoğunluk geçerlidir. İnsanların bireysel haklarına, temel haklarına, insan olmaktan
doğan haklarına hiçbir şekilde dokunamamak söz konusudur.

Bediüzzaman, bütün beşeri ihtilallerin, fesatların, zulümlerin ve bütün ahlak-ı
rezilenin kaynağının "Ben tok olayım, başkası açlığından ölürse ölsün, bana ne!"
ve "Sen çalış ben yiyeyim!" anlayışı olduğunu söylüyor. Bunun aşılması için sizce
neler yapılabilir?

Dünya bir taraftan bunları aşmaya çalışıyor. Bir süreç yaşanıyor. Yani dünya
insan haklarında büyük bir mesafe alıyor. Avrupa Birliği Anayasası diye bir anayasa
oluşuyor. Bunun temelini insan hakları oluşturuyor. Bu kolay bir süreç değil, zor
bir süreç. Bütün toplumların aynı yere, aynı gelişmişlik düzeyine gelmesi lazım,
aynı birey kavramına gelmesi lazım, toplumun aynı duyarlılığı üretmesi lazım. Dünya
yavaş yavaş o istikamete doğru gidiyor. Neden? Çünkü üretim biçimi değişiyor. Üretim
biçimi değişmese bunun olması çok zor. İnsan, beyniyle büyük zenginlik üretmeye
başlayınca ister istemez insanı korumak gerekiyor. Onun için insan hakları çok etkin
bir hale geliyor.

Ama bir yandan hâlâ zulümler devam ediyor, hâlâ aç insanlar var. Hz. Peygamber'in
"Komşusu açken tok yatan bizden değildir" prensibi hayata geçirilse…

Geçirilmek mecburiyeti var. 11 Eylül bunun gerekliliğini ortaya koydu. Eğer küresel
olarak özgürlüğü sağlayan unsur zenginlik ise güvenliğin sağlanması için; dolayısıyla
özgürlüğün sağlanması için dünyadaki eşitsizliklerin ve adaletsizliklerin giderilmesi
lazım. Onlar giderilmeden olmaz. 11 Eylül… Amerika bütün dünya ile ilgili; fakat
kendi zenginliğiyle dünya arasındaki dengesizlik üstünde durmuyor. Fakirlik dünyadan
yok edilmedikçe güvenlik olmaz. Güvenlik olmayınca özgürlük olmaz. Onun için komşunun
açlığı tokluğu meselesi, yeni sanayi sonrası toplumun en belirgin meselesi. Mesela
Bill Gates'in Afrika'ya gidip orada yaptığı konuşmalar da bunu ispatlıyor. Dünyadaki
eşitsizlik, adaletsizlik gitmeden bu söylediğimiz kuralın hayata geçmesi çok zor.
Ama bu kural hayata geçmedikçe de güvenliği, huzuru, barışı sağlamak mümkün değil.
Bunu bir süreç olarak algılıyorum. Tabi ki çok zor. Ama nereye gidiyor dünya? İyiye
mi gidiyor, kötüye mi gidiyor? Bence sanayi sonrası toplumun bir öncekinden çok
daha nitelikli olan değerlerinin yavaş yavaş zaman içinde oturacağını göreceğiz.

Din ve vicdan hürriyetini insan hakları açısından nasıl değerlendirmek gerekir?

Din ve vicdan hürriyetin temel hak ve özgürlüklerin bir tanesidir. İnsanları
rahat bırakmak lazım. Türkiye'nin en büyük sorunu, insanların normalleşmesini engelleyen
bir durum var. İnsanlar ne istiyorlarsa yapsınlar. İnsanları rahat bırak, nasıl
yaşamak istiyorlarsa yaşasınlar. Zorbalık dışında, insanları rahat bırakmak lazım.
Türkiye normalleşemiyor, sürekli korku üretiliyor, başkasına zorbalık yapmadığı,
şiddet kullanmadığı sürece insanlar bırakın özel hayatlarında ne istiyorlarsa yapsınlar.

İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'nde "başkasına zarar vermeyen her şeyi yapabilme"
olarak tanımlanan özgürlüğü Bediüzzaman'ın "hem başkasına hem de kendine zarar vermeme"
şeklindeki özgürlük anlayışı ile nasıl karşılaştırabiliriz?

O doğru. Kendisine karşı zarar vermesi… sınırı zor. Mesela içki içerse kendisine
zarar mı verir? İçkinin yasaklanması sağlık açısından bir başkasını normalde korumaktır.
Kendisine zarar veriyor diye bunu önlemek mi lazım? Oradaki mesele, kendisine zarar
veremesin ilkesinden yola çıkarak bir başkasına yaptırım uygulama; bunun faşizme,
bir baskıya, totalitarizme dönüşmemesi lazım. Onun için de burada bireysel irade
önemli.

İnsan hakları açısından ülkemizdeki durumun pek iç açısı durumda olmadığı ortada.
Bu olumsuz tablonun ortadan kalkabilmesi için neler yapılmalıdır?

Tek bir yol görüyorum Türkiye için. Avrupa Birliği istikametinde çok hızlanmak.
Biz dört yıl içersinde müzakereleri bitiremezsek Türkiye'nin uçağı düşer. AKP'nin
yapması gereken Avrupa Birliği yolunda gaza basmaktır. Halbuki o bir milliyetçilik
adı altında "en Türk kim?" yarışına girdi. Bir, böyle bir yarışa girdiğiniz vakit
bunu sizden daha iyi yapacak olanlar vardır. İki, militarizme güç verirsiniz. Mesele
"kim en Türk?" değil, "kim en dünyalı?" yarışması. Burada herkes "en Türk" ama birinci
köprüyü Japonlar yaptı. Burada herkes "en Türk" ama bir yaşına gelmeden ölen bebekler
konusunda biz şampiyonuz. Burada herkes "en Türk" ama, biz gelir dağılımı açısından
en zengin ile en fakir arasında 25 misli fark olan bir ülkeyiz. "En Türk" yarışmasında
muazzam bir iştiyak ve yarışma var; ama bir tane Nobel'imiz yok. Herkes "en Türk",
ama patent üretmede bir sefalet konumundayız…

Bireylere haklarını elde etmek hususunda neler tavsiye edilebilir?

Hukuku kullanmak. Temel hak ve özgürlüklerine sahip çıkmak. Senin hukuksal olarak
bütün hakların var; ama sahip çıkman lazım. Hukuk açısından benim haklarım ne? Bunun
için hukuk savaşı vermek gerekir. Benim herkese önerim, yaşamak istediklerinin karşılığı
evrensel temel hak ve özgürlüklerde var. Herkesin buna sahip çıkması gerekir. Buna
sahip çıkmadıkları için, çıkamadıkları için yahut hukuka inanmadıkları için olmuyor.
Bunu isteyen herkesin muazzam bir hukuk savaşı vermesi lazım. Yani insanları hukuka
yönlendirmek lazım. Bu inançlı kesimi, Türk'ü, Alevisi, laiğinin inanmadığı en ortak
konu hukuk. Halbuki bunların hepsini hayata geçirecek olan şey hukuk. Kaçımız bu
anlamda hakkımızı, hukukumu biliyoruz. Kaçımız bunun peşine gidiyoruz. Bir başka
mesele; Aleviler Sünnilerle, Sünniler Alevilerle, laikler Müslümanlarla, Müslümanlar
laiklerle… itişip kakışmaya gerek yok. Temel hak ve özgürlükler belli. Kuralları
belli, her şeyi belli; ama hiçbir hukuk kulağı yok. Çünkü kimse hukuka inanmıyor,
güce inanıyor. Öbürü bilmem ne olunca, laik Müslüman'ın ibadetini engelliyor, diğeri
güçlü olunca onun içki içmesini engelliyor. Bu uygulamalarla hepsi zorba noktasına
geliyor. Bunu itişmeden, kakışmadan yap. Zaten her şey hukuk tarafından belirlenmiş.
Evrensel hukuk kurallarına sahip çıkacak bir bilinç olsa bu iş tıkır tıkır yürüyecek.
Bizde hukuk olmadığı için yürümüyor işler. Hukuk da üretmiyoruz, hukuku da algılamıyoruz,
hukuka sahip de çıkmıyoruz. Türk toplumu temelde güce inanıyor. Vurursun, çakarsın
anlayışı var. Mazlum olunca ağlıyor, güç sahibi olunca hukuku yok sayıyor. En yürümeyen
konu, en herkesin duyarsız olduğu veya algılamadığı konu, önemsemediği konu hukuk.
İnsan hakları hukuksal bir konudur. Hukuk her şeyi belirleyen, netleştiren, tanımlayan,
açıklayan, sağlamlaştıran çok önemli bir alandır. Bireyin devletle, bireyin bireyle,
bireyin toplumla sağlıklı bir şekilde yaşamasını evrensel hukuk kuralları belirliyor.